1980-2003 DÖNEMİNDE
YABANCI SERMAYENİN TÜRKİYE’YE GELİŞİ VE UYGULANAN POLİTİKALAR
İÇİNDEKİLER:
1-GİRİŞ
2- BİR
ULUSAL EKONOMİ İÇİN YABANCI SERMAYE
3-TÜRKİYE EKONOMİSİNDE
1980’E KADAR YABANCI SERMAYENİN GELİŞİMİ VE UYGULANAN DEVLET POLİTİKALARI
4. TÜRKİYE
EKONOMİSİNDE FİNANSAL LİBERALİZASYON SÜRECİ
4.1.Finansal
Liberalizasyona Geçiş Reformları
4.1.1.
Döviz Kuru Politikasının Değişmesi
4.1.2. Faiz
Oranları Üzerindeki Devlet Denetiminin Kaldırılması
4.1.3.
Sermaye Piyasası Kanunu ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun Kurulması
4.1.4.
Devlet İç Borçlanma Senetleri İhalelerine Başlanması
4.1.5.
Merkez Bankası Bünyesinde Piyasaların Kurulması
4.1.5.1.
Bankalararası Para Piyasası
4.1.5.2.
Açık Piyasa İşlemleri
4.1.5.3.
Döviz ve Efektif Piyasaları
4.1.6.
Sermaye Hareketlerinin Liberalleştirilmesi
4.1.7.
Bankacılık Sektörüne İlişkin Reformlar ve Düzenlemeler
4.2.
Finansal Reformların Değerlendirilmesi
4.2.1. Kamu
Menkul Kıymetlerinin Ağırlığı
4.2.2.
Gittikçe Artan Dolarizasyon Tehlikesi
4.2.3.
Spekülatif Sermaye Hareketlerinin Reel ve Finansal Kesimde Sebep Olduğu
İstikrarsızlık
4.3.
Reformların Işığında Yabancı Sermayenin Türkiye’deki Hareketleri
4.3.1.
Portföy Yatırımları
4.3.2. Uzun
Vadeli Sermaye Hareketleri
4.3.3. Kısa
Vadeli Sermaye Hareketleri
5- FİNANSAL
SERBESTLEŞME SONRASINDA YABANCI SERMAYE VE DEVLET
EK 1 :
Sermaye Hareketlerine İlişkin Yasal Düzenlemeler
EK 2 :
Türkiye'de Yıllara Göre Yabancı Sermaye Yatırımları
1-GİRİŞ
Türkiye
Ekonomisi gelişme trendi içinde tarihi seyrine baktığımızda gelişme periyodunu
etkileyen bazı makroekonomik başat faktörler vardır. Zamana bağlı olmadan
büyümeyi ve kalkınmayı tetikleyen genel iktisadî gidişata yön veren ve karar
alıcı mekanizmaların politika üretme süreçlerini etkileyen bu faktörlerden biri
de Yabancı Sermayedir. Yabancı Sermaye bir ülke için kalkınmanın finansmanı
olarak algılandığında ekonominin üstünde yükseleceği bir üst seviyeye çıkacağı
sac ayağı hâline gelmekte ve bu süreçte yabancı sermayenin ekonomide faaliyette
bulunmasını sağlamak mevcut tüm iktisadî yönelimleri bu sac ayağının üstünde
iktisadî hayatın devamlılığın sürdürülebileceği ifadesini vermektedir.
Yabancı
sermaye ile gelişme trendi arasındaki bağ tarihsel olarak 1940’lara kadar
uzanmakta ve teorik bağlantıları kalkınma iktisadının doğuşuyla atılmaktadır.
Az gelişmiş ülkelerin (sanayileşmeyi gerçekleştirememiş) tarım ağırlıklı üretim
sistemlerinin yanında cılız kalmış sanayi/imalat sektörü ekonomiyi tetikleyecek
bir gelişmeyi yine tarımsal üretime bağlı düşük tasarruf düzeyi (düşük düzey
denge tuzağı) ile ekonomiyi kalkınma evresine sokacak yatırım seviyesini
gerçekleştirememektirler. Bu yüzden bazı iktisatçılar kalkınma hamlesinde
imalat sektörünün ekonomiyi tetikleyebilmesini (ekonominin düşük düzey denge
tuzağından kurtulabilmesini) bu ekonomiye dışarıdan yapılacak yüksek miktarlı
sermaye/sermaye yatırımına bağlamaktadırlar.[1]
Teorik alt yapısının tarihsel arka planını nakletmeye çalıştığımız yabancı
sermayenin gelişme trendi/kalkınma periyodunda bir ulusal ekonomi için (az
gelişmiş ülke) meşru zeminde yararlılığının çok büyük olduğudur.
Türkiye
içinde yabancı sermayenin iktisadî gidişatta büyük önem arz etmesi nedeniyle
ekonomimizde yabancı sermaye olgusuna -farklı bir açıdan- bakmak elzem
olmuştur. Yabancı sermayenin ekonomideki ağırlığı o ekonominin yabancı sermaye
nezdinde cazip olması (yatırım yapmaya elverişli veya alternatifleri arasında
kârlı) ve mevcut durum ve hâl itibariyle (gerek uluslararası iktisadî
konjonktür ve gerekse ulusal olarak siyasî ve iktisadî konjonktür) olanaklar
dahilinde olması gerekmektedir. Hâl böyle olunca başta gelişme ve kalkınma için
ihtiyaç duyduğumuz yabancı sermayenin ülkeye gelmesini veya kaçışının nedenlerini
incelemek daha objektif olacaktır.
Konumuz
olan 1980 Sonrası yabancı sermaye ve devletin uyguladığı politikalar ise
aslında 1980 öncesine projeksiyon hâlinde yabancı sermaye ve devlet
uygulamaları çerçevesinde yabancı sermaye olgusuna bakışı içermekle birlikte
1980 dönüşümü ile yabancı sermaye sorunsalında iktisat politikaları ve
uygulamaları nezdinde ne olmuş ve sermayenin serbestçe dolaşımı (Finansal
Liberalizasyon) yabancı sermayeyi ülke ekonomisine çekmede ne kadar başarılı
olmuş sorusuna ve daha özelde serbestçe dolaşıp gerek yatırım yapan ve gerekse
kısa süreli spekülatif ve arbitraj peşinde koşan finans kapitalin ülkeye
gelişinde devletin uyguladığı politikalar ve uygulamalar çerçevesinde ne kadar
etkili olduğu ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren perspektif hâlinde devletin
(yönetsel erk olarak) ulusal ekonomide yabancı sermaye olgusuna bakış açısını
ortaya koymak bu araştırmanın amacını oluşturmaktadır.
Konunun
ekonomide yabancı sermayenin devletin bakış açısı ve uygulamaları çerçevesinde
etkinliğinin araştırılması yabancı sermayenin ulusal ekonomide yararları ve
zararları babında karar verici mercilerin tutumları ve davranışlarının
incelenmesi aslında gerek yabancı sermayenin gelmesi veya gelmek için ekonomiyi
cazip bulması için gerekli şartların (mevzuat, yasal, çerçeveler vs.) alt
yapının oluşmasını ve diğer cepheden ekonominin tetikleyici gücü olması yönüyle
politika üretici mercilerin bu sorun çerçevesinde nasıl davrandıkları açısından
önümüze net bir tablo çıkarmaktadır.
Bu yaklaşımla
incelediğimiz konunun anlatılmasında İkinci bölümde yabancı sermayenin ne
olduğu ve nasıl/hangi şekilde bir ulusal ekonomiye nüfuz ettiği, küresel
iktisat tarihi verileriyle destekli küreselleşme olgusuna bağlantılı (özellikle
1980 sonrası dönem) olarak bir ulusal ekonomide yabancı sermayenin ne anlama
geldiği ve yararları zararlarıyla etkisel sonuçlarının ne olduğu izah edilecek
ve devletin yabancı sermaye ile olan bağlantısı ulusal ekonominin gelişme
trendine etkisi bağlamında açıklanacaktır.
Üçüncü
bölümde Türkiye ekonomisinde yabancı sermaye sorunsalına Cumhuriyet dönemi
iktisat tarihi bağlamında 1980’lere kadar yaşanan süreç ve devletin bazı
mevzuat ve uygulamalarıyla yabancı sermaye için neler yaptığı ve bakış açısının
ne olduğu ve yabancı sermaye için devlet tarafından çizilen çerçeveye istinaden
kalkınma hamlesinde yabancı sermaye faktörünün ne kadar etkili olduğu
konjonktür gelişmeleri dahilinde incelenecek ve uygulamaların başarımı izah
edilecektir. Özellikle 1954 tarihli 6224 sayılı Doğrudan yabancı yatırımlar
kanunu, 1954 tarihli petrol yasası ve finansal hareketliliğe sınırlama getiren
17 sayılı 1962 tarihli Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun
çerçevesinde devlet ve yabancı sermaye arasındaki etkileşimli ilişki açıklanıp
bu politikalarla yabancı sermayeye karşı ulusal ekonominin cazibesi ya da bu uygulamaların başarımı açıklanacaktır.
Dördüncü
bölümde 1980 dönüşümüyle başlayan serbesti hareketinin yabancı sermaye ayağı
uygulama ve mevzuat değişiklikleriyle bu uygulamaların sonucu çerçevesinde
incelenecek dünyada furya hâlinde seyreden serbestleştirme hareketlerinin
yabancı sermaye ayağına atıfla ülkemiz ekonomisinin 1980 sonrası değişen
şartlarda devlet öncülüğünde yabancı sermaye ihtiyacı ve bu zaruret için
uygulanan politikalar incelenerek özellikle finansal serbesti çerçevesinde
yasal ve kurumsal düzenlemelerin yabancı sermayeyi çekmede ne kadar başarılı
olduğu açıklanacaktır. Özellikle 32 sayılı ve 1989 tarihli Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve Finansal serbestlik için kurumsal ve yapısal
değişimler sermaye piyasasının kurulması İMKB piyasasının kurulması faizlerin
serbest bırakılması DİBS ihalelerine başlanılması bankacılık sektörüne ilişkin
yapısal düzenlemeler (DÇM vs.) serbesti uygulamaları ışığında yapısal dönüşümün
yabancı sermaye lehine olan kısımları nezdinde bu dönüşümün yabancı sermaye
ayağı incelenecektir.
Beşinci
bölümde 1980 ile başlayan 1989–90 aralığında tamamlanan serbesti hareketinin
beklide sonuçları bağlamında yabancı sermaye ve devlet ilişkisi günümüze değin
akan süreçte diğer uygulamalarla birlikte yabancı sermaye gelişinin bir anlamda
dökümü verilecektir.
2- BİR ULUSAL EKONOMİ
İÇİN YABANCI SERMAYE
Bir ülkenin
karşılığını sonradan ödemek üzere dış kaynaklardan elde edeceği ve ekonomik gücüne
ekleyebileceği malî veya teknik kaynaklara yabancı sermaye denilmektedir. Öz
kaynakların yetersiz olduğu ve dış borçlarla yatırım yapmanın riskli ve pahalı
olduğu bu durumda yabancı sermayeden faydalanmak önem arz etmektedir.[2]
Ülkelerin gelişmelerini ve sanayileşmelerini gerçekleştirebilmeleri için
ihtiyaç duydukları önemli faktörlerden biri yatırımların arttırılması ve
dolayısıyla da bu yatırımlarda kullanılacak fonların yeterli düzeyde ve
nitelikte temin edilebilmesidir. Gelişmekte olan ülkelerde yıllardır yaşanıla
gelen ve günümüzde de devam eden temel problem sermaye yetersizliğidir. Bu
ülkeler sermaye yetersizliği nedeniyle ekonomik kalkınmaları için ihtiyaç
duydukları yatırımları gerçekleştirememektedirler.[3]
Yukarıda da izah ettiğimiz gibi bir ulusal ekonominin kalkınma periyoduna
girmesi yüksek miktarlı yatırım artışları ile sağlanır ve eğer ülke içi
tasarruflar yetersiz kalıyorsa (yüksek düzey yatırım miktarının finanse etmede)
yabancı sermayenin ülkede yatırım yapması ve yine kesintiye uğramadan gelişme
evresine girilmesi mümkündür.
Yabancı
sermaye ise bir ulusal ekonomiye iki şekilde nüfuz eder. İlki gittiği ülkede
fiziksel yatırım yapan Dolaysız Yabancı Sermayedir. İkincisi ise malî piyasalar
arasında akan fonları ifade eden kısa süreli parasal sermayedir. İkinci grup
bankacılık ve sanayi sermayesinin bileşimi olarak da kabul edilen
Finans-Kapital kavramıyla da ifade edilmektedir.[4]
Bu aynı zamanda sermayenin uluslararası akış şeklini de açıklar Yabancı
yatırım, yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından bir başka
ülkeye taşınmasıdır. Bir ülke borsasında işlem gören şirketlerin hisselerinin
bir diğer ülke veya ülkelerin kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade
eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir veya birden fazla uluslararası
yatırımcının tamamına sahip olarak veya yerli bir veya bir kaç firma ile
ortaklık hâlinde gerçekleştirdiği yatırımlar, doğrudan yabancı yatırım olarak
tanımlanmaktadır.[5]
Doğrudan/dolaysız yabancı sermaye yatırımları tanım olarak uzun dönemli yatırımları
içermektedir. Bu özellikleri nedeniyle kısa dönemli sermaye hareketlerinin
değişken yapısını taşımayan bu tür yatırımlar özellikle gelişmekte olan
ülkelerin dış borçlanmalarına alternatif bir politika aracı olarak
önerilmektedir.[6]
Gelişmekte
olan ülkelerin kalkınma öncelikleri, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin
başarılmasını, yatırımların artırılmasını, dünya pazarlarında ihracat gücünün
artırılmasını, daha fazla ve daha iyi istihdam fırsatlarının oluşturulmasını,
teknolojik gelişmenin güçlendirilmesini ve gelecek nesiller için çevrenin
korunmasını içermektedir. Dünya ekonomisindeki serbestleşme ve küreselleşme
eğilimleri, gelişmekte olan ülkelerin bu hedefleri başarmasında kendi
kaynaklarını ve kapasitelerini geliştirmesi için baskı yapmaktadır. Gelişmekte
olan ülkelerin, ekonomik kalkınmalarının finansmanında var olan yapısal
darboğazlar ve bunun hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya çıkan sermaye
birikimi yetersizliği karşısında tek alternatifi dış finansmanlardır.
Gelişmekte olan ülkeler için dış finansman kaynakları geleneksel ve alternatif
dış finansmanlar olarak sınıflandırılabilir. Geleneksel dış finansmanlar;
uluslararası çok taraflı malî kurumlar finansmanları, devletlerarası
finansmanlar ve uluslararası ticarî banka kredilerini kapsarken, alternatif dış
finansmanlar; doğrudan yabancı yatırımlar ve uluslararası portföy yatırımları
olmak üzere tüm diğer özel kaynaklı finansmanları içermektedir. Doğrudan
yabancı yatırımlar, temel olarak, yatırım faaliyetlerini birden fazla ülkede
sürdüren ve üretimle ilgili kararları bir merkezden alan veya çeşitli yollarla
bağlı şirketlerin kararlarını etkileyebilen ulus ötesi şirketler tarafından
yapılırlar.[7]
Gelişmiş
ülkeler rekabet güçlerini artırmada gerekli olan daha ucuz iş gücü, daha ucuz
ham madde, daha uygun yasal düzenlemeler ve vergilendirme sistemini ve
şartlarını elde edebilmek için sermaye ve teknoloji transferi yoluna
gitmektedirler.
Gelişmekte
olan ülkelerin ise en önemli sorunları sermaye ve teknoloji yetersizliğidir.
Düşük satın alma gücü ve iç tasarruflardaki eksiklikler ve döviz darboğazı
yerli sanayinin gelişimini ve rekabet gücünün artmasını engellerken, gelişmiş
ülkelerin standartlarına göre esnek mevzuat, ucuz iş gücü ve diğer uygun
koşullar da yabancı sermaye için uygun bir ortam hazırlamaktadır.
Diğer
taraftan, gelişmekte olan ülkelerin, kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için,
ihtiyaç duydukları sermaye birikimini sağlamada, dış borç yerine yabancı
sermayeye yönelmeleri çok daha akılcı bir yoldur.[8]
Geçmişte
yabancı sermaye sadece, sermaye açığını kapatmak, üretimi artırmak, işsizliğe
çözüm getirmek, üretim maliyetlerini düşürmek; ucuz iş gücü, taşıma
giderlerinden tasarruf sağlamak, düşük vergi avantajlarından faydalanmak, ucuz
ham madde kullanmak, döviz rezervlerini genişletmek gibi nedenlerle cazip
bulunuyordu. Günümüzde ise, yabancı sermaye yatırımlarından beklenenler daha da
artmıştır. Yukarıdaki faktörlere ilave olarak:ülke içinde sağlıklı bir rekabet
ortamı meydana getirmek, ülkeye yeni teknolojiler kazandırmak, know-how
getirmek, gelişmiş ve sermaye ihraç eden ülkelerin politik ve ekonomik
desteğini sağlamak, promosyon, dışa açılmak, çevre korumak, insan kaynaklarının
geliştirilmesi gibi nedenler de bulunmaktadır. Son olarak şunu da belirtmekte
fayda vardır ki doğrudan yabancı sermaye yatırımları, hem istihdamı artırmak,
hem de insan kaynaklarını yönlendirmek ve daha iyi şekilde eğitim görmelerini
sağlamak açısından çok önemli görevler üstlenmiştir.[9]
Yabancı
sermayenin ulusal ekonomi için yararları açıklandıktan sonra yabancı sermaye
olgusuna yabancı sermayenin geliş koşulları ya da gelmesi için ekonomik yapının ne olması
gerektiği sorunsalına cevap aramak gerekmektedir.
Günümüzde
artık uluslararası dev şirketler dünyayı tek bir pazar olarak kabul edip
politika ve stratejilerini buna göre belirlemekte ve kârlı gördükleri her
bölgede yatırım yapmaktadır. Pazar büyüklüğü ülke ölçüsünden dünya ölçüsüne
dönüşmüştür. Sermayenin en ucuz olduğu yerden temini pazara en yakın yerde
üretimin sürdürülmesi en yüksek kazancın elde edilmesi ve bütün bu işlemlerin
verginin en düşük olduğu ülkelerden yönetilmesi söz konusu olmuştur.
Yatırımcılar kendi ortamlarında üretip ihraç etmek yerine üretim tesislerini
küresel boyuta geçen pazarın herhangi bir yerinde kurmaktadırlar.
Politik ve Ekonomik İstikrar: Uzun
dönemli hedeflerin oluşturulabilmesi için yabancı sermaye açısından politik ve
ekonomik istikrar zorunlu bulunmaktadır. Yabancı sermaye yatırımlarının
yönlendirilmesinde tarihi süreç içerisinde önemli bir teşvik unsuru olan doğal
kaynaklar, iç pazar ve ucuz iş gücü gibi faktörler günümüzde artık yeterli
olamamaktadır. Politik ve ekonomik istikrar yabancı girişimcinin aradığı en
temel belirleyici faktör hâline gelmiştir. Sık sık iktidar değişikliğine ve
politik çalkantılara sahne olan ülkeler yabancı sermaye için cazip bir ortam
sayılmamaktadır. Yabancı sermaye, hızla büyüyen, gelir bölüşümünü adil bir
şekilde yapabilen, istikrarlı ekonomileri tercih etmektedir. Gelir dağılımının
giderek bozulduğu ülkeler yabancı sermaye tarafından her an sosyal
karışıklıklarla karşılaşılma olasılığı yüksek ülkeler olarak görülmektedir
Ayrıca, yabancı sermaye tarafından ülkede uygulanan iktisat politikaları da
dikkatle izlenmektedir. Bu çerçevede piyasa mekanizması güçlerine dayalı ve
nispeten liberal politikalar uygulayan ülkeler yabancı sermayeyi çekmek
açısından daha şanslı olmaktadırlar.
Pazar: Bu konuda yabancı sermaye ile ev
sahibi ülkenin beklentileri tam olarak örtüşmemektedir. Yabancı sermayenin pazar
beklentilerine karşılık ev sahibi ülkenin ağırlıklı olarak ihracat beklentisi
vardır. Burada ülkenin nüfusu, kişi basma geliri, gibi göstergeler de
önemlidir. Uluslararası düzeyde yatırım yapan firmaların ihracat iç tüketim
dengeleri ülkelere ve sektörlere göre değişmektedir. Gelişmiş ülkelerde ihracat
yapma en önemli hedefler arasında iken, gelişmekte olan ülkelerde daha çok iç
pazar önem arz etmektedir. İç pazar ya da ihracat seçiminde yatırım yapılan
sektörlerin yönlendiriciliği önemlidir. Çimento, kimya, gübre, lastik gibi ara
malı üreten sanayilere yapılan yatırımlar daha çok iç pazara yönelik olurken,
maden, petrol, ticaret sektörleri dış pazar eğilimlidir. Yabancı firmalar bir
ülkenin rejimini, siyasî durumunu, yönetim anlayışım beğenmeseler de pazar
büyüklüğü, fazla kazanma beklentisi o ülkede yatım yapmaları için yeterli neden
oluşturmaktadır.
Maliyet, Kâr ve Finansman Koşulları:
Yatırımın bütünü çerçevesinde değerlendirildiğinde, önceleri hayli önemli olan
ham madde sağlama kolaylığı, ucuz ve bol iş gücü gibi unsurlar günümüzde artık
tek başlarına önemli bir avantaj sayılmamaktadırlar. Düşük verimlilikteki
teknolojilerin diğer maliyet unsurlarında meydana getirdiği artışlar,
sağladıkları avantajları azaltmaktadır. Bu tür avantajlar ancak, firmaların
eski ya da çevre kirliliği oluşturan sermaye yoğun teknolojilerini
değerlendirmek istemeleri durumunda özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli
hâle gelebilmektedir. Yabancı firmaların ev sahibi ülkedeki beklentilerinden
biri de yatırımın finansman boyutu ile ilgilidir. Bu konudaki beklentiler
olumlu değilse ev sahibi ülke cazibesini yitirebilmektedir. Çünkü, yaygın
biçimde sanıldığı gibi yabancı sermaye finansman ihtiyacının tümünü sadece
kendi merkezinden sağlamamakta, önemli bir bölümünü dışarıda bulunan
birimlerinin öz kazançları ve borçlanma ile sağlamaktadır. Borçlanmanın bir
bölümü uluslararası piyasalardan bir bölümü de yerel malî piyasalardan
yapılmaktadır. Ancak yerel kaynaklara hangi biçimde ve ne oranda başvurulduğu
daha çok firmaların büyüklüklerine, kullandıkları teknolojiye ve ev sahibi
ülkedeki ekonomik ve malî istikrara bağlıdır. Yerel kaynaklar kullanılırken
görece küçük firmalar bankaları, büyük firmalar ise sermaye piyasalarım tercih
etmektedir. Yüksek teknolojik firmalar düşük teknolojik firmalara göre daha
fazla kaynak kullanmaktadır. Politik bakımdan kararsız ülkelerde finansman daha
çok yerel kaynaklardan sağlanmaktadır.
Kurumsal Yapının Özellikleri: Yabancı
sermaye yatırımlarının geleceği açısından güvenilir dayanaklardan biri de
sağlam bir kurumsal yapıdır. Yabancı sermaye karar mekanizmasının işlemesinde
çok değişik karar odaklarının olması ve bunların arasında koordinasyon
eksikliğinin bulunması bürokratik yavaşlık doğurmakta ve yabancı yatırım
bakımından caydırıcı etki yapmaktadır. Yatırım kararı alındıktan sonra firmanın
ev sahibi ülkede kaldığı sürece tâbi olacağı yasalar ve kurallar ile bunların
sürekliliği ve uluslararası işlemlere uygunluğu belirleyici faktörlerdir. Dış
fon akımları sağlam bir kurumsal temele oturmamış, zayıf ve çeşitlenmemiş
sermaye piyasasına sahip olan ya da bu türden piyasaları hiç olmayan ve
firmaları uluslararası piyasalarda zayıf ülkeler yabancı sermaye bakımından
dezavantajlı ülkelerdir. İdarî ve malî kolaylıkları düzenleyen yasal ve kurumsal
ortamı yabancı yatırımcılar için çekici hâle getirmek, yabancı sermaye çekmeye
yönelik temel hareket noktalarından biridir. Yabancı sermayenin ülke
ekonomisine etkileri ile iç içe olduğu için, yabancı sermaye politikası genel
olarak sermayeye ilişkin politikalar çerçevesinde oluşturulmalıdır. Yabancı
sermayeyi çekmek için oluşturulmak istenen kurumsal ve yasal çerçeve sermaye
ile ilgili genel düzenlemelerden çok farklı olmamalıdır.
Ev Sahibi Ülkenin Kısa ve Uzun Dönemli
Politik ve Ekonomik Rolü: Ev sahibi ülkenin dünya konjonktüründeki kısa ve
uzun dönemli rolü de yabancı sermaye yatırımlarım etkileyen bir başka
faktördür. Yabancı sermaye hareketleri altında yatan temel güdülerden biri de
doğal olarak girişimcinin uluslararası alanda kâr yapma isteği ve bu isteği
gerçekleştirebilmek amacıyla sürekli rekabet gücünü artırabileceği yeni
pazarlar aramasıdır. Ancak bir başka ülkede yatırım karan girişimcinin rekabet
gücünü artırsa da önemli riskleri beraberinde getirmektedir. Bu nedenle yabancı
yatırımlar ülkelerin mevcut durumu yanında gelecekteki konumlarına bağlı olarak
da yönlenmektedirler. Diğer bir ifade ile, herhangi bir ülkede yabancı sermaye
yatırımlarının ilgisinin artması, dünyadaki yeni gelişmeler için de ilgili
ülkenin de aktif olabileceği kanısının oluşturulması ile de yakından
ilişkilidir. Ev sahibi ülkenin dünya konjonktüründe politik ve ekonomik olarak
oynayacağı rol ve alacağı konum yabancı sermaye yatırımlarım etkileyen
kıstaslar arasındadır.[10]
Buraya
kadar bir ülke için yabancı sermayenin ne anlama geldiği ve gelmesi için
gereken koşulların neler olması gerektiği kısaca özetlendikten sonra
küreselleşme bağlantısını iktisat tarihi verileriyle eklemek yerinde olacaktır.
Öncelikle küreselleşme süreci içerisinde yabancı sermaye uluslararası sermaye
hareketliliği içinde incelenmektedir ve uluslararası sermaye hareketliliği
sürecin gerekliliklerine binaen farklılıklar arz etmektedir.
2.Dünya
Savaşı ertesinde yeniden şekillenen uluslararası iktisadî sistem nezdinde
sermaye hareketliliği önem kazanmış ve kurulan düzen çerçevesinde kalkınma
problemi için az gelişmiş ülkelerin sermaye ihtiyacı öncelikle düzenin hamisi
ABD tarafından koordine edilmiştir. Az gelişmiş ülkelere ithal ikameci
politikalar tavsiye ederek bu politikaların finansmanında yabancı sermaye ve
ara–yatırım malı bağımlılığı sonucu çerçevesinde yardımlar ve dış borçlar hakim
olmuş ve 1960’lara kadar sistem bu şekilde az gelişmiş ülkelerin kalkınma
finansmanına çare bulmuştur. 1960’larda gelişen Avrupa piyasalarında yeniden
imar sürecinde yeterlilik kazanılmış ve uluslararası sermaye hareketliliğindeki
(merkez ülkelerdeki kalkınma programları çerçevesinde) kısıtlar Euro-dolar ve
petrol kriziyle oluşan Petro-dolar akımlarıyla kriz doğurucu şekilde hızlanmış
ve ABD’nin başını çektiği ve uluslararası iktisadî sistemin sermaye
hareketliliğinin düzenleyicisi olan Bretton Woods sistemi çökmüştür. Bu süreçte
önemli olan nokta sermaye hareketliliğinin sağlayıcısı olan kurumsal yapıların
yerine (devletler arası ve kurumlar arası-IMF vs.) Şirketlerin ve finansal
piyasalardaki aktörlerin devreye girmesidir. Sistemin yıkılmasıyla kriz hakim
olmuş ve gelişmiş ülkelerdeki durgunluk ve yatırımların kâr marjlarındaki
düşmesi nedeniyle mevcut sermaye az gelişmiş ülkelere akarak kendine cazip
yatırım alanları arar olmuştur. Bu süreçte bir diğer önemli unsur yabancı
sermayenin doğrudan fiziki yatırımlarla beraber finans kapital adı altında
ülkeler arasında akışkan ve kısa vadeci spekülatif ve arbitraja dayalı yatırım
şeklinin önem kazanmaya başlamasıdır. Bu çerçevede finans kapitalin
uluslararası arenada rahatça hareket edip kendine kârlı yatırım alanları
araması için yapısal düzenlemelere lüzum görülmüş ve bilindiği üzere finansal
serbesti programları 1970’lerin sonundan itibaren gelişmiş ve az gelişmiş
ülkelerde tedrici olarak uygulanmaya başlamıştır. Bu çerçevede yine
küreselleşme furyasında malî entegrasyon süreçleri hızlanmış ve uluslararası
kurumlar bu sistemin devamlılığı ve istikrarı için çalışır olmuşlardır.
3-TÜRKİYE EKONOMİSİNDE
1980’E KADAR YABANCI SERMAYENİN GELİŞİMİ VE UYGULANAN DEVLET POLİTİKALARI
Cumhuriyet
dönemi iktisat tarihinde yabancı sermaye olgusuna ilk resmi bakış 1923 İzmir
İktisat Kongresiyle olmuştur. Kurulan cumhuriyetin uygulayacağı iktisat
politikasının yönünün ve seyrinin şekillendirildiği iktisat kongresinde çeşitli
kesimleri temsilen delegeler katılmış ve yabancı sermaye olgusuna ‘Kapitüler
olmamak kaydıyla’ Cumhuriyet Ekonomisinin Yabancı Sermaye’ye sıcak baktığı ve
kalkınma çabasında görev alacağı ifade edilmiştir. Sanıldığının aksine ilk
dönemlerde azda olsa Yabancı Sermaye ülkemize gelmiş ve yapı itibariyle Anonim
şirket ortaklığı şeklinde faaliyette bulunmuştur. Kapitüler olmama kaydı yerli
sermayeyle eşit koşullarda faaliyet gösterip yerli sermayenin girişim
şartlarından farklı bir koşul oluşturulmama kaygısını taşımaktadır. Bu nedenle
kuruluş yılları iktisat politikası sanıldığının aksine kurtuluş savaşının
niteliği olan anti-emperyalist karakteri taşımamaktadır.[11]
İkinci
olarak Kuruluş Yıllarında yabancı sermayenin seyrini ilgilendiren bir diğer
husus 1930 Tarihli Türk Parasını Kıymeti Koruma Hakkında Kanundur. 1930 yılında
çıkarılan Türk Parasını Kıymeti Koruma Hakkında 1567 sayılı Kanun ile, kambiyo,
nakit, hisse senedi ve tahvil alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler
ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları içeren her tür eşya ve
kıymetin ve ticarî senetlerle ödemeyi sağlayan her türlü araç ve belgenin
ihracı veya ithalinin düzenlenmesi, sınırlanması ve Türk parasının kıymetinin
korunması için kararlar alınmasına Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.[12]
Böylelikle yabancı sermayeye ilişkin ilk engel bu kanunla ortaya çıkmaktadır.
22.5.1947
tarihli kararnameyle Maliye bakanlığı yabancı sermayenin kısmen ya da tümüyle
dışarı transferine ilişkin kararlarda yetkili kılındı. 1950'de hükûmetin
değişmesi üzerine, 1951'de (821 no.lu) Yabancı Sermaye Kanunu çıkarıldı. Ancak
tarımı ve ticareti yabancı sermayeye kapalı tutan ve kâr transferini sınırlayan
bu kanun yetersiz bulundu, 1954'te (6224 no.lu) Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu
yürürlüğe girerken söz konusu sınırlamalar kaldırıldı.
Ayrıca
1950’de Hazine’ce özel teşebbüse kefalet edilmesi ve döviz taahhüdünde
bulunulmasına dair (5583 no.lu) Kanun, Maliye Bakanlığı'nı (300 milyon TL'yi
geçmemek kaydıyla) özel girişimin dışardan sağladığı uzun vadeli borçlara kefil
saydı. 1953 yılından itibaren devreye giren kredili ithalât, ticaret
bankalarının dış dünyadan döviz kredisi sağlamalarını mümkün kıldı. Buna göre,
kredinin geri ödenmesi durumunda döviz ödeme sorumluluğu T.C.Merkez Bankası'nda
kaldığı hâlde, bankaların krediye ilişkin dövizleri T.C. Merkez Bankası'na
devretme yükümlülüğü yoktu.
1954
tarihli Petrol kanunuyla (ki ülkeye gelen yabancı sermayenin yarısı bu kanunun
verdiği kolaylıklarla gelecektir)[13]
daha önce devlet elinde bulunan petrol arama tekeli kaldırıldı. 1957'de yapılan
bir değişiklikle yabancı sermayeye rafineri kurma hakkı verildi. (6088 no.lu) Turizmi Teşvik Kanunu'yla
yabancıların köyde gayrimenkul satın alması Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi kararına
bağlı olarak serbest bırakıldı. 1950 de özel girişime düşük faizli, projeye
bağlı döviz kredisi verme, amacına dönük Türkiye Sınai Kalkınma bankası
kuruldu. Yabancı sermayeyi teşvik için çeşitli illerde Serbest Bölgeler
kurulması kararlaştırıldı.[14]
Dışa açılma
politikasının "yabancı dolaysız sermaye yatırımlarıyla büyüme"
amacının da çok etkili işlediği söylenemez. Bir kere, bu politikanın serbest
bölgeler ayağı ölü doğdu. İkincisi, girdiği kadarıyla dolaysız yabancı
yatırımın tutarı bu dönemde alınan toplam dış kredinin %5'ine bile ulaşmadı;
1950-59 arasındaki 10 yılda sadece 77 milyon dolardı, 1960 yılı eklenirse, 101
milyon dolarda kaldı. Bununla birlikte geldiği kadarıyla dolaysız yabancı
sermaye yerli ortaklıklar kurarak özel sınai girişimin kısmen de olsa
teknoloji, sermaye, yönetim gibi sorunlarını aşmasına yardımcı oldu. AEG-Eti,
Birleşik Alman İlaç, Etitaş Elektrik, Santral Dikiş, Sandoz İlaç, Tohum Islah
ve Üretim, Türk Hoechst, Türk Philips, Türk Pirelli, Türk Traktör, Unilever,
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Turyağ, Tütüntex, General-Electric, Pfizer,
Türk-Otomotiv, Singer, 6224 no.lu Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kanalından
gelen çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) ortaklıklarıdır. Bunlara Petrol Kanunu'yla
gelen Mobil, Shell, BP gibi ÇUŞ eklenmelidir. Ayrıca lisans, know-how, marka
anlaşmalarıyla yabancı sermaye katkısı olmaksızın dış kaynaklı teknoloji bilgi
ve marka kullanımı yabancı firma temsilciliği gibi olanakların da özel girişim
için meydana getirdiği kâr fırsatları anımsanmalıdır.[15]
1954
yılında çıkarılan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu liberal bir
görüşle hazırlanmıştır. Ancak kanunun hazırlanması ile ilgili olarak gösterilen
serbestlik anlayışı daha sonra uygulamada gösterilememiştir. Bu nedenle
1980’lerin başına kadar Türkiye’ye gelen toplam yabancı sermaye miktarı 300
milyon Dolara dahi ulaşamamıştır.[16]
Ülkemizde yatırım yapan yabancı şirket sayısı ise yüzün altında kalmıştır.[17]
6224 sayılı kanun önemli çünkü 2003 yılına kadar yürürlükte ve gelen yabancı
sermaye bu kanun hükümlerine göre geliyor. Bu mevzuatla, ekonomik kalkınmamıza
yararlı olunması, özel teşebbüslere açık faaliyet alanında çalışılması,
"Tekel" niteliğindeki kuruluşlarda çoğunluk hissesine sahip
olunmaması koşulları ile yabancı sermaye girişine izin verilmesi, ilaveten,
getirilen teşvik tedbirleri ile bu meyanda, yerli sermaye ve teşebbüslere
tanınan haklar, muafiyetler ve kolaylıkların aynısının yabancı sermaye ve
teşebbüslere tanınması, net kârın, temettünün, satış, tasfiye ve tazminat
bedellerinin, lisans, know-how, teknik yardım, yönetim ve franchise anlaşmaları
karşılığında ödenecek meblağların, dış kredi ana para ve faiz ödemelerinin
transferi ya da yatırımda kullanılması,
hisse bedeli olarak getirilen dövizlerin "Döviz Tevdiat Hesabında"
tutulmaları, yabancı personel çalıştırılması imkanları öngörülmüştür.[18]
Bu
mevzuatların daha iyi anlaşılabilmesi için Türk idaresinin yabancı sermayeye
bakış açısını özetlemek gerekir. Bunu da en yetkili ağızdan Hazine Yabancı
Sermaye Genel müdürü M. Onaner’den dinleyelim:
“Türk idaresinde yabancı sermayeye bakış açısı nedir,
ilkeler nedir ana hatlarıyla bakalım. Bir kere eşitlik, yani ayırımcılık
yapmamak daha teknik tabiriyle uluslararası anlamda milli muamele, yani ben yerli
yatırımcıma tamamen, %100 yerli sermayeli şirkete hangi işlemleri hangi hukuku
uyguluyorsam yabancı sermayeli şirketlere de aynı işlemleri uygulayacağım;
eşitlik ilkesi. Arada sapmalar var. Sapmalar da yabancı sermaye kanunundan
kaynaklanmıyor. Daha önce veya daha sonra çıkan birtakım yasal düzenlemeler
ilgili sektörlerin özelliğinden kaynaklanan, örneğin radyo televizyon, medya
bugünkü adıyla, alanında yabancı sermaye iştiraki %20’den fazla olamıyor. Sivil
havacılıktaki izin verilen şirketlerin yönetiminde yabancıların yeri belli
ağırlıkta olacak, iç hatlarda uçamayacaklar. Bir başka örnek vermek gerekirse
Kabotaj Kanununda birtakım hükümler var. Onların, yani yabancı bayraklı
gemilerin işletileceği ortamda, onun işletmeci şirketinde yönetim %50’den fazla
Türklerde veya %50 itibariyle Türklerde olacak gibi. Bunlar bir takım sapmalar
ve bu sapmalar aşağı-yukarı bütün ülkelerde vardır, gelişmiş ülkeler, en
liberal kabul ettiğimiz ülkelerde dahi vardır.
Diğer bir
unsur, diğer bir özellik de, yerli-yabancı ortaklık oranının serbestçe
belirlenebilmesi, yani %51’i Türk olacak Yani kim olursan, kaç kişi olursan
gel, %100 sermayeli, evet yabancı sermayeli şirket kurulabilir. Ama tabii o
sonuçta Türk şirketidir fakat %100’ü yabancılara aittir, Diğer bir unsur yerli
yatırımcılara serbest olan tüm sektörlerin yabancı yatırımlara serbest olması.
Herkes her yere, yani yerli yabancı ayrımı o manada yok.
Yabancıların
çalışması, yani sektöre yatırımın ötesinde orada da serbestliği var, fakat bazı
alanlarda kısıtlamalar var:Doktorluk, hemşirelik, veterinerlik, dişçilik vs.
gibi bazı meslekî alanlarda yabancıların çalışmaları değişik mevzuata
dayanılarak kısıtlanmış vaziyette. Devam edersek, kâr transferi; yani burada
elde edilen gelirlerin transferi konusunda. Bu 1954’den beri var. Tabii o zaman
biraz Türkiye’nin kambiyo rejimi daha dardı, orada birtakım ön koşullar ve
bürokrasi öngörülmüştü fakat kararnamelerle, tebliğlerle bunlar aşılmaya
çalışılmış, bu serbesti verilmiş vaziyette. Dolayısıyla hiçbir endişesi yok Türkiye’ye
gelen yabancı yatırımcının acaba ben zamanı geldiğinde kârımı transfer edebilir
miyim, edemez miyim diye. Hele Türkiye konvertibiliteye geçtikten sonra, lisans
know-how ve benzeri anlaşmaların bir kayda alınması suretiyle işlemden
geçirilmesi söz konusu. Şimdi yaptığımız da kayda almak, izin diye tabir ediyor
belki yasa ve kararname ama bu aslında otomatik bir işlem.
Yurt
dışından gelen sermayenin Türk lirasına çevrilme zorunluluğu otomatik olarak
yok. İstiyorsanız döviz tevdiat hesabı açıyorsunuz yani paranızı orada
tutuyorsunuz ona göre daha ileriki tarihte bir işlem yapma veya paranızı
kullanma olanağınız var. (Konvertibilite) ”[19]
Planlı
dönemde dolaysız yabancı sermaye girişi ortalama yıllık 10 milyon doların
altında. (6224’e istinaden)[20]
1975-79 döneminde ihracatı göz ardı edip ithalâtı kolaylaştıracak önlemleri
devreye sokarken bunun finansmanı için döviz rejimini gevşetip sermaye
ithalâtını kolaylaştırıyor. (Serbestleşmeye adım adım)[21]
Böylece mal ve hizmet ithalâtındaki denetim gevşetilirken ihracatın ihmal
edilmesi, dış kredi kullanımındaki artışın temelini hazırladı.
Bunların
yanında bu döneme yabancı sermaye ve özelde kambiyo rejimiyle ilgili damgasını
vuran 17 Sayılı 1962 tarihli Türk Parası Kıymeti Koruma Hakkında Kanun kararı
vardır:11.8.1962 tarihinde yürürlüğe giren 17 sayılı Karar döneminde kambiyo
kontrolleri ve sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar yoğun olmuştur.
Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu, Petrol Kanunu ile yabancı sermayenin himayesi
konusunda imzalanmış uluslararası anlaşma hükümleri dışında yurt dışına kâr,
temettü, tasfiye bedeli ve benzeri şekilde döviz transferine izin
verilemeyeceği söz konusu Karar’da hükme bağlanmıştır.
Bu Karar’a
göre, hangi kaynaklardan sağlanırsa sağlansın ve mülkiyeti kime ait olursa olsun
bütün dövizler Maliye Bakanlığının emrinde ve kontrolündedir. 17 sayılı Karar
döneminde yabancı sermayeyi temsil edenler dışındaki menkul kıymetlerin yurt
dışına ihracı, yabancı sermayeyi temsil eden menkul kıymetlerin Türkiye'de
yerleşiklere satışı, devri veya cirosu Maliye Bakanlığı'nın iznine tâbidir. 17
sayılı Karar döneminde Merkez Bankasının kanunlarla kendisine verilmiş
yetkileri dahilinde yurt dışından temin edeceği her çeşit kredi ve Dış Ticaret
Rejimi dahilinde kısa vadeli emtia kredileri ile faizsiz kısa vadeli finansman
kredileri dışında, yurt dışından her türlü kısa, orta ve uzun vadeli kredi
temini, istikraz anlaşması yapılması, ödeme şartları, vadeleri, taksitleri ve
faiz ve masrafları bakımından Maliye Bakanlığının iznine tâbidir. 17 sayılı
Karar döneminde Türkiye’den yapılacak sermaye ihracı Maliye Bakanlığının
teklifi üzerine Bakanlar Kurulunun iznine tâbidir.[22]
İthalâtı
genişletmeye dönük yukarıdaki önlemleri tamamlamak üzere, yürürlükteki döviz
rejimini serbestleştiren, daha önce sakıncalı bulunduğu için yürürlükten
kaldırılan dış kredi türlerini devreye sokan uygulamalar gündeme geldi 1963'te
planlı döneme girildiğinde yürürlükten kaldırılan Özel Dış Kredi’ler tekrar
yürürlüğe konuldu. Böylece özel firmaların ve KİT'lerin, Üçüncü BYKP'ye
uygunluğu onaylanan projeleri için dış kredi alma olanakları oluşturuldu. Ancak
özel kredilerin "kur garantisi" olmaması, çok daha cazip koşullu yeni
kredi türlerinin gündeme gelmesi, bu kaynağın geniş kullanımı olmasını önledi.
Daha önce sakıncalı görüldüğü için yürürlükten kaldırılan bir diğer kredi türü
olan "dövize çevrilebilir Türk lirası mevduat" (DÇM) hesapları geri
getirildi. 1973'te"hariçte mukim "kişilere ilişkin hesapların
tasfiyesine ve bir daha açılmamasına verilen kararın gerekçesi, bunların
enflasyonist kredi genişlemesine yol açmalarıydı: Dışardan girdiklerinde TL
kredisi olarak çekilince, ticarî banka sisteminin kredileri genişletmesine
kaynaklık ediyor, bu da enflasyon baskısını artırıyordu. 1974'te petrol
fiyatlarının patlayışı hükûmeti döviz arayışına sokunca, 1975'te çıkarılan bir
tebliğle sistem geri getirildi. "Hariçte mukim gerçek ve tüzel kişilerin,
başta bankalar, DÇM hesapları açabileceği kabul edildi. Kısa vadeli mevduat
niteliğindeki bu hesapların %90'ının "hariçte mukim" kişilerce
açıldığı görüldü. Türkiye'deki en büyük sekiz banka "yetkili banka"
kabul edildi ve konvertibl dövizler karşılığı bu hesapları açma yetkisiyle
donatıldı. Bu bankalardaki DÇM hesaplarına devlet "kur garantisi"
tanıdığı, yani borç ödeninceye kadar geçen süredeki kur değişmelerinden doğan
rizikoyu devlet üstlendiği için, bu kredi türü, hem krediyi veren, hem de alan
için çok cazipti. DÇM girişlerini teşvik etmek için dış piyasanın çok üstünde
tutulan reel faizler yanında, devlet bunların faizlerini stopaj yoluyla
vergilendirmemekle, stopaj yoluyla vergilemeye tâbi olan doğrudan borçlara
oranla cazibesini artırdı. Temelde Avrupa para piyasasından LİBOR artı spread’e
göre belirlenen değişken faizli ve kısa vadeli bu borçlanma türü, Türkiye'nin
ithalâtının ihracatından bağımsız olarak patlar bir hızda büyümesine, döviz
piyasasında TL'nin aşırı değerlenmesine ve kısa vadeli borç birikimi sonucunda
1978'de vadesi gelen dış borçlarını ödeyemez duruma düşmesine ön planda etkili
oldu. Ne var ki, hükûmet hiçbir kısıtlayıcı önlem almaya gerek duymadığı ve
rizikosu yüksek dış krediyle de olsa halkı hoşnut edip oyları garantilediği
için memnundu; dış piyasadan düşük faizle alınan kredileri içerde daha yüksek
faizle vererek faiz arbitrajından iyi para kazanan yerli bankalar memnundu; pek
çok çevre ülkesiyle birlikte Türkiye'nin de ithalâtının patlaması yoluyla
ihracatını bir ölçüde canlı tutabilen Batı memnundu; rizikosuz dış kredi
kullanabilen borçlular memnundu; paralarını kârlı biçimde yatırabilen
uluslararası bankalar memnundu. Bu saadet zinciri ancak üç yıl sürebildi. Sekiz
banka döviz pozisyonu tutma yetkisine 1974 sonunda kavuştular. Çeşitli ithalât
finansman biçimleri arasında "mal mukabili ithalât" (malın ithalâtçı
müşteri tarafından devralınmasından sonra ödeme yapılması) ihracatçı kabul
etmek kaydıyla, ticarî bankalar için en kârlı yöntem oldu; çünkü işlemlerin
devir hızını yükselttiğinden, döviz pozisyonlarındaki fonların etkinliğini ve
kârlılığım artırıyordu. İthalâtın bu kaynaktan finansmanım kolaylaştırmak için,
hükûmet ayrıca, yeni önlemleri 1975 ve 1976'da devreye soktu. 1978'deki krizde
DÇM'lerle birlikte mal mukabili ithalâttan kaynaklanan garantisiz ticarî
borçlar ön planda rol oynadı. DÇM'lerle birlikte devreye sokulan döviz tevdiat
hesapları (DTH) ise, kur garantisinden yararlanmadığı için o dönemde büyük
soruna sebep olmadı. Bunların sorun kaynağı olmaları, malî serbestleşmeyle
birlikte 1985'te tekrar devreye sokulmalarıyla başladı. Böylece Türkiye, Batı
stagflasyon yaşarken, iç kaynak açıklarını 1975-77 arasında GSMH’nin %6.5'ine
çıkarıyor DÇM'ler, mal mukabili ithalât vb. yollardan kısa vadeli sermaye
hareketlerinin "giriş" ayağını teşvik ediyor, IMF denetimi olmadan
borçlanıp ithalâtını patlatabiliyordu. Bu arada stagflasyon yaşayan gelişmiş
ülkeler de ihracatım artırıp sermayesine yeni ve kârlı bir plasman alanı
bularak durgunluğuna çözüm üretebiliyordu. Ancak 3-4 yıl gibi kısa bir sürede
iç ve dış dengeler sürdürülemez boyutlarda bozuldu, saadet zinciri kırıldı ve
ekonomi duvara çarptı.
Kısa vadeli
sermaye girişlerinin teşvik edildiği bu süreç sonucunda, Türkiye'nin dış borç
stokunun vade dağılımı hızla kısa vadeli borçlar lehine değişti; 1970'li
yılların başında payları önemsizken 1975-6'da dörtte bire yaklaştı. 1977'ye
gelindiğinde bu oran %58, 1978'de %52 oldu. Bu son yılda toplam kısa vadeli
borç tutarı 7,2 milyar dolara varmış, cari işlem gelirlerini aşmıştı.
Türkiye'nin ihracatı 2 milyar doların, işçi döviz geliriyse 1milyar doların
altındaydı. Ama bu arada orta ve uzun vadeli borçlar da patlamış, 1975'te 3,6
milyar dolardan 1978'de 6,7 milyar dolara çıkmıştı. Üç yılda, dış borç stoku
hızla artarken, kısa vadeli borçlar bunun yarıdan fazlasını oluşturur olmuştu.[23]
4. TÜRKİYE
EKONOMİSİNDE FİNANSAL LİBERALİZASYON SÜRECİ
1980 öncesi
Türkiye’sinde dış ticaret, finansal piyasalar ve bazı mal pazarları kontrollü
idi. Finansal sektör, bankaların egemenliğindeydi. Türkiye’nin, kabaca 1979’a
kadar izlediği ithal ikameci sanayileşme politikaları döneminde devlet, hem
yatırımcı hem üretici olarak kamu iktisadî teşekkülleri (KİT) kanalı ile
sanayileşme hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Özel sanayi kârları bu dönemde
esas olarak iki kaynaktan beslenmiştir:Ağırlıklı olarak tarife dışı engellere
dayanan korumacı ticaret rejimi sayesinde iç pazarda sanayiciler oligopol kâr
ve rantlarını elde etmişlerdir. İkinci olarak ise, KİT sisteminin ürettiği
girdiler yapay olarak ucuz fiyatlanarak özel sanayi kesimine ve kırsal
ekonomiye verildiğinden, girdi maliyetleri düşük seyretmiştir. Bu politikalar
yaşanan petrol şoklarının da katalitik rolü ile 1976’da tıkanmış, 1977-80 döviz
krizinden sonra da Ocak 1980’de IMF ve Dünya Bankası destekli yapısal uyum
programı, yani dışa açılma hamlesi başlatılmıştır.
1980
yılında Türkiye büyük bir istikrar ve yapısal değişim programına başladı.
Programın amaçları finansal derinleşme, daha yüksek tasarruf, yatırım ve büyüme
oranları, dış pazarlarla rekabet ve artan kaynak etkinliği idi. Finansal
liberalizasyonun bir hedefi de daha önceleri kontrol edilen nominal faizlerin
enflasyonun altında kalması nedeniyle eksi olan reel faizlerin artıya
çekilmesiydi.
1981
yılında ticaretin liberalizasyonuyla başlayan Türkiye ekonomisindeki dönüşüm
süreci, 1989 yılında yürürlüğe giren 32 sayılı konvertibiliteye geçiş kararıyla
finansal liberalizasyonun temellerini de atmıştır.
İlk
kısımda, bu liberalizasyon politikaları kapsamında 1980 sonrası Türkiye’de
yapılan ekonomik, yasal ve kurumsal reformlar incelenecektir.
4.1.FİNANSAL
LİBERALİZASYONA GEÇİŞ REFORMLARI
4.1.1. Döviz Kuru Politikasının
Değişmesi
Finansal
liberalleşme sürecinde piyasa odaklı politikalara ağırlık verilmesi çabalarının
ilk adımı döviz kuru rejiminde yapılan değişiklikler ile atılmıştır. 1980
öncesinde uygulanan sabit döviz kuru rejiminde Türk lirasının değeri hükûmet
tarafından değişen ekonomik koşullara göre belirleniyor ve ayarlanıyordu. Ne
var ki, ayarlamalarda meydana gelen gecikmeler Türk lirasının bazı dönemlerde
belirgin şekilde ve aşırı ölçüde değerlenmesine neden olmaktaydı. Bu nedenle
Ocak 1980'de uygulamaya konan istikrar programıyla daha gerçekçi ve esnek bir
döviz kuru politikası yürütülmeye başlanmıştır. Böylece Türk lirasının diğer
para birimleri karşısındaki değeri önemli oranda düşürülmüş ve karaborsanın
varlığını da engelleyen tek bir geçerli kur oluşmuştur. Mayıs 1981 itibariyle
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası günlük kur ayarlamalarına başlamıştır.[24]
1982 yılı
sonunda ticarî bankaların döviz pozisyonu bulundurmalarına izin verilmiştir. Bu
önlemin amacı, yurt dışından ve paralel piyasalardan bankacılık sistemine döviz
transferlerini artırmak ve sermaye kaçışını engellemektir. Döviz kuru rejimi 7
Temmuz 1984 tarihli ve 30 sayılı Kararnameyle büyük ölçüde
liberalleştirilmiştir. 30 sayılı Kararnameyle serbestçe belirlenen bir kur
rejiminin oluşturulmasına yönelik olarak getirilen düzenlemeler şu şekilde
sıralanabilir:
a) Türk lirası cinsinden banknot, metal para ve diğer ödeme
araçlarının ithal edilmesi üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmış, ihracı ise
hükûmet iznine tâbi tutulmuştur.
b) Türkiye'de ikamet edenlerin yabancı para birimi
bulundurmaları, döviz hesabı açtırmaları ve dövizle ödeme yapmalarına izin
verilmiştir.
c) Merkez Bankası, külçe altın ithal ve ihraç etmek üzere
yetkilendirilmiştir. Diğer bankaların da yurt içi pazarda külçe altın satmalarına
izin verilmiştir.
d) Bankaların Türkiye'de ikamet edenlerden döviz mevduatı
kabul etmelerine, yurt dışında döviz bulundurmalarına ve döviz cinsinden işlem
yapmalarına izin verilmiştir.
e) Her türlü menkul kıymetin ithal ve ihracına izin
verilmiştir. Türkiye'de döviz cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlerin Türkiye
dışında ikamet edenlere satışına izin verilmiştir.
f) Yabancıların dövizi bozdurmaları ve tüm transferleri bir
banka aracılığıyla yapmaları koşuluyla gayrimenkul almalarına ve ayni haklar
elde etmelerine izin verilmiştir.
g) Yabancıların döviz cinsinden gerekli sermayeyi getirerek
yatırım yapmalarına, ticarî faaliyette bulunmalarına, hisse satın almalarına,
ortaklık kurmalarına, şubeler, temsilcilikler ve acenteler açmalarına izin
verilmiştir.
h) Bankaların Merkez Bankası tarafından açıklanan döviz
kurunun etrafında oluşturulan dar bir aralık içinde kendi işlemlerinde
kullanacakları kurları belirlemelerine izin verilmiştir.
I) Son olarak, 29 Haziran 1985 tarihi itibariyle bankaların
ticarî, ticarî olmayan ve bankalar arası işlemleri için kendi kurlarını
belirlemelerine izin verilmiştir.
4.1.2. Faiz Oranları
Üzerindeki Devlet Denetiminin Kaldırılması
1970'li
yıllar boyunca hükûmet mevduat ve kredi faiz oranlarını doğrudan kontrol
etmiştir. Ancak, 1970'lerin sonuna doğru hızla artan enflasyon nedeniyle reel
faiz oranları eksiye dönmüştür. Bu nedenle finansal fonlar bankacılık
sisteminden çekilip hızla paralel finansal piyasalara ve dövize kaymaya
başlayınca Ocak 1980'de mevduat ve kredi faiz oranlarına konan tavan değerler
kaldırılmıştır. Faiz oranları üzerindeki devlet denetiminin kaldırılmasıyla
amaçlanan, tasarrufları finansal sisteme çekerek ve finansal kuruluşlar
arasındaki rekabeti artırarak finansal sektörün derinleşmesini sağlamaktı. Ne
var ki belli başlı büyük bankalar aralarında bir centilmenlik anlaşması
imzalayarak faiz oranlarındaki artışı engellemek için ortak bir faiz oranı
belirleme kararı almışlardır.
Mevduat
faizleri için büyük bankalar tarafından belirlenen bu üst değerler, kredilere
olan talebin aşırı şekilde artmasının yanı sıra komisyonculardan ve küçük
bankalardan da rekabetçi baskılar gelmesi sonucu kademeli olarak artırılmıştır.
Bunun sonucunda pek çok komisyoncu ve küçük banka taahhüt ettikleri ödemeleri
yapamayarak 1982 ortalarında iflas etmiştir.
Bu
kurumların batması, hükûmeti faiz oranlarında geleceğe yönelik trendleri göz
önüne alarak yeni düzenlemeler yapmaya itmiştir. Böylece, hükûmet en büyük
dokuz bankaya faiz oranı belirleme izni ve daha küçük bankalara da bu faiz
oranına ek bir prim ödeme izni vermiştir. Ancak büyük bankalar mevduat faiz
oranlarını yükseltmeyi de istiyorlardı. Aralık 1983'te Merkez Bankası'na
mevduat faiz oranlarını belirleme ve bu oranları düzenli olarak gözden geçirme
yetkisi tekrar verilmiştir. Merkez Bankası'nın Haziran 1987'de yayımladığı bir
tebliğle bankalara belli bir üst sınıra kadar faiz oranlarını kendileri
belirlemeleri için izin verilmiştir. Nihayet 12 Ekim 1988'de tüm mevduat faiz
oranları serbest bırakılmıştır.
4.1.3. Sermaye
Piyasası Kanunu ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun Kurulması
1981'de
yürürlüğe konan Sermaye Piyasası Kanunu, Türkiye'de sermaye piyasalarının
düzenlenmesini, desteklenmesini ve denetlenmesini ve güvenli, şeffaf ve dengeli
bir şekilde işleyen sermaye piyasaları yoluyla yatırımcıların hak ve
çıkarlarının korunmasını amaçlamış ve menkul kıymetler piyasalarının gelişimini
destekleyen en önemli adımlardan biri olmuştur.
Bunu takiben, sermaye piyasalarının koşulları ve işleyiş
mekanizması üzerinde düzenleme ve denetleme yetkisine sahip olacak şekilde ve
Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerine tâbi olarak 1982'de Sermaye Piyasası Kurulu
kurulmuştur. Bu tarihten itibaren bankalar ve diğer finans kurumları sermaye
piyasasında yürüttükleri aracılık faaliyetlerinde Sermaye Piyasası Kanunu
hükümleri ve Sermaye Piyasası Kurulu denetimine tâbi hâle gelmişlerdir.
4.1.4. Devlet İç
Borçlanma Senetleri İhalelerine Başlanması
1980'lerden
önce finansal açıklar sık sık Merkez Bankası tarafından doğrudan para basılması
suretiyle karşılanıyordu. Merkez Bankası tarafından Hazine'ye verilen kısa
vadeli avansın miktarı o yılın bütçe ödeneği toplamının yüzde 15'i ile
sınırlandırılmış olup, bu uygulama Nisan 1994 finansal krizine kadar
geçerliliğini korumuştur.
1985 yılına
kadar hükûmetler finansal açıklarını kapatmak için devlet iç borçlanma
senetleri ihraç etmek yerine yoğun biçimde Merkez Bankası'ndan kısa vadeli
avans imkanını kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle para politikası da
büyük ölçüde maliye politikasına dayalı olmuştur. İlk kez Mayıs 1985'te hükûmet
bütçe açıklarını kapatmak için devlet tahvili ve bonosu çıkarmaya başlamıştır.
Böylece, kamu açıklarının Merkez Bankası bilançosu üzerindeki olumsuz etkileri
hazine ihalelerine başlanmasıyla bir ölçüde azalmış olmuştur.
Hükûmetin
bono ihaleleriyle birlikte, Merkez Bankası'nın açık piyasa işlemleri yürütmesi
ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (İMKB) ikinci el bono ve tahvil
piyasasının oluşturulması için gerekli zemin de hazırlanmış olmuştur. Böylece,
hükûmetin DİBS ihaleleri, bu kıymetlerin faiz oranları piyasa koşullarında
belirlendiği ve sıfır kredi riskine sahip oldukları için, finansal kurumlar ve
finansal olmayan kurumlar için cazip bir yatırım alanı hâline gelmiştir. Bu
ihalelerden elde edilen gelirler rekabetçi teklif verme usulüyle belirlendiği
ve ihalelerin hacmi de büyük olduğu için belirlenen faiz oranları ekonominin
gösterge faiz oranlarından biri kabul edilmeye başlanmıştır. Bu ihalelerin
getirileri faiz oranlarının geleceği hakkında piyasalara fikir vermeye
başlamıştır.
1994'te
yaşanan finansal krizden sonra Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kullandığı kısa
vadeli avans miktarı bir önceki finansal yılın genel bütçe ödenekleri
toplamıyla cari yılın genel bütçe ödenekleri arasındaki farkın yüzde 12'siyle
sınırlandırılmıştır. Bu oran 1996'da yüzde 10'a; 1997'de yüzde 6'ya ve takip
eden yıllarda da yüzde 3'e düşürülmüştür. 2001 yılında çıkarılan yeni Merkez
Bankası Kanunu'yla kısa vadeli borç verme uygulaması tamamen kaldırılmıştır.
4.1.5. Merkez Bankası
Bünyesinde Piyasaların Kurulması
1986
yılının başında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ikinci el DİBS piyasası
olarak faaliyete başlamıştır. Aynı yıl, para politikası uygulaması da
değişikliğe uğramıştır. Yeni para politikası rejimi çerçevesinde Merkez
Bankası'nın temel amacı bankacılık sisteminin toplam rezervlerini denetlemek
suretiyle para arzını kontrol etmek olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda,
öncelikli sektörlere otomatik olarak kredi sağlayan reeskont uygulaması orta
vadeli kredilerle sınırlandırılmıştır. Bireysel bankaların reeskont imkanıyla
otomatik olarak rezerv sağlamalarına bu getirilen kısıtlama, bankacılık
sistemindeki likiditenin dolaşımını sağlayacak piyasa odaklı bir dağıtım
sistemi gerektiriyordu.
4.1.5.1. Bankalararası
Para Piyasası
Merkez
Bankası'ndaki Bankalararası Para Piyasası 2 Nisan 1986 tarihinde faaliyete
başlamıştır. Bankaların, Bankalararası Para Piyasası'nda işlem yapabilmeleri
için Merkez Bankası'nda teminat bulundurmaları gerekiyordu. Bankalararası Para
Piyasası bankacılık sisteminin etkin çalışmasını sağlamış ve nakit yönetimi
anlayışının gelişmesine yardımcı olmuştur.
4.1.5.2. Açık Piyasa
İşlemleri
Merkez
Bankası, para politikasının uygulanmasında ana araç olarak belirlediği açık
piyasa işlemlerine Şubat 1987'de başlamıştır. Açık piyasa işlemlerinin temel
amacı, bankacılık isteminin likidite düzeyini ayarlamak ve bu sayede para
arzını kontrol etmekti.
4.1.5.3. Döviz ve
Efektif Piyasaları
Ağustos
1988'de Merkez Bankası bünyesinde Döviz ve Efektif Piyasaları kurulmuş ve
günlük kur belirleme seanslarına başlanmıştır. Döviz ve Efektif Piyasaları,
döviz rezervlerinin daha etkin bir şekilde kullanılmasına olanak sağlayan para
politikası araçlarından biri olarak kabul edilmektedir.
4.1.6. Sermaye
Hareketlerinin Liberalleştirilmesi
Türkiye'de
sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi çalışmaları 1980'lerde yürütülen
ekonomik ve finansal reformlarla bağlantılı olarak başlatılmış ve 1989 yılında
tamamlanmıştır. 1980’den önce sermaye hareketleri döviz işlemlerine ilişkin
düzenlemelerle kontrol ediliyordu. Liberalleşme süreci, 1980'den sonra 28 ve 30
no.lu Kararnamelerle başlatılmış ve bu kararnameler uyarınca Aralık 1983 ve
Temmuz 1984'te uygulamaya konmuştur.[25]
Bu kararnameler ile sermaye hareketleri kısmen liberalleştirilmiş, sermaye
hareketlerinin tamamen liberalleştirilmesi süreci 11 Ağustos 1989 tarihinde
Resmi Gazete'de yayımlanan 32 no.lu Kararname tamamlanmıştır.
Bu
kararname ve ilgili düzenlemelerle sermaye hareketleri tamamen liberalleştirilmiş
ve konvertibiliteye yönelik en önemli adımlar da atılmıştır. 32 no.lu
kararnameyle getirilen temel düzenlemeler şöyledir:
1) Türkiye'de yerleşik kişiler, bankalar ve özel finans
kurumlarından hiç bir sınırlama olmaksızın döviz alabilirler ve döviz
bulundurmak için herhangi bir kısıtlamaya tâbi değildirler.
2) Türkiye'de yerleşik kişiler, Türkiye'de yerleşik olmayan
kişilere verdikleri her türlü hizmet karşılığında aldıkları dövizi ülke içine
getirebilirler.
3) Yurt dışında yerleşik kişilerin İMKB'de kote edilmiş ve
Sermaye Piyasası Kurulu izniyle çıkarılmış her türlü menkul kıymeti alma ve
satmaları serbesttir.
4) Türkiye'de yerleşik kişilerin bankalar ve özel finans
kurumları vasıtasıyla yabancı borsalarda kote edilmiş menkul kıymetleri; Merkez
Bankası tarafından alım-satımı yapılan yabancı para birimleri cinsinden hazine
bonosu ve devlet tahvili satın alıp satmaları ve bu kıymetlerin alış
bedellerini yurt dışına transfer etmeleri serbesttir.
5) Türkiye'de yerleşik kişilerin, yurt dışında menkul kıymet
çıkarmaları, piyasaya sürmeleri ve satmaları serbesttir. Türkiye'de yerleşik
kişilerin yurt dışından menkul kıymet getirmeleri ve yanlarında yurt dışına
çıkarmaları serbesttir.
6) Yabancı sermayenin satışından ya da tasfiyesinden doğan
gelirler bankalar ya da özel finans kurumları aracılığıyla ülke dışına transfer
edilebilir.
7) Yurt dışından döviz kredisi almak serbesttir.
8) Türkiye'de yerleşik olmayan kişilerin Türk lirası hesap
açtırmaları ve bu hesaplara ilişkin ana para ve faizleri Türk lirası ya da
döviz olarak transfer ettirmeleri serbesttir.
9) Gayri menkul satışları üzerindeki yasak kaldırılmıştır ve
gayri menkul satışından elde edilen gelirin transfer ettirilmesi serbesttir.
10) Türkiye'de yerleşik olmayan kişilerin döviz almaları ve
transfer ettirmeleri ve yurt dışına Türk lirası göndermeleri serbesttir.
11) Bankalar ve özel finans kurumları ithalât, ihracat ve
görünmez transferler dışında 500.000 ABD doları ya da eşdeğeri döviz tutarını
aşan transferleri bildirmekle yükümlüdürler.
12) Türkiye'de yerleşik kişilerin yurt dışında temsilcilik
ve irtibat büroları vb. açmaları serbesttir.
4.1.7. Bankacılık
Sektörüne İlişkin Reformlar ve Düzenlemeler
Türk
bankacılık sektörünün geleneksel olarak Türkiye'deki finansal sistemde çok
önemli bir rolü olmuştur. 1980'lerde uygulamaya konan liberalleştirme
politikasının bir yansıması olarak Türk bankacılık sektöründe bir dizi kurumsal
ve yasal reformlar yapılmıştır. Bu reformların asıl amacı, bankalar arasında
rekabeti teşvik ederek finansal sisteminin sağlamlığını ve etkililiğini
artırmaktı.
Rekabet ve
sigorta birbirine karşıt kavramlar olarak kabul edilse de 1983'te Bankalar
Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle Merkez Bankası bünyesinde Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu (TMSF) kurulmuştur. TMSF'nin kurulmasının esas amacı, bankacılık
sisteminde ardı ardına meydana gelen iflaslar sonucunda sarsılan kamu güvenini
yeniden sağlamak ve mevduat sahiplerini bankacılık krizlerinin olumsuz
etkilerinden korumaktı. Öncelikle, her bir tasarrufu hesabı için sigortaya esas
belli bir nominal üst sınır değer saptanmıştır. Mevduat bankalarının TMSF'ye
belli bir oranda katkıda bulunmaları zorunlu kılınmıştır.
1980'lerden
bugüne kadar iki Bankalar Kanunu onaylanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bunlardan
birincisi 2 Mayıs 1985'te yürürlüğe giren Bankalar Kanunu'dur. 1985'deki
Bankalar Kanunu daha çok bankacılık sistemindeki yapısal sorunlara ilişkin
hükümler içermekteydi. Temel amacı, bankacılık sistemine akılcı bir düzenleme
ve denetleme sistemi getirmek için gerekli yasal alt yapıyı oluşturmaktı. 1985
Bankalar Kanunu, bankaların standart bir muhasebe sistemi kullanmalarını
öngörüyor ve bankaların yasal işleyişlerini ve finansal yapılarını incelemek ve
denetlemek üzere Bankalar Yeminli Murakıpları yetkilendiriliyordu. Bunlara ek
olarak, bankaların bağımsız denetleyiciler tarafından da uluslararası muhasebe
standartlarına göre her sene denetlenmesi hükmü getiriliyordu. Hükûmet, riskli
bankaların yönetimlerini değiştirmeye yetkili kılınıyor ve bireysel müşteriye
açılan kredi miktarı katı kurallar çerçevesinde sınırlandırılıyordu.
1983'te
Bankalar Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle Bakanlar Kurulu takipteki
alacaklar için tutulan karşılıkları belirlemeye yetkili kılınmıştır. Daha sonra
11 Aralık 1985'te çıkarılan bir kararnameyle bankalara takipteki alacaklarına
karşılık olarak belli bir oranda takipteki alacaklar özel karşılığı ve tüm
kredi portföyleri için de krediler genel karşılığı tutmaları zorunluluğu
getirildi.
Ocak 1987
itibariyle bankalara, bağımsız dış denetimden geçmiş finansal raporlarını
Merkez Bankası'na sunmaları zorunluluğu getirilmiştir.
Ekim
1989'da aktiflerindeki risklere karşılık olarak yeterli miktarda sermaye
bulundurduklarını garantilemek amacıyla bankalara BIS kriterlerinde belirtilen
sermaye yeterliliği oranlarını tutturmaları zorunluluğu getirilmiştir. Sermaye
yeterliliği rasyosu uygulamasıyla Türk bankalarının yurt dışındaki bankalarla
kıyaslanması da kolaylaşmıştır.
5 Nisan 1994
tarihli istikrar programının uygulanmaya başlanmasından sonra daha önceden
kurulmuş olan TMSF, bankacılık sektöründeki olası kargaşaları engellemek için
yeniden yapılandırılmıştır. Kriz ortamında, hükûmet tüm tasarruf hesapları için
tam garanti verdiğini açıklamıştır. Kamuoyu güveninin yeniden sağlanması
amacıyla, ayrıca, Merkez Bankası Kanunu'nda yapılan değişiklik ile Hazine'ye
kısa vadeli avans kullandırma uygulaması sınırlandırılmıştır.
İkinci
Bankalar Kanunu 18 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe konmuştur. 1999 Bankalar
Kanunu bankaların finansal yapılarıyla denetim mekanizmasının güçlendirilmesini
hedefleyen geniş tedbirler içeriyordu. Buna göre, tüm gerekli tedbirlerin
alınmasına rağmen iyileştirilemeyen bankaların TMSF'ye devredilmesi öngörülüyordu.
1999 Bankalar Kanunu aynı zamanda denetim mekanizmasıyla ilgili olarak
uluslararası standartlar ve Avrupa Birliği uygulamalarıyla uyum sağlama amacını
da taşıyordu. Bu kanunla, bankacılık sektöründe etkinliği, sağlamlığı ve
rekabeti artırmak, kamu güvenini sağlamak ve bankacılık sektöründen kaynaklanıp
ekonomiyi tehdit edebilecek potansiyel riskleri önlemek amacıyla örgütsel ve
finansal açıdan özerk bir yapıya sahip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
(BDDK) kurulmuştur. 1999 yılında çıkarılan Bankalar Kanunu banka kurmak ve
işletmek isteyenler için daha katı kurallar getirmiştir. Bu kanunla, bankalara
iç denetim ve risk yönetimi sistemleri kurma zorunluluğu getirilmiştir.
Sözü edilen
tüm bu kurumsal ve yasal düzenlemelere rağmen, kamu bankalarının finansal
yapılarındaki zayıflıklar, bankacılık sistemindeki kırılganlığın devam
etmesinde etkili olmuştur. 2000 yılı itibariyle 80 bankadan yalnızca 7 tanesi
(4 ticarî banka, 3 kalkınma ve yatırım bankası) devlete aittir ve kamu
sermayeli ticarî bankalar, bankacılık sektöründeki toplam varlıkların yüzde
34'üne sahiptir. Uzun zamandır kamu harcamalarını finanse etmekte olduklarından
kamu bankalarının finansal yapıları daha da kötüleşmiştir. Tahsil edilemeyen
görev zararları ve tahsili gecikmiş alacakların yüksek olması nedeniyle bu
bankaların kısa vadeli likidite ihtiyaçları önemli ölçüde artış göstermiştir.
Finansal kriz sırasında faiz oranlarındaki ani artış da görev zararlarının
katlanarak artmasına neden olmuştur. Kamu bankalarının günlük likidite ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için genellikle piyasadan daha yüksek faiz oranları vermeleri
bankacılık sektöründe rekabeti olumsuz yönde etkilemiştir.
4.2. FİNANSAL
REFORMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Finans
piyasalarında uygulanan bu reformlar sonucu Türk malî piyasaları 1990'larda
"derinlik" sürecinde görece ilerleme kaydetmiş gözükmektedir. Ancak
bu süreç, iktisat kuramının öngördüğü, tasarruf-yatırım etkinliğinin artmasını
ve sabit yatırımlara yönelik kredi havuzunun genişlemesini sağlayamamıştır. İktisat
literatüründe McKinnon-Shaw tezi diye bilinen bu ortodoks yaklaşıma göre,
finansal serbestlik tasarruf ve yatırım davranışlarını uyaracak, dolayısıyla
kalkınma temposunu hızlandıracaktı. Ancak, malî serbestlik deneyiminin Türkiye
sonuçları bu beklentiyi gerçekleştirmemiş; tersine, bu süreç sonunda ulusal
ekonominin dışa bağımlılığı artmış, reel üretim yapısı dalgalanmaya itilmiş ve
“rantiye” tipi davranışlar beslenerek gelir dağılımının bozulması sonucunu
doğurmuştur.
Grafik 4.1 – Tasarruflar ve Toplam Sabit Yatırımlar (GSMH’ye
oran yüzde olarak)
Bu dönemde Türk finansal sisteminin gelişimini belirleyen üç
ana süreç vardır:
a) Finansal serbestleşme çerçevesinde geliştirilen araçların
çoğunluğunu kamu kesimi açığının finanse edilmesi için çıkarılan menkul değerlerin
oluşturması,
b) TL’nin yabancı para birimleri ile ikamesinin doğurduğu
tehdit (dolarizasyon),
c) Spekülatif kısa vadeli sermaye hareketlerinin ulusal
finans piyasalarında ve giderek reel ekonomide neden olduğu istikrarsızlık.
4.2.1. Kamu Menkul
Kıymetlerinin Ağırlığı
Ulusal
ekonominin 1988 sonrası dönemdeki gelişiminde yukarda sözü edilen bu üç olgunun
belirleyiciliği açıkça görülmektedir. Türk finansal serbestleştirme döneminin
temel göstergelerini Tablo 4.1'de özetlemekteyiz. Bu veriler, 1980 sonrasında
Türk malî piyasalarında finansal araçların gerçekten de çeşitlendiğini ve
ulusal gelire görece hacim değerlerinin arttığını (sistemin derinleştiğini)
göstermektedir. Örneğin, 1980'de ulusal gelire oran olarak sadece %2.1'ini
bulan menkul kıymet ihraçları stoku, 1990'da %6.5'e, 1999'da ise %39.8'e
ulaşmıştır. Toplam mevduat da 1980'deki %10'luk orandan, 1999'a gelindiğinde
ulusal gelirin %39.5'ini bulmuştur. Daha önemlisi, toplam mevduat içinde vadeli
mevduatın görece payı hızla yükselmiş ve 1999'da toplam vadeli TL mevduatının
ulusal gelire oranı %2.2'den, %16.3'e çıkmıştır. Aynı şekilde gerek hisse
senedi piyasasında, gerekse repo-ters repo piyasalarında işlem hacminin hızla
artmış olduğu Tablo'nun son üç satırında verilen reel hacim değerlerinden
izlenebilmektedir.
Ancak bütün
bu olumlu gelişmelerin ardına bakarsak, Türk finansal serbestleştirme sürecine
yön veren etkenlerin aslında hiç de arzulanan şekilde oluşmadığı görülecektir.
Örneğin ihraç edilen menkul kıymet kompozisyonuna bakıldığında, söz konusu
toplamın hemen tamamının kamu kesimine ait olduğu anlaşılmaktadır. 1999
itibariyle, ulusal gelire oran olarak, ihraç edilen menkul kıymet toplamı %39.8
olmasına karşın, bunun içerisinde kamu kesiminin borçlanma senetlerinin payının
%38.7'ye ulaştığı görülecektir. 1990'lar boyunca kamu kesimi finansal araçları,
toplam menkul kıymet ihracının %95-97'sini oluşturmuştur. Bunun yanında özel
kesimin hisse senedi ihraçları ulusal gelire, oranla %1'i dahi bulmamış ve
zaman içinde herhangi bir artış eğilimine girmesi de söz konusu olmamıştır.
TABLO 4.1 – Finansal Serbestleşme Sürecinin Unsurları
(GSMH’nin %’si Olarak)
4.2.2. Gittikçe Artan
Dolarizasyon Tehlikesi
Toplam
mevduattaki hızlı artışın ardındaki etkenlere baktığımızda burada en önemli unsurun
döviz tevdiat (FX) hesaplarında yattığı görülmektedir. FX mevduatı 1992'den
başlayarak önemini arttırmış ve toplam mevduatın yaklaşık yarısını oluşturur
hâle gelmiştir.
Bu
gözlemlerimize ek olarak Tablo 4.1'deki veriler, M1 ve M2 cinsinden para arzının
düşüş içinde olduğunu, buna karşılık M2Y'nin oranının arttığını göstermektedir.
Bilindiği gibi M1 ve M2 cinsinden para stoku sadece ulusal para (TL) bazındaki
parasal büyüklükleri ifade ederken, M2Y bu rakama döviz tevdiatının da ilave
edilmesiyle bulunmaktadır. Elimizdeki veriler, Türk Lirası cinsinden
tanımlanmış para arzının (M2) 1985'de GSMH'nin %24,1'ini oluştururken bu
rakamın 1990'ların ilk yarısında %16'ya gerilediğini; buna karşın yabancı para
cinsinden ifade edilen M2Y'nin aynı dönemde %26,3'ten, %36,8'e değin çıktığını
göstermektedir. Dolayısıyla ulusal ekonomide ulusal para biriminin kullanımı
giderek gerilerken, gittikçe artan bir para ikamesi (dolarizasyon) tehlikesi
öne çıkmaktadır.
Grafik 4.2 – Döviz Tevdiatı (Toplam mevduattaki pay / yüzde)
4.2.3. Spekülatif
Sermaye Hareketlerinin Reel ve Finansal Kesimde Sebep Olduğu İstikrarsızlık
Sermaye
hareketlerinin liberalleştirilmesinden sonra ekonomik faaliyetler çok daha
kırılgan ve oynak hâle gelmiştir. İstikrarsız faiz oranları ve döviz kurları ve
hükûmetin finansal piyasalardaki ağırlığı vadelerin ve ekonomik birimlerin
geleceğe yönelik planlama dönemlerinin daha da kısalmasına neden olmuştur.
Bütün bunlardan dolayı, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi politika
yapıcıların işini daha da zorlaştırmış, ekonomide iniş çıkışlara yol açmış,
ekonomik faaliyetin ağırlıklı olarak yurt dışından sağlanan daha çok kısa
vadeli olan sermayeye bağlı olmasına neden olmuştur.
Bunun
yanında, kısa vadeli sermaye girişleri, maliye politikasının kredi kısıtlarını
ve para otoritesinin para kısıtlarını aşmasında yardımcı olurken, kısa vadeli
sermayeyi çeken yüksek faiz oranları özel yatırımlar için caydırıcı olmuş ve
reel sektör şirketleri için finansal varlıklara yapılan yatırımlar fiziksel
yatırımlardan daha cazip hâle gelmiştir.
Tablo
4.2.'deki veriler 1990 sonrasında sanayi işletmelerinde faaliyet dışı
gelirlerin artan önemini açıkça ortaya koymaktadır. Sanayi işletmelerinin, ana
faaliyetleri dışında elde ettikleri gelirler 1990'dan başlayarak üretim
gelirlerini besleyen ek bir kaynak olmaktan çıkmış, kârlarının neredeyse
olmazsa olmaz koşullarından biri hâline dönüşmüştür. Tabloya göre faaliyet dışı
gelirlerin vergi öncesi bilanço kârlarına oranı 1998'de %87,7, 1999'da ise
%219'la rekor bir seviyeye ulaşmıştır.
Tablo 4.2 Büyük Sanayi Kuruluşlarında Faaliyet Dışı Gelirler
ve Bilanço Kârları (Reel 1987 Fiyatlarıyla, Milyar TL)
|
Net Bilanço Kârları (1) |
Faaliyet Dışı Gelirler (2) |
(2) / (1) % |
|
|||
1985 |
726.429 |
175.131 |
24,1 |
1986 |
848.016 |
261.295 |
30,8 |
1987 |
1593.763 |
285.321 |
17,9 |
1988 |
1402.468 |
355.526 |
25,3 |
1989 |
1467.425 |
455.083 |
31,0 |
1990 |
1513.170 |
503.980 |
33,3 |
1991 |
983.396 |
502.550 |
51,1 |
1992 |
1592.112 |
618.853 |
38,9 |
1993 |
2139.316 |
871.181 |
40,7 |
1994 |
2293.358 |
1253.130 |
54,6 |
1995 |
2482.298 |
1154.305 |
46,5 |
1996 |
2610.120 |
1380.729 |
52,9 |
1997 |
3007.820 |
1586.430 |
52,7 |
1998 |
1872.140 |
1642.466 |
87,7 |
1999 |
1076.619 |
2357.257 |
219,0 |
Kaynak: İstanbul Sanayi Odası.
Not: Nominal büyüklükler, imalat sanayii üretici fiyat
endeksi (1987=100) ile indirgenmiştir.
4.3. REFORMLARIN
IŞIĞINDA YABANCI SERMAYENİN TÜRKİYE’DEKİ HAREKETLERİ
Bu kısımda,
Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin hareketleri (doğrudan yatırımlar hariç);
portföy yatırımları, uzun ve kısa vadeli sermaye açısından ele alınacaktır.
4.3.1. Portföy Yatırımları
Doğrudan
yatırımlar dışında, tahvil dışsatımı ya da menkul kıymetler alım satımı portföy
yatırımı olarak tanımlanmaktadır.[26]
Ödemeler dengesi sermaye hareketleri içerisindeki portföy yatırımları,
varlıklar ve yükümlülükler olmak üzere iki ana başlıktan oluşmaktadır.
Varlıklar kısmında yurt içi yerleşiklerin dış piyasalardan menkul alım ve
satımları gösterilmekte ve varlıkların (-) bakiye vermesi dış piyasalardan
alımların satımlardan fazla olduğunu, (+) bakiye vermesi ise satımların
alımlardan fazla olduğunu göstermektedir. Yükümlülükler kısmında ise iki alt
başlık yer almaktadır. Bunlardan birincisi bankalar, kamu sektörü ve diğer
kurumların tahvil ihracı yoluyla borçlandığı miktarlar, diğeri ise yurt dışı
yerleşiklerin yurt içi piyasalarda yapmış oldukları menkul kıymet alım
satımlarıdır.
Portföy
yatırımları ülkemize 1986 yılında gelmeye başlamış ve 1989 yılında yürürlüğe
konulan 32 sayılı Kararla beraber bu yatırımların hacminde de önemli artışlar
olmuştur. 1990 sonrası ülkeye gelen portföy yatırımlarının miktarı Tablo 4.3’te
görülmektedir. 1986-1989 yılları arasında ülkemize giren net portföy
yatırımları 2.9 milyar dolar civarındayken 1993 yılında en yüksek seviyesine
ulaşarak 3.9 milyar dolar olmuştur. Bu artışın 3,7 milyarlık bölümü kamu
açıklarını kapatmaya yönelik, kamu ağırlıklı tahvil borçlanmasından
kaynaklanmaktadır. 1994 kriziyle, özelliklede devletin tahvil yoluyla
borçlanabilirliğinin azalmasıyla beraber portföy yatırımları yaklaşık %70
oranında azalmış ve 1,2 milyar dolar olmuştur. Ülkemizden en yüksek miktarlı
portföy yatırımlarındaki çıkış ise; Asya ve Rusya krizlerinin etkisiyle 1998
yılında yaşanmış ve bu çıkış net, 6,7 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.
Bu miktarın büyük kısmı ise 4,5 milyar dolarla yabancıların menkul
kıymetlerdeki çıkışından kaynaklanmıştır. Ülkemize giren net portföy
yatırımları 1999 yılında 3,4 milyar dolar, 2000 yılında ise 1 milyar dolar
civarında olmuştur. 2001 yılında ise Türkiye'de yaşanılan finansal krizin
etkisiyle yaklaşık 4,5 milyar dolar civarında portföy yatırımlarında çıkış
yaşanmış ve bunun büyük bir kısmı da yine yabancı yatırımcıların menkul
kıymetlerdeki çıkışından kaynaklanmıştır. Portföy yatırımları yıllar itibariyle
Türkiye'de istikrarsız bir seyir izlemiş ve bu yatırımların dalgalanması,
doğrudan yatırımlara göre daha yüksek olmuştur.
Tablo 4.3 Türkiye'ye Yönelik Portföy Yatırımları
|
1990 |
1991 |
1992 |
1993 |
1994 |
1995 |
1996 |
1997 |
1998 |
1999 |
2000 |
2001 |
Portföy
Yatırımları |
547 |
623 |
2411 |
3917 |
1158 |
237 |
570 |
1634 |
-6711 |
3429 |
1022 |
-4515 |
Varlıklar |
-134 |
-91 |
-754 |
-563 |
35 |
-46 |
-1380 |
-710 |
-1622 |
-759 |
-593 |
-788 |
Yükümlülükler |
681 |
714 |
3165 |
4480 |
1123 |
703 |
1950 |
2344 |
-5089 |
4188 |
1615 |
-3727 |
Tahvil
ihracı Yoluyla Borçlanma |
592 |
567 |
2806 |
3727 |
99 |
386 |
1331 |
1774 |
-579 |
3220 |
6252 |
96 |
Menkul
Değerler |
89 |
147 |
359 |
753 |
1024 |
317 |
619 |
570 |
-4510 |
968 |
-4637 |
-3823 |
Kaynak:TCMB, Ödemeler dengesi
istatistikleri.
4.3.2. Uzun Vadeli
Sermaye Hareketleri
Uzun vadeli
sermaye hareketleri bankaların, kamu sektörünün ve özel şirketlerin,
uluslararası finans kuruluşlarından, yabancı hükûmetlerden aldıkları kredileri
ifade eder. Yatırım bankaları, IMF ve Dünya Bankası, bankaların oluşturduğu
konsorsiyumlar ve diğer kuruluşlar bu tür fonların kaynağını
oluşturmaktadırlar. Genellikle proje finansmanı ve makro ekonomik dengelerin
düzeltilmesi amacıyla verilen bu krediler, verimli alanlarda kullanıldığı
taktirde faydalı olabilmekte ve vadelerinin uzunluğu dolayısıyla istikrarsızlıklara
yol açmayabilmektedir.[27]
1980'li
yılların ortalarından 1990'lı yılların ortalarına kadar (1993 hariç) alınan
kredilerin ödemeleri daha fazla olmuş yani net uzun vadeli sermaye
hareketlerinde çıkışlar yaşanmıştır. 1996 yılından 2000 yılına kadar ise,
alınan krediler ödemeleri aşmış ve uzun vadeli sermaye hareketlerinde girişler
yaşanmıştır. En büyük net uzun vadeli sermaye çıkışı 1992 yılında 938 milyon
dolar olarak gerçekleşir iken en büyük net uzun deli sermaye girişi 2000
yılında yaklaşık 4,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2001 yılında ise 1,1
milyar dolar civarında net uzun vadeli sermaye çıkışı yaşanmıştır.
4.3.3. Kısa Vadeli
Sermaye Hareketleri
Ödemeler
dengesi sermaye hareketleri içerisinde yer alan kısa vadeli sermaye de
varlıklar ve yükümlülükler olarak iki bölümde oluşmaktadır. Varlıklar bölümünde
dışarıya verilen krediler, yükümlülükler bölümünde ise, TCMB, ticarî bankalar
ve diğer sektörlerin işlemlerinden kaynaklanan kısa vadeli borçları yer
almaktadır.[28]
Kısa vadeli sermaye ekonominin gelişim potansiyeline göre değil, genellikle
finansal aktiflerdeki yüksek getiriden ve faiz-kur arbitrajından yararlanmak
amacıyla gelebilmektedir. Bu nedenle bu tür sermaye büyük ölçüde spekülatiftir
ve sıcak para özelliği taşıyabilmektedir. Vadelerinin kısalığı nedeniyle uzun
dönemli ekonomik büyümeye katkıda bulunamamakta, geçici olarak ödemeler dengesi
ve kamu açıklarını finanse etmektedir.[29]
Türkiye'de
sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği dönemde var olan makro ekonomik
dengesizlikler giderilememiş ve giderekte büyümüştür. En önemli dengesizlik
unsuru olan kamu kesimi açıkları, iç borç stokunu artırmış bu durum ise
yeterince derinleşmemiş malî piyasalar üzerinde baskıya sebep olarak faiz
oranlarını yükseltmiştir. Yüksek faizlerden yararlanmak isteyen kısa vadeli
sermaye girişlerinde artışlar olmuş bu da yurt içi malî piyasaları bir anlamda
rahatlatmıştır. Ancak varolan makro ekonomik dengesizlik ortamında yabancı
aktörlerin bekleyişlerinin kötüleşmesi kısa vadeli sermaye hareketlerinde zaman
zaman önemli çıkışlara neden olmuştur. Dolayısıyla Türkiye'ye yönelik kısa
vadeli sermaye girişleri, portföy yatırımlarına benzer şekilde istikrarsız bir
seyir izlemiş ve yıllar itibariyle dalgalanmanın yüksek olduğu görülmüştür
(Tablo 4.4)
Tablo 4.4 Türkiye'ye Yönelik Kısa vadeli Sermaye Hareketleri
|
1990 |
1991 |
1992 |
1993 |
1994 |
1995 |
1996 |
1997 |
1998 |
1999 |
2000 |
2001 |
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri |
3000 |
-3020 |
1396 |
2994 |
-5190 |
3635 |
2665 |
-7 |
1313 |
1024 |
4200 |
-11006 |
Varlıklar (net) |
-409 |
-2560 |
-2438 |
-3291 |
2423 |
-383 |
331 |
-1750 |
-1464 |
-2198 |
-1913 |
-87 |
Yükümlülükler (net) |
3409 |
-457 |
3834 |
6285 |
-7613 |
4018 |
2334 |
1743 |
2777 |
3222 |
6113 |
-10919 |
Kaynak:TCMB, Ödemeler Dengesi İstatistikleri.
Diğer
yandan bu tür yatırımlar 1990'lı yıllarda Türkiye'ye yönelik sermaye
hareketleri içerisinde önemli bir orana sahip olmuştur. Örneğin; bu oran
1990'da %60, 1993'de %34 ve 1996'da %49 olarak gerçekleşmiştir.
1990'lı
yıllarda, ülkemize giren kısa vadeli sermaye akımlarında artışlar olmuş ancak
1991 Körfez Savaşı ve 1994'de yaşanılan ekonomik krizle beraber ülkemizden
büyük miktarlı kısa vadeli sermaye çıkışı yaşanmıştır. Tablo 4.4'e göre 1991'de
çıkan net kısa vadeli sermaye miktarı yaklaşık 3 milyar dolar iken, 1994'te 5
milyar dolar civarında olmuştur. 1996 yılında ülkemize 2,6 milyar dolar, 1998
yılında 1,3 milyar dolar, 1999 yılında 1 milyar dolar civarında net kısa vadeli
sermaye girmiş iken, 2000 yılında net kısa vadeli sermaye girişi en yüksek
seviyesine çıkararak 4,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 1999 ve 2000
yılında giren net kısa vadeli sermayenin toplam sermaye girişi içerisindeki
oranı ise sırasıyla %21 ve %44 olmuştur. Ülkemizden çıkan en yüksek miktarlı
net kısa vadeli sermaye çıkışı ise 2001 yılında yine kasım ve şubat krizlerinin
etkisiyle 11 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.
5- FİNANSAL
SERBESTLEŞME SONRASINDA YABANCI SERMAYE VE DEVLET
1980
Dönüşümü aslında yabancı sermaye nezdinde de bir farklılık arz ediyor. Çünkü
1980’e kadar Türkiye ekonomisinde gerek mevzuattan ve gerekse uluslararası
konjonktür nedeniyle doğrudan yabancı sermaye yatırımları hakim ve başatken
döviz darlığı ve ithalât zorunluluğuna binaen artı uluslararası sistemde kısa
vadeli sermayenin başatlığını ispatlamış olması nedeniyle 1980 sonrası dönem
yabancı sermayenin akışkan ve kısa vadeli, gittiği ülkede spekülasyon ve
arbitrajla kâr elde eden ve uluslararası piyasaların entegrasyonu, yeni
finansal araçların icadı ve teknolojideki hızlı değişimin etkileriyle
akışkanlığını sağlayıp başatlığını ispat eden yönü önem arz etmektedir.
Devletinde finansal liberalleşme çabalarıyla zorunlu ihtiyaçlarından
kaynaklanan reformları bu sermaye türünün ülkeye gelmesi ve faaliyette
bulunması yönünde olmuştur.
24 Ocak
1980 Ekonomik istikrar Tedbirleri kapsamında uluslararası sermaye ile ilgili
düzenlemeler de yapılmıştır. 8/168 sayılı Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi
25.1.1980 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Başbakanlığa bağlı Yabancı Sermaye
Dairesi kurulmuş, daha sonra Devlet Planlama Teşkilatına bağlanmıştır.
17.7.1991 tarih ve 436 sayılı Kararname ile Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü,
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı bünyesine alınmıştır. Yabancı Sermaye Genel
Müdürlüğü 9.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Kanun ile Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlıklarının kurulması sonucunda Hazine Müsteşarlığı bünyesinde
faaliyetine devam etmektedir. 1980 yılından itibaren, çerçeve kararları 1986 ve
1992 yıllarında iki kez değiştirilmiştir. İzleyen dönemde de liberalleşme
sürecine devam edilmiş ve önemli değişiklikler getiren son düzenleme 7.6.1995
tarihinde yürürlüğe konulan 95/ 6990 sayılı Yabancı Sermaye Çerçeve Kararı ile
yapılmıştır. Bu düzenlemeler sonucunda varılan noktada, yabancı yatırımcılar
tekel veya özel imtiyaz teşkil etmemek kaydıyla, Türk özel sektörüne açık her
alanda, her türlü mal ve hizmet üretimine yönelik faaliyetlerde
bulunabilmektedirler.
Yürürlükteki mevzuat çerçevesinde;
-Yabancı yatırımcılar, Türk yatırımcılar ile aynı hak ve
sorumluluklara sahiptir.
-Yabancı ortak payına ait kısıtlama bulunmamaktadır.
-Yabancı sermaye olarak getirilen dövizler, Türk Lirasına
çevrilmeden döviz tevdiat hesabında tutulabilmektedir.
-Kâr payı, royalty, tasfiye payı, vb. gibi kazançlar
serbestçe ülke dışına transfer edilebilmektedir.
-Yabancı yatırımcı ihtiyaç duyduğu yabancı personeli
istihdam edebilmektedir. Lisans, know-how, teknik yardim ve yönetim
anlaşmalarının onay mecburiyeti kaldırılmış olup, tescil yaptırılması yeterli
görülmektedir.
-Dış kredi anlaşmalarının onay zorunluluğu bulunmamaktadır.[30]
Bu süreçte
finansal liberalizasyonla birlikte doğrudan yabancı sermayede de büyük artışlar
olmuş; 24 Ocak 1980 tarihli ekonomik istikrar tedbirleri ve 8/168 sayılı
Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi gibi düzenlemeler ile ülkemize yabancı
sermaye girişi teşvik edilmiş ve bu tarihten sonra yabancı sermaye
yatırımlarında önemli artışlar görülmüştür. Alınan bu teşvik tedbirleri
arasında yerli ve yabancı sermaye oranı ile kâr ve ana sermaye transferi
üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, yabancı teknik ve idarî personel
istihdamına izin verilmesi ve alt yapı ile ilgili kamu yatırımlarında
"yap-işlet-devret" modelinin kabulü ile "joint-venture"
şeklindeki ortak yatırım girişimleri yer almaktadır.
1980
yılından sonra, yeni ekonomik kurallar benimsemek suretiyle, dünya ülkeleri ile
bütünleşme yoluna giren Türkiye'nin pazarı, dışa açık bir ekonomiye henüz tam
olarak geçememiş olması ve bunu teşvik etmek amacıyla yabancı sermayeye büyük
destek verilmesi ve sağlanan ekonomik ve politik istikrar nedeniyle, doymuş bir
piyasa ve güçlü rakiplerle rekabet edilmesi gereken dış piyasalara sahip olan
sanayileşmiş ülkelerin yatırımcıları için çok çekici hâle gelmiştir. Bu
nedenlerle, 1980'li yıllarda ülkemize yapılan yabancı sermaye yatırımları büyük
oranda artmıştır.
1992 yılına
kadar süren bu artışlar, kurulan koalisyon hükûmetleri ve içindeki lider
değişimleri sonucunda oluşan ekonomik istikrarsızlıklar ve kötüye giden ekonomi
nedeniyle azalma meyline girmiş ve 1992 yılında ülkemize girişine izin verilen
yabancı sermaye miktarları, bir önceki yıla göre %7,5 oranında azalarak 1.967
milyon dolardan, 1.820 milyon dolara inmiştir. 1993 yılında tekrar artma
eğilimine girerek, 2.124 milyon $'a yükselen yabancı sermaye yatırımları, 1994
yılında Türk ekonomisini etkisi altına alan krizden önemli ölçüde etkilenmesi
nedeniyle, %30,13 oranında düşerek 1993 yılında 2.124.99 milyon $ iken,
1.484.66 milyon $'a düşmüştür.
1994
yılından sonra, yabancı sermaye yatırımları tekrar artmaya başlamıştır. 1995'de
%97,91'lik rekor bir artışla 2.938.32 milyon $'a, 1996 yılında ise %30,5'lik
bir artışla 3.836.97 milyon $'a çıkmıştır. 1995 yılında görülen yaklaşık
%100'lük artış oranı, bir önceki yıl görülen önemli miktardaki düşüş dahi göz
önüne alındığında, gene de 1984 yılındaki %100'ün üzerindeki artıştan sonraki
en büyük artış oranıdır.
Genel
olarak değerlendirdiğimizde, 1980 yılından itibaren yabancı sermaye yatırımları
için verilen izin miktarları 1997 yılına kadar artarak, yılda girişine izin
verilen yabancı sermaye miktarı 97 milyon $'dan, 3.836.97 milyon $'a çıkmış ve
kümülatif olarak 20.592.12 milyon $ olmuştur.
Diğer
taraftan, 1996 yılı sonu itibariyle, ülkemizde 3582 adet yabancı sermayeli
şirket faaliyette bulunmaktadır. Bu kuruluşların Hazine Müsteşarlığı, Yabancı
Sermaye Genel Müdürlüğü'nce tescil edilen sermayelerinin toplamı 235.9 trilyon
TL'dir. Bu toplamın yaklaşık yarısını ise sadece yabancı sermaye oluşturmaktır.[31]
1997-1999
döneminde ortalama 1,7 milyar dolar tutarında izinlerle 1999 yılı sonuna kadar
verilen izinlerin toplamı 25,6 milyar Dolara ulaşmıştır. Fiili giriş bazında
ise ülkemize gelen uluslararası doğrudan yabancı yatırım, 1980 yılında 35 milyon
Dolar iken, 1990 yılında yaklaşık olarak 1 milyar Dolara ulaşmıştır. 1990lı
yıllarda Türkiye’ye gelen yabancı sermaye yıllık ortalama 1 milyar Dolar
civarında seyretmektedir. 1999 yılı sonu itibariyle, Türkiye de faaliyette
bulunan toplam sermayesi 823,2 trilyon TL olan mevcut 4950 adet yabancı
sermayeli şirketin yüzde 46,5'i imalat sanayi, yüzde 52,5'i hizmetler, yüzde
0,3'ü tarım ve yüzde 1'i ise madencilik sektöründe faaliyet göstermektedir.
Verilen doğrudan yabancı yatırım izinlerinde, 1997 yılında imalat sanayi yüzde
52, hizmetler yüzde 45,7, madencilik yüzde 1,6 ve tarım yüzde 0,7 oranında pay
alırken, 1998 yılında imalat sanayii yüzde 62,4, hizmetler yüzde 36,8,
madencilik yüzde 0,8 ve tarım sektörü yüzde 0,4 oranında pay almışlardır. 1999
yılında ise, imalat sanayi ve hizmetler sırasıyla yüzde 66 ve yüzde 32,5 ile en
fazla izin verilen sektörler olmaya devam etmişlerdir. Tarım ve madencilik
sektörleri ise verilen izinler itibariyle önemli bir gelişme kaydetmemişlerdir.
Bu gelişmeler sonucunda, 1997-1999 döneminde izin verilen yabancı sermayenin
sektörel dağılımı içinde imalat sektörünün payında bir artış, hizmetler
sektörünün payında ise bir azalış olmuştur.[32]
Bunların
yanı sıra yürürlükteki 6224 sayılı kanun 17 haziran 2003’te 4875 sayılı kanunun
yürürlüğe girmesiyle kaldırılmıştır. Bu kanuna göre, Türkiye'de yatırım yapan,
yabancı ülkelerin vatandaşlığına sahip gerçek kişiler ile yurt dışında ikamet
eden Türk vatandaşlarının ve yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel
kişilerin ve uluslararası kuruluşların yatırımlarını "yabancı
yatırım" olarak kabul etmektedir. Böylece yurt dışında yerleşik Türk
işçilerinin ülkemizde yapacağı yatırımlar da, yabancı yatırım olarak kabul
edilmiştir. Ayrıca, menkul kıymetler borsalarında edinilen hisse senetleri
doğrudan yabancı yatırım olarak kabul edilmemekle birlikte, menkul kıymet
borsalarında yüzde 10'u aşan oranda hisse edinilmesi, yabancı yatırım olarak
kabul edilmiştir.
Yeni
kanunla, eski kanunda yer alan Hazine Müsteşarlığı'ndan izin alma zorunluluğu
kaldırılmış, böylece yabancı sermayeli ortaklıkların da, Türk ortaklıkları gibi
aynı usulle kurulması sağlanmıştır. Ancak yeni kanun, kuruluş, sermaye
artırımı, hisse devri gibi işlemler için izin zorunluluğunu kaldırmakla
birlikte, bu işlemlerin müsteşarlığa belli sürelerde belli formlarla bilgi
verme zorunluluğunu getirmiştir.
Yabancı
yatırımcıların Türkiye'deki yatırımlarına sermaye olarak koyabilecekleri değer
veya kıymetler, TC Merkez Bankası'nca alım satımı yapılan konvertibl para
şeklindeki nakit sermaye, şirket menkul kıymetleri (devlet tahvilleri hariç),
makine, teçhizat, sınai ve fikri mülkiyet hakları şeklinde belirlenmiştir.
Ayrıca yabancı yatırımcıların yurt içinden sağladıkları kâr paylarının,
hasılatın, para alacağının veya malî değeri olan yatırımla ilgili diğer
hakların, doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin hakların da
sermaye olarak konulabileceği kabul edilmiştir.
Yabancıların
doğrudan yatırım yapmalarında izin alma koşulu kural olarak kaldırılmakta
birlikte, yabancı ülke kanunlarına göre kurulmuş şirketlerin, Türkiye'de ticarî
faaliyette bulunmamak kaydıyla irtibat bürosu açmaları, Hazine Müsteşarlığı'nın
iznine bağlı kılınmıştır. Yeni mevzuat, irtibat bürolarını eskiye nazaran daha
ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Örneğin izin, 3 yıllık süre ile
sınırlandırılmış (her defasında ancak 3 yıl için uzatma yapılabileceği
belirtilmiş), tasfiye bakiyesi dışında transfer yasağı getirilmiştir.
Yabancı
yatırımcıların kurabilecekleri veya iştirak edebilecekleri ortaklık tipleri konusunda
ise, bir sınırlama getirilmemiştir. Dolayısıyla yabancı yatırımcılar, Ticaret
Kanunu'nda düzenlenmiş bütün şirket tiplerinden birini veya Borçlar Kanunu'nda
düzenlenmiş adi şirket tipini seçerek yatırımda bulunabilirler veya bu
nitelikteki şirketlerin hepsine ortak olarak iştirak edebilirler.
Kanunda,
yabancı yatırımcıların yatırım konuları ile ilgili bir sınırlandırma olmadığı
gibi, asgari sermaye ve sermayenin getiriliş süre ve belgelenmesi konusunda bir
düzenleme yer almamaktadır. Kanun, yabancı yatırımcıların gelmelerine tamamen
yeter ki gelsinler zihniyeti ile düzenlenmiştir.[33]
EK 1 : Sermaye
Hareketlerine İlişkin Yasal Düzenlemeler [34]
*1980'lerden Önce Sermaye Hareketleri Üzerindeki
Kısıtlamalar, Karar Sayısı: 17
1962-1983 yılları arasında 17 no.lu Kararname yürürlükteydi.
17 no.lu Kararnameye göre sermaye hesapları üzerindeki kısıtlamalar şunlardı:
a) Döviz tevdiat hesapları açılmasına yalnızca ihracattan ve
görünmez işlemlerden kaynaklanan döviz cinsinden kazançların zorunlu olmayan
kısmı için izin veriliyordu.
b) Bankaların çok sıkı kontrol edilen belli limitler
dahilinde döviz pozisyonu tutmalarına izin veriliyordu.
c) Görünmeyen işlemlerin ödemeleri Merkez Bankası tarafından
yapılıyordu.
d) Döviz cinsinden yapılan tahsisatların çoğu (turistik,
kültürel geziler ve liman masrafları gibi)
Merkez Bankası tarafından yapılıyordu.
e) Giriş ve çıkışlarda yolcuların üzerlerindeki Türk lirası,
döviz, döviz cinsinden senetler, tahviller, değerli metal ve taşları beyan
etmeleri gerekiyordu.
f) Konvertibl olan ya da olmayan para birimiyle alınan
emlakın gelir ve satışı Merkez Bankası tarafından bloke ediliyordu (turistik
amaçlarla yapılan yatırımlar hariç).
g) Türkiye'de yapılmış yatırımlardan elde edilen gelir ve
kârların Türkiye'de ikamet etmeyen kişiler tarafından transferi yasaktı.
h) Türkiye'de ikamet edenlerin yabancı hisse senetleri
almaları ve satmalarına kısıtlama getirilmişti ve Türkiye'de ikamet
etmeyenlerin Türk lirası cinsinden tahvil alış satışları Maliye Bakanlığı'nın
iznine bağlıydı.
ı) İhracatçılar ihracat gelirlerini en az üç ay içinde
ülkeye getirmek zorundaydılar.
i) İthalât yıllık plan çerçevesinde gerçekleştiriliyordu
(örneğin: Liberasyon listeleri ve fon listeleri). İzinler Merkez Bankası tarafından
Ticaret Bakanlığı'nın talimatıyla veriliyordu. İthalat bedelleri yalnızca
yabancı para birimi üzerinden transfer edilebiliyordu.
*1980'den Sonra Sermaye Hareketlerinin Liberalleştirilmesi,
Karar Sayısı: 28, 30, 32
Bu kararların getirdiği temel yenilikler şöyleydi:
1) Döviz ve dış ticaret yönetimi görevi Hazine ve Ticaret
Müsteşarlığı’na verilmiştir. Hazine Müsteşarlığı dövize ilişkin kontrol
yetkisini Merkez Bankası'na devretmiştir.
2) 1 Mayıs 1981 tarihinden itibaren Merkez Bankası
tarafından günlük kur belirleme uygulamasına başlanmıştır. Türk lirasının
yabancı para birimleri karşısında değerinin (kurun) belirlenmesi konusuna yeni
bir yaklaşım getirilmiştir.
3) Ticarî bankalara Merkez Bankası'nın ilan ettiği kurun
artı/eksi 6 puan aralığında olacak şekilde kendi kurlarını belirleme izni
verilmiştir.
4) Dövizle alınan bir emlakın tasfiyesi ya da satışından
doğan dövizin transferi serbest hâle gelmiştir.
5) Ticarî bankaların döviz pozisyon limitleri kaldırılmış ve
bankaların tutabileceği maksimum döviz miktarı kısa vadeli yükümlülüklerinin
yüzde 40'ı olarak belirlenmiştir.
6) Bankalar ve finans kurumlarına ihtiyaçlarına göre döviz
işlemleri yapma ve Merkez Bankası'nın belirlediği likidite oranı ve kur riski
oranı gibi bazı oranlar doğrultusunda belirlenen marj içerisinde döviz
varlıkları tutma yetkisi verilmiştir.
7) Bu kurumların ihracat ve görünmeyen işlemler gibi
işlemlerden doğan döviz ve efektif kazançlarının en az yüzde 20'sini Merkez
Bankası'na devretmeleri, ve Türkiye'de ikamet edenler, Türkiye'de ikamet
etmeyenler ve şirketler tarafından açılan döviz tevdiat hesapları için Merkez
Bankası'na zorunlu karşılık yatırmaları gerekiyordu.
8) Yurda Türk lirası (banknot ve madeni para) getirilmesi
üzerindeki kısıtlamalar kaldırıldı.
9) Yurt dışına seyahat edenler için uygulanan engeller
kaldırılmıştır. Türkiye'de ikamet edenlerin yurt dışına giderken 3000 ABD
dolarına kadar döviz almalarına izin verilmiştir.
EK 2 : Türkiye'de Yıllara Göre Yabancı Sermaye Yatırımları
YILLAR |
İZİN VERİLEN YABANCI SERMAYE (MİLYON $) |
YABANCI SERMAYELİ FİRMA SAYISI (**) |
FİİLİ GİRİŞ (MİLYON $) (***) |
1980 |
97 |
78 |
35 |
1981 |
338 |
109 |
141 |
1982 |
167 |
147 |
103 |
1983 |
103 |
166 |
87 |
1984 |
271 |
235 |
113 |
1985 |
234 |
408 |
99 |
1986 |
364 |
619 |
125 |
1987 |
655 |
836 |
115 |
1988 |
821 |
1.172 |
354 |
1989 |
1.512 |
1.525 |
663 |
1990 |
1.861 |
1.856 |
684 |
1991 |
1.967 |
2.123 |
907 |
1992 |
1.820 |
2.330 |
911 |
1993 |
2.063 |
2.554 |
746 |
1994 |
1.478 |
2.830 |
636 |
1995 |
2.938 |
3.161 |
934 |
1996 |
3.836 |
3.582 |
914 |
1997 |
1.678 |
4.068 |
852 |
1998 |
1.646 |
4.533 |
953 |
1999 |
1.700 |
4.950 |
813 |
2000 |
3.477 |
5.328 |
1.707 |
2001 |
2.725 |
5.841 |
3.288 |
2002 |
2.243 |
6.280 |
1.042 |
2003(*) |
1.208 |
6.511 |
150 |
TOPLAM |
35.203 |
--- |
16.372 |
(*)
Haziran ayı itibari ile |
|||
(**)
Birikimli |
|||
(***)
2003 Yılı Ocak-Mayıs itibari ile |
|||
Önemli Açıklama
: 17.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı Doğrudan Yabancı
Yatırımlar Kanunu ile yabancı sermayeli şirketlerin ve şubelerin kuruluşu ve
faaliyetlerine ilişkin izin sistemi kaldırılmış olduğundan izine dayalı
istatistikler artık yayımlanmayacaktır. |
Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/stat/yabser/ti17.htm
M.Fatih İstemihan, Naim Bulungiray,
Marmara, İktisat Politikası, Yüksek Lisans Programı.
[1] Serdar Turgut, “Demokrat Parti
Döneminde Türkiye Ekonomisi, Ekonomik Kalkınma Süreçleri Üzerine Bir Deneme”, Ankara,
1991, s.9 : Düşük düzey denge tuzağı için ayrıca bkz. Albert O. Hirschman,
Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Gerilemesi, içinde Kalkınma İktisadının Yükselişi ve
Gerilemesi (der.:Fikret Şenses), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996
s.28-35.
[2] Ahmet Zengin, ‘Türkiye Ekonomisi
Açısından Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarına İlişkin Bir Değerlendirme’, İktisat,
İşletme ve Finans, Yıl :18, Sayı: 203, 2003, s:52.
[3] Ahmet Ulusoy-Birol Karakurt,
Türkiye’ye Yönelik Sermaye Hareketleri ve Ekonomik Etkileri, Banka-Ekonomik
Yorumlar, Yıl : 38 Sayı: 1, Ocak 2001, s:45.
[4]Nadir Eroğlu, Finansal Küreselleşme
: Devletin Düzenleyici Rolü Üzerine Etkileri ; Küreselleşme: İktisadî Yönelimler Sosyopolitik Karşıtlıklar
(der.: Alkan Soyak ), İstanbul, Om Yayınevi, 2002 s:18.
[5] DPT, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas Komisyonu Raporu,
Ankara, 2000, s:1.
[6] Zengin, y.a.g.m, s:52.
[7] DPT, y.a.g.k s:2 ; ayrıca bkz.
Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat, İstanbul, Güzem Yayınları, 2001, s.664.
[8] Suna Oskay, Çok Uluslu Şirketler
Teorileri Çerçevesinde, Yabancı sermaye Yatırımlarının İncelenerek
Değerlendirilmesi, Dış Ticaret Müsteşarlığı Dergisi, Ocak 1998, Sayı 8, s.4.
İnternet erişim : http://bsy.marmara.edu.tr/TR/makaleler/cokuluslu.htm
s.4.
[9] Oskay, s.5 ; ayrıca Yabancı
Sermayenin Yararları için bkz. Zengin, y.a.g.m. s:53 ; Eroğlu, y.a.g.k. s:16-17
[10] Zengin, y.a.g.m s: 57-61
[11] İzmir İktisat Kongresi ve Yabancı
Sermaye İçin bkz.Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadî Gelişme Tarihi
(1914-2001), Ankara İmaj Yayınevi, 2001 s:39-42.
[12] Samih GÜVEN, ‘Sermaye
Hareketlerinin Nedenleri Etkileri ve Türkiye Örneği’, İktisat- İşletme ve Finans, Ağustos 2001, s:8.
[13] Uğur Selçuk Akalın, Türkiye’de
Devlet Sermaye İşbirliğinin Ekonomi Politiği, İstanbul, Set Yayınları,
2002, s:41
[14] Gülten Kazgan, Tanzimattan 21.yy.’a Türkiye Ekonomisi : 1. Küreselleşmeden
2.Küreselleşmeye, İstanbul, Altın Kitaplar, 1999 s:98-99.
[15] Kazgan, a.g.k., s:105 106.
[16] Abdurrahman Arıman, ‘Türkiye'ye
Daha Fazla Yabancı Sermaye Çekebilmek İçin İzlenmesi Gerekli Politikalar’
içinde : Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye (TCMB yay.)
İnternet erişim : http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/kitap2monu.html
01.04.2004 s:130
[17] Yücel Güçlü, ‘Yabancı Sermaye Çekimi Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması
Anlaşmaları’ İnternet erişim : http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupe/ues-8/yabancisermaye.htm
01.04.2004 ; ayrıca bkz. Mehmet Onaner, ‘Türkiye’de Yabancı Sermaye Mevzuatı ve
Yatırımları’ içinde : Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye
(TCMB yay.) İnternet erişim : http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/kitap2monu.html
01.04.2004 s:35 (Yabancı sermayeye özgü bir kanun çıkarırsak yabancı sermaye
için teşvik olur.)
[18] DTM, Yabancı Sermaye Yatırımları. İnternet erişim http://www.foreigntrade.gov.tr/Ekonomi/trkeko98/yabseryat.htm,
01.04.2004.
[19] Onaner, y.a.g.m s:35-36 (Vurgular
çalışmanın yazarına aittir.)
[20] Kazgan, y.a.g.k. s:114
[21] Kazgan, y.a.g.k. s:123
[22] Güven, y.a.g.m s:8-9
[23] Kazgan, y.a.g.k., s:124-127
[24] Kazgan, y.a.g.k s:147
[25] Sermaye
hesaplarına ilişkin mevzuatların detayları için Ek 1'e bakınız.
[26] Kepenek,
Y. ve Yentürk, Y., 2000. Türkiye
Ekonomisi, 10.B., Remzi Kitabevi, İstanbul. s:299
[27] Kont, B.,
1998. "Sermaye Girişleri ve Makroekonomik Etkileri: Türkiye Deneyimi
(1990-1996), İçinde, Serin, V. (Ed), İktisat
Politikası, Alfa Basımevi, İstanbul. s:694
[28] Kepenek
ve Yentürk, y.a.g.k. s:299
[29] Kont
y.a.g.k. s: 695-707
[30] DPT. Y.a.g.k. s:8
[31] Oskay, y.a.g.m s:8
[32] DPT, y.a.g.k s:9-10
[33] Bumin Doğrusöz, ‘Yeni Yabancı
Sermaye Kanunu’ Dünya Gazetesi 06.10.2003
İnternet erişim http://www.turmob.org.tr/turmob/basin/06-10-2003(1).htm
20.04.2004.
[34]TCMB, Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisi
Üzerine Etkileri, Ankara, 2002. İnternet erişim : http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf
01.04.2004 s:82-83.
KAYNAKLAR
Akalın, Uğur Selçuk, Türkiye’de
Devlet Sermaye İşbirliğinin Ekonomi Politiği, İstanbul, Set Yayınları,
2002.
Arıman, Abdurrahman, ‘Türkiye'ye Daha Fazla Yabancı Sermaye
Çekebilmek İçin İzlenmesi Gerekli Politikalar’ içinde : Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye (TCMB yay.) İnternet
erişim : http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/kitap2monu.html
01.04.2004.
Doğrusöz, Bumin, ‘Yeni Yabancı Sermaye Kanunu’, Dünya Gazetesi, 06.10.2003. İnternet
erişim http://www.turmob.org.tr/turmob/basin/06-10-2003(1).htm,
20.04.2004.
DTM, Yabancı Sermaye Yatırımları.
İnternet erişim http://www.foreigntrade.gov.tr/Ekonomi/trkeko98/yabseryat.htm,
01.04.2004.
DPT, Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı - Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, Ankara, 2000.
Eroğlu, Nadir, Finansal
Küreselleşme: Devletin Düzenleyici Rolü Üzerine Etkileri; Küreselleşme:
İktisadî Yönelimler - Sosyopolitik Karşıtlıklar (der.: Alkan Soyak),
İstanbul, Om Yayınevi, 2002.
Güçlü, Yücel, ‘Yabancı Sermaye Çekimi Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları’. İnternet erişim: http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupe/ues-8/yabancisermaye.htm,
01.04.2004.
Güven, Samih, ‘Sermaye Hareketlerinin Nedenleri Etkileri ve
Türkiye Örneği’, İktisat-İşletme ve
Finans, Ağustos 2001.
Hirschman, Albert O., Kalkınma
İktisadının Yükselişi ve Gerilemesi içinde Kalkınma İktisadının Yükselişi ve
Gerilemesi (der.:Fikret Şenses), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996.
Kazgan, Gülten, Tanzimattan
21.yy.’a Türkiye Ekonomisi: 1.Küreselleşmeden 2.Küreselleşmeye, İstanbul,
Altın Kitaplar, 1999.
Kepenek, Y. ve Yentürk, Y., . Türkiye Ekonomisi, 10.B., Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000.
Kont, B., . "Sermaye Girişleri ve Makroekonomik
Etkileri: Türkiye Deneyimi (1990-1996), İçinde, Serin, V. (Ed), İktisat Politikası, Alfa Basımevi,
İstanbul, 1998.
Onaner, Mehmet, ‘Türkiye’de Yabancı Sermaye Mevzuatı ve
Yatırımları’ içinde: Ekonomik İstikrar,
Büyüme ve Yabancı Sermaye (TCMB yay.) İnternet erişim: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/kitap2monu.html,
01.04.2004.
Oskay, Suna, ‘Çok Uluslu Şirketler Teorileri Çerçevesinde
Yabancı sermaye Yatırımlarının İncelenerek Değerlendirilmesi’, Dış Ticaret Müsteşarlığı Dergisi, Ocak
1998, Sayı 8, s.4. İnternet erişim http://bsy.marmara.edu.tr/TR/makaleler/cokuluslu.htm.
Seyidoğlu Halil, Uluslararası
İktisat, İstanbul, Güzem Yayınları, 2001.
TCMB, Küreselleşmenin
Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri, Ankara, 2002. İnternet erişim: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf,
01.04.2004.
Tokgöz, Erdinç, Türkiye’nin
İktisadî Gelişme Tarihi (1914-2001), Ankara İmaj Yayınevi, 2001.
Turgut, Serdar, “Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi,
Ekonomik Kalkınma Süreçleri Üzerine Bir Deneme”, Ankara, 1991.
Ulusoy, Ahmet -Birol Karakurt, ‘Türkiye’ye Yönelik Sermaye
Hareketleri ve Ekonomik Etkileri’, Banka-Ekonomik
Yorumlar, Yıl: 38, Sayı:1, Ocak 2001.
Zengin, Ahmet, ‘Türkiye Ekonomisi Açısından Doğrudan Yabancı
Sermaye Yatırımlarına İlişkin Bir Değerlendirme’, İktisat, İşletme ve Finans, Yıl:18, Sayı:203, 2003.