AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN 2002 YILI İLK YARISINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

GİRİŞ

 

A) BÜYÜME

B) SANAYİ

C) İSTİHDAM

D) FİYATLAR

E) PARASAL GÖSTERGELER

F) KAMU MALİYESİ

G) DIŞ TİCARET

 

DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER

 

 

 

GİRİŞ:

            1999 yılı itibariyle belirginleşerek, bugünlere kadar zorlu bir süreç yaşamamıza sebep olan ekonomik bir kriz yaşamaktayız. Söz konusu süreç, en şiddetli yüzünü geçtiğimiz sene yani 2001’de göstermişti. 2001’de gerek reel ve gerekse mali kesimde çok ciddi depremler yaşanmıştı. Reel kesim kapsamındaki birçok işyerinin kapanmasına ilaveten, mali kesimde de birçok banka ve finansal kuruluşun iflası veya faaliyetlerini başka çatılar altında sürdürmesi sürecini adım adım yaşadık.

 

            2001 gibi çok zorlu geçen bir devreden sonra, hemen her kesimin beklentisi, müteakip yılın yani 2002 yılının önceki yıla nazaran daha duru geçmesi idi. Nitekim bu yıla büyük umutlarla başlandı. Veya ekonominin halen birçok olumsuzluğu içinde barındırıyor olduğu bilinmesine rağmen, böyle bir yıl yaşanması ümit edildi. Çünkü onca sıkıntıdan sonra böylesi bir ümide ihtiyaç hissetmekteydi Türkiye insanları...

 

            2002 yılına, söz konusu beklentiler karşılanırcasına birtakım nispeten olumlu gelişmelerle başlandı. Başta üretimde olmak üzere ekonomide ufak bazı kıpırdanmalar yaşanmaya başlandı. Önceki senenin rekor seviyede küçülmesinden sonra, başta sanayi sektöründe olmak üzere tüm sektörlerde küçük de olsa üretim artışları sağlandı. Bunun dış ticarete yansıması da olumlu bir nitelik arz etti. Enflasyonda da –reel olmasa da- düşüşler yaşandı. Ayrıca, para ve sermaye piyasalarında da –dönem dönem istikrarsızlıklar yaşansa da- olumlu gelişmeler görüldü. Döviz kurunda düşüşe ve belli bir istikrar ortamına; faizde düşüşe ve rahat ve uygun vadede borçlanmalara, borsada da yükselen endekse ve artan işlem hacimlerine şahit olduk. Bu hava genel olarak ilk çeyrek boyunca devam etti. Böylece geleceğe daha bir güvenle ve rahat bir açıyla bakılmaya başlandı, Mayıs’a kadar... Söz konusu olumlu ortam, ikinci çeyrek itibariyle yerini olumsuzluklara terk etmeye başladı.

 

            Ekonomi, tek başına başarı sağlanabilecek bir alan değildir. Sosyal bir alan olması itibariyle, toplumun her yönü ekonomiyi etkileyici bir mahiyet arz eder. Yani, siyaset de ekonomiyi etkiler, hukuk da ekonomiyi etkiler, kültür de... Uygun bir siyasi zeminin olmadığı bir ülkede, sağlam bir ekonomik ortam, ancak bir hayal olabilir. Aynı şekilde hukuka riayet edilmeyen bir ülkenin ekonomisi de aykırılıklar ve düzensizliklerle doludur.

 

            Ülkemizde, ikinci çeyrek itibariyle, politik arenada başlayan “fetret devri”, ekonominin de girmiş olduğu raydan çıkmasına sebep oldu. Tren hala ray üzerine gelemedi, devrilmemesine şaşmak lazım!

 

            Son birkaç aydır yaşanan bu politik belirsizlik, ekonomiyi de bir belirsizlik ortamına sürüklemiş haldedir. Bu çerçevede, ekonominin tüm alanlarında olumsuz gelimeler görülmeye başlanmıştır. Döviz ve faiz piyasası istikrarsız bir niteliğe bürünmüştür. Sermaye piyayası ise adeta “tehlikeli bi bölge” haline gelmiştir. Tüm bu yaşananlardan sonra, daha evvel bahsedilen olumlu hava, halihazırda yok olmuştur. Geleceğe duyulan ümit, yerini kaygıya bırakmıştır. Ümit ederiz, en başta yaşanan bu politik belirsizlik, yerini bir netlik ortamına bırakır ve meydana gelen hasar giderilerek ekonomide kalınan yerder emin adımlarla devam edilebilir.

 

 

Aşağıda, Türkiye ekonomisinin ilk altı ayına ilişkin sektörel analizler yapılacaktır:

 

 

A) BÜYÜME:

Ekonomik büyümeye ilişkin veriler, Tablo 1’de verilmiştir.

 

TABLO 1: BÜYÜME ORANLARI (%)

YILLAR

BÜYÜME ORANI

1997

8,0

1998

3,8

1999

-6,4

2000

I.dönem

6,1

4,2

2001

I.dönem

-9,4

-3,1

2002 (hedef)

I.dönem

3,0

0,7

Kaynak:DİE

 

 

            2001 yılında gerçekleşen %9,4 gibi rekor seviyede bir küçülme oranının, 2002 yılında yerini büyümeye terk etmesi beklenmektedir. Nitekim program hedefi % 4 olarak tespit edilmiş olmakla birlikte, 18 Ocak tarihli Niyet Mektubu’yla %3 şeklinde revize edilmiştir. Bununla birlikte, söz konusu hedefe ulaşılsa bile, 2001 yılının %9,4 gibi yüksek oranlı küçülmesinin telafi edilebilmesi imkansızdır. Çünkü önceki senenin tahribatının giderilebilmesi ancak %9,4 üstü oranlarda sağlanan büyüme ile mümkün olabilecektir.

 

            Görüleceği üzere, 2000 yılı ilk çeyreği itibariyle büyüme oranı %4,2’dir. 2001’deki oran ise %-3,1’dir. Bu yıl aynı dönemde elde edilen büyüme oranı ise pozitif olup %0,7’dir. Yani önceki dönemle kıyaslandığında, belirgin bir büyümeden bahsedilebilir. Ancak, son dönemde meydana gelen belirsizliklerin büyüme üzerinde olumsuz etkide bulunacağı belirtilebilir. Yani eğer halihazırdaki belirsizlik giderilmez ve ekonomide denge sağlanmazsa, ikinci çeyrekte %0,7’lik büyüme oranı bile sağlanamayacaktır. (Bkz. Tablo 1)

 

 

B) SANAYİ:

İmalat sanayiindeki üretim artışı oranları, alt sektörler itibariyle aşağıda yer almaktadır.

 

TABLO 2: ÜRETİM ARTIŞI

İKTİSADİ FAALİYET KOLLARI

BEŞ AYLIK ORTALAMA (OCAK-MAYIS)

2001

2002

TOPLAM SANAYİ

-5,2

7,2

MADENCİLİK SEKTÖRÜ

-3,2

-5,5

İMALAT SANAYİ SEKTÖRÜ

-5,6

8,3

ELEKTRİK, GAZ VE SU SEKTÖRÜ

-2,6

4,5

Kaynak:DİE

 

 

            2001 yılına nazaran 2002 yılında sektörlerin tamamına yakınında belirgin bir üretim artışı göze çarpmaktadır. 2001 yılında tüm faaliyet kollarında ciddi bir üretim düşüşü yaşanmış olmasına karşılık, 2002’de bu eğilimini devam ettiren tek sektör madencilik’tir. Nitekim madencilik sektöründeki üretim düşüşü %5,5 şeklinde gerçekleşmiştir. Bu oran, 2001’deki %-3,2’yi neredeyse ikiye katlayacak seviyededir. Artış oranları açısından ise en yüksek pay, %8,3 ile imalat sanayiine aittir. (Bkz. Tablo 2)

 

 

TABLO 3: KAPASİTE KULLANIM ORANLARI (%)

 

2000

2001

2002

Ocak

73,0

70,5

74,0

Şubat

74,0

70,9

71,9

Mart

74,0

70,7

76,0

Nisan

77,2

68,5

74,2

Mayıs

77,1

70,4

75,7

Haziran

76,7

71.3

 

Temmuz

76,4

71.5

 

Ağustos

75,8

71.7

 

Eylül

73,9

72.9

 

Ekim

81,3

73.9

 

Kasım

79,6

74.1

 

Aralık

74,5

73.6

 

Kaynak:DİE

 

 

            2002 yılı kapasite kullanım oranları (KKO), ekonomide meydana nispi büyüme ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Nitekim oranlar açısından tam olarak istikrarlı bir artış trendinden bahsedilemese bile, ortalamada, önceki yıla nazaran daha yüksek bir kapasite kullanımından bahsedilebilir. 2001 yılının ortalama (KKO) kullanım oranı %72 civarında idi. Bu yılın mevcut ortalama KKO’ı ise %74,5 civarındadır. Bu açıdan üretimde, 2001 yılının aynı dönemine kıyasla 2002 yılında bir artış söz konusudur. (Bkz.Tablo 3)

 

 

TABLO 4: TAM KAPASİTE İLE ÇALIŞAMAMA SEBEPLERİ (MAYIS) (%) :

 

2001

2002

İç Pazarda Talep Yetersizliği

58,3

43,9

Dış Pazarda Talep Yetersizliği

10,6

23,2

Mali İmkansızlık

3,1

5,7

Yerli Mallarda Hammadde Yetersizliği

2,6

2,3

İşçilerle İlgili Meseleler

2,4

1,9

İthal Mallarda Hammadde Yetersizliği

1,8

1,2

Kaynak:DİE

 

 

            2002 yılında, tam kapasite ile çalışamama için belirtilen sebeplerin nispi sıralamasında, 2001 yılına göre herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Yani en yüksek oran %43,9’la “iç pazarda talep yetersizliği”ne, en düşük oran ise %1,2 ile “ithal mallarda hammadde yetersizliği”ne aittir. Ancak dikkati çeken şu ki; iç ve dış pazarlardaki talep oranlarında ilginç bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Mesela iç pazardaki talep yetersizliği oranı 2001’de %58,3 iken; bu oran 2002’in aynı döneminde %43,9’a düşmüştür. Dış pazardaki talep yetersizliği oranı ise 2001’de %58,3 iken; 2002’de %23,2’ye yükselmiştir. Buradan çıkan sonuç, iç piyasada canlanma olduğu, dış piyasada ise tam tersine bir durgunluğa girildiğidir. (Bkz. Tablo 4)

 

 

TABLO 5: YENİ KURULAN ŞİRKETLER, KOOPERATİFLER VE FİRMALAR (OCAK-MAYIS):

 

2001

2002

Değişim(%)

Yeni açılan şirket ve koop.

14.071

14.221

1,07

Kapanan şirketler ve koop.

1.115

1.238

11,04

Yeni açılan firmalar

7.317

10.169

38,98

Kapanan firmalar

6.359

7.904

24,30

Kaynak:DİE

 

 

            Ocak-Mayıs 2002 döneminde kapanan firma sayısında, 2001’e göre %24,3’lük bir artış vardır. buna karşılık, yeni açılan firma sayısında da gözle görülür bir artış vardır. 2001’in aynı dönemine göre 2002’de yeni açılan firma sayısındaki artış oranı %39 civarındadır. (Bkz. Tablo 5)

 

 

C) İSTİHDAM:

DİE, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçlarına göre, 2002 yılının ilk çeyreği itibariyle kurumsal olmayan nüfusa ilişkin istihdam durumu aşağıda yer almaktadır.

 

TABLO 6: KURUMSAL OLMAYAN NÜFUSUN İŞGÜCÜ DURUMU

(000 kişi)

2001

2002

 

I. ÇEYREK

I. ÇEYREK

KURUMSAL OLMAYAN SİVİL NÜFUS

 

 

(15 VE ÜSTÜ YAŞ)

45.354

46.298

 

 

 

İŞGÜCÜ DURUMU

21.031

20.929

   İstihdam Edilenler

19.222

18.467

   İşsiz

1.809

2.462

 

 

 

İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI (%)

46,4

45,2

 

 

 

İSTİHDAM ORANI (%)

42,4

39,9

İŞSİZLİK ORANI (%)

8,6

11,8

   Eğitimli genç oranı

23,7

29,4

 

 

 

EKSİK İSTİHDAMDA OLANLARIN İŞGÜCÜNE ORANI (%)

 

6,0

 

5,9

   Eğitimli genç oranı

5,1

5,4

Kaynak:DİE

 

 

            15 ve üstü yaştaki kurumsal olmayan sivil nüfusta bir artış söz konusudur. Bu nüfus 2001’de 45.354.000 iken; 2002’de 46.298.000’e yükselmiştir. İşgücüne dahil olan insan sayısında düşüş olup, bu sayı 21.031.000’den 20.929.000’e inmiştir. Çünkü istihdam edilebilen işgücünde düşüş olmuştur. Buna karşılık işsiz sayısı 1,809.000’den 2.462.000’e yükselmiştir. Böylece 2001 yılının ilk çeyreğinde %8,6 olan işsizlik oranı, 2002’nin aynı döneminde % 11,8’e çıkmıştır. Eğitimli işgücünün işsizlik oranındaki payı ise sırasıyla %23,7’den %29,4’e yükselmiştir. Bu işsizler ordusu, çare bulunamadığı takdirde, gelecekte adeta bir felaketin habercisi durumundadır. (Bkz. Tablo 6)

 

 

D) FİYATLAR:

            Merkez Bankası, 2002 yılı itibariyle öncelikli hedefinin “fiyat istikrarını sağlamak” olduğunu deklare etmiştir. Bu hedefe ulaşılabilmesi için gerekirse büyümeden bile taviz verilebileceği gibi iddialı bazı ifadeler kullanılmıştır. Enflasyon konusunda önemli ölçüde başarı elde edildiği belirtilmelidir. Ancak, bu başarının %100 oranında reel bir başarı olduğunu söylemek zordur. Çünkü satın alma gücünde meydana gelen düşüşün de fiyatların aşağı doğru dönmesinde büyük etkisi vardır. Dolayısıyla halkın alım gücünün büyük ölçüde düştüğü bir ortamda, enflasyonun aşağılara çekilmesi ekonomi açısından tek başına büyük bir başarı sağlandığı manasına asla gelmez.

 

 

TABLO 7: FİYATLARDAKİ GELİŞMELER (AYLIK ORTALAMA)

 

TEFE

 

 

TÜFE

 

 

2001

2002

 

2001

2002

Ocak

2,3

4,2

 

2,5

5,3

Şubat

2,6

2,6

 

1,8

1,8

Mart

10,1

1,9

 

6,1

1,2

Nisan

14,4

1,8

 

10,3

2,1

Mayıs

6,3

0,4

 

5,1

0,6

Haziran

2,9

1,2

 

3,1

0,6

Temmuz

3,3

 

 

2,4

 

Ağustos

3,5

 

 

2,9

 

Eylül

5.4

 

 

5,9

 

Ekim

6.7

 

 

6,1

 

Kasım

4.2

 

 

4,2

 

Aralık

4,1

 

 

3,2

 

Kaynak:DİE

 

 

            Aylık ortalamalar açısından, gerek TEFE’de ve gerekse TÜFE’de düşüş eğilimine girilmiştir. Sadece Haziran ayı itibariyle TEFE’de artış ve TÜFE’de sabit kalma durumu söz konusu olmuştur. Bunun da sebebi, son dönemde meydana gelen politik belirsizliğin başta faiz ve döviz cephesinde olmak üzere ekonomide sebep olduğu olumsuz etkidir. (Bkz. Tablo 7)

 

 

TABLO 8: FİYATLARDAKİ GELİŞMELER (YILLIK ORTALAMA)

 

TEFE

 

 

TÜFE

 

 

2001

2002

 

2001

2002

Ocak

28,3

92,0

 

35,9

73,2

Şubat

26,5

91,8

 

33,4

73,1

Mart

35,1

77,5

 

37,5

65,1

Nisan

50,9

58,0

 

48,3

52,7

Mayıs

57,7

49,3

 

52,4

46,2

Haziran

61,8

46,8

 

56,1

42,6

Temmuz

65,4

 

 

56,3

 

Ağustos

69,6

 

 

57,5

 

Eylül

74,7

 

 

61,8

 

Ekim

81,4

 

 

66,5

 

Kasım

84,5

 

 

67,3

 

Aralık

88,6

 

 

68,5

 

Kaynak:DİE

 

 

            Yıllık enflasyon ortalamalarında da gözle görülür bir düşüş trendine girilmiştir. Ocak ayında %92 olan TEFE, Haziran ayında %46,8’e kadar düşmüştür. TÜFE’de ise Ocak oranı %73,2 iken Haziran’da bu oran %42,6 olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Tablo 8)

 

            Yıllardır “kronik” bir hal alan ve kesimler arasında adeta bir adaletsiz bir gelir dağılımı aracı haline dönüşen enflasyon sorununun çözülmesi elbetteki diğer bazı ekonomi-politik hedeflere ulaşılmasını kolaylaştıracaktır. Ancak, unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır: ekonomide büyümeden de taviz verilemez, verilmemelidir. Çünkü büyümeden fedakarlık demek, üretimin düşmesi demektir. Üretimin düştüğü ve satın alma gücünün olmadığı bir ortamda enflasyonun düşürülmesi veya tamamen ortadan kaldırılması tek başına bir şey ifade etmeyecektir. O halde, her iki hedef arasında, yani enflasyon ve büyüme arasında uygun bir kombinasyondan hareketle ekonomi politikası oluşturulmalıdır.

 

 

E) PARASAL GÖSTERGELER:

            Merkez Bankası, yukarıda da kısmen değinildiği gibi, para politikasını, “enflasyon hedeflemesi” çerçevesinde uygulanmaktadır. Hedef, bu çerçevede uygulanacak politikalarla piyasada oluşan belirsizlikleri azaltmaktır. 2001 sonu itibariyle özerk bir kuruluş haline gelen Merkez Bankası, öncelikli hedeflerine ulaşmak amacıyla gerekirse ısrarlı olabilecek bir yapıya bürünmüştür. Ülkelerin ihtiyaç duyduğu da zaten bu şekilde politikanın etkisinden arınmış, özerk ve ciddi adımlar atabilen bir kuruma sahip olabilmektir. Dolayısıyla bu şekilde özerkleşmiş bir Merkez Bankası, ülkemiz açısından da büyük bir önem ifade etmektedir.

 

            Ancak, piyasalarda meydana gelen keskin dalgalanmalar, kimi noktalarda Merkez Bankası’nın da yetersiz kalmasına sebep olmaktadır. Özellikle spekülatör kişi ve kurumların piyasa bozucu hareketleri karşısında pek yapılabilecek bir şey bulunmamaktadır. Bu durumda ihtiyaç duyulan, söz konusu vurguncu kişi ve kuruluşların hareket alanını sınırlayacak hukuki ve kurumsal altyapıya sahip ve derinlik seviyesi yüksek olan para ve sermaye piyasalarına sahip olabilmektir. Böyle olması halinde ekonomi politikalarının uygulanması daha da kolaylaşacaktır.

 

Geçen yıl ile bu yılın Haziran ayı itibariyle parasal göstergeleri ve bunlar arasındaki değişim oranları, aşağıdaki tablo ile verilmiştir.

 

TABLO 9: PARASAL GÖSTERGELER

(milyar TL)

09 HAZİRAN 2001

09 HAZİRAN 2002

DEĞİŞİM

(%)

Dolaşımdaki Para

2.294.102

5.701.427

148,5

Vadesiz Mevduat

3.080.231

5.480.659

77,9

M1

5.374.333

11.182.086

108,1

Vadeli Mevduat

17.679.652

39.438.400

123,1

M2

23.053.985

50.620.486

119,6

DTH

22.524.607

58.443.020

159,5

M2Y

45.578.592

109.063.506

139,3

M2YR

53.629.964

114.513.584

113,5

Kaynak:TCMB

 

 

            Dolaşımdaki para ve vadesiz mevduattan oluşan M1, 9 Haziran 2002 itibariyle 11.182.086 milyar TL’ye yükselmiştir. 2001 yılının aynı tarihine oranla artış %108,1’dir. Bu, piyasada dolaşan para hacminde artış olduğu anlamına gelmektedir. Aynı tarihte M2 (M1+vadeli mevduat) artış oranı ise %119,6 seviyesindedir.

 

            DTH (döviz tevdiatı) artış oranı da çarpıcı bir nitelik arz etmektedir. Artış oranı %159,6 olup, vadeli mevduatın artış oranından (%123,1) yüksektir. Yani döviz, cazibesini kaybetmemiştir. Yerli paraya güven sağlanmadığı müddetçe, ekonomide bu “dolarizasyon” süreci devam edecektir. Belirsizliğin yüksek seviyede olduğu bir ekonomide, insanlar en sağlam yatırımın “dövize yapılan yatırım” olduğunu düşünmektedirler. Böyle bir anlayışın hakim olduğu bir ülkede “dolarizasyon” süreci neden yaşanmasın ki? (Bkz. Tablo 9)

 

Finansal yatırım araçlarının nominal ve reel getirileri de şu şekilde gerçekleşmiştir.

 

TABLO 10: SEÇİLMİŞ FİNANSAL YATIRIM ARAÇLARININ NOMİNAL VE REEL GETİRİLERİ (HAZİRAN)

 

NOMİNAL

GETİRİ (%)

REEL GETİRİ

TEFE (%)

TÜFE (%)

3 AYLIK

MEVDUAT FAİZİ (BRÜT)

BORSA ENDEKSİ (İMKB 100)

DOLAR

MARK

ALTIN (KÜLÇE)

13,1

-15,2

13,0

23,4

23,7

9,4

-18,0

9,3

19,3

19,6

9,6

-17,8

9,5

19,6

19,9

6 AYLIK

MEVDUAT FAİZİ (BRÜT)

BORSA İNDEKSİ (İMKB 100)

DOLAR

MARK

ALTIN (KÜLÇE)

28,9

-24,0

5,5

13,4

22,4

14,6

-32,4

-6,2

0,8

8,8

15,1

-32,1

-5,8

1,3

9,3

Kaynak:DİE

 

 

            Seçilmiş finansal yatırım araçlarının, altı aylık nominal getiri açısından en yüksek pay %23,7 ile Külçe altın’a; en düşük pay ise %15,2 ile Borsa’ya aittir. Enflasyondan (TEFE) arınmış getiriler dikkate alındığında ise, altı aylık dönemde en yüksek getiriyi sağlayan yatırım aracı Mevduat faizi; en düşük getiriye (zarar) sebep olan araç ise yine Borsa’dır. TÜFE’den arındırılmış olmaları açısından da aynı durum söz konusudur. (Bkz. Tablo 10)

 

 

F) KAMU MALİYESİ

Bütçe ile ilgili büyüklükler, aşağıda tablo ile verilmiştir.

 

TABLO 11: BÜTÇE İLE İLGİLİ GELİŞMELER (OCAK-MAYIS)

(katrilyon TL)

2001

2002

DEĞİŞİM (%)

HARCAMALAR

24,1

45,5

89

   Faiz Dışı Harcama

12,1

20,9

73

       Personel

5,3

8,9

68

       Diğer Cari

0,9

1,6

78

       Yatırım

0,8

1,1

38

       Transfer

17,0

33,8

99

            Borç Faizi

11,9

24,6

107

            Diğer

5,1

9,2

80

 

 

 

 

GELİRLER

19,3

29,8

54

   Vergi Gelirleri

13,4

21,0

57

   Vergi Dışı Normal Gelirler

4,0

5,8

45

   Özel Gelirler + Fonlar

1,5

2,5

67

   Katma Bütçe Gelirler

0,2

0,4

100

 

 

 

 

BÜTÇE DENGESİ

-4,8

-15,6

225

   Faiz Dışı Denge

7,1

8,9

87

Kaynak: HM

 

 

            Bu yılın Ocak-Mayıs döneminde harcama meblağı 45,5 katrilyon TL iken; gelir meblağı 29,8 katrilyon TL’dır. Bu durumda bütçe açığı 15,6 katrilyon TL’dır. Harcamalarda esas pay 24,6 katrilyon TL ile borç faizine aittir. Bu haliyle borç faizi, toplam harcama meblağının yarısından fazlasını teşkil etmektedir. Borç faizindeki artış oranı, 2001 yılının aynı dönemine göre %107 iken; aynı dönemde yatırım payındaki artış sadece %38’le sınırlı kalmıştır. (Bkz. Tablo 11)

 

 

TABLO 12: İÇ BORÇ DURUMU (HAZİRAN)

(trilyon TL)

2001

2002

MEBLAĞ

84.545

122.778

VADE (ay)

14,3

39,5

Kaynak:HM

 

 

            İç borç stoku, 2001 yılı Haziran ayı başı itibariyle 84.545 trilyon TL iken; 2002 yılının aynı tarihinde 122.778 trilyon TL’dır. Yani iç borç stoğunda %50’ye yakın bir artış gerçekleşmiştir. Ancak, konu ile ilgili olumlu bir gelişme vardır ki o da vadesine ilişkindir. 2001 Haziran’ında ortalama vade 14,3 ay iken; 2002’nin aynı tarihinde 39,5 aya yükselmiştir. Bununla birlikte, mevcut belirsizliğin devam etmesi durumunda borç konusunda bir çıkmaza girilmemesi işten bile değildir. (Bkz. Tablo 12)

 

 

TABLO 13: DIŞ BORÇ DURUMU

(milyon $)

ARALIK 2001

HAZİRAN 2002

TOPLAM

38.757

51.240

 *Orta Vadeli

5.961

6.277

 *Uzun Vadeli

32.796

44.963

Kaynak:HM

 

 

            Dış borç stokunda ise daha düşük bir artış söz konusudur. Aralık 2001 itibariyle 38.757 milyon dolar olan dış borç stoku, Haziran 2002 itibariyle 51.240 milyon dolara yükselmiştir. Artış oranı %33 civarındadır. Borç stoku artış oranının düşük olmasındaki temel faktör, dış borca ihtiyaç hissedilmemesi değil; fakat rahat bir borçlanma imkanının bulunamayışıdır. Vadeler açısından borç stoku incelendiğinde ise çok korkutucu bir tablodan bahsedilemez. Çünkü borcun yaklaşık %90’ı uzun, yani 5 yıldan daha fazla vadelidir. (Bkz. Tablo 13)

 

 

TABLO 14: DIŞ BORÇ KOMPOZİSYONU (HAZİRAN) (%)

DÖVİZ CİNSİ

ORAN

$

40,6

YEN

7,8

DM

1,7

EURO

26,2

SDR

21,6

DİĞER

2,1

Kaynak:HM

 

 

            Dış borcumuzun %40,6’sı Amerikan Doları cinsindendir. Bunu %26,2 ile Euro cinsinden borçlar takip etmektedir. Üçüncü sırada ise SDR cinsinden borçlar yer almaktadır. Bunlar IMF’ye olan borçları kapsamaktadır. (Bkz. Tablo 14)

 

 

G) DIŞ TİCARET

Dış ticaret bileşimi ve mal sınıflamasına göre tasnif tablo 15 ve 16’da yer almaktadır.

 

TABLO 15: DIŞ TİCARET BİLEŞİMİ (OCAK-NİSAN)

(000 $)

2001

2002

Değişim (%)

İHRACAT*

9.914.327

10.498.919

5,9

İTHALAT

13.813.020

13.828.253

0,1

DIŞ TİCARET AÇIĞI

-3.898.693

-3.329.334

-14,6

KARŞILAMA ORANI (%)

71,8

75,9

 

* Bavul Ticareti ve Transit Ticaret dahil.

Kaynak:DTM

 

 

            2001 yılının Ocak-Nisan dönemine kıyasla 2002 yılının aynı döneminde, ihracat açısından arzu edilir seviyede bir artış söz konusu değildir. Bununla birlikte dış ticaret açığında meydana gelen %14,6’lık düşüş sevindirici niteliktedir. Bu çerçevede, ihracatın ithalatı karşılama oranında %71,8’den %75,9’a doğru meydana gelen yükselme olumlu bir nitelik arz etmektedir. (Bkz. Tablo 15)

 

 

TABLO 16: MAL SINIFLAMASINA (BEC) GÖRE DIŞ TİCARET BİLEŞİMİ (OCAK-NİSAN)

(000 $)

2001

 

 

2002

 

 

DEĞER

(%)

 

DEĞER

(%)

İHRACAT

 

 

 

 

 

  Sermaye Malları

900.827

9,1

 

752.987

7,2

  Ara Malları

4.245.377

42,8

 

4.549.381

43,3

  Tüketim Malları

4.742.185

47,8

 

5.184.823

49,4

  Diğer

25.938

0,3

 

11.729

0,1

 

 

 

 

 

 

İTHALAT

 

 

 

 

 

  Sermaye Malları

2.336.898

16,9

 

2.015.034

14,6

  Ara Malları

9.923.980

71,8

 

10.493.406

75,9

  Tüketim Malları

1.406.414

10,2

 

1.257.491

9,1

  Diğer

145.728

1,1

 

62.322

0,5

Kaynak:DİE

 

 

            İhracat içinde en yüksek paya sahip olan grup tüketim mallarıdır. Bunu sırasıyla ara malları ve sermaye malları takip etmektedir. İthalat içinde en yüksek paya sahip olan grup ise ara malları olup, bunu sırasıyla sermaye malları ve tüketim malları takip etmektedir. (Bkz. Tablo 16)

 

 

DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER:

·         Politik belirsizlik bir an evvel nihayete erdirilmelidir. Böylece bunun ekonomi üzerindeki olumsuz etkisi de ortadan kaldırılmış olacaktır.

·         Merkez Bankası’nın fiyat istikrarına önem vermesi anlamlı bir stratejidir. Kronik bir hal alan enflasyonun kontrol altına alınarak düşürülmeye çalışılması önemli bir politikadır. Ancak, büyümenin ihmal edilmesi yanlıştır. Büyümeden taviz vermeksizin fiyat istikrarının sağlanması daha uygun bir politik hedeftir.

·         Seçim sath-ı mailine girilmiştir. Mevcut politik ve ekonomik belirsizliğin giderilmesi noktasında, erken bir seçimin yapılması elzemdir. Ancak, “seçim ekonomisi” yanılgısına düşülmemelidir. Bu kapsamda bütçe hedeflerinden sapılması gündeme bile getirilmemelidir. Seçim için gerekli kaynak, başka kalemlerden temin yoluna gidilmelidir.

·         Bazı ülkelerin, ortak hareket ederek Ortadoğu’ya yönelik bir saldırı düzenleyeceği aşikardır. Türkiye’nin bundan direkt olarak olumsuz bir şekilde etkileneceği de açıktır. Böylesi bir saldırının olması halinde, komşusu bulunduğumuz Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerimiz olumsuz yönde etkilenecektir. Benzer durumu Körfez Krizinde de yaşamıştık. Konu ile ilgili strateji tespitinde, bu hususun mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Esasında, meselenin ekonomik boyutu bir yana, en başta, sosyo-kültürel boyutu da göz ardı edilmemelidir.

 

 

Mehmet Behzat Ekinci,

İstanbul, İktisat, Doktora.

mbekinci@akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

 

 

 

Kaynaklar

DİE, DPT, HM, DTM, TCMB, MB.

 

 

 

Sayfa Başı