TÜRKİYE EKONOMİSİNİN
BAZI SORUNLARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER VE TEKLİFLER
İÇİNDEKİLER:
A) Borç-Faiz
B) Enflasyon ve Yeni Lira-Kuruş
C) Kredi Kartı
D) Tüketici Kredileri
E) Hizmetler
F) Madenler: Petrol
G) Ar-Ge
Türkiye,
ekonomik krizin yaralarını belli ölçüde sarmış hâldedir. 1999-2001 dönemindeki
zorlu kriz devresi sonrasında, nispî de olsa iyileşme sürecine girilmiştir.
Bununla beraber, süreç henüz tamamlanmış değildir. Uygulanan politikalar ve
geleceğe yönelik hedef tespitleri, iyileşmenin kalıcı hâle getirilmesini
sağlama amaçlıdır. Nitekim, ekonomide bazı iyileşmelerin sağlandığı
görülmektedir. Zaman zaman kırılganlıklar meydana gelse de bunların, ekonominin
kendi dinamikleriyle belli sürede giderilebildiği bir yapıya kavuşmuş hâldeyiz.
Tabii ki henüz krizin aşıldığını ve sorunların ortadan kalktığını söylemek
mümkün değildir. Çünkü krize giriş birkaç yılın sonucu olmadığından, ekonominin
normal seyrine gelişi de belirli bir süreyi gerektirmektedir. Atılan adımlar
sağlıklı olduğu takdirde, ekonominin orta vadede rayına gireceği ifade
edilebilir. Meydana gelen gelişmeler, bunu teyit etmektedir.
Burada, Türkiye ekonomisinin bazı sorunları ele alınmakta ve
bunlara ilişkin birtakım tekliflerde bulunulmaktadır.
A) Borç-Faiz
Hazine
Müsteşarlığı verilerine göre; konsolide bütçe toplam borç stoku, 2003 yılı sonu
itibariyle 202,7 milyar dolar iken, bu meblağ 2004 Eylül ayı itibariyle 210,1
milyar dolara yükselmiştir. 2004 yılı Eylül ayı itibariyle alacaklılarına göre
konsolide bütçe toplam borç meblağları şöyledir (milyar dolar):
İç Borç Stoku: Piyasa 90,4; Kamu kesimi 54,8;
Dış Borç Stoku: Kredi 55,9 (Uluslararası Kuruluşlar 37,8
(IMF 26,3); Hükûmet Kuruluşları 9,3; Ticarî Bankalar 8,8); Tahvil 41,2.
Ocak-Eylül
2004 döneminde bütçedeki harcama meblağı 100,8 katrilyon TL’dir. Bu, 2004 hedef
harcama meblağı olan 149,9 katrilyon TL’nin %67’sine tekabül etmektedir. Faiz hariç
harcama meblağı 55,7 katrilyon TL olup, Ocak-Eylül dönemi toplam harcama
meblağının %55’ine tekabül etmektedir. Geriye kalan %45’lık kısmı ise faiz
harcamaları oluşturmaktadır ki söz konusu harcamaların vahim boyutunu ifade
etmesi açısından bu oran son derece anlamlıdır. Faiz harcamalarının ağırlıklı
kısmını ise iç borç faizleri oluşturmaktadır. Ocak-Eylül 2004 itibariyle dış
borç faizi 4,5 katrilyon TL iken, iç borç faizi 40,4 katrilyon TL’dir.
Ekonomide
çarkların işleyebilmesi, bu kapsamda özellikle sürdürülebilir bir maliye
politikası için borca ihtiyacımız olduğu bir vakıadır. Ancak bu durum ne zamana
kadar devam edecektir? Özellikle iç borcun sebep olduğu ve olacağı tahribat
dikkate alınmalı ve bir şekilde bu kaynağa olan ihtiyaç minimum seviyeye
indirilmelidir. Esasında, halihazırda bu borcun döndürülebilir olup olmadığı
konusunda da ciddi şüpheler vardır ve bu haliyle çözümün ne olduğuna dair net
bir formül de ortaya konamamaktadır.
B) Enflasyon ve Yeni Lira-Kuruş
“Fiyat
istikrarının sağlanması” politikası çerçevesinde izlenen stratejiler, önemli
ölçüde başarılı olunmasına imkân sağlamıştır. Yılların getirdiği bir düşünce
olarak, adeta kırılamayacağı farz edilen enflasyon zincirinin halkalarında
belirgin gevşemeler sağlanmıştır. Özellikle petrolde olmak üzere çeşitli
girdilerde meydana gelen fiyat değişikliklerinin olumsuz yansımaları görülmekle
beraber, enflasyondaki düşüş trendinin ciddi bir şekilde kesintiye uğramayacağı
belirtilebilir.
Türkiye, 1
Ocak 2005 itibariyle YTL’ye geçecek. Bu operasyonun avantajı olduğu gibi belli
bir maliyeti de olacaktır. En büyük avantajlarından biri psikolojik
niteliklidir. Bol sıfırlı para yerine daha sade bir paraya kavuşulacaktır.
Böylece, hayatın hesaplamalara ilişkin yönü de kolaylaşmış olacaktır. Ancak,
genel olarak gerek fertlerin ve gerekse kurumların sergileme niyetinde olduğu
davranışlarından anlaşıldığı kadarıyla, bir süredir düşürülmeye çalışılan
enflasyon oranlarında kısa vadede kısmî bazı sapmalar olabilecektir. Mesela
konut sahibi fertler hem kiralarda hem de konut fiyatlarında yukarı doğru
yuvarlama yapma niyetindeler. İşletmeler de ürettikleri mallarda ve hizmetlerde
fiyatlandırma yaparken aynı yolu tercih etme eğilimindeler. Gerçi bazı
akademisyenlerin de değindiği gibi, “rekabet ortamında yaşıyoruz, dolayısıyla
fiyatları yükseltenler ürünlerini satamama durumuyla karşı karşıya
kalacaklarından bunları yine aşağı çekeceklerdir” fakat kısa vadede de olsa
belli ölçüde karışıklığın olacağı aşikâr.
Aslında,
birtakım farklı iktisadî açıklamaları olmakla beraber, enflasyon olgusunun
temelinde yatan faktörlerden biri “tamahkârlık”tır. İnsanın sahip olduğu bu
davranış biçimi, enflasyonun oluşmasındaki en önemli sebeplerden biridir. Peki
YTL’ye geçiş sırasında oluşacak bu olumsuzluğu gidermenin yolu nedir? İkili bir
hareket tarzına ihtiyaç vardır:
1)Fertler ve kurumlar, Türkiye ekonomisinin geçtiği kritik
dönemi dikkate alarak “tamahkârlık”larından kısmen de olsa vazgeçmeye
çalışmalıdır.
2)Otoriteler de fertler ve kurumlar için gerekli iktisadî
ortamı hazırlamaya çalışmalı (Mesela bazı ham maddelerdeki vergi oranı, bir
süreliğine de olsa düşürülebilir.) ve ardından konu ile ilgili moral destek
vermeye çalışmalıdır.
Bu hareket
tarzlarına rağmen, olumsuzlukları tamamen gidermek belki mümkün olmayacaktır,
fakat hiç olmazsa düşük seviyeye indirilebilecektir. Böylece YTL’ye geçişin
sancıları hafifletilmiş olacaktır.
C) Kredi Kartı
2000-2001
döneminde, kriz dolayısıyla kredi kartı mağduriyeti ortaya çıkmış ve bu süreçte
hem bankalar hem de çok sayıda kart sahibi olumsuz etkilenmişti. Krizden kısmen
de olsa çıktığımız bu dönemde, kredi kartı sayısında ve kullanımında artışlar
olduğu görülmektedir. Nitekim, Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine
göre; Türkiye'de kredi kartıyla yapılan alışveriş ve nakit avans işlemleri,
2004 yılının ilk yarısında, 2003’ün aynı dönemine göre %65,4 artış kaydederek,
28,5 katrilyon TL’ye ulaşmıştır. Kredi kartı sayısı ise, 2003’ün aynı dönemine
göre, 6 milyon 159 binlik artış ile 23 milyon 160 bin adede yükselmiştir. İşlem
hacminde en çok harcamanın yapıldığı alan ise %19,1'lik pay ile market ve alış
veriş merkezleri olmuştur.
Ekonomik
krizin aşılması sürecinde, iç piyasanın canlanmasına ve işlem hacminin artışına
ihtiyaç olduğu göz ardı edilemez. Ancak, atılan adımların da sağlıklı olması
gerektiği açıktır. Kredi kartı, ihtiyacı olana ve imkânları nispetinde
verilmelidir. Ödeme gücü olmayan kişilere verilecek kartlar ve bunlarla
yapılacak gereksiz tüketim, benzer bir krize zemin hazırlamaktan öte bir işleve
sahip olmayacaktır.
D) Tüketici Kredileri
Tüketici
kredileri hacmi de piyasanın nabzının ölçülmesinde göz önünde
bulundurulabilecek göstergelerdendir. Kredilerdeki artışlar, piyasada
canlılığın varlığına işaret eder. BDDK verilerine göre; 2004 yılının ilk altı
ayında, bankalar ve özel finans kurumları tarafından verilen tüketici kredileri
belirgin bir oranda artmıştır. Dolayısıyla, buradan hareketle 2004 yılı ilk
altı ayı içinde piyasada belli ölçüde hareketlenmenin yaşandığı ortaya
çıkmaktadır. Ancak, belirli şartlar altında… Yani Söz konusu kredilerin uygun
alanlarda kullanılması hâlinde…
BDDK
verilerine göre; 2004 yılının ilk altı ayında, bankalar ve özel finans
kurumları tarafından verilen tüketici kredilerinde de önemli ölçüde artışlar
kaydedilmiştir. 2004 başında 9,4 katrilyon TL olan tüketici kredileri, Haziran
sonu itibariyle %59 artışla 16 katrilyon TL’ye yükselmiştir. Söz konusu
krediler, ağırlıklı olarak otomobil ve konut alanında kullandırılmıştır.
Konut
alanında yapılan sarfiyat, inşaat sektöründe canlılığa sebep olacağından
olumludur, ancak otomobil için aynı iyimserliği göstermek biraz güçtür. Yerli
otomobilin tercih edilmesi hâlinde, belli ölçüde de olsa ülke ekonomisine katkı
sağlayacağı ifade edilebilir. Çünkü otomotiv sektörü, yan sanayisi ile birlikte
ekonomi için önem arz etmektedir. Ancak, ithal otomobillere yapılan kredi
sarfiyatı, ülkenin dış açığını artırmakta ve yerli piyasaya da olumsuz
etkilerde bulunabilmektedir. (İthalât bir ülke için faydalı bir faaliyettir,
fakat tüketim mallarından ziyade yatırım ve ara mallarından oluşması şartıyla…)
Dolayısıyla kredi kullandırılmasında bu hususların da dikkate alınması
gerekmektedir.
E) Hizmetler
Merkez
Bankası, ödemeler dengesi istatistiklerine göre cari işlemler açığı,
Ocak-Ağustos döneminde 9.822 milyon dolara ulaşmıştır. Yıl sonuna doğru bu
açığın giderek artması muhtemel görünmektedir. Belirtilmelidir ki cari açığın
azalmasında en fazla katkısı bulunan kalemlerden biri hizmetlerdir. Nitekim,
ödemeler dengesinin, mal ticaretinden sonraki en önemli kalemlerinden olan
hizmetlerde de artışlar meydana gelmiştir. Hizmetler dengesi, Ocak-Ağustos 2004
döneminde 8.002 milyon dolarlık fazla vermiştir.
Hizmetler
içinde en yüksek paya sahip olan sektörler; turizm, ulaştırma ve inşaattır. TCMB
ödemeler dengesi istatistiklerine göre; Ocak-Ağustos 2004 döneminde turizm
geliri, 8.428 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu meblağlar diğer iki alt
sektörde ise sırasıyla -672 ve 466 milyon dolardır. İnşaatta net gelir söz
konusu olmakla beraber, ulaştırma hizmetleri dengesinde açık verildiği
görülmektedir. Bunun temel sebepleri arasında ithalâttaki yükselişe paralel
olarak ulaştırma hizmetlerinin bir alt kalemi olan navlun giderlerinde ortaya
çıkan artışlar ve son dönemde coğrafyamızda meydana gelen konjonktürel
gelişmeler belirtilebilir. Ancak, ulaştırma, uygun şartların hazırlanması
hâlinde ekonomiye katkısı olan stratejik hizmet alt sektörlerindendir. Aynı
şekilde diğer alt sektörler de uygun şartlar altında daha yüksek gelir elde
edilmesine imkân sağlayabilmektedir.
F) Madenler: Petrol
Türkiye
ekonomisinde kaynakların optimal kullanılamaması sorunu vardır. Ne yazık ki
sahip olduğumuz kaynaklara ilişkin net bir envanterin de mevcut olmadığı ifade
edilmektedir. Bu kapsamda, mesela maden rezervimizi gereği gibi
değerlendiremediğimiz bilinen bir gerçektir. Gerek Türkiye, gerekse dünya
ölçeğinde stratejik nitelik arz eden madenlere özel önem verilmelidir.
Taşkömürü, linyit, petrol, demir, krom, bakır, alüminyum, kurşun, çinko, altın,
bor, fosfat, kükürt, asbest, fluorit, grafit ve beril sahip olduğumuz yer altı
zenginliklerinden bir kısmıdır. Bunlara yönelik ciddi stratejilerin tespitine
ve gerekli politikaların uygulanmasıyla ekonomiye olan katkı derecelerinin
yükseltilmesine ihtiyaç vardır.
Sahip olduğumuz
yer altı zenginliklerinden petrolün özel bir önemi vardır. Geçmişten günümüze
gerçekleştirilen savaşların ve benzeri mücadelelerin önemli bir kısmının
temelinde bu maden yatmaktadır. Ülkemizde petrolün mevcudiyetine yönelik farklı
görüş beyanında bulunulmaktadır. Kimilerine göre petrol rezervimiz düşük
seviyededir. Kimilerine göre ise yüksek seviyededir. Yüksek olduğunu ileri
sürenler şu soruyu da sormaktadır: “Güneyimizdeki ülkelerde zengin petrol
rezervi varken, bizdeki petrol rezervinin düşük seviyede olduğu iddiası doğru
olabilir mi?” Meselenin hassasiyeti dikkate alınarak, diğer madenler yanında
petrole ilişkin çalışmalara özel bir önem verilmelidir. Bu kapsamda,
Türkiye’nin petrol envanteri çıkarılmalı ve bu vesileyle rezervin düşük veya yüksek
oluşuna ilişkin manipülasyonlar da giderilmelidir. Bu çalışmaların ardından,
rezervin seviyesine bağlı olarak gerekli stratejilerin tespitine gidilmeli ve
bunların uygulanması safhasına geçilmelidir.
G) Ar-Ge
Bir ülkenin
gelişmişliğine ilişkin önemli göstergelerden biri, kişi başına yapılan Ar-Ge
harcamasıdır. Türkiye’de bu harcamaların düşük seviyede olduğu bir vakıadır.
DİE tarafından ortaya konan istatistiklere göre Türkiye’de yıllar itibariyle
yapılan toplam Ar-Ge harcamaları şöyledir (Trilyon TL): 1999 -- 489; 2000 --
798; 2001 -- 1.292; 2002 -- 1.843.
Toplam
Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payları ise şöyledir (Oranlar satın alma
gücü paritesine göre de aynıdır.) (%0): 1999 -- 6,3; 2000 -- 6,4; 2001 -- 7,2;
2002 -- 6,7. Gelişmiş ülkelerde ise bu oranların çok daha yükseği söz
konusudur. Mesela OECD ülkeleri ortalaması %2,5 civarındadır.
Kişi başına
düşen Ar-Ge harcamaları incelendiğinde ise durumun vehameti daha açık bir
şekilde ortaya çıkmaktadır (TL): 1999 -- 7.387.828; 2000 -- 11.768.577; 2001 --
18.851.747; 2002 -- 26.474.134.
Buradan
çıkan sonuç, Ar-Ge’ye yeterli payın ayrılmadığı yönündedir. 2002 yılı harcama
meblağı ele alınarak şöyle bir değerlendirme de yapmak mümkündür. 26.474.134 TL
olan 2002 yılı kişi başına düşen Ar-Ge harcama meblağı ile ne yapılabilir?
Kabaca bir hesapla, mesela fiyatı 9 Milyon TL civarında olan küçük ebatta 300
sayfalık üç kitap alınabilir. Dolayısıyla demek oluyor ki Türkiye’de insanlar
bir yılda toplam 900 sayfa okumaktadır. Bu da günlük olarak yaklaşık 2,5
sayfaya tekabül etmektedir. Gününü sadece 2,5 sayfa kitap okumakla geçiren
vatandaşların bulunduğu bir ülkenin gelebileceği nokta belli olsa gerek.
Yukarıdaki hesaplamadan hareketle, sayfa sayısının gelişmiş ülkelerde; yılda
3.500 ve günde 10 civarında olduğu dikkate alınırsa mesele daha iyi anlaşılır.
Türkiye’de
Ar-Ge harcamalarının artırılmasının gerekliliği aşikârdır. Ancak, bunun
sağlanması için öncelikle bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç bulunmaktadır.
Çünkü, ülkemizde Ar-Ge’ye yapılan harcamalar israf olarak
değerlendirilmektedir. Böylece söz konusu faaliyetlerin faydası tam manasıyla
anlaşılamamaktadır. Zihnî değişimin sağlanması sonrasında, Ar-Ge harcamalarının
artırılması mümkün hâle gelecektir.
* Dr. Mehmet Behzat Ekinci, mbekinci@akademiktisat.net, http://www.akademiktisat.net
** Ekonomistler Platformu, http://www.ekonomistler.com
*** Referans, “Yeni Dönemde
İki Risk: YTL ve Kredi Kartları”, 24.11.2004, s.18, http://www.referansgazetesi.com