AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

TÜRKİYE’DE 1923-2006 DÖNEMİNDE İKTİSADÎ KRİZLER

VE İSTATİSTİKLER İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZLER

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

GİRİŞ

 

1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE DÖNEMLER İTİBARİYLE GELİŞMELER VE KRİZLER

1.1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM

1.2. 1923-1950 DÖNEMİ

1.3. 1950-1960 DÖNEMİ

1.4. 1960-1980 DÖNEMİ

1.5. 1980-2006 DÖNEMİ

 

2. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN VERİLER İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZİ

2.1. NÜFUS

 

2.2. REEL KESİM

2.2.1. BÜYÜME

2.2.2. İSTİHDAM

2.2.3. TARIM

2.2.4. SANAYİ

2.2.4.1. Madencilik

2.2.4.2. Enerji

2.2.4.3. İmalât Sanayii

2.2.5. HİZMET

2.2.5.1. Turizm

2.2.5.2. Ulaştırma

2.2.5.3. Haberleşme

2.2.5.4. İnşaat

 

2.3. PARA-SERMAYE PİYASASI

 

2.4. KAMU MALİYESİ

2.4.1. BÜTÇE GELİŞMELERİ

2.4.2. BORÇ VERİLERİ

 

2.5. DIŞ TİCARET

 

GENEL DEĞERLENDİRMELER VE TEKLİFLER

 

 

GİRİŞ

            Ekonomik açıdan insanlık tarihi, üretimde basitten başlayarak daha karmaşık metotlar ile yoluna devam etmiştir. Sektörel açıdan ise bu süreç, tarım-sanayi-hizmet şeklinde gelişmiştir. 19.yüzyılın ilk yarısına kadar genel olarak ziraî ağırlıklı üretim yapısı, 20.yüzyılın son çeyreğine kadar sınaî bir nitelik sergilemiştir. Bu tarihler itibariyle ise hizmetler ön plana çıkmış ve bilgi ekonomisi olarak da adlandırılan yeni bir dönem başlamıştır ve varlığını halen devam ettirmektedir.

 

            Ekonomilerde baskın olarak varlığını sürdüren sektörel yapıların süresine bakıldığında giderek azalan zaman dilimlerine şahit olunmaktadır. Nitekim, tarımın hakimiyeti binlerce yıl sürerken, sanayinin üstünlüğü yüzyıldan biraz fazla devam etmiştir. Hizmetlerin üstünlüğünün ne kadar süreceği veya bu yapının nasıl bir niteliğe bürüneceği henüz belli değildir. Aslında, hakimiyetini sanayi kadar sürdürebileceği de meçhuldür.

 

            Ülkeler, üretim sektörleri açısından farklılıklar sergilemektedirler. Her ülke benzer süreci yaşayamadığındandır ki gelişmişlik yapıları da aynı değildir. Kimileri tarım-sanayi-hizmet sürecinin ilk aşamasında iken kimileri son aşamada hızla ilerlemektedir. Kimileri ise iki sektör arasında ekonomik mücadelesine devam etmektedir. İlk grup, en az gelişmiş ülkeleri (EGÜ); ikincisi gelişmiş ülkeleri (GÜ); son grup ise gelişmekte olan ülkeleri (GOÜ) ifade etmektedir. Türkiye de arada kalan grupta, yani GOÜ’ler içinde yer almaktadır.

 

            Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden başlayarak günümüze kadar ekonomik açıdan uzun vadeli parlak gelişmeler sağlanamamıştır. Türkiye, daha çok, düşük profilli bir gelişme seyrinde ileri-geri hareketlerle yoluna devam eden bir ülke konumundadır. Bu olumsuzluğun sadece bir veya birkaç değil, çok sayıda sebebi vardır. Nitekim, bunların önemli bir kısmı ülkenin iç yapısından kaynaklanmakla beraber, bir kısmı da dış faktörlerle ilgilidir. Özellikle 20.yüzyılın ortası itibariyle, diğer ülkeler gibi, Türkiye ekonomisi de dış dünya ile yakın ilişkili hâle gelmiştir. Dolayısıyla uluslararası krizlerin doğrudan veya dolaylı etkileri olmuştur. Esasında, dış dünyaya eklemlenme çabası içinde olan her ülke için bu doğal bir süreçtir. Çünkü entegrasyonun nimetleri yanında zahmetleri de olmaktadır. Önemli olan, kurulacak denge ile faydaların sayısının zararlardan daha fazla olmasını sağlayabilmektir.

 

            Bu çalışma, Türkiye ekonomisinin 1923-2006 dönemini konu edinmektedir. (Çalışmanın 2006 yılı ile sonlandırılmasının temel sebebi, verilere erişim meselesidir). Bu kapsamda, Osmanlı’nın son dönemi de ele alınarak 2006 yılına kadarki sürece ilişkin analizlerde ve değerlendirmelerde bulunulmaktadır. İki ana kısımdan oluşan çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye ekonomisinin dönemler itibariyle gelişmeleri ele alınmakta ve meydana gelen iç-dış krizlere ilişkin bilgiler aktarılmaktadır.

 

            İkinci kısımda erişilebilen veriler ışığında sektörel incelemeler yapılmaktadır. Bu kapsamda; reel kesim, para-sermaye piyasası, kamu maliyesi ve dış ticaret kesimleri ile ilgili ana ve alt sektörler itibariyle analizler gerçekleştirilmektedir. Böylece ilk kısımda dönemler itibariyle verilen genel gelişmeler ve kriz bilgileri göz önünde bulundurularak; ikinci kısımdaki veriler itibariyle de 1923-2006 dönemi Türkiye ekonomisinin daha kolay okunması hedeflenmektedir. Çalışmanın sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak birtakım öneriler sıralanmaktadır.

 

 

1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE DÖNEMLER İTİBARİYLE GELİŞMELER VE KRİZLER

            Türkiye ekonomisinde, esasında, dönemlere ilişkin farklı ayırımlar olmakla beraber, bu çalışmada genel özellikleri dikkate alınarak; 1923-50, 50-60, 60-80 ve 80 sonrası olmak üzere dört alt devre halinde incelemelerde bulunulmaktadır. Bu dönemlere geçmeden evvel, Cumhuriyet öncesi Osmanlı’sının ekonomik durumu hakkında da kısa bilgilere yer verilmektedir.

 

            Türkiye ekonomisinin fotoğrafının ortaya konması esnasında, dönemler itibariyle yaşanan iç ve dış krizlerden bahsedilmesi de bir gerekliliktir. Böylece ekonomiye ilişkin daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak mümkün hâle gelmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada, Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik krizlere de değinilmektedir.

 

            Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşu itibariyle altısı ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası değişimlerine sebep olan; dördü ise nispeten daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı olan kriz yaşanmıştır. İlk gruptaki krizler 1929-31, 1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994 ve 1998-2002 dönemlerinde yaşanmışken; ikinci gruptaki krizler 1947, 1969, 1982 ve 1991 yıllarında meydana gelmiştir. Bu krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve Cumhuriyet tarihinin dörtte birini oluşturmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Türkiye’nin yaşadığı krizlerin zaman boyutu şaşırtıcı bir düzen içindedir. Türkiye neredeyse her on yılda bir, dönemin sonuna doğru (on yılın 7. ile 9. yılı arası) şiddetli ya da hafif bir kriz yaşamıştır. Yirmi yılda bir yaşanan ve 8. yılda başlayan krizler (1958, 1978, 1998) olağanüstü şiddette ve uzunlukta olmuştur. (Kazgan, 2008, 1-2)

 

            Bir diğer kaynağa göre, Türkiye’de 1923-2005 dönemi boyunca 15 ekonomik kriz yaşanmıştır (ATO). Bu çerçevede, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nı takiben, Türkiye’de ortalama her 5 yılda bir ekonomik kriz meydana gelmiştir. Söz konusu ekonomik krizler şu tarihlerde oluşmuştur: 1929, 1948, 1954, 1958, 1969, 1974 Birinci Petrol Krizi, 1978 Krizi, 1979-1980 İkinci Petrol Krizi, 1986, 1988-1989, 1991 Finansal Krizi, 1994 Finansal Krizi, 1998-99, Kasım 2000, Şubat 2001.

 

            Zamana bağlı olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen ekonomik krizlerin niteliğinde de birtakım değişmeler meydana gelmiştir. Bu çerçevede, yeni bin yılın krizleri farklılık arz etmeye başlamıştır. Nitekim Türkiye’de, 2000 yılı Kasım’ına kadarki krizlerde genelde kıtlıklar, yokluklar, karaborsalar yaşanmıştır. Bu kapsamda; 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’deki krizlerin temelinde döviz kıtlığı mevcuttur. Döviz stoklarının tükenmesini takiben ithalât yapılamamış ve ağır fiyat kontrolleri ile mal kıtlığı meydana gelmiş, karaborsalar oluşmuştur. Söz konusu krizlerde ekonomik büyüme düşmüş fakat ekonomik gerileme kendisini çok fazla hissettirmemiştir. Ancak, 2000 yılı sonrası krizler, Türkiye ekonomisini baştan sona etkilemekte ve iyileşme süreci uzamaktadır. (Çelebi, 2001, 20)

 

            Takip eden alt başlıklarda Türkiye ekonomisinde dönemlere ilişkin gelişmelere ve meydana gelen iç-dış krizlere yer verilmektedir.

 

 

1.1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM

            Cumhuriyet öncesi dönemde ülke ekonomisi ziraî bir yapıya sahiptir. Ancak bu ziraî yapı da sağlam temeller üzerine kurulu değildir. Nitekim, sermaye ve üretim teknikleri bakımından bazı eksiklikler söz konusudur. Sermaye stoku zayıf olduğu gibi, üretimde ilkel ziraî aletlerin hakimiyeti vardır. Dahası, tarım işletmeleri de küçük ve parçalanmış durumdadır. Cumhuriyet öncesi sınaî yapı da zayıftır. (Kuyucuklu, 1993, 155)

 

            Osmanlı İmparatorluğu’nda millî bir sanayiin oluşturulmasına yönelik teşebbüsler 1866 yılında başlamıştır. Bunların ilki “Islah-ı Sanayi Encümeni”dir. 1873 tarihli bir kanunla da fabrika kuracaklara gümrük vergisi muafiyeti tanınmış, 1888’de söz konusu muafiyetler fabrika inşaatında kullanılan temel malzemeleri de kapsayacak şekilde genişletilmiş, 1897’de ise yeni tesislere 10 yıllık bir dönem için vergi muafiyeti düzenlemesi getirilmiştir. Daha sonra İttihat ve Terakki iktidarınca “Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkati” çıkarılmıştır. Ancak, bu kanuna ve diğer birtakım teşvik edici düzenlemelere rağmen hatırı sayılır bir sanayi yapısı oluşmamıştır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin son, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde küçük meta üretimi ve kapalı bir ekonomi yapısı söz konusudur. Genellikle İstanbul, İzmir, Bursa gibi birkaç liman kentinde toplanmış “hafif sanayi” mevcuttur. Diğer bazı şehirlerde sadece birkaç un ve debagat (tabakçılık, sepicilik) fabrikası vardır. Anadolu’nun ekserisinde gözle görülür bir sanayi işletmesi yoktur (Başkaya, 1986, 9-15, 31-32). Çünkü Osmanlı sanayii, XIX.yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle İngiliz mekanik sanayii olmak üzere Avrupa’nın ezici darbesi altında kalmış, mevcut kapitülasyonlara 1838 yılındaki Baltalimanı Ticaret Anlaşması ile yeni şartların da ilavesiyle İmparatorluk güç durumda kalmıştır. Bu sebeple ülke, sadece ilkel madde ve maden ihracatçısı olmuş ve yapım malları ithalâtçısı hâline gelmiştir. (Kuyucuklu, 1993, 156)

 

            Osmanlı İmparatorluğunun 19.yüzyıl boyunca dış ticaret hacmi artmıştır. Özellikle I.Dünya Savaşı öncesinde bu hacim yüksek meblağlarda gerçekleşmiştir. 20.yüzyılın başında İmparatorlukta meydana gelen fizikî daralmaya rağmen hem ihracat hem de ithalât artmaya devam etmiştir. 1913’te ihracat/GSMH %14,1 iken bu oran 1929’da %10’un altına inmiştir. 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ithalâtta da yüksek artışlar olmuştur. I.Dünya Savaşı’ndan önce ithalât, takip eden 30-40 yıllık sürede erişilemeyecek bir seviyeye ulaşmıştır. Açık ekonomi şartlarında ithalât/GSMH %18’e erişmiştir. (Özel ve Pamuk, 1998, 86-87)

 

            Cumhuriyet’e doğru yaklaşılırken, var olan ekonomik sorunlardan bir diğeri de Osmanlı borçlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu, 1850 yılları itibariyle Avrupa ülkelerinden borç alma teşebbüslerinde bulunmaya başlamıştır. Osmanlı bütçesi, 1877 yılında Rusya’ya savaş ilan edildiği vakit iflas noktasındadır. İlk borç alımına III. Selim döneminde başlanmıştır ve 1854-1914 döneminde borçlanma süreklilik arz etmiştir. (Çelebi, 2001, 17)

 

 

1.2. 1923-1950 DÖNEMİ

            Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi belli başlı merkezlerde toplanmıştır. Toplam imalât sanayiinin %75 civarındaki kısmı İstanbul, İzmir, Adana ve Bursa gibi şehirlerde faaliyette bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde kurulan sınaî birimlerin %23’ü (342 adet) 1923 yılı öncesine; %74’ü (1.088 adet) ise 1923 yılı sonrasına aittir. Bununla beraber, kurulan sanayi de tarıma dayalıdır. Nitekim, söz konusu tesislerin %44’ü tarım ve evcil hayvanlarla ilgiliyken, %24’ü dokuma, %9’u kereste ile ilgilidir. Diğer sınaî tesisler ise şu alanlarda faaliyette bulunmaktadır: %6 maden işleme, %5 kimya, %3 matbaacılık-kağıt-karton, %2 inşaat, %1 maden çıkarma, %6 diğer. (Başkaya, 1986, 31-32)

 

            Cumhuriyet yönetimi, 1923 yılında gerçekleştirdiği İzmir İktisat Kongresi ile önemli kararlara imza atmış ve bu doğrultuda öncelikle sanayiyi teşvik edici tedbirlere yer vermiştir. Buna ilişkin kanunî ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Mesela; ihracata dönük sanayilerin kullandığı ham maddelerin gümrük vergisinden muaf tutulması, içe dönük imalât yapan sanayinin gümrüklerle korunması yoluna gidilmiştir. 1923-1932 döneminde bir taraftan Osmanlı’dan miras kalan yapılar tasfiye edilmiş, diğer taraftan devlet tekelleri oluşturularak bütçe gelirleri artırılmaya çalışılmıştır. Merkez Bankası, Âli İktisat Meclisi ve Devlet Sanayi Ofisi gibi millî iktisat politikası araçlarının kurulması da bu dönemdedir. (Başkaya, 1986, 47-50)

 

            1923-1950 döneminde dünya çapında bir bunalım devresi yaşanmıştır. 1929-1931 arasını kapsayan bu krizin ülkelere etkileri şöyledir (Kazgan, 2008, 2): Tarım ürünleri fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri aleyhe dönmüş, ihracat pazarları daralmış, dış kredi imkânları azalmıştır.

 

Bu dönemde meydana gelen iki iç ekonomik kriz vardır:

·       1929 Krizi: Cumhuriyet tarihinde karşılaşılan ilk kriz 1929 yılındadır. 1929’da yaşanan büyük dünya bunalımı, Türkiye’yi de etkilemiştir. Krizin etkilerine, Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da ilave olunca ciddi bir “kambiyo krizi” yaşanmış, TL’nin değeri düşmüştür. (ATO, 2008, 1)

·       1948 Krizi: İlk devalüasyon 1946 yılında, ihracatı artırmak amaçlı yapılmasına rağmen hedefe ulaşılamamış, 1948 yılında döviz girdilerinde ciddi sorunlar baş göstermiş, başta istihdamda olmak üzere birtakım olumsuzluklar meydana gelmiştir. (Çelebi, 2001, 20)

 

            Bir görüşe göre 1923-1950, Türkiye ekonomisinin en düzenli faaliyette bulunduğu dönemdir. Bu yıllarda, TL dünya ekonomisinde en değerli para birimi konumundadır. 1923 yılında kişi başına düşen gelir meblağı 45 Dolar olup, Avrupa ülkelerinin aynı dönemdeki kişi başına gelir meblağının biraz altında seyretmektedir. Türkiye’nin 1923-1938 dönemi ortalama yıllık büyüme hızı %7,9 olup, Cumhuriyet tarihinde 2004 ve 2005 yılları hariç (sırasıyla %9,4 ve %8,4) en yüksek orandır. (Çelebi, 2001, 15)

 

            Genel karakteristikleri itibariyle 1923-1950 arası, dört alt dönem halinde incelenebilir (Kuyucuklu, 1993, 160-195):

·       1923-1929 Alt Dönemi:

Bu dönemde, Cumhuriyetin kuruluşu gibi, millî bir iktisat düzeni de oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda yapılan ilk ve en önemli faaliyet, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’dir. Kongre’de; tarım, sanayi ve ticaret sektörlerine, vergilemeye, dış ticarete yönelik politikalar belirlenmeye çalışılmıştır. Bu devrede, özel teşebbüse önem verilmiş, Sanayi ve Maadin Bankası, İş Bankası, Millî Sigorta Şirketi gibi kurumlar tesis edilmiştir.

 

·       1929-1932 Alt Dönemi:

Dünya ekonomik bunalımına denk gelen bu dönemde, önceki döneme göre millî iktisada daha fazla öncelik verilmiş, buna yönelik sıkı düzenlemelere gidilmiştir.

 

·       1933-1945 Alt Dönemi:

Bu alt devre, devletin iktisadî hayata sadece karıştığı ve onu düzenlediği değil, aynı zamanda bazı faaliyetleri bizzat gerçekleştirdiği ve iktisadî işletmeler kurduğu bir zaman dilimidir. İlk kalkınma planlarının da hazırlandığı bu dönemde, 1933-37 yıllarını kapsayan birinci ve 1938-42 yıllarını kapsayan ikinci beş yıllık sanayi planları uygulanmıştır. Bununla beraber, söz konusu planlar, millî iktisadın tüm kesimlerini içermediğinden, yatırım ve büyüklüklerle ilgili olmadığından, fakat sanayide belirli alt kollarda fabrikalar kurulmasını ve belirli işler yapılmasını öngördüğünden, daha ziyade birer program olarak değerlendirilmektedirler.

 

·       1946-1949 Alt Dönemi:

Bu dönem, daha çok, bir geçiş devresi niteliğindedir. Nitekim, devletçi ve müdahaleci bir iktisadî düzenden özel girişimciliğin revaç bulduğu liberal bir düzene doğru değişim süreci yaşanmıştır.

 

 

1.3. 1950-1960 DÖNEMİ

            1950-60, iktisadî hayatta özel müteşebbisliğin esas alındığı bir dönemdir. Bu devrede millî bir burjuvazi oluşturulmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmiş, ekonomik ilişkiler de dahil olmak üzere dış ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde, devlet işletmeciliğinin sadece kamu hizmeti ile ve özel sektörün faaliyette bulunmak istemediği alanlar ile sınırlanması hedeflenmiştir. Dahası, bunların dışında yeni kamu işletmelerinin kurulmaması, var olanlarının özel kesime devredilmesi planlanmıştır. Ancak, KİT’lerin hiçbiri satılmamakla beraber, mevcutlar genişletilmiş, hatta yenileri de kurulmuştur. Liberalizmin temel alındığı bu dönemde, serbest rekabetçi politikaların uygulanması ancak 1954’e kadar mümkün olabilmiş, bu yılı takiben belirli mallarda kıtlıkların başlamasıyla 1956’da II.Dünya Savaşı döneminde uygulamaya konulan “Millî Korunma Kanunu“ tekrar yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede devlet, iktisadî hayata yine müdahaleye başlamıştır. Ekonomiye aşırı müdahaleleri takiben, 1958’de “stabilizasyon“ kararları alınmak durumunda kalınmıştır. (Kuyucuklu, 1996, 196)

 

            1950’li yıllar, bazı iktisatçılarca henüz hazır olmayan bir ekonomik yapılanma üzerine (IMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla) aşılanmak istenen serbest piyasa ekonomisine geçişe bir örnek olarak değerlendirilmektedir. Getirilmek istenen bütün ekonomik serbestlikler 1954 sonrasında olumsuz bir yapıya bürünmüş, günübirlik olmayacak ya da olmaması gereken arızî ve hesapsız Hükûmet kararları ekonomiyi belli başlı tüketim mallarında, (kahve-mendil-röntgen filmi gibi) darlıklara sürüklemiş ve serbest piyasa ekonomisi işleyemeden krizle sonuçlanmıştır. (Kazgan, 2008, 2)

 

Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir: (Kazgan, 2008, 2)

·       1954: Kore Savaşı’nı takip eden uzun yıllar boyunca ham madde ve tarım ürünü fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri aleyhte seyretmiştir.

·       1958: ABD’nin durgunluğa girmesi, Avrupa Ekonomik Topluluğu paralarının konvertibiliteye geçmesi ve Roma Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile pazarlarda daralmalar meydana gelmiştir.

 

1950-60 döneminde Türkiye’de iki kriz meydana gelmiştir:

·       1954 Krizi: 1953 yılından itibaren meydana gelen döviz sıkıntısı ve 1954 yılındaki kötü hasat sebebiyle ithalât imkânları daralmış, bu da içe dönük sanayileşme yönünde bir baskıya yol açmıştır. Böylece, ithalâtta kısıntılara gidilmesi ve bazı malların ithal ikamesi yoluyla elde edilmesi dönemi başlamıştır. Nitekim ithal ikameci sanayileşme stratejisi, planlamaya ağırlık verilen 1960 sonrası dönemin ana çatısını oluşturmuştur. 1960’lı yıllarda hızlı bir gelişme sağlayan ve 1970’li yıllarda şiddetli bir krize sürüklenmesine yol açan bu strateji, planlı dönemin ürünüdür. (Başkaya, 1986, 137-143)

·       1958 Krizi: 1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline göre ayarlanmış serbestleşme programı, 1958 krizinin hazırlayıcısı olmuştur. 1958’e gelindiğinde vadesi dolmuş 256 milyon Dolar’lık dış borç mevcuttur. Ağustos ayında IMF ile bir istikrar programı uygulamasına geçilmiş, bu kapsamda devalüasyon yapılmıştır. Dış ticaret açığı büyümüş, 1958’de 55,3 milyon Dolar olan bütçe açığı 1959’da 266,7 milyon Dolar’a yükselmiştir. Türkiye, 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’nın ardından dünya ikincisi olmuştur. (ato, 2008, 1)

 

            İzlenen stratejiler ve uygulanan politikalar çerçevesinde, 1950-1960 döneminin temel özellikleri şöyle sıralanabilir (Başkaya, 1986, 134-137):

·       Bu dönem, Türkiye’nin dünya ekonomisine entegre oluşunda önemli bir evreyi oluşturmaktadır. 1920’li yıllardaki üst yapı reformları, 1930’lu yıllardaki sınaî tesisler, 1950’lerdeki tarımsal gelişmeler ve alt yapı yatırımları ile 1960’lara gelindiğinde Türkiye’nin dünyaya entegrasyonu kolaylaşmıştır.

·       Tarım sektöründe önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu devrede tarımda hem makineleşme artmıştır hem de ekilebilir alanlar genişlemiştir.

·       Bu dönemde yabancı sermayeye karşı yaklaşımda değişmeler meydana gelmiştir. Her ne kadar hedeflenene ulaşılamamışsa da yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli kanunî düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, başta ABD’den olmak üzere dış yardımlarda önemli ölçüde artışlar olmuştur.

 

 

1.4. 1960-1980 DÖNEMİ

            1960-1980; önceki dönemin tersine, düşünce itibariyle devletin iktisadî hayata müdahale ettiği, düzenlediği ve belli ölçüde faaliyette bulunduğu bir devredir. Bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve beş yıllık kalkınma planları (BYKP) hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu kapsamda, 1963-67’de I.BYKP, 1968-72’de II.BYKP ve 1973-77’de III.BYKP hayata geçirilmiştir. Bu planlar ve gerçekleşmeler kıyaslandığında, genel olarak bir uyumdan bahsedilebilmekle beraber, önemli sorunların giderilemediği ve bunların maliyetlerinin topluma yansıdığı görülmektedir. (Kuyucuklu, 1996, 199)

 

Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir (Kazgan, 2008, 2):

·       1968: Dolar’ın altın değerinin, 1 ons eşit 35 Dolar’da kalmayacağı anlaşılınca Dolar aleyhine spekülasyon giderek şiddetlenmiştir.

·       1974: 1.Petrol Krizi’nin patlamasıyla dış ticaret hadleri şiddetle aleyhe dönmüş; Alman Markı ve İsviçre Frankı, Dolar’a karşı hızla değer kazanmıştır.

·       1978: “Petro-Dolar’ları dolaşıma döndürme” politikasının sebep olduğu aşırı kısa vadeli borçlanma, Türkiye ile birlikte Arjantin, Zaire, Peru gibi bazı GOÜ’leri krize sürüklemiş; uluslararası bankalar GOÜ’lere kredileri kısmış ve faizleri yükseltmiştir.

·       1979–1980: Petrol fiyatları yükselmiş, ABD’de para arzının kısılması dünya reel faiz hadlerini artırmış, tarım fiyatları düşmüştür.

 

 

            Dünyada meydana gelen krizlerden doğrudan veya dolaylı biçimde etkilenerek 1960-80 döneminde Türkiye’de ortaya çıkan ekonomik krizler şöyledir:

·       1974 Birinci Petrol Krizi:

1974’te petrol fiyatlarının 4 kat kadar artması, petrole bağımlı bir ülke olarak Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Batı ülkelerinin üstü örtülü ekonomik ambargosu başlamıştır. Petrol fiyatlarındaki artış, ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da yükseltmiştir. Öte yandan, dünyada petrol tasarrufuna gidilirken Türkiye’de petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiş ve bu da tüketimi artırmıştır. Büyük bir dış ticaret açığı meydana gelmiş; 769 milyon Dolar olan açık, 2,3 milyar Dolar’a kadar yükselmiştir. Yıl sonu itibariyle 303 milyon Dolar’la rekor bir bütçe açığı oluşmuştur. Turizm ve işçi gelirleri düşmüş, istihdam sorunu büyümüştür. (ATO, 2008, 1)

 

·       1978 Krizi:

Büyük meblağlarda düşük faizli kredi teminine gidilmiş ve bunlar uygun olmayan şekillerde kullanılmış, önemli bir kısmı israf edilmiştir. Borçlar bir yandan tüketimi ve ithalâtı artırırken, diğer yandan da sabit yatırımları ve buna bağlı ithalât kalemlerini artırmıştır. Yurt dışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalâtı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılanmıştır. 1970 yılında 1,8 milyar Dolar olan borç, 1977 yılında 10 milyar Dolar’a yükselmiştir. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı %52’ye ulaşmıştır. (ATO, 2008, 1)

 

·       1979-1980 İkinci Petrol Krizi:

OPEC üyeleri, petrol fiyatını 1979’da ve 1980’de ikinci kez %150 oranında artırmış, bu şok Türkiye’de yoğun bir ekonomik krizin yaşandığı devreye isabet etmiştir. İşsizlik oranı %20’lere yaklaşmış, enflasyon %63,9’a yükselmiştir. Pek çok temel tüketim maddesinin karaborsası oluşmuş; benzin, tüp, ampul gibi maddelerde kıtlık başlamıştır. Enflasyonun kontrol altına alınması, dış kaynak açığının kapatılması ve ekonomiye tekrar işlerlik kazandırılması amacıyla “24 Ocak Kararları” yürürlüğe konulmuştur. Bu kararlar ile TL %48,6 oranında devalüe edilmiştir. (ATO, 2008, 2)

 

            1977 yılı ortaları itibariyle yüksek enflasyon oluşması, transferlerin tıkanması, enerjide meydana gelen kıtlıklar, düşük kapasite kullanımı, dış borç bulmadaki sıkıntılar ve borç yükünün artması, dış ticaret açığının artması, işçi dövizlerindeki düşüş ve yatırımlardaki azalma, ülke ekonomisinde meydana gelen başlıca olumsuzluklardır. Bunların giderilmesi ve ekonominin rehabilite edilmesi için bazı köklü değişikliklere gidilmesi gerekmiştir. Çünkü 1980’e gelindiğinde geçerli politikalarla krizin atlatılmasının imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Böylece 24 Ocak 1980 Kararları doğmuş ve ekonomide yeni bir dönem başlamıştır. Aslında bu kararlar, zaten uygulanmakta olan bazı politikaları içeriyor olmasına rağmen önemli değişiklikleri de barındırmaktadır. Bu kapsamda temel hedef, 1960’lar itibariyle başlayan ithal ikameci stratejiden dışa açık ekonomiye geçişi sağlamaktır. (Başkaya, 1986, 183-188)

 

 

1.5. 1980-2006 DÖNEMİ

            Türkiye ekonomisinde, başta 1970’lerdeki iki petrol fiyatı şoku olmak üzere uygulanan tutarsız para ve maliye politikalarının etkisiyle ciddi bir ödemeler dengesi krizi oluşmuş, üretimde gerilemeler meydana gelmiş ve hızlı bir enflasyon süreci yaşanmıştır. Dönemin Hükûmeti, 24 Ocak 1980’de aldığı kararlar ile kısa sürede enflasyonu düşürmeyi ve ekonomiyi dereceli olarak liberalize etmeyi hedeflemiştir. (Kibritçioğlu, 2001, 177)

 

            24 Ocak Kararları ile başlatılan yeni strateji; politikalar, kurumlar ve kanunî düzenlemeler olmak üzere üç sacayağı üzerinde temellendirilebilir (Başkaya, 1986, 183-202):

·       Yeni strateji kapsamındaki politikalar ana başlıklar itibariyle; ihracatın artırılması, fiyat sisteminin değiştirilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest bırakılmasıdır.

·       Alınan kararların etkinliğini sağlamak amacıyla, bu stratejiyi destekleyecek ve uygulayacak bazı kurumlar da oluşturulmuştur. Bunlar; Yabancı Sermaye Dairesi, Teşvik ve Uygulama Dairesi, Koordinasyon Kurulu ve Para ve Kredi Kurulu’dur.

·       24 Ocak Kararları, bazı kanunî düzenlemelerle desteklenmiştir. Bunlardan biri vergilerdir. Vergilemede daha kapsayıcı ve gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmiştir. Diğeri, daha evvel devlete devredilen bazı madenlerin özel kesime iadesidir. Diğer bir düzenleme de sigara tekelinin kaldırılmasıdır. Başka bir düzenleme ise serbest bölgelere ilişkindir. Amaç, serbest bölgelerin kurulması yoluyla yabancı sermaye girişinin ve ülkenin dış ticaret hacminin artırılmasıdır.

 

            1980 sonrası dönemde, dünyada da birçok kriz yaşanmıştır. Meydana gelen olumsuzluklar şöyledir (Kazgan, 2008, 2-3):

·       1982: yüksek meblağlarda borçlu Latin Amerika ülkelerinin borç ödeyemez duruma düşmesiyle dünyada “büyük borç krizi” patlak vermiş, reel faiz hadleri yükselmiştir.

·       1987: Kasım ayında New York borsası çökmüş; yaygın banka iflaslarıyla ABD ekonomisi uzun süreli (1987-1991) durgunluğa girmiş; Dolar, Alman Markı ve Yen gibi güçlü paralar karşısında değer kaybetmiştir.

·       1990: Tokyo borsası çökmüş, Japonya’da finansal kırılganlık ortaya çıkmış ve uzun süreli durgunluk / deflasyon süreci başlamıştır.

·       1990–1991: Irak’a ambargo uygulanmış, bunu takiben körfez savaşı sürecinde bölgeden turist ve sermaye kaçışı yaşanmış, petrol fiyatları yükselmiş, bölgeye verilen kredilerin faizlerinde artışlar meydana gelmiştir.

·       1992–1993: Avrupa paraları aleyhine spekülasyon sonucu Türkiye’ye rakip ülkeler paraları devalüe edilmiş; ABD’ye sermaye kaçışı yaşanmış; ABD’de hızlı, AB’de yavaş büyüme meydana gelmiş ve Dolar değerlenmiştir.

·       1994: Meksika’yı takiben Brezilya ve Arjantin’de ekonomik kriz yaşanmış, bunların paraları devalüe edilmiştir. Bu ülkeler ile GOÜ pazarlarından sermaye kaçışı yaşanmıştır. Çin’in para birimi Yuan da devalüe edilmiştir.

·       1997–99: Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya ülkelerinde kriz yaşanmış, bunlardan ve GOÜ’lerden sermaye kaçışı meydana gelmiştir. Kriz, başta bölgeyi olmak üzere dünyayı tehdit eder boyuta varmış; petrol fiyatı düşmüş, ülke paralarında büyük çaplı devalüasyonlar meydana gelmiş, dünya pazarları daralmıştır.

·       1998: Asya krizi Rusya’ya sıçramış ve bu ülke moratoryum ilan etmiştir. Bölgeden sermaye kaçışı başlamış, kredi faizleri yükselmiş, Ruble devalüe edilmiş, Rusya pazarı daralmıştır.

·       2000: Dünya petrol fiyatları katlanarak artmış, Nasdaq’da çöküş başlamış, ABD’de durgunluk işaretleri belirmiş ve sermaye kaçışı başlamıştır.

·       2001: Arjantin’de ekonomik kriz meydana gelmiş ve bu olumsuzluk Latin Amerika’ya yayılmıştır. ABD’de 11 Eylül saldırılarıyla beraber savaş emareleri belirmiş ve Nasdaq’daki çöküş diğer hisselere de yayılmıştır. ABD’de büyük boyutlu şirketler iflas etmiş, geniş çapta yolsuzluklar meydana gelmiş ve ekonomik durgunluk yayılmıştır.

·       2002: ABD İngiltere ile birlikte Afganistan’ı işgal etmiş, özellikle bölge ekonomilerinde olmak üzere dünyada tedirginlikler oluşmuştur. Nasdaq başta olmak üzere, New York borsasında çöküş yaşanmış, şirket iflasları ve şirket yolsuzlukları meydana gelmiş; Avrupa’da dolaşıma giren Euro karşısında Dolar değer kaybetmiş, ABD’den sermaye çıkışı yaşanmıştır. Arjantin’de ekonomik çöküş yaşanmış, bu durum başta Uruguay olmak üzere diğer bölge ülkelerine sıçramıştır.

·       2003: ABD ve İngiltere; İtalya, Japonya gibi bazı ülkelerin de desteğini alarak Irak’ı işgal etmiş, bunun tüm dünyaya olumsuz etkisi olmuştur. ABD’de muhasebe ve teknoloji firmalarında iflaslar yaşanmıştır.

·       2006: Petrol fiyatlarında yükseliş trendine girilmiş, petrolün varil fiyatı 100 Dolar’ı geçmiştir. ABD’de mortgage sisteminde tıkanıklıklar meydana gelmiş ve ilgili sektörlerde durgunluklar yaşanmış, bunun finansal piyasalara olumsuz etkileri olmuştur.

 

            Türkiye’de 1980 sonrasında 24 Ocak Kararları ile bağlantılı olarak ekonomide meydana gelen hızlı dışa açılma süreci kapsamında; 1981 Mayıs’ında bir taraftan esnek döviz kuru sistemine geçilirken, öte taraftan 1980-1982 döneminde alınan birtakım kararlarla iç finansal liberalizasyona geçilmiştir. Fakat bu süreç, hukukî alt yapıdaki eksiklikler sebebiyle ortaya çıkan “bankerler krizi” ile önemli ölçüde zedelenmiştir. Özellikle Haziran 1984 ve Ağustos 1989’da alınan iktisat politikası kararları ile Türkiye’de vatandaşların döviz tevdiat hesabı (DTH) açtırabilmelerine imkân sağlamak dahil, bazı köklü dış finansal serbestleşme tedbirleri yürürlüğe girmiştir. 1989 yılı sonrasında kamu kesiminde oluşan büyük açıklar, yüksek yurt içi faiz oranları, kısa vadeli sermaye girişlerindeki hızlanmalar ve döviz kurlarındaki düşük oranlı artışlar, ekonomiyi daha fazla “sıcak para” bağımlısı haline getirmiştir. Kamu kesiminde Aralık 1993-Nisan 1994 döneminde iç borcun sürdürülemezliği açıkça belirmesine rağmen, benzer politikalara devam edilmiştir. Neticede ekonomi, Kasım-Aralık 2000 ve Şubat-Mart 2001 dönemlerinde şiddetli bankacılık ve döviz kuru krizleri ile tıkanıklığa sürüklenmiştir. (Kibritçioğlu, 2001, 177-178)

 

            Türkiye, 1990’lı yıllarda sermaye hareketleriyle birlikte mal-hizmet pazarlarını da tam manasıyla serbestleştirmiştir. Bu gelişme Latin Amerika ülkelerinin politikalarıyla benzerlik göstermektedir. Türkiye, 1990’dan 1997’ye kadar biri 1991 diğeri 1994’te olmak üzere iki kriz atlatmak pahasına da olsa ekonomisini büyütmüştür; ancak bunun karşılığında artan iç ve dış borçlar, finansal kırılganlığı artırmıştır. Nitekim 1998’de yeniden girilen kriz ortamında, 2000 yılında IMF’nin hatalı politikalarının ilavesiyle borç toplamı GSMH’yi (2001) aşmıştır. Bu tarih itibariyle borçlar artarken, GSMH de 1990’lı yılların başındaki seviyeye gerilemiştir. (Kazgan, 2008, 7)

 

            1980-2006 döneminde Türkiye’de meydana gelen krizler ve bunların somut etkileri şöyledir:

·       1986 Krizi:

24 Ocak Kararları ile alınan tedbirler sonucunda 1978’de 2,3 milyar Dolar olan ihracat 1983’te 5,7 milyar Dolar’a yükselmiş, aynı yıl itibariyle dış ticaret açığı 3,6 milyar Dolar, bütçe açığı ise 2,5 milyar Dolar (önceki yıla göre %150 artış) olarak gerçekleşmiştir. 1986 yılında kamu harcamalarındaki artış dolayısıyla ekonomide dengesizlik yaşanmış ve TL devalüe edilmiştir. (ATO, 2008, 2)

 

·       1988-1989 Krizi:

Kamu açıklarındaki artış ve malî piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükselmiş, döviz rezervleri azalmıştır. Türkiye, 1989 yılı itibariyle dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri olmuştur. Dış borç stoku önemli bir meblağa erişmiş, kısa vadeli borçların toplam borçların içindeki payı %19’a ulaşmıştır. Ticarî bankaların döviz açığı büyümüş, stagflasyon sürecine girilmiştir. Yüksek meblağda dış ticaret açığı oluşmuştur. (ATO, 2008, 2)

 

·       1991 Finansal Krizi:

1991 krizini tetikleyen faktör, Körfez Krizi’dir. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar Dolar civarında olup, bunun 3 milyar Dolar’lık kısmı kısa vadelidir. Dış borç stoku 8 milyar Dolar’a yaklaşmış, bu borçların kısa vadeli kısmı 4 milyar Dolar’a ulaşmıştır. Cari işlemler açığı, tarihî bir sıçrama göstererek 2,6 milyar Dolar’a çıkmıştır. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken ihracatı caydırmış, ithalâtı cazip hâle getirmiştir. Bu arada 1991’de Körfez Krizi çıkınca Türkiye riskli bir ülke konumuna gelmiş, sermaye kaçışa geçerek 2,6 milyar Dolar civarında bir çıkış yaşanmış ve bu da ekonomide durgunluğa yol açmıştır. TÜFE %52,4 artarken TEFE (ÜFE) artışı %64’e ulaşmıştır. Büyüme hızı %0,3’e düşmüştür. (ATO, 2008, 2)

 

·       Mart 1994 Krizi:

Hazine, faizlerin düşürülmesi amacıyla piyasalar yerine Merkez Bankası’ndan borçlanmaya yönelmiştir. Fakat Merkez Bankası’nın piyasaya çıkardığı TL; döviz talebi oluşturmuş, döviz rezervleri hızla erimiştir. Böylece bankalar arası döviz piyasasında kurlar artmış ve Merkez Bankası TL’yi Dolar’a karşı %13,6 oranında devalüe etmek zorunda kalmış ve Dolar 17 bin TL olmuştur. Devalüasyon, serbest piyasa döviz fiyatlarını hızla artırmış; resmî kurlar 40 bin TL’ye yükselmişken serbest piyasa Dolar kuru 45 bin TL’ye çıkmıştır. Netice itibariyle 1994 krizi patlak vermiştir. Sorunu gidermek için 5 Nisan 1994’te tedbir paketi açıklanmıştır. Kriz sürecinde faizleri düşürmek isteyen Hükûmet, cumhuriyet tarihinde görülmemiş oranlarda borçlanmak durumunda kalmış, 3 ay vadeli hazine bonoları yıllık net %50 faizle satışa çıkarılmıştır. Gecelik (overnight) faiz, yıl içerisinde %64’ten %454’lere yükselmiştir. 1994 yılı sonunda enflasyon %150’lere çıkmış ekonomi %6,1 oranında küçülmüştür. 1993 yılında 173 milyar Dolar olan millî gelir, 1994 sonunda 132 milyar Dolar’a gerilemiştir. (Çelebi, 2001, 21)

 

            1994 krizinin temel özelliği, başlayan süreçlerin etkilerini daha sonra da sürdürmesidir. Bunlar şöyle sıralanabilir (Kazgan, 2008, 9):

·       Kredi veren yabancı bankalara “devlet garantisi” verilmesi ve ödenemeyen özel kredilerin devlet tarafından üstlenilmesi,

·       Tasarruf mevduatı sigorta fonu (TMSF) yoluyla devletin (belirgin sınırlamalarla da olsa) banka paniklerini önlemek için banka mevduatının garantörlüğünü yapması.

 

            Bu iki gelişme ile; 1990’lı yıllarda banka sayısı yükselmiş fakat buna paralel olarak meydana gelen krizlerde batanların sayısı da artmıştır. Ayrıca; banka kurucularının kimliklerinin yeterince incelenmemesi, bankaların öz sermaye yeterliğinin gözardı edilmesi, yaptıkları işlemlerin incelenmemesi veya ilgili raporların üst makamlarca dikkate alınmaması gibi diğer faktörler de banka iflaslarının sebepleri arasındadır.

 

·       1997-1998 Krizi:

1997 Temmuz’unda Tayland’ın para birimi Baht’ı devalüe ederek dalgalanmaya bırakmasıyla tetiklenen Güney Doğu Asya ülkelerinde yaşanan finansal kriz, kısa sürede dünyaya yayılmıştır. Güney Doğu Asya ülkelerinden Rusya’ya, oradan da Türkiye’ye ve Brezilya başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerine sıçrayan kriz, derin yaralara sebep olmuştur. Krizden belli oranda 1998 yılında etkilenen Türkiye’den önemli ölçüde yabancı yatırımcı kaçışı olmuş, bu kapsamda 6 hafta içinde 6 milyar Dolar’lık sermaye çıkışı yaşanmıştır. Döviz rezervleri 15 milyar Dolar civarında azalmış, borsa endeksi 5.321 puandan 3.697 puana gerilemiştir. (Çelebi, 2001, 22)

 

·       1998-1999 Krizi:

Bu kriz Türkiye’nin, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı döneme denk gelmiştir. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar Dolar’ı aşan sıcak para çıkışıdır. Malî kuruluşlar dışında bütün kesimler %5-6 daralmıştır. GSMH’de 1999’da %6,4 düşüş olmuş (bunun %1’lik kısmının Marmara Depremi’nden kaynaklandığı ortaya konulmaktadır.), TEFE (ÜFE) %63’e yükselmiş, reel faizler %37’ye ulaşmıştır. Dış borç stoku 103 milyar Dolar’a çıkmış, iç borç stokunun GSMH’ye oranı %32’ye erişmiştir. Yüksek faizli ve kısa vadeli borç birikimi, 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremeyeceği noktaya sürüklemiş, aralık 1999’da IMF ile stand-by anlaşması imzalanmıştır. (ATO, 2008, 2)

 

·       Kasım 2000 Krizi:

Bu krizde, döviz kurları aşırı oynamamakla beraber, ortalama gecelik bileşik faiz %19.000’lere tırmanmış, borsa endeksi 14.000 puandan 7.330 puana kadar gerilemiştir. Yabancı yatırımcılar finansal piyasalardan çekilmiştir. Döviz talebindeki artış, faizleri daha yükseklere çıkarmış, bu da bankacılık sisteminde önemli boyutlarda para kaybına sebep olmuştur. Döviz rezervleri 3 hafta içinde 7 milyar Dolar azalmıştır (Çelebi, 2001, 22). 1999 yılında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı, büyük çöküşün baş sorumlusu olarak görülmektedir. Türkiye, döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz bir yola girmiş, cari işlemler açığı giderek büyümüş ve yıl sonunda 9,8 milyar Dolar’a çıkmıştır. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28,9 milyar Dolar’a, toplam dış borç stoku 114,3 milyar Dolar’a yükselmiştir. Yabancı bankalar vadesi gelmeyen kredilerini geri çağırınca gecelik faizler aşırı biçimde yükselmiş ve 22 Kasım 2000’de Türkiye ekonomi tarihine “Kara Çarşamba” olarak geçen para krizi ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, 13 banka ve çok sayıda aracı kurum batmıştır. (ATO, 2008, 2)

 

·       Şubat 2001 Krizi:

1997 yılında başlayan Asya krizi, Türkiye’de kendisini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettirmekle beraber, etkilerini en derin boyutuyla 2001 yılında göstermiştir. 19 Şubat’ta patlak veren kriz, ekonomide ciddi tahribata yol açmıştır. 680.000 TL olan Dolar kuru, 1.300.000 TL’ye yükselmiştir. 28 milyar Dolar olan döviz rezervi Mayıs ayında 18 milyar Dolar seviyesine gerilemiştir. Vatandaşların 38 milyar Dolar olan DTH’ı kriz sonrasında 33 milyar Dolar’a inmiştir. Kriz öncesinde protesto edilen senetlerin aylık miktarı 40 trilyon TL iken, bu meblağ kriz sonrasında 90 trilyon TL’ye çıkmıştır. Kriz sürecinde çok sayıda işyeri kapanmış, işsizlerin sayısında belirgin bir artış meydana gelmiştir. (Çelebi, 2001, 23)

 

            2001 yılındaki krizi müteakiben, ekonomideki rehabilitasyon sürecine devam edilmektedir. Halihazırda Türkiye ekonomisi sorunlarını giderebilmiş değildir, fakat belli ölçüde de olsa toparlanma sürecine girmiştir. Ancak, dünyada meydana gelen muhtelif krizler ve bunlarla bağlantılı durgunluklar, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de krizden çıkış süresini uzatmaktadır.

 

 

2. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN VERİLER İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZİ

            Bu kısımda, Türkiye ekonomisinin sektörler itibariyle analizi gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda, öncelikle nüfus gelişmelerine yer verilmekte ve reel kesim (büyüme, istihdam, tarım, sanayi, hizmet), para-sermaye piyasası, kamu maliyesi (bütçe gelişmeleri, borçlar) ve dış ticaret verileri incelemeye tâbi tutulmaktadır.

 

 

2.1. NÜFUS

Türkiye’nin 1927-2006 dönemi nüfus bilgileri Tablo 1’de yer almaktadır.

 

Tablo 1: Nüfus (000 kişi)

YIL

NÜFUS

1927

13.648

1930 *

14.440

1935

16.158

1940

17.821

1945

18.790

1950

20.947

1955

24.065

1960

27.755

1965

31.391

1970

35.605

1975

40.348

1980

44.737

1985

50.664

1990

56.473

1995 *

61.532

2000

67.804

2007

70.586

2010 (Tahmin)

76.505

* Yıl ortası tahmini

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1927 yılında 13.648.000 olan Türkiye nüfusu, 1950’de 20.947.000’e, 1960’ta 27.755.000’e, 1980’de 44.737.000’e yükselmiştir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2007 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’de 70.586.256 kişi yaşamaktadır. Türkiye nüfusunun, 2010 yılında 76.505.000 kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir (Bkz. Tablo 1).

 

Tablo 2: Şehir ve Köy Nüfusu (000 kişi)

YIL

ŞEHİR

KÖY

1927

3.306

10.342

1935

3.803

12.355

1940

4.346

13.475

1945

4.687

14.103

1950

5.244

15.703

1955

6.928

17.137

1960

8.860

18.895

1965

10.806

20.585

1970

13.691

21.914

1975

16.869

23.479

1980

19.645

25.092

1985

26.866

23.799

1990

33.326

23.147

2000

44.006

23.798

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1927 yılındaki şehir ve köy nüfusları; sırasıyla 3.306.000 ve 10.342.000 kişi iken, 2000 yılı itibariyle 44.006.000 ve 23.798.000 kişiden oluşmaktadır. Görüldüğü üzere, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye, ağırlıklı olarak köylerde yaşamaktadır. Bu durum, 1985 yılında tersine dönmüş ve sırasıyla şehir ve köy nüfusları 26.866.000 ve 23.799.000 kişi olarak tespit edilmiştir. Bu tarihler itibariyle şehir nüfusu köy nüfusunun üstünde seyretmiştir (Bkz. Tablo 2). Söz konusu gelişmeler, ekonomik sektörlere ilişkin değişimler hakkında da önemli ipuçları sunmaktadır. Şöyle ki, Türkiye ekonomisinin; Cumhuriyetin kuruluş yıllarında tarım ağırlıklı bir yapısı varken, zaman içinde sanayi ve hizmet sektörlerine doğru bir kayma süreci yaşamış olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

 

2.2. REEL KESİM

            Reel kesim kapsamında; büyüme, istihdam ve iktisadî sektörler (alt faaliyet kolları itibariyle tarım, sanayi, hizmet) ile ilgili bilgilere yer verilmekte ve analizlerde bulunulmaktadır.

 

 

2.2.1. BÜYÜME

Büyümeye ilişkin veriler Tablo 3 ve 4’te yer almaktadır.

 

Tablo 3: GSMH ve Sektörlerin GSMH’deki Payı (Milyon TL)

YIL

GSMH

(Cari fiyatlarla)

GSMH*

TARIM*

SANAYİ*

HİZMET*

1923

953

2.929

43,1

10,6

46,3

1925

1.526

3.793

44,7

8,9

46,4

1930

1.581

5.394

46,8

10,0

43,2

1935

1.310

6.234

38,8

15,7

45,4

1940

2.403

8.678

44,8

14,6

40,6

1945

5.470

5.960

39,0

15,6

45,4

1950

9.694

38.506

40,9

13,1

45,9

1955

19.117

56.642

37,5

14,7

47,8

1960

46.664

70.869

37,5

15,7

46,8

1965

76.726

90.368

30,9

19,4

49,8

1970

207.815

34.468.624

30,7

17,5

51,7

1975

690.901

46.275.414

24,5

20,6

55,0

1980

5.303.010

50.869.915

24,2

20,5

55,4

1985

35.350.318

63.989.099

19,4

23,6

57,0

1990

397.177.547

84.591.717

16,3

25,9

57,9

1995

7.854.887.167

99.028.241

14,4

27,7

57,9

2000

125.596.128.755

119.144.472

13,1

27,8

59,0

2006

575.783.962.136

154.342.719

11,1

29,3

59,6

* Sabit fiyatlarla (1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla; 1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla; 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla hesaplanmıştır.)

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Hem cari hem de sabit fiyatlarla 1923-2006 dönemi GSMH’si, bazı istisnalarla beraber, artış eğilimi sergilemiştir. Cari fiyatlarla 1923’te 953 milyon TL olan GSMH; 1950’de 9.694 milyon TL’ye, 1960’ta 46.664 milyon TL’ye, 1980’de 5.303.010 milyon TL’ye, 2006 yılında ise 576 katrilyon TL’ye (576 milyar YTL) erişmiştir. Sabit fiyatlar bazında 1923’te 2.929 milyon TL olan GSMH; 1950’de 38.506 milyon TL’ye, 1960’ta 70.869 milyon TL’ye, 1980’de 50.869.915 milyon TL’ye, 2006 yılında ise 154 trilyon TL (154 milyon YTL) civarına yükselmiştir (Bkz. Tablo 3).

 

            Sektörlerin GSMH içindeki paylarında da değişmeler meydana gelmiştir. 1923 yılında sırasıyla %43,1; %10,6; %46,3 olan tarım, sanayi ve hizmet sektörleri payları zaman içinde son iki sektörün lehine değişmelere uğramıştır. 2006 yılı oranları ise sırasıyla şöyledir: %11,1; %29,3; %59,6 (Bkz. Tablo 3). Fakat belirtmek gerekir ki bu gelişim, uluslararası standartlara uygun bir nitelik arz etmemiştir. Çünkü genel sektörel gelişme modeline göre, bir ülkede ekonomik gelişme tarım-sanayi-hizmet sıralaması dahilinde takip edilirken, Türkiye’de bu şekilde olmamıştır. Fakat daha çok GOÜ’ler için geçerli olan alternatif gelişme modeline uygun bir hareket meydana gelmiştir. Nitekim, gerek gelir ve gerekse iş gücü açısından tarımdaki pay kaybı hem sanayiye hem de hizmetlere doğru ikili bir değişim göstermiştir.

 

            Hollis Chenery ve Moises Syrquin’in Hazel Elkington’un yardımıyla 1950-1970 dönemine ait hazırlamış oldukları Gelişme Modelleri/Kalıpları (Patterns of Development) isimli çalışmada, ülkelerin kişi başına gelir meblağları karşılığında, ekonomik sektörlerinin GSMH içindeki paylarının hangi değerleri alması gerektiği ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, on milyonun üstünde nüfusa sahip ve kişi başına geliri 1.000 Dolar’ın üzerinde olan grup, Türkiye’nin de dahil olduğu ülkeleri ifade etmektedir. Söz konusu veriler dahilinde bir ülkenin sağlıklı bir ekonomik gelişmeye sahip olabilmesi için tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin GSMH içindeki payları, sırasıyla %12,7 %48,8 ve %38,6 olmalıdır (Kum, 2008, 3). Fakat, Türkiye’nin sabit fiyatlarla 1923-2006 dönemi sektörel payları bu oranlarla paralellik arz etmemiştir. Buna karşılık, tek tek ele alındığında, tarım payının 2003 yılında realize edildiği; sanayi payına henüz erişilemediği; hizmet sektörü payına ise Cumhuriyet devrinden önce zaten ulaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Ancak, eğer bu oranlar uluslararası standartlar olarak kabul edilecekse, Türkiye’nin henüz bunlara uygunluk sağlayamadığı ifade edilebilir.

 

Tablo 4: Kişi Başına GSMH Verileri

YIL

Sabit üretici fiyatlarıyla

kişi başına GSMH (TL)

Cari üretici fiyatlarıyla

kişi başına GSMH (TL)

Cari üretici fiyatlarıyla

kişi başına GSMH (Dolar)

1923

233

76

45

1925

290

116

70

1930

371

109

55

1935

386

81

49

1940

487

135

104

1945

317

291

224

1950

1.850

466

166

1955

2.374

801

286

1960

2.576

1.696

359

1965

2.901

2.463

271

1970

975.868

5.884

539

1975

1.154.634

17.239

1.184

1980

1.144.739

119.335

1.539

1985

1.271.997

702.706

1.330

1990

1.505.110

7.066.839

2.682

1995

1.606.454

127.423.385

2.759

2000

1.766.124

1.861.759.072

2.965

2006

2.100.000

7.890.000.000

5.477

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Sabit üretici fiyatlarıyla 1923 yılında 233 TL olan kişi başına düşen millî gelir, 2006’da 2.100.000 TL’ye (2,1 YTL) yükselmiştir. Cari üretici fiyatlarıyla, aynı tarihler itibariyle bu meblağlar 76 TL’den 7.890.000.000 TL’ye (7.890 YTL) yükselmiştir. Cari üretici fiyatlarıyla kişi başına millî gelirde, Dolar bazında bazı dönemlerde dalgalanmalar olmakla beraber, artışlar meydana gelmiştir. 1923’te 45 Dolar olan kişi başına millî gelir, 1950’de 166 Dolar’a; 1960’ta 359 Dolar’a; 1980’de 1.539 Dolar’a ve 2006’da 5.477 Dolar’a yükselmiştir (Bkz. Tablo 4).

 

 

2.2.2. İSTİHDAM

            Türkiye’de 1923-2006 dönemi sektörel istihdam bileşiminde önemli değişiklikler meydana gelmiştir.

 

Tablo 5: Sektörel İstihdam Gelişmeleri (15 ve üstü yaş) (000 kişi)

YIL

TOPLAM

TARIM*

SANAYİ**

HİZMET***

1923

5.031

4.525

177

329

1925

5.280

4.712

191

377

1930

5.975

5.229

248

498

1935

6.638

5.835

311

492

1940

7.259

6.243

477

539

1945

7.681

6.559

563

559

1950

8.790

7.408

566

816

1955

10.482

8.093

785

1.604

1960

11.945

8.342

938

2.665

1965

12.761

8.352

1.177

3.232

1970

13.768

8.243

1.515

4.010

1975

15.169

8.398

2.009

4.762

1980

16.523

8.360

2.300

5.863

1985

17.547

8.246

2.620

6.681

1990

18.539

8.691

2.845

7.003

1995

20.586

9.080

3.295

8.211

2000

21.580

7.769

3.810

10.001

2006

22.330

6.088

4.407

11.835

* Ziraat, avcılık, ormancılık ve balıkçılık;

** Madencilik ve taş ocakçılığı, imalât sanayii, elektrik-gaz ve su sektörü;

*** İnşaat ve bayındırlık, ulaştırma-haberleşme ve depolama, malî kurumlar, sigorta, gayrimenkul hizmetleri ve işletme hizmetleri, sosyal ve şahsî hizmetler.

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1923 yılında 5.031 bin olan çalışan sayısı, 1950’de 8.790 bine; 1960’ta 11.945 bine; 1980’de 16.523 bine ve 2006’da 22.330 bine yükselmiştir. Her zaman genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri de istihdam olagelmiştir.

 

            İstihdamın sektörel dağılımına bakıldığında ortaya çıkan tablo şöyledir: 1923 yılında tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam edilen kişi sayısı; sırasıyla 4.525 bin, 177 bin ve 329 bin iken, bu sayılar 2006 yılı itibariyle 6.088 bin, 4.407 bin ve 11.835 bin kişidir. Söz konusu sayıların nispî olarak ifadesi 1923 yılı için sırasıyla %90, %3 ve %7 iken; 2006 yılında %27, %20 ve %53’tür (Bkz. Tablo 5).

 

            Nüfus artışı yanında şehirleşme ile paralel olarak, zaman içerisinde iş gücünün ağırlıklı kısmının tarımdan diğer sektörlere kaydığı ortaya çıkmaktadır. Genel olarak incelendiğinde, tarımın aktif nüfus içindeki ağırlığı belirgin bir biçimde fark edilmektedir. Böyle olmasının en temel sebebi, sektördeki gizli işsizliktir. Sanayi ve hizmet sektörlerinin aktif nüfustaki payları da dikkat çekici biçimde artış göstermiştir. Fakat asıl artış hizmetlerdedir. Türkiye; sahip olduğu bilgi birikimi, tabiî faktörler ve benzeri mukayeseli üstünlükler sayesinde iş gücünün önemli bir kısmını hizmetler sektöründe barındırmaktadır.

 

 

2.2.3. TARIM

            Burada, ziraî işletme sayısı ve arazi miktarı yanında seçilmiş ziraî araç ve gereç sayısı ile ilgili zaman içindeki değişimlere yer verilmektedir.

 

Tablo 6: Ziraî İşletme Sayısı ve Arazi Miktarı (000 adet, 000 dekar)

 

1963

1970

1980

1991

2001

İŞLETME

BOYUTU

İşletme

Sayısı

Toplam

Arazi

İşletme

Sayısı

Toplam

Arazi

İşletme

Sayısı

Toplam

Arazi

İşletme

Sayısı

Toplam

Arazi

İşletme

Sayısı

Toplam

Arazi

Arazisiz

309

-

318

-

821

-

102

-

55

-

5 dekar altı

399

1.144

351

1.752

310

552

252

667

178

482

5-9

375

3.173

405

4.049

265

1.766

381

2.511

290

1.952

10-19

495

7.448

594

11.878

527

7.096

752

10.042

540

7.378

20-49

863

29.029

878

28.721

1.147

36.142

1.275

38.669

951

29.532

50-99

562

39.953

478

35.878

738

48.392

713

46.751

560

38.127

100-199

292

39.731

239

35.872

422

54.245

383

49.217

327

43.884

200-499

100

28.421

96

33.439

194

52.002

174

46.487

154

42.075

500-999

11

7.552

15

11.392

26

16.762

24

14.982

17

11.219

1000-2499

2,85

3.699

1,35

2.036

2,50

4.604

10

13.857

4

5.477

2500-4999

0,98

3.137

0,54

1.845

0,37

1.215

1,93

6.538

0,22

696

5000 +

0,49

4.056

0,38

3.788

0,16

4.780

0,44

4.789

0,057

3.526

TOPLAM

3.410

171.428

3.377

170.650

3.651

227.640

4.068

234.511

3.077

184.348

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1963-2001 dönemi ziraî işletme sayısı ve arazi miktarına ilişkin bilgilerin verildiği Tablo 6’da da görüldüğü üzere tarım sektörü, Türkiye ekonomisindeki ağırlıklı yerine rağmen çok sağlıklı bir yapıya sahip değildir. En başta, parçalanmış bir işletme yapısı mevcuttur ve bu işletmelerin elindeki toprak miktarlarında da farklı bir dağılım söz konusudur.

 

            Toplam işletme sayısı 1963’te 3.410 bin iken bu sayı 2001’de 3.077 bine düşmüştür. Buna karşılık, işletmelerin ellerinde tuttuğu arazi miktarında artışlar yaşanmıştır. 1963-2001 dönemi boyunca işletmelerin ellerinde tuttukları arazi miktarında artış ve azalış meydana gelmiş olmakla beraber, dönem başı ve sonu itibariyle toplam arazi miktarı 171.428 bin dekar’dan 184.348 dekar’a yükselmiştir. Dönem içi değişmelerin hesaplama yöntemlerindeki farklılıktan kaynaklandığı anlaşılmaktadır (Bkz. Tablo 6). Dönem başı ve sonu itibariyle arazi miktarı artmış olmakla beraber, işletme sayısının azalması, işletmelerde birleşmeler meydana geldiğini (satın alma, devir, miras yoluyla) göstermektedir. Aynı zamanda ekilebilir alanların miktarının arttığı da ortaya çıkmaktadır. Bu değişmelerin, ziraî yapı açısından olumlu olduğu ifade edilebilir.

 

            Öte yandan, arazisiz işletmelerin sayılarında dönem içinde dalgalanmalar meydana gelmekle beraber, 1963 ve 2001 yılları itibariyle önemli ölçüde düşüşler olmuştur. Bu yıllara ilişkin sayılar, sırasıyla 309 ve 55’tir (Bkz. Tablo 6). Bu durumdan, arazisiz işletmelerin arazi satın alma yoluna gittikleri gibi bir değerlendirme yapmak mümkün olmakla beraber, ağırlıklı olarak hayvancılıkla iştigal eden bu işletmelerin, Türkiye’de son 25-30 yıldır yaşanan güvenlik sorunları ve ekonomik krizler dolayısıyla faaliyetlerini sonlandırdıkları şeklinde bir yorum yapmak da daha gerçekçi olabilir.

 

Tablo 7: Seçilmiş Ziraî Araç ve Gereç (adet)

YIL

KARA SABAN

TRAKTÖR

BİÇER DÖVER

1952

1.981.550

31.415

3.222

1955

2.123.750

40.282

5.618

1960

1.991.259

42.136

5.554

1965

2.031.400

54.668

6.540

1970

1.994.722

105.865

8.568

1975

1.381.142

243.066

11.245

1980

953.292

436.369

13.667

1985

706.324

583.974

13.615

1990

500.834

692.454

11.741

1995

316.717

776.863

12.706

2000

152.744

941.835

12.578

2006

91.213

1.037.383

12.359

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Kara saban, traktör, biçer döver gibi seçilmiş ziraî araç-gereç sayıları, 1952-2006 dönemi boyunca olumlu bir gelişim sergiliyor gibi görünmektedir. Çünkü kara sabanın sayısında önemli ölçüde düşüş meydana gelmişken, traktör ve biçer döver sayılarında belirgin artışlar olmuştur (Bkz. Tablo 7). Demek ki sektörde teknolojiden faydalanılmaktadır. Fakat makineleşmeye paralel olarak ziraatla iştigal eden nüfusun sanayi ve hizmet sektörlerine transferi gerekirken, bu hareket yeterli seviyede gerçekleşmemiştir.

 

            Makineleşme açısından tarım sektörünün asıl sorunu, söz konusu araç-gerecin ihtiyaçtan fazla sahipliğidir. Mesela 1963 yılı kara saban, traktör ve biçer döver sayıları 1.963.632, 50.844 ve 5.931 iken; bu sayılar 2001 yılında sırasıyla 146.768, 948.416 ve 12.053’tür. Kara sabandaki düşüş olumludur fakat traktör ve biçer döver sayısındaki artış düşündürücüdür. Nitekim, genel bir yaklaşım çerçevesinde; 1963 yılında traktör başına 3.372, biçer döver başına 28.904 dekar alan düşerken; bu miktarlar 2001 yılında 194 ve 15.294 dekar’a düşmüştür. Bu süre içerisinde, verimlilik ve ürün çeşidi artmış olmasına rağmen Türkiye, ziraî mamul imalâtında (Bkz. Tablo 3) ve ihracatında (Bkz. Tablo 32) önemli gelişmeler kaydedemediğine göre demek ki tarım sektöründe makineleşme açısından ciddi bir israf ve buna bağlı olarak etkinsizlik söz konusudur.

 

 

2.2.4. SANAYİ

            Sanayiye ilişkin değerlendirmeler madencilik, enerji ve imalât sanayii olmak üzere üç alt sektör dahilinde yapılmaktadır. Takip eden konularda, farklı verilerden hareketle bu alt dallara ilişkin analizler gerçekleştirilmektedir.

 

 

2.2.4.1. Madencilik

            Türkiye, belli madenlerde önemli bir potansiyele sahiptir. Seçilmiş madenlere ilişkin imalât verileri Tablo 8’de yer almaktadır.

 

Tablo 8: Seçilmiş Madenler Üretimi (ton)

YIL

TAŞKÖMÜRÜ

LİNYİT

HAM PETROL

DEMİR

KROM

1923

604.420

253

-

-

-

1925

769.686

4.610

-

-

7.506

1930

1.137.852

9.389

-

-

28.195

1935

1.713.119

73.355

-

-

150.472

1940

3.019.458

229.247

-

131.861

169.823

1945

3.719.708

725.317

-

125.708

148.069

1950

4.360.598

1.214.452

-

233.591

422.529

1955

5.507.003

2.416.453

178.596

873.977

649.143

1960

6.317.703

3.866.653

375.172

797.187

591.205

1965

7.018.637

6.349.695

1.532.643

1.545.336

584.659

1970

7.608.284

8.772.992

3.541.853

2.949.180

772.820

1975

8.360.747

11.856.387

3.095.486

2.359.210

952.006

1980

6.598.755

16.997.916

2.370.364

2.578.948

550.719

1985

7.260.013

39.437.271

2.109.387

3.994.534

876.807

1990

5.628.747

46.892.206

3.753.610

4.924.874

1.204.691

1995

3.377.334

56.031.099

3.515.689

4.931.176

2.080.043

2001

3.369.727

58.172.982

2.551.647

4.434.621

454.549

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Taş kömürü, linyit, ham petrol, demir ve krom gibi seçilmiş madenlerin üretim bilgilerinin yer aldığı Tablo 8’de, 1923-2001 döneminde toplamda en fazla payın linyite ait olduğu görülmektedir. Toplam imalâttaki ağırlığı açısından ikinci sırada yer alan maden, taş kömürüdür ve bunu ham petrol takip etmektedir.

 

            1923-2001 döneminde üretim açısından en istikrarlı madenler linyit ve demirdir. Linyit’in imalât miktarı 1923’te 253 ton iken, 2001’de 58.172.982 tona yükselmiştir. Demirin 1940 yılındaki imalât miktarı da 131.861 ton iken, 2001 yılı miktarı 4.434.621 tona çıkmıştır. Taş kömürü, ham petrol ve kromda ise dönemler itibariyle dalgalanmalar meydana gelmiştir. (Bkz. Tablo 8).

 

 

2.2.4.2. Enerji

Türkiye’nin elektrik üretim ve tüketim verileri Tablo 9-10’da yer almaktadır.

 

Tablo 9: Elektrik Santrallerinde Kurulu Güç, Üretim ve Tüketim

YIL

Kurulu Güç

[103 kWh]

Brüt Üretim

[106 kWh]

Tüketim

[106 kWh]

Kişi Başına Tüketim

(kWh)

1923

32,8

44,5

41,3

3

1925

33,4

45,3

41,9

3

1930

78,0

106,3

96,7

7

1935

126,2

212,9

199,6

12

1940

217,0

396,9

359,3

20

1945

245,9

527,8

459,0

25

1950

407,8

789,5

678,8

33

1955

611,6

1.579,8

1.347,3

57

1960

1.272,4

2.815,1

2.395,7

87

1965

1.490,5

4.952,7

4.236,8

136

1970

2.234,9

8.623,0

7.307,8

207

1975

4.186,6

15.622,8

13.491,7

334

1980

5.118,7

23.275,4

20.398,2

456

1985

9.121,6

34.218,9

29.708,6

586

1990

16.317,6

57.543,0

46.820,0

829

1995

20.954,3

86.247,4

67.393,9

1.112

2000

27.264,1

124.921,6

98.295,7

1.449

2006

40.501,8

176.299,8

143.070,5

1.961

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         TEİAŞ, Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, http://www.teias.gov.tr

 

            Türkiye, 1923-2006 döneminde elektrik santrallerindeki kurulu gücünü sürekli artırmıştır. 1923’te 32,8 103 kWh olan kurulu güç, 2006’da 40.501,8 103 kWh’ye yükselmiştir. Türkiye, su zengini bir ülke olmamakla beraber, sahip olduğu su kaynakları üzerinde hidroelektrik santralleri kurarak, ayrıca termik santraller inşa ederek elektrik enerjisini fazlasıyla üreten bir ülke olagelmiştir. Nitekim brüt üretim miktarları, tüketimin daima üstünde olmuştur. Kişi başına tüketim de artan bir seyir izlemiştir. 1923’te 3 kWh olan kişi başına elektrik tüketimi, 2006’da 1.961 kWh’ye yükselmiştir (Bkz. Tablo 9).

 

Tablo 10: Elektrik Enerjisi Tüketim Verileri (%)

YIL

TOPLAM

[106 kWh]

Ev ve

Ticarethane

Resmî

Daire

Sokak

Aydınlatması

Sanayi ve

diğer

1945

442,7

12,0

2,9

2,5

82,6

1950

660,9

16,4

3,2

3,3

77,0

1955

1.327,4

18,8

2,8

3,6

74,8

1960

2.357,2

19,5

2,9

3,3

74,3

1965

4.236,8

19,4

3,9

2,7

74,0

1970

7.307,8

19,2

4,1

2,6

74,0

1975

13.491,7

20,7

4,2

1,9

73,2

1980

20.632,4

23,7

3,1

1,4

71,7

1985

29.708,6

21,2

3,0

1,4

74,4

1990

46.820,0

24,8

3,1

2,6

69,4

1995

67.393,9

27,7

4,5

4,6

63,2

2000

98.295,7

33,8

4,2

4,6

57,4

2006

143.070,0

38,2

4,2

2,8

54,8

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Elektrik enerjisi tüketiminin, alanlar itibariyle incelendiğinde, 1945-2006 döneminde ağırlıklı olarak sanayi sektörü olmak üzere ekonomik faaliyetlerde gerçekleştirildiği görülmektedir. Yıllar itibariyle her ne kadar sanayinin payı ev ve ticarethaneler lehine azalıyorsa da asıl pay yine ekonomik aktivitelere aittir. Bunun yanında resmî daire ve sokak aydınlatması için harcanan elektrik enerjisi oranı %1,5-4,5 arasında değişmektedir (Bkz. Tablo 10).

 

 

2.2.4.3. İmalât Sanayii

            İmalât sanayiinde iş yeri sayısı, katma değer, kapasite kullanım oranı ve üretim endeksi bilgileri de Tablo 11-12-13’te verilmektedir.

 

Tablo 11: İmalât Sanayii Verileri

 

İŞ YERİ SAYISI (adet)

KATMA DEĞER (cari fiyatlarla) (Milyon TL)

YIL

Toplam

Kamu

Özel

Toplam

Kamu

Özel

1950

2.618

103

2.515

730

428

302

1955

4.262

156

4.106

1.868

937

931

1960

5.503

219

5.284

5.930

3.505

2.425

1965

3.243

299

2.944

10.998

5.868

5.130

1970

4.820

254

4.566

28.542

15.490

13.052

1975

6.068

392

5.676

93.353

47.190

46.163

1980

8.707

408

8.299

819.906

332.368

487.538

1985

10.647

392

10.255

5.656.857

2.151.140

3.505.717

1990

8.871

410

8.461

76.776.204

24.012.363

52.763.841

1995

10.229

358

9.871

1.754.923.642

427.977.136

1.326.946.506

2001

11.311

258

11.053

41.014.210.216

9.158.765.215

31.855.445.001

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1950’de 2.618 olan iş yeri sayısı 1960’ta 5.503’e, 1980’de 8.707’ye, 2001’de 11.311’e yükselmiştir. Artışta asıl pay özel sektöre aittir. Nitekim, yıllar itibariyle dalgalanmalar olmakla beraber, kamuya ait iş yeri sayısı, 1950’de 103’ten 2001’de 258’e yükselmişken; özel iş yeri sayısı, 1960’ta 2.515’ten 2001’de 11.053’e çıkmıştır (Bkz. Tablo 11).

 

            Katma değer açısından inceleme yapıldığında, dönemler itibariyle uygulanan politikaların yansıması hissedilmektedir. Nitekim, 1950-1976 dönemine kadar kamunun katma değerdeki payı özel sektöre göre daha fazla iken, bu tarih itibariyle durum tersine dönmüş ve özel sektör ezici bir üstünlük elde etmiştir. 1975’te kamunun katma değer meblağı cari fiyatlarla 47.190 milyon TL’den 2001’de 9.158.765.215 milyon TL’ye (9.159 milyon YTL) yükselmişken, özel sektörün katma değer meblağı aynı tarihler itibariyle sırasıyla 46.163 milyon TL’den 31.855.445.001 milyon TL’ye (31.855 milyon YTL) çıkmıştır (Bkz. Tablo 11).

 

Tablo 12: İmalât Sanayiinde Kapasite Kullanım Oranı (KKO) (%)

YIL

Toplam

Kamu

Özel

1988

74,8

77,5

73,5

1990

75,2

74,1

75,7

1995

78,6

80,5

77,9

2000

75,9

79,8

74,4

2006

81,0

89,4

79,6

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1988-2006 döneminde, dalgalanmalar olmakla beraber, KKO artış eğilimindedir. 1988’de %74,8 olan toplam KKO, 2006’da %81 olarak gerçekleşmiştir. Nispî olarak kamunun imalât sanayii KKO’su özele göre daha yüksek seviyelerde seyretmektedir (Bkz. Tablo 12).

 

Tablo 13: İmalât Sanayii Üretim Endeksi (1997=100)

YIL

Toplam

Kamu

Özel

1987

61,1

87,3

53,1

1990

69,1

88,9

63,3

1995

83,0

94,5

79,8

1997

100,0

100,0

100,0

2000

102,1

89,7

105,3

2006

136,8

100,3

146,4

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            İmalât sanayii üretim endeksi, 1987-2006 döneminde istikrarlı bir biçimde yükselişini sürdürmüştür. 1987’de 61,1 olan endeks, 2006’da 136,8 olarak gerçekleşmiştir. Kamunun endeksi, 1987-1998 arasında özele göre daha fazla iken, 1999 yılı itibariyle ibre özel sektör lehine dönmüştür. 2006 yılında kamunun imalât sanayii üretim endeksi 100,3 iken, özelin endeksi 146,4 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 13).

 

 

2.2.5. HİZMET

            Hizmetler; beşerî sermaye, alt yapı, donanım vb. faktörler sayesinde Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu bir sektör olup ekonomide önemli büyüklüklere sahiptir. Nitekim, gerek GSMH’deki payı gerekse istihdamdaki yeri açısından bunu görmek mümkündür. Ayrıca, dış ticaretteki payları incelendiğinde, Türkiye için taşıdığı stratejik önem daha net anlaşılmaktadır (Daha fazla bilgi için bkz. Ekinci, 2008).

 

Tablo 14: Türkiye’nin Hizmet İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)

YILLAR

HİZMET GELİRİ

HİZMET GİDERİ

1985

3.160

1.560

1990

8.083

3.117

1995

14.939

5.319

2000

19.463

8.088

2001

15.203

6.067

2002

14.031

6.146

2003

17.952

7.441

2004

22.941

10.144

2005

26.640

11.368

2006

24.524

11.089

Kaynak: TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr

 

            Hizmet ihracat gelirinde, 1985-2000 döneminde giderek artan bir seyir söz konusudur. Ancak 2001 yılında önemli ölçüde düşüş meydana gelmiştir. 2000’de 19,5 milyar Dolar olan ihracat geliri, 2001’de 15,2 milyar Dolar’a gerilemiştir. Bunda, 1997 yılında başlayıp Türkiye’de kendini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettiren global ekonomik krizin etkisinin olduğu ifade edilebilir. Nitekim krizin yoğun bir şekilde devam ettiği 1999-2002 döneminde değişen meblağlarda hizmet ihracat geliri elde edilmiştir. 2002 yılı itibariyle ise tekrar artış sürecine girildiği görülmektedir (Bkz. Tablo 14).

 

            Hizmet ithalât giderinin de 1985-2000 döneminde artışı söz konusudur. Ancak, 2001 yılı itibariyle düşüş eğilimine girilmiştir. İthalât giderindeki bu düşüşü, kriz dolayısıyla meydana gelen iç talep azalması şeklinde ifade etmek mümkündür. Hizmet ihracatında olduğu gibi, 2002 itibariyle tekrar artış eğilimine girilmiştir. Belirtilmelidir ki 1985-2006 döneminde hizmet ihracat geliri, ithalât giderinin daima üstünde olmuştur. Yani ödemeler dengesinde hizmet kalemi her zaman fazla vermiştir (Bkz. Tablo 14).

 

 

2.2.5.1. Turizm

            Hizmet alt sektörleri arasında en fazla paya sahip olan faaliyet dalı turizmdir. Tablo 15-16-17’de turizme ilişkin veriler yer almaktadır.

 

Tablo 15: Çıkış Yapan Vatandaşlar ve Giriş Yapan Yabancılar

YIL

ÇIKAN VATANDAŞ

GİREN YABANCI

1953

80.134

91.114

1960

28.211

124.228

1965

186.520

361.758

1970

515.992

724.784

1975

1.116.216

1.148.611

1980

1.324.159

1.057.364

1985

1.848.702

2.190.217

1990

2.937.546

5.397.748

1995

4.045.209

7.747.389

2000

5.279.099

10.428.153

2006

8.275.396

19.819.833

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Bazı istisnaları olmakla beraber, yıllar itibariyle giriş yapan yabancılar çıkış yapan vatandaşlardan sayıca daha fazla olmuştur. 1953’te çıkış yapan vatandaş sayısı 80.134 kişi iken giriş yapan yabancı sayısı 91.114 kişidir. 2006 yılında bu sayılar 8.275.396 ve 19.819.833 kişidir (Bkz. Tablo 15). Giriş yapanların çıkış yapanlardan fazla olması, aynı zamanda Türkiye’nin turizm ihracat gelirinin ithalât giderinden fazla olması sonucunu da doğurmaktadır.

 

Tablo 16: Turizm Geliri ve Gideri (Dolar)

YIL

GELİR

GİDER

1963

7.659.000

20.511.000

1970

51.597.000

47.738.000

1975

200.861.000

154.954.000

1980

326.654.000

114.738.000

1985

1.482.000.000

323.600.000

1990

3.225.000.000

520.000.000

1995

4.957.000.000

911.000.000

2000

7.636.000.000

1.711.000.000

2006

16.850.947.000

2.742.269.000

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Türkiye’nin 1963-2006 dönemi turizm ihracat geliri ve ithalât gideri artış sergilemekle beraber, genel olarak gelir meblağı giderinden çok fazladır. 1963 yılı turizm geliri 7,6 milyon Dolar iken gideri 20,5 milyon Dolar’dır. 2006 yılı meblağları ise 16.851 milyon Dolar ve 2.742 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 16).

 

Tablo 17: Turistik Tesislere İlişkin Veriler (*) (adet)

YIL

TESİS

ODA

YATAK

1976

439

24.983

47.307

1980

511

28.992

56.044

1985

689

41.351

85.995

1990

1.260

83.953

173.227

1995

1.793

135.436

280.463

2000

1.824

156.367

325.168

2006

2.475

241.702

508.632

* Turizm işletmesi belgeli olanlar.

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Kültür ve Turizm Bakanlığı, Turizm İstatistikleri, http://www.kultur.gov.tr

 

            Turizm, Türkiye’de mevcut olan potansiyel dikkate alınarak önemli yatırımların gerçekleştirildiği bir faaliyet dalıdır. Sektöre sağlanan teşvikler sayesinde çok sayıda alt yapı yatırımı yapılmıştır. Bu kapsamda özellikle sahil boylarında olmak üzere iç bölgelerde ve dağlarda otel-motel, eğlenme-dinlenme tesisleri inşa edilmiştir. Nitekim, 1976’da 439 olan tesis sayısı 2006 yılında 2.475’e çıkmıştır (Bkz. Tablo 17).

 

 

2.2.5.2. Ulaştırma

Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu sektörlerden bir diğeri de ulaştırmadır.

 

Tablo 18: Türkiye’de Ulaştırma Hizmeti İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)

YILLAR

GELİR

GİDER

1985

670

494

1990

920

900

1995

1.712

1.410

2000

2.955

2.463

2001

2.854

2.021

2002

2.795

1.934

2003

2.184

2.707

2004

3.267

4.331

2005

4.797

4.732

2006

4.263

4.271

Kaynak: TCMB, http://www.tcmb.gov.tr

 

            Ulaştırma hizmetinde Türkiye’nin ihracat geliri genel itibariyle ithalât giderinden fazla olmuştur. 1985-2000 dönemi ihracat geliri artan oranda gerçekleşmişken, 2001-2003 döneminde azalmalar yaşanmıştır. 2004 itibariyle tekrar yükseliş trendine girilmiştir. 2006 yılı ihracat geliri 2005 yılındakine göre biraz düşük olmakla beraber, artış eğiliminin devam edeceği ifade edilebilir. İthalât giderinde de benzer bir süreç yaşanmıştır (Bkz. Tablo 18).

 

Tablo 19: Karayolu Verileri (km)

YIL

TOPLAM

DEVLET YOLU

İL YOLU

1963

58.451

34.536

23.915

1970

59.453

35.016

24.437

1975

59.069

33.762

25.307

1980

60.761

31.976

28.785

1985

59.302

30.997

28.305

1990

59.128

31.149

27.979

1995

59.999

31.422

28.577

2000

61.090

31.397

29.693

2006

61.764

31.335

30.429

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Karayolları Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.kgm.gov.tr

 

            Türkiye’de ulaştırmada ağırlık karayolundadır. Yatırımlar da daha çok bu alanda gerçekleştirilmiştir. Karayolu uzunluğu 1963 yılında 58.451 km iken 2006 yılında 61.764 km’ye yükselmiştir. Karayolu ağı bileşimi incelendiğinde, devlet yolunun il yolu uzunluğundan fazla olduğu görülmektedir (Bkz. Tablo 19).

 

Tablo 20: Demiryolu Verileri (km)

YIL

HAT UZUNLUĞU

TREN KİLOMETRELERİ

1925

3.957

2.938.000

1930

5.632

5.196.000

1935

6.669

9.698.000

1940

7.381

20.699.000

1945

7.515

11.941.000

1950

7.671

22.907.000

1955

7.802

30.671.000

1960

7.895

33.848.000

1965

8.008

37.804.000

1970

7.985

42.261.000

1975

8.138

39.223.000

1980

8.193

35.473.000

1985

8.400

45.038.000

1990

8.429

44.190.000

1995

8.549

43.355.000

2000

8.671

45.624.000

2006

8.697

43.820.000

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.tcdd.gov.tr

 

            Uzun mesafeler için ağır yüklerin nakliyesinde, ayrıca insan taşımasındaki güvenilirlik açısından en uygun ulaştırma alt sistemi olarak kabul edilen demiryolunun Türkiye’deki görünümü pek iç açıcı değildir. Çünkü demiryolu ulaşımına yeterli önem verilmemiştir. Bunda ilk yatırım masraflarının yüksekliğinin etkisi de vardır. Veriler incelendiğinde, 1925 yılında 3.957 km olan hat uzunluğunun, 2006 yılında 8.697 km’ye çıktığı görülmektedir (Bkz. Tablo 20).

 

Tablo 21: Havayolu Verileri (kişi, kg)

YIL

GELEN-GİDEN

YOLCU TOPLAMI

GELEN-GİDEN

YÜK TOPLAMI

1960

713.217

13.002.000

1965

977.913

18.414.000

1970

2.679.139

44.039.000

1975

4.800.902

87.642.000

1980

3.458.165

75.442.000

1985

6.327.889

133.082.000

1990

13.629.965

301.403.000

1995

27.784.679

576.728.000

2000

34.972.534

796.584.000

2006

58.778.131

1.279.342.000

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.dhmi.gov.tr

 

            Yük ve yolcu nakliyesinde kullanılan en yeni ulaştırma sistemi olarak havayolunun Türkiye’deki payı, dönemler itibariyle artışlar göstermiştir. Bu çerçevede, hem yük hem de yolcu toplamı artmıştır. 1960’ta 13.002 ton olan gelen-giden yük toplamı, 2006’da 1.279.342 tona çıkmıştır. Bunun yanında, 1960’ta 713.217 kişi olan gelen-giden yolcu sayısı 2006’da 55.778.131 kişiye yükselmiştir (Bkz. Tablo 21).

 

Tablo 22: Limanlara Giren-Çıkan Gemiler

 

GİREN GEMİ

ÇIKAN GEMİ

YIL

Sayı

Tonaj

Sayı

Tonaj

1954

3.726

4.589.411

3.873

4.600.209

1960

3.888

6.028.205

3.882

5.973.984

1965

4.402

7.688.917

4.433

7.660.093

1970

6.911

11.092.463

6.858

11.085.620

1975

7.347

18.989.394

7.141

18.545.789

1980

7.487

27.307.421

7.276

26.442.934

1985

12.212

50.003.821

11.959

44.814.112

1990

13.337

62.688.945

13.079

60.651.111

1995

22.655

57.170.059

22.454

56.221.089

2001

20.431

125.997.380

18.916

96.866.505

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Denizcilik Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.denizcilik.gov.tr

 

            Özellikle uluslararası taşımacılıkta önem arz eden denizyolu, üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen Türkiye’nin uzun zaman ihmal ettiği bir alt faaliyet dalı olmuştur. Denizyolu ulaştırması, Türkiye’nin önemini sonradan fark ederek ilgili stratejiler belirlediği ve politikalar uyguladığı bir alandır. Giren-çıkan gemi verileri incelendiğinde, bu sürece ilişkin ipuçları görülebilmektedir. 1954’te giren gemi sayısı 3.726 iken çıkan gemi sayısı 3.873’tür. 2006’da bu sayılar belirgin artışlar göstererek sırasıyla 20.431’e ve 18.916’ya yükselmiştir (Bkz. Tablo 22).

 

 

2.2.5.3. Haberleşme

            Haberleşme hizmetleri kapsamında, telefon aboneliğine ilişkin bilgiler Tablo 23’te verilmektedir.

 

Tablo 23: Telefon Abone Sayısı

YIL

TOPLAM

OTOMATİK

MANUEL

1929

15.262

-

-

1935

18.072

-

-

1940

22.964

-

-

1945

28.875

-

-

1950

58.139

-

-

1955

116.455

-

-

1960

180.030

143.837

36.193

1965

243.361

199.250

44.111

1970

376.987

279.388

97.599

1975

680.585

524.945

155.640

1980

1.147.782

935.418

212.364

1985

2.247.884

1.949.471

298.413

1990

6.893.267

6.625.932

267.335

1995

13.227.704

13.227.704

-

2000

18.395.171

18.395.171

-

2006

18.831.616

18.831.616

-

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü, İstatistikler/Faaliyet Raporları, http://www.ptt.gov.tr

·         Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü, Veriler, http://www.turktelekom.com.tr

 

            Türkiye’de haberleşme alanında özellikle 1980 sonrası olmak üzere 1960’lı yıllar itibariyle önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1929’da 15.262 olan telefon abone sayısı; 1960’ta 180.030’a, 1980’de 1.147.782’ye yükselmiştir. 2006 yılı itibariyle bu sayı 18.831.616’dır (Bkz. Tablo 23).

 

 

2.2.5.4. İnşaat

            İnşaat da gelir fazlası veren hizmet alt sektörlerindendir. Hatta gideri neredeyse yok denebilecek seviyededir. Bu durum, turizm ve ulaştırma alt sektörlerinde olduğu gibi, Türkiye’nin inşaat hizmetlerindeki mukayeseli üstünlüğünü ifade eden en önemli göstergelerdendir.

 

Tablo 24: Türkiye’de İnşaat Hizmeti İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)

YILLAR

GELİR

GİDER

1985

246

0

1990

741

0

1995

1.857

0

2000

968

0

2001

654

0

2002

832

0

2003

682

0

2004

724

0

2005

874

0

2006

879

0

Kaynak: TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr

 

            1985-1995 döneminde, inşaat hizmeti ihracat gelirinde genel olarak artan bir gelişim meydana gelmiştir. Ancak, global finansal krizin bu hizmetlere olan talebi nispeten olumsuz etkilemesi dolayısıyla 1998 itibariyle gelirlerde azalma yaşanmıştır. Nitekim, 2001 yılına kadarki süreçte inşaat hizmet geliri düşmüştür. 2002 yılı itibariyle ise yukarı doğru hareketlenmeler başlamıştır. 2006 yılı ihracat meblağı 879 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. 1985-2006 döneminde inşaat hizmeti ithalâtı ise dikkate alınır meblağda gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla sektör, her zaman net ihracatçı konumunda bulunmaktadır (Bkz. Tablo 24).

 

Tablo 25: Yapılara İlişkin Veriler (Yapı Kullanma İzin Belgelerine Göre)

YIL

Bina Sayısı

(adet)

Yüzölçümü

(m2)

Konutlar

(%)

Ticarî

(%)

Sınaî

(%)

Sosyal*

(%)

Diğer**

(%)

1964

10.301

1.858.622

64,8

28,6

1,4

0,5

4,8

1970

42.274

8.092.806

83,5

13,1

1,3

0,4

1,7

1975

55.314

11.551.447

79,8

17,2

1,7

0,2

1,1

1980

63.301

17.385.113

93,2

4,8

1,2

0,2

0,6

1985

52.183

15.489.192

94,6

3,5

0,7

0,2

1,0

1990

94.489

33.169.629

94,4

2,8

1,1

0,3

1,3

1995

96.661

37.509.886

94,7

2,7

1,2

0,3

1,1

2000

90.849

42.462.925

95,0

2,3

1,5

0,5

0,8

2006

73.383

57.207.320

-

-

-

-

-

* Sıhhî, sosyal ve kültürel yapılar; ** Dinî, idarî ve diğer yapılar

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Türkiye’de dönemler itibariyle dalgalanmalar olmakla beraber, yapı kullanma izin belgelerine göre bina sayıları ve yüzölçümleri artış eğilimindedir. Verilerdeki azalışlar-artışlar, dönemler itibariyle meydana gelen krizlerle alakalıdır. Çünkü ‘lokomotif sektör’ olarak nitelenen inşaat, ekonomide meydana gelen gel-gitlerden doğrudan etkilenmektedir.

 

            1964 yılında 10.301 olan bina sayısı 2006’da 73.383’e çıkmıştır. Yüzölçümleri itibariyle bu miktarlar 1.859 km2 ve 57.207 km2’dir. Söz konusu binaların kullanılış amaçları itibariyle bileşimine bakıldığında, ağırlığın konutlara ait olduğu görülmektedir. Mesela inşa edilen toplam binalar içinde 1964’te konutların payı %64,8, ticarî binaların payı %28,6, sınaî binaların payı %1,4 iken; 2000 yılında bu paylar sırasıyla %95, %2,3 ve %1,5 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 25).

 

 

2.3. PARA-SERMAYE PİYASASI

            Burada; para piyasası kapsamında para stoku verileri, sermaye piyasası kapsamında İMKB şirket verileri aktarılmaktadır.

 

Tablo 26: Para Stoku Verileri (Milyon TL)

YIL

M1*

M2**

M1/GSMH

M2/GSMH

1949

1.410

1.556

15,6

17,2

1950

1.594

1.774

16,4

18,3

1955

4.214

4.511

22,0

23,6

1960

9.256

10.044

19,8

21,5

1965

16.434

19.085

21,4

24,9

1970

35.400

44.300

17,0

21,3

1975

117.600

146.600

17,0

21,2

1980

704.000

881.900

13,3

16,6

1985

3.208.700

8.145.500

9,1

23,0

1990

31.398.000

71.569.600

7,9

18,0

1995

388.184.500

1.256.631.500

4,9

16,0

2000

7.549.243.000

31.912.095.000

6,0

25,4

2006

71.770.961.550

297.734.742.600

12,5

51,7

* Dolaşımdaki para + Bankalardaki vadesiz mevduat + Merkez Bankasındaki vadesiz mevduat; ** M1 + Bankalardaki vadeli mevduat;

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr

 

            Hem M1 hem de M2 verilerinde yıllar itibariyle artışlar meydana gelmiştir. 1949 yılında 1.410 milyon TL olan M1, 2006 yılında 71.770.961.550 milyon TL’ye (71.771 milyon YTL) yükselmiştir. Aynı tarihler itibariyle M2 de 1.556 milyon TL’den 297.734.742.600 milyon TL’ye (297.735 milyon YTL) çıkmıştır (Bkz. Tablo 26).

 

Tablo 27: İMKB Şirket Verileri

YIL

ŞİRKET SAYISI

ŞİRKETLERİN PİYASA DEĞERİ

 

(Adet)

(Milyar TL)

(Milyar Dolar)

1986

80

709

938

1990

110

55.238

18.737

1995

205

1.264.998

20.782

2000

315

46.692.373

69.507

2006

316

230.037.678

163.775

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         İMKB, Veriler, http://www.imkb.gov.tr

 

            Türkiye’de kurumsal manada sermaye piyasasının geçmişi çok uzun değildir. Nitekim, İMKB’nin resmî kuruluşu 26 Aralık 1985 tarihinde gerçekleşmiştir. Ancak, kurulduğu ilk yıldan itibaren piyasada faaliyette bulunan şirket sayısı sürekli artmıştır. Buna bağlı olarak, şirketlerin piyasa değerleri de artış sergilemiştir. 1986 yılında İMKB’de faaliyet gösteren şirket sayısı 80, bunların piyasa değeri de 709 milyar TL iken 2006 yılı verileri 316 şirket ve 230.037.678 milyar TL’dir (230.037.678.000 YTL) (Bkz. Tablo 27). İMKB bugün Balkan, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde önemli bir yere sahiptir.

 

            Türkiye’de sermaye piyasası kapsamında ulusal alanda faaliyette bulunan İMKB yanında bazı bölgesel piyasalar da kurulmuştur. Böylece sermaye piyasası daha geniş kesimlere hitap eder hale gelmiştir.

 

 

2.4. KAMU MALİYESİ

            Kamu maliyesi kapsamında, bütçe gelir-giderleri ele alınmakta ve iç-dış borç verileri incelenmektedir.

 

 

2.4.1. BÜTÇE GELİŞMELERİ

            1923-2006 dönemi bütçe verileri olumlu bir görünüm sergilememektedir. Gelirde olduğu gibi giderde de artışlar meydana gelmiştir. Hatta birçok dönemde gider, gelirden fazla olmuştur.

 

Tablo 28: Genel Bütçe Verileri (Milyon TL)

YIL

GELİR (tahsilat)

GİDER (fiilen ödenen)

DENGE

1923

111

106

5

1925

170

201

-31

1930

217

210

7

1935

231

260

-29

1940

550

536

14

1945

659

601

58

1950

1.419

1.467

-48

1955

3.148

3.309

-161

1960

6.933

7.320

-387

1965

13.588

14.488

-900

1970

31.295

32.866

-1.571

1975

112.828

114.228

-1.400

1980

942.641

1.101.698

-159.057

1985

5.821.434

5.766.727

54.707

1990

55.066.933

66.820.002

-11.753.069

1995

1.347.759.990

1.704.845.122

-357.085.132

2000

33.040.902.853

46.384.290.612

-13.343.387.759

2006

183.346.998.000

164.151.710.000

19.195.288.000

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü, Temel Ekonomik Göstergeler, http://www.muhasebat.gov.tr

 

            Dönemler itibariyle bütçede fazlalar ve açıklar meydana gelmiştir. Genel bütçe verileri incelendiğinde; 1923-2006 döneminde fazlalardan ziyade açıkların verildiği görülmektedir. Nitekim Türkiye bütçesi; 1923 yılında 5 milyon TL fazla, 1950’de 48 milyon TL açık, 1960’ta 387 milyon TL açık, 1980’de 159.057 milyon TL açık vermiştir. 2006 yılında ise 19.195.288.000 milyon TL (19.195.288.000 YTL) fazla verilmiştir (Bkz. Tablo 28).

 

 

2.4.2. BORÇ VERİLERİ

Türkiye’nin iç-dış borç verileri Tablo 29 ve 30’da yer almaktadır.

 

Tablo 29: İç Borç Verileri (Milyar TL, %)

YIL

İÇ BORÇ STOKU

İÇ BORÇ STOKU/GSMH

1980

721

13,6

1985

6.973

19,7

1990

57.180

14,4

1995

1.361.007

17,3

2000

36.420.621

29,0

2006

251.470.000

43,7

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Hazine Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr

 

            Türkiye’de 1980-2006 döneminde iç borç yüksek meblağlarda artmıştır. 1980’de 721 milyar TL olan iç borç 2006’da 251.470.000 milyar TL’ye (251.470.000.000 YTL) çıkmıştır. Bu artışlara paralel olarak iç borç/GSMH oranı da önemli oranlarda yükselmiştir. 1980’de iç borçların GSMH’ye oranı %13,6 iken 2006 yılında bu oran %43,7’ye çıkmıştır (Bkz. Tablo 29).

 

Tablo 30: Dış Borç Verileri (Milyon Dolar, %)

 

1996

1999

2002

2004

2006

DIŞ BORÇ STOKU

79.386

103.125

129.720

160.835

207.436

 a) Kısa vade

21,5

22,2

12,7

19,8

20,3

 b) Orta-Uzun vade

78,5

77,8

87,3

80,2

79,7

 * Kamu sektörü

50,6

41,2

49,0

45,9

33,6

 * TCMB

15,6

10,7

17,0

13,3

7,6

 * Özel sektör

33,8

48,1

34,0

40,8

58,8

DIŞ BORÇ STOKU/GSMH

43,2

55,7

71,7

53,7

51,9

Kaynak:

·         TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

·         Hazine Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr

·         TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr

 

            Türkiye’nin iç borçlar gibi dış borçları da sürekli artmıştır. 1996’da 79.386 milyon Dolar olan dış borç meblağı, 2006 yılında 207.436 milyon Dolar’a yükselmiştir. Olumlu olan, söz konusu borçların ortalama %80 civarındaki kısmının orta-uzun vadeli oluşudur (Bkz. Tablo 30).

 

            Borçlular itibariyle incelendiğinde, 1996’dan 2006 yılına doğru kamu sektörünün ve TCMB’nin borcunun azaldığı, buna karşılık özel sektörün payının arttığı görülmektedir. 1996-2006 döneminde dış borç stoku/GSMH’de yukarı-aşağı hareketler meydana gelmiştir. 1996’da %43,2 olan bu oran, 2002’de %71,7’ye çıkmış, 2006’da %51,9 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 30).

 

 

2.5. DIŞ TİCARET

            Türkiye’nin 1923-2006 dönemi dış ticaret verileri  Tablo 31-32-33’te yer almaktadır. Bu kapsamda; toplam ihracat-ithalât, sektörel dış ticaret ve ülkeler itibariyle ihracat-ithalât bilgileri aktarılmaktadır.

 

Tablo 31: Dış Ticaret Verileri (000 Dolar, %)

YIL

İHRACAT

İTHALÂT

İHRACAT/

İTHALÂT

İHRACAT/

GSMH

İTHALÂT/

GSMH

1923

50.790

86.872

58,5

8,9

15,2

1925

102.700

128.953

79,6

11,2

14,1

1930

71.380

69.540

102,6

9,0

8,7

1935

76.232

70.635

107,9

9,7

8,9

1940

80.904

50.035

161,7

4,4

2,7

1945

168.264

96.969

173,5

4,0

2,3

1950

263.424

285.664

92,2

7,6

8,3

1955

313.346

497.637

63,0

4,6

7,3

1960

320.731

468.186

68,5

3,3

4,7

1965

463.738

571.953

81,1

5,5

6,8

1970

588.476

947.604

62,1

3,1

5,0

1975

1.401.075

4.738.558

29,6

3,0

10,0

1980

2.910.122

7.909.443

36,8

4,3

11,6

1985

7.958.008

11.343.375

70,2

11,9

17,0

1990

12.959.288

22.302.126

58,1

8,6

14,8

1995

21.637.041

35.709.011

60,6

12,7

21,0

2000

27.774.906

54.502.821

51,0

13,9

27,3

2006

85.528.416

139.480.361

61,3

21,4

34,9

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Cumhuriyetin kuruluşu itibariyle Türkiye’nin dış ticaret hacmi genel olarak yukarı yönde seyretmiştir. Bu çerçevede, hem ihracat hem de ithalât meblağları yükselmiştir. Ancak, ihracatın ithalâtı karşılama oranı 1930-1946 dönemi (1938 yılı hariç) dışında %30 ile %92 arasında değişmiş, yani ihracat ithalatı karşılayamamış ve sürekli dış ticaret açığı verilmiştir. 1930-1946 döneminde (1938 yılı dışında) ise ihracat/ithalât %101 ile %180 arasında gerçekleşmiş, dış ticaret fazlaları verilmiştir (Bkz. Tablo 31).

 

Tablo 32: Ekonomik Faaliyetlere Göre İhracat Verileri (%)

YIL

TARIM

MADENCİLİK

SANAYİ

DİĞER

1963

77,2

3,0

19,8

0,0

1965

75,9

4,5

19,6

0,0

1970

72,8

6,6

20,0

0,6

1975

55,5

7,5

36,2

0,8

1980

56,0

6,6

36,6

0,9

1985

20,8

3,0

76,0

0,2

1990

15,6

2,5

81,1

0,8

1995

8,5

1,8

89,0

0,7

2000

6,0

1,4

91,9

0,7

2006

4,2

1,3

93,8

0,6

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1963-2006 döneminde ekonomik faaliyetler itibariyle ihracat verilerine göre tarımın payı belirgin bir biçimde düşerken, sanayinin payında da önemli ölçüde artışlar meydana gelmiştir. 1963 yılında tarım sektörünün ihracattaki payı %77,2’den 2006 yılında %4,2’ye düşmüş, sanayi sektörünün ihracattaki payı ise 1963 yılında %19,8 iken 2006 yılında %93,8’e yükselmiştir (Bkz. Tablo 32).

 

            Tarımdaki istihdam yoğunluğuna ve daha evvel değinilen kaynak israfına rağmen ihracat payındaki bu düşüş, sektörün olumsuz yapısını daha net şekilde ortaya koymaktadır. Öte yandan Türkiye, sanayileşme sürecini genel gelişme modeline uygun biçimde yaşamamasına rağmen sanayide meydana gelen gelişmeler ve bu paralelde sektörün ihracat performansı önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir.

 

Tablo 33: GEGS’e* Göre İthalât Verileri (%)

YIL

YATIRIM

TÜKETİM

HAM MADDE

DİĞER

1938

40,8

25,8

33,3

-

1947

32,2

29,0

38,8

-

1950

46,0

20,7

33,3

-

1955

54,2

14,7

31,1

-

1960

52,1

9,6

38,2

-

1965

42,1

4,4

53,5

-

1970

25,1

8,9

66,0

0,003

1975

20,7

8,7

70,6

0,002

1980

10,1

4,6

85,3

0,002

1985

16,1

5,9

78,0

0,002

1990

18,0

9,4

72,4

0,135

1995

22,7

6,5

70,6

0,247

2000

20,9

12,7

66,1

0,366

2006

16,7

11,5

71,4

0,364

* Geniş Ekonomik Grupların Sınıflaması

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            Türkiye’nin 1923-2006 döneminde, belli yıllar hariç, ithalât gideri artış sergilemekle beraber bileşimine bakıldığında bazı olumlu değerlendirmeler yapmak mümkün olmaktadır. Toplam ithalât içinde ağırlığı ham madde ve yatırım malları oluşturmakta, bunları tüketim malları ve diğer mallar takip etmektedir. Yatırım malları payı 1938 yılında %40,8 iken 2006’da %16,7’ye inmiştir. Buna karşılık, ham maddelerin ithalâttaki payı 1938’de %33,3’ten %71,4’e yükselmiştir. Öte yandan, tüketim mallarının ithalâttaki payı da 1980 sonrası dönemde nispî artışlar göstermekle beraber önceki döneme kıyasla azalmıştır (Bkz. Tablo 33).

 

            Yatırım mallarının payının düşmesi olumlu bir durum olmamakla beraber, ham maddelerin payındaki belirgin artış bunu bir nebze telafi eder mahiyettedir. Ancak, belirtilmelidir ki yatırım mallarının payındaki azalışın ham maddelerin payının artışı ile giderilmesi, Türkiye’nin orijinal mal imalâtından tamamlayıcı imalât sanayiine geçişini ifade eder. Ancak, katma değer açısından birincisinin payının daha fazla olduğu aşikârdır.

 

Tablo 34: Seçilmiş Ülkelere Yapılan İhracat Payları (%)

YIL

ALMNYA

ABD

FRNSA

BLGRSTN

YNSTN

İRAN

SURİYE

RUSYA

LİBYA

ÇİN

1923

9,0

8,0

12,4

1,3

3,4

0,1

7,1

2,0

-

-

1925

14,4

13,2

12,5

1,0

4,5

0,1

6,1

2,5

-

-

1930

13,1

11,8

12,2

0,5

7,5

0,0

3,5

5,1

-

0,0

1935

40,9

10,1

3,2

0,2

2,2

0,0

1,7

4,3

-

0,0

1940

8,7

14,1

5,9

0,8

4,0

0,0

0,7

0,7

-

-

1945

-

43,8

1,4

1,5

4,1

-

1,1

-

-

-

1950

21,1

16,9

4,3

0,4

3,5

0,0

2,5

0,2

-

0,0

1955

15,7

15,5

7,1

0,9

0,7

0,0

0,4

1,7

0,1

-

1960

14,8

18,3

5,1

0,5

0,5

1,1

0,4

1,5

0,3

0,0

1965

15,6

17,8

4,3

1,2

1,3

0,3

0,5

4,1

0,1

0,5

1970

19,9

9,6

6,7

0,8

0,7

0,9

0,3

5,0

0,4

0,1

1975

21,8

10,5

4,4

0,5

0,0

2,6

1,8

5,3

2,0

0,1

1980

20,8

4,4

5,6

0,4

0,3

2,9

3,5

5,8

2,1

0,1

1985

17,5

6,4

2,7

0,1

1,0

13,6

0,7

2,4

0,7

0,4

1990

23,6

7,5

5,7

0,1

1,1

3,8

1,5

4,1

1,7

0,3

1995

23,3

7,0

4,8

0,8

1,0

1,2

1,3

5,7

1,1

0,3

2000

18,6

11,3

6,0

0,9

1,6

0,8

0,7

2,3

0,3

0,3

2006

11,3

5,9

5,4

1,8

1,9

1,2

0,7

3,8

0,6

0,8

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1923-2006 dönemi ihracatında seçilmiş ülkeler içinde en fazla payın gelişmiş Batı ülkelerine ait olduğu görülmektedir. Bunların başlıcaları Almanya, ABD ve Fransa’dır. Almanya’ya yapılan ihracat payı %9-40 civarlarındadır. ABD için bu oranlar %4-44 arasında iken, Fransa’nın payları %1,4 ile %12,5 arasında değişmektedir (Bkz. Tablo 34).

 

            Batı ülkelerine yapılan ihracat meblağlarının büyüklüğü yanında komşu ülkelere yapılanların düşük seviyelerde kalması dikkat çekicidir. Mesela Bulgaristan’a ihracat payımız hiçbir zaman %2’yi, Yunanistan’a %8,5’i, Suriye’ye %7,1’i aşmamıştır (Bkz. Tablo 34).

 

            Türkiye, belli dönemler hariç, düşük meblağlarda da olsa Çin’e ihracat gerçekleştirmiştir. Libya da ihracat pazarlarından biridir. Özellikle inşaat alanında olmak üzere hizmet sektörünce gerçekleştirilen ihracatın bu süreçte önemli katkıları olmuştur.

 

Tablo 35: Seçilmiş Ülkelerden Yapılan İthalât Payları (%)

YIL

ALMANYA

ABD

FRANSA

BLGRSTN

YNSTN

İRAN

SURİYE

RUSYA

ÇİN

1923

6,4

7,6

9,1

3,4

0,6

0,4

5,4

2,1

-

1925

11,4

8,1

10,8

1,4

0,5

0,6

3,8

2,5

-

1930

18,6

4,1

10,5

0,4

0,3

0,7

1,3

7,2

0,1

1935

40,0

7,0

4,7

0,3

0,7

0,1

0,6

4,9

0,0

1940

11,7

10,8

2,8

1,1

1,5

0,1

0,1

1,4

0,0

1945

0,6

17,6

0,0

2,9

1,3

0,0

0,9

0,1

-

1950

17,6

24,5

5,0

0,3

0,2

1,6

1,8

-

0,0

1955

17,6

22,4

6,0

0,8

0,2

0,1

0,0

1,7

0,0

1960

21,0

25,8

3,5

0,3

0,1

0,1

0,0

1,3

-

1965

14,7

28,1

3,7

0,7

0,0

-

-

2,9

-

1970

18,6

21,7

3,4

0,5

0,0

0,0

0,0

4,1

0,0

1975

22,3

9,0

5,9

0,6

0,0

0,6

0,5

1,6

0,5

1980

10,7

5,5

4,8

1,7

0,7

10,7

0,3

2,3

0,0

1985

12,1

10,1

4,5

0,9

0,4

11,1

0,1

1,9

0,6

1990

15,7

10,2

6,0

0,1

0,6

2,2

0,4

5,6

1,1

1995

15,5

10,4

5,6

1,1

0,6

1,9

0,7

5,8

1,5

2000

13,2

7,2

6,5

0,9

0,8

1,5

1,0

7,1

2,5

2006

10,6

4,5

5,2

1,2

0,7

4,0

0,1

12,8

6,9

Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

            1923-2006 dönemi ithalâtında seçilmiş ülkeler içinde en fazla pay yine Almanya, ABD ve Fransa gibi gelişmiş Batı ülkelerine aittir. Almanya’dan yapılan ithalât payı %51’e, ABD’den %33’e, Fransa’dan %14’e kadar çıkmıştır (Bkz. Tablo 35).

 

            Türkiye’nin, komşu ülkelerinden gerçekleştirdiği ithalât payları ise ihracatta olduğu gibi düşük seviyelerdedir. Nitekim, bu paylar 1923-2006 döneminde Bulgaristan’dan %3,4’ü, Yunanistan’dan %1,8’i, Suriye’den %5,4’ü geçmemiştir (Bkz. Tablo 35).

 

 

GENEL DEĞERLENDİRMELER VE TEKLİFLER

            Türkiye ekonomisinde 1923-2006 arası; iktisadî zihniyetler ve temel sektörel karakteristikler itibariyle 1923-1950, 1950-1960, 1960-1980 ve 1980-2006 olmak üzere dört alt dönem halinde ele alınabilir.

 

            1923-1950, millî iktisadî düzenin oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemdir. Bu çerçevede, ziraat ağırlıklı bir ekonomiden sanayinin hakim olduğu bir yapıya geçiş çabaları mevcuttur. Bu devrenin yarısına kadar özel teşebbüs ön plana çıkarılmış, sonraki yarısında ise devletçi bir zihniyetin hakimiyeti söz konusu olmuştur.

 

            1950-1960, liberal ekonomik zihniyetin hakim kılınmaya çalışıldığı fakat özellikle ikinci yarısında korumacı politikaların da uygulandığı bir devirdir. Bu dönemde, ziraata önem verilmekle beraber, sanayi sektöründe belirli alt yapı da oluşturulmaya çalışılmıştır. Dönem sonunda sağlanan ekonomik yapı ile Türkiye’nin dünyaya entegrasyonu kolaylaşmıştır.

 

            1960-1980, planlı ekonomik yapıya geçilmeye çalışılan bir devredir. İthal ikameci politikaların uygulandığı bu dönemde, sanayileşmeye özel bir önem verilmiştir. Çok sayıda üretim tesisinin faaliyete başladığı bu dönemde; baraj, köprü, yol gibi alt yapı yatırımlarına da ağırlık verilmiştir.

 

            1980-2006, liberal ekonomik düzenin kurulmaya ve yerleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. İthal ikameci politikalardan dışa açık ekonomik yapıya geçilmeye çalışılan bu dönem, birçok olumsuzluklara rağmen, Türkiye ekonomisi açısından reform niteliğinde sayılabilecek gelişmelerin yaşandığı bir devredir. Sektörel gelişim incelendiğinde 1980 sonrası; tarıma ve sanayiye ilaveten turizm, ulaştırma ve inşaat başta olmak üzere hizmetlerin de önemle ele alındığı bir dönemdir.

 

            1923-2006 döneminde Türkiye ekonomisinde, olumlu gelişmelerle beraber birçok olumsuzluklar da yaşanmıştır. Söz konusu olumsuzluklar, dönemler itibariyle hedeflenenlere ulaşılmasını da zorlaştırmış veya engellemiştir. İç yapıdan kaynaklanan olumsuzluklara ilaveten ülke dışından kaynaklanan krizler de gelişim önünde bir ket niteliği arz etmiştir. Nitekim, bu süre içinde iç ve dış kaynaklı çok sayıda ekonomik kriz meydana gelmiş ve bunlar büyük boyutlu tahribata sebep olmuştur. Söz konusu tahribat sadece ekonomik alanda değil, aynı zamanda sosyal, siyasî, kültürel ve hukukî alanlarda da meydana gelmiştir.

 

            Ekonomik krizlerin Türkiye ekonomisinde sebep olduğu tahribatın boyutunun tam tespiti kolay değildir. Çünkü etkileri sadece kısa vadeli değildir. Bununla beraber, ATO’nun 2005 yılında hazırladığı “Krizler Tarihi Raporu”ndaki şu değerlendirmeler, özellikle iç krizlerin ekonomik maliyetine ilişkin genel bir fikir elde edilmesini kolaylaştırmaktadır:

“Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama %4,8 büyüme oranını tutturan Türkiye, 82 yılda 15 ekonomik krizle sarsıldı. Türkiye, 15 kez krize girmeyip küçülme yıllarını ‘sıfır’ büyüme ile kapatmış olsaydı dahi, bugün kişi başı millî geliri 4 bin 172 Dolar değil, 12 bin 650 Dolar olacaktı. Türkiye’nin millî geliri de 299,5 milyar Dolar yerine 902,4 milyar Dolar’a çıkacak ve Avrupa seviyesine yakın bir ekonomiye sahip olacaktı. Krizler olmasaydı bugün Türkiye dünyanın 10. büyük ekonomisi olacaktı.”

 

            Türkiye ekonomisinin içinde düştüğü krizler; kısa bir vadenin ürünü olmayıp, aynı zamanda çoğunlukla yapısal nitelikli olduğundan, tedavileri de biraz zaman almaktadır. Dahası, Türkiye’nin kendi iç ekonomik sorunlarına ilaveten dünyada ortaya çıkan genel durgunluk devreleri de iyileşme sürecini biraz daha ötelemektedir. Mesela, 2008 yılı itibariyle genel olarak dünyada geleceğe yönelik kısa-orta vadeli beklentilerin pek parlak olmadığı bir ortamda, rehabilitasyon sürecinde olan Türkiye ve benzeri ülkelerin, ekonomik krizlerden kısa vadede çıkmaları beklenmemelidir. Ancak, başarı için bu ülkelerin tedavi edici politikalara daha sıkı ve dikkatli bir şekilde devam etmeleri gerekmektedir.

 

            Takip eden alt başlıklar altında, Türkiye ekonomisi açısından önem arz eden meselelere dikkat çekilmektedir. Bu çerçevede, çözüme kavuşturulması Türkiye ekonomisi açısından önem taşıyan bazı hususlarla alakalı tekliflerde bulunulmaktadır.

 

 

Ar-Ge:

            Bir ülkenin gelişmişliğine ilişkin önemli göstergelerden biri, kişi başına yapılan Ar-Ge harcamasıdır. Türkiye’de bu harcamaların düşük seviyede olduğu bir vakıadır. TÜİK tarafından ortaya konan istatistiklere göre Türkiye’de yıllar itibariyle yapılan toplam Ar-Ge harcamaları şöyledir (Milyon YTL): 1999’da 489; 2000’de 798; 2001’de 1.292; 2002’de 1.843. 2006 yılı Ar-Ge harcaması 4.400 YTL olarak gerçekleşmiştir.

 

            Toplam Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payları ise şöyledir (Oranlar satın alma gücü paritesine göre de aynıdır.): 1999’da %06,3; 2000’de %06,4; 2001’de %07,2; 2002’de %06,7. 2006 yılı oranı %07,6’dır. Gelişmiş ülkelerde ise bu oranların çok daha yükseği söz konusudur. Mesela OECD ülkeleri ortalaması %2,5 civarındadır. Kişi başına düşen Ar-Ge harcamaları incelendiğinde ise durumun vehameti daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır (YTL): 1999’da 7,4; 2000’de 11,8; 2001’de 18,9; 2002’de 26,5. 2006 yılındaki meblağ 60,3 YTL’dir.

 

            Ortaya çıkan sonuç, Türkiye’de Ar-Ge’ye yeterli payın ayrılmadığı yönündedir. Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının artırılmasının gerekliliği aşikârdır. Ancak, bunun sağlanması için öncelikle bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü, ülkemizde Ar-Ge’ye yapılan harcamalar israf olarak değerlendirilmektedir. Böylece söz konusu faaliyetlerin faydası tam manasıyla anlaşılamamaktadır. Zihnî değişimin sağlanması sonrasında, Ar-Ge harcamalarının artırılması mümkün hâle gelecektir.

 

 

Madenler:

            Türkiye ekonomisinde kaynakların optimal kullanılamaması sorunu vardır. Ne yazık ki sahip olunan kaynaklara ilişkin net bir envanterin de mevcut olmadığı ifade edilmektedir. Bu kapsamda, mesela maden rezervinin gereği gibi değerlendirilemediği bilinen bir gerçektir. Gerek Türkiye, gerekse dünya ölçeğinde stratejik nitelik arz eden madenlere özel önem verilmelidir.

 

            Taş kömürü, linyit, petrol, demir, krom, bakır, alüminyum, kurşun, çinko, altın, fosfat, kükürt, asbest, fluorit, grafit, beril ve bor sahip olunan yer altı zenginliklerinden bir kısmıdır. Mesela kimi kaynaklara göre Türkiye, dünya bor madeni rezervinin % 70’ini barındırmakta iken, dünya pazarından sadece %7’lik pay elde edebilmektedir. Dolayısıyla söz konusu madenlere yönelik ciddi stratejilerin tespitine ve gerekli politikaların uygulanmasıyla ekonomiye olan katkı derecelerinin yükseltilmesine ihtiyaç vardır. Mevcut yer altı zenginlikleri arasında petrolün de özel bir önemi vardır. Geçmişten günümüze gerçekleştirilen savaşların ve benzeri mücadelelerin önemli bir kısmının temelinde bu maden yatmaktadır.

 

            Türkiye’de petrolün mevcudiyetine yönelik farklı görüş beyanında bulunulmaktadır. Kimilerine göre petrol rezervi düşük, kimilerine göre ise yüksek seviyededir. Yüksek olduğunu ileri sürenler şu soruyu da sormaktadır: “Güneydeki ülkelerde zengin petrol rezervi varken, Türkiye’dekinin düşük seviyede olduğu iddiası doğru olabilir mi?” Meselenin hassasiyeti dikkate alınarak, diğer madenler yanında petrole ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Bu kapsamda, Türkiye’nin petrol envanteri çıkarılmalı ve bu vesileyle rezervin düşük veya yüksek oluşuna ilişkin manipülasyonlar da giderilmelidir. Bu çalışmaların ardından, rezervin seviyesine bağlı olarak gerekli stratejilerin tespitine gidilmeli ve bunların uygulanması safhasına geçilmelidir.

 

 

Hizmetler:

            Türkiye, hizmet ticaretindeki payını her geçen yıl biraz daha artırmaktadır. DTÖ tarafından ortaya konan 2003 yılı verilerine göre, ihracat değeri 17,3 milyar Dolar olup, başlıca hizmet ihracatçıları arasında 26.sırada yer almaktadır. 2005 yılı toplam hizmet ihracatı ise 25,6 milyar Dolar’a yükselmiş olmakla beraber yine 26.sırada bulunmaktadır. Türkiye’nin, hizmet ticaretindeki payını daha üst seviyelere çıkarması gerektiği açıktır.

 

            Sahip olunan mukayeseli üstünlüklerden hareketle, Türkiye’nin uluslararası arenada ticarî payını artırma potansiyeline sahip alt sektörler tespit edilmeli ve faaliyetler bunlarda yoğunlaştırılmalıdır. Bu kapsamda, halihazırda hizmetler içinde en yüksek paya sahip olan sektörler; turizm, ulaştırma ve inşaattır. Ayrıca bilgi işlem ve ofis arkası hizmetler de Türkiye açısından stratejik nitelik taşımaktadır. Söz konusu dört hizmet alt sektörünün toplam hizmet ihracatındaki payı 2006 yılı itibariyle %90 civarındadır. Bu alt sektörlere yönelik sistematik ve kurumsal yaklaşımlar sergilenerek daha uygun şartlar altında faaliyette bulunmaları sağlanmalıdır. Böylece, Türkiye’nin uluslararası hizmet ticaretindeki payı açısından, bu sektörlerin katkısı daha da artacaktır.

 

 

Ulusal – Uluslararası Sermaye:

            Küreselleşmeye bağlı olarak, finansal kaynakların dünya çapında hızlı hareketine şahit olunmaktadır. Bu; hem faize, dövize ve borsaya olmak üzere nakdî; hem de fabrika, atölye, büro şeklinde olmak üzere gayrî nakdî tarzda gerçekleştirilmektedir. İlki kısa vadeli, ikincisi ise orta-uzun vadeli yatırımlar niteliğindedir. Bunlar için sırasıyla sıcak-soğuk para tanımlaması da yapılmaktadır. Ülke ekonomilerine asıl katkısı olan ise ikinci tipteki yatırımlardır.

 

            Türkiye, kısmen de olsa sağlanan siyasî istikrar ortamına, uygun yatırım şartlarına, nispeten düşük maliyetlere bağlı olarak orta-uzun vadeli yabancı yatırım açısından cazip ülkelerden biri haline gelmiştir. Tabii olarak bu yatırımların lehinde olan da vardır aleyhinde olan da...

 

            Körü körüne yabancı sermayenin yanında yer almak elbette makul bir davranış olamaz. Fakat aynı şekilde karşısında olmak da çıkar bir yol olarak görünmemektedir. Çünkü memleketin çözülmesi gereken bir yığın sorunu vardır ve bu sorunların bazılarının halli de söz konusu yabancı yatırımlardan elde edilecek gelirlere bağlıdır. Uygun şartlarda gerçekleştirilen yabancı yatırımların Türkiye’ye zarar vermeyeceği aşikârdır. Bir de şu meselelere açıklık getirmek gerekir herhalde:

·       Eğer yabancı yatırımlara karşı olunacaksa, yurt dışına yatırım yapan Türkiyeli yatırımcılara da gittikleri ülke halkları karşı mı olmalıdır? Mesela; Romanya, Ukrayna, Rusya, İran, Suriye ve Irak’a giden müteşebbisler geri mi gelmelidir?

·       Yabancı sermayedar elde ettiği gelirin bir kısmını kendi ülkesine götüremeyecekse, başka ülkelerde yatırımları olan yerli müteşebbisler de aynı şekilde gelirlerinin bir kısmını Türkiye’ye getirememeli midir? Mesela; İngiltere, Almanya, Türkmenistan, Mısır, Sudan, Libya ve Cezayir’deki yatırımcılar gelirlerinin bir kısmını Türkiye’ye getirememeli midir?

·       Eğer Türkiye yeterli tasarruf ve dolayısıyla yatırım hacmine sahip değilse ve yabancıların faaliyetine de izin verilmeyecekse hedeflenen gelir ve büyüme nasıl sağlanacaktır?

 

 

Bankacılık Sektörü; Yerli-Yabancı Payları:

            Türkiye bankacılık sektörü, ekonominin krize girdiği 1999 yılı itibariyle ciddi bir gerileme süreci yaşamıştır. Bu süreç, ağırlıklı olarak 2003 yılına kadar devam etmiştir. Söz konusu yıl itibariyle ise ekonomideki krizin hafiflemesine paralel olarak, bankacılık sektörü de belli bir dengeye oturmaya başlamıştır. Bunda, sektöre yönelik rehabilitasyon politikalarının büyük katkısı olmuştur, olmaktadır.

 

            Bankacılık sektörü, uluslararası standartlarda faaliyete doğru yol almaktadır. Bu kapsamda meydana gelen başlıca değişimler şu şekilde sıralanabilir:

·       Sektördeki bankalar, kuruluş amaçlarına uygun faaliyetlere yönelmektedirler. Bu kapsamda reel sektör finansmanına kanalize olmaktadırlar.

·       Öz sermaye yapılarını güçlendirmektedirler.

·       Sermaye yapılarında değişikliklere gitmektedirler. Bu çerçevede yabancı yatırımcılarla ortaklıklar, birleşmeler ve satın almalar gerçekleştirilmektedir.

 

            Her üç değişimin de sektörün geleceği açısından önem arz ettiği ifade edilebilir. Özellikle ilk iki gelişme, sağlam bir bankacılık yapısına erişmek için hayatî derecede önem taşımaktadır. Ancak sonuncusunda, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, belli ölçüde sorunlarla karşılaşılma ihtimali mevcuttur.

 

            Yabancıların piyasaya girişi, rekabetin artması ve yeni finansal araçların kullanıma sunulması gibi açılardan faydalıdır. Dahası, bankaların uluslararası alanda faaliyete geçmesi açısından da olumludur. Ancak yabancı payının artması, ileride finansal piyasalarda inisiyatifin kaybedilmesi manasına da gelebilecektir. 2008 itibariyle %25-30’lardan bahsedilmektedir ki bu oran, böyle bir ihtimalin belirmesi için yeterli görünmektedir.

 

            Çözümlerden biri, yabancı paylarını sınırlandırmak değil, fakat gerekli yerlerde bankacılık sektörüyle ilgili kurumların ve kuruluşların müdahale imkânını ve kabiliyetini sağlamaktır. Böylece, piyasayı bozucu bir harekette bulunulması durumunda söz konusu mekanizmalar devreye alınarak gerekli müdahalelerde bulunulabilecektir. Bu durumda yabancı payının artması, yukarıda sıralanan ilk iki maddedeki gelişmeleri de destekler bir nitelik sergileyecektir.

 

 

Yerli-Yabancı Ürün:

            Türkiye’de tüccarlar, yakın zamana kadar 'Bu ürünün menşei nedir?' sorusuna 'yerli' cevabını verirken büyük tereddütler yaşarlardı. Bunu söylememek için 'yerli' olduğu hâlde 'Yerli değil, Avrupa' şeklinde cevap verenler bile olurdu. Günümüzde bu hususla ilgili dikkat çekici değişmeler meydana geldiği gözlenmektedir.

 

            Başta düşük kaliteli Çin mallarının Türkiye piyasasına girişi olmak üzere yerli üretimdeki kalite artışının da bu değişimde rolü vardır. Avrupa menşeli çoğu ürüne göre kalite eksikliği olmakla beraber; yerli ürünlerin, Çin menşeli olanlarının önemli bir kısmına nazaran kalite üstünlüklerinin olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim, günümüzde artan sayıda tüccar 'Bu ürünün menşei nedir?' sorusuna, 'Avrupa' kelimesini sarf etmeden 'Çin değil, yerli' şeklinde cevap vermektedir.

 

            Tabii, bu durumun ilânihaye devam etmeyebileceğinin farkında olunmalı ve yerli üretimde kalite artırımına devam edilerek özellikle markalaşmaya ağırlık verilmelidir. Aksi hâlde söz konusu sorunun cevabı 'Yerli değil, Çin' olabilecektir.

 

 

Dış Müdahaleler-Ekonomik Yansımalar:

            Muasır medeniyetin temel nitelikte geçerliliği olan değerlerinden biri olarak ‘demokrasi’, başta gelişmiş ülkeler (GÜ) olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) de özümsemeye ve hayata geçirmeye çalıştığı bir yönetim anlayışıdır. Bir GOÜ olarak Türkiye’de de demokrasinin yerleşmesine çalışılmaktadır. Bununla beraber, klasik tabiriyle 'her on yılda bir' gerçekleştirilen kurumsal dış müdahaleler, maalesef bu yönetim anlayışının ülkemizde yeşerip filizlenmesini ve gelişmesini tehdit etmektedir. Dolayısıyla, ‘haklı-haksız’ belirli aralıklarla icra edilen bu tür müdahaleler; ülkemizde siyasî, iktisadî, hukukî ve sosyo-kültürel alanlarda adeta kısır döngülerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Böylece söz konusu alanlarda birçok olumsuzluklar yaşanmaktadır. Bu çerçevede, somutlaştırmak gerekirse ekonomi ile ilgili meydana gelen olumsuzlukların bir kısmı şöyledir:

·       Müdahaleler sonrasında kısa vadede döviz kurlarında önemli boyutlarda aleyhte gelişmeler yaşanabilmektedir. İlk aşamada, bunun sıcak-soğuk paranın yönü üzerinde olumsuz etkileri olmakta ve bunu ilgili olumsuzluklar takip edebilmektedir.

·       Faizlerde artışlar meydana gelebilmekte, buna bağlı olarak yatırım maliyeti artmaktadır. Sonuç, yatırımlardaki düşme ve istihdamdaki azalmadır.

·       Yatırım yapmış olan yabancılar söz konusu yatırımlarının geleceğinden endişe duymakta, buna bağlı olarak yeni yatırımcıların gelmesi zorlaşmaktadır.

·       Müteşebbislerin geleceğe yönelik beklentileri olumsuz bir niteliğe bürünmektedir.

·       İşçi-işveren barışı zedelenmektedir.

·       Maddî-malî piyasalar dengeden uzaklaşmaktadır.

 

            Söz konusu müdahalelerle ekonomide meydana gelen bozulmalara paralel olarak sosyal, siyasî, hukukî alanlarda ortaya çıkan olumsuzluklar, yeni müdahalelere kapı aralayabilmektedir. Böylece bu süreç bir kısır döngü halini almaktadır.

 

 

Spor Ekonomisi ve Dış Ticaret:

            Dış ticaretteki payları açısından ele alındığında, hizmet alt sektörlerinden ‘spor’la ilgili olarak çok net değerlendirmeler yapmak mümkün olmamaktadır. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Halbuki rağbet dereceleri itibariyle başta futbol, basketbol, voleybol olmak üzere güreş, hentbol, yüzme, tenis, karate do, te kvan do, ju do, atletizm, satranç gibi sportif faaliyetlerde ihmal edilemeyecek boyutta ticarî işlemler gerçekleştirilmektedir.

 

            Bu kapsamda, mesela futbol sektörü ele alınabilir. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de futbol takımlarında çok sayıda yabancı oyuncu mevcuttur. Yani bu sektörde önemli ölçüde ithalât işlemi gerçekleştirilmektedir ve bunların parasal boyutu çok yüksek olabilmektedir. Buna karşılık; Türkiye’nin ihracatı, yani dışarıya futbolcu ve eğitici transferi düşük seviyede olup, parasal boyutu da ithalât hacmi ile kıyaslanamayacak seviyededir. Bu durumda, söz konusu faaliyetlerin maddî manada ülke ekonomisine katkısının düşük olduğu ortaya çıkmaktadır, yani eksik olan bir şeyler vardır.

 

            Türkiye’nin spor faaliyetlerindeki ithalât gideri, ihracat gelirinden fazla olduğuna göre buna ilişkin bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir:

·       İlk tedbir, ithalâta sınırlama getirilmesidir ki bu politika serbest ekonomi anlayışına uygun değildir. Çünkü aynı tedbiri başka ülkelerin de alması hâlinde, ilk kısıtlamayı getiren ülkenin ihracatı da engellenmiş olacaktır [bir nevi ‘komşuyu yoksullaştırma politikası’ (beggar thy neighbour policy)].

·       O hâlde ikinci tercihe göre hareket edilmelidir. Yani ihracat artırılmalıdır. Bu çerçevede, spor dallarında yetiştirilecek kişilerin ve spor yetiştiricilerinin yurt dışına transferi ile elde edilecek gelir, ülke ekonomisine katkı sağlar hâle gelecektir. Bunun için dünya piyasalarında rekabet edebilir kalitede ürün (sporcu) imalâtında bulunmak ve bunların sayısını artırarak pazarlama-satış yapmak gerekmektedir.

 

            Temsil açısından bakıldığında da doğru görünen, bir ülkenin kendi kaynaklarıyla (sporcularıyla) dünya piyasalarında boy göstermesidir. Fakat ithalât engellenemeyeceğine göre, gerekli imalâtta bulunarak (sporcu yetiştirerek) ihracata ağırlık vermek, ülke ekonomisi açısından mantıklı görünmektedir. Elbette başarı için tüm bu faaliyetler, kurumsal ve sistematik tarzda gerçekleştirilmelidir.

 

 

Dış Ticaret-Komşu Ülkeler:

            Sanayileşme stratejileri izlenirken, bunların dış ticaretle olan ilişkisi de göz önüne alınabilirse Türkiye açısından da önemli gelişmeler sağlamak mümkün hâle gelecektir. Türkiye, komşu ülkeleriyle yeterli dış ticaret hacmine sahip değildir. Son dönemde gerçekleştirilen teşebbüslerle bu hacimde hareketlenmeler meydana geldiği görülmektedir. İzlenecek stratejilerle bunun daha üst seviyelere çıkarılması gerekmektedir.

 

            Türkiye’ye komşu ülkelerle yapılan dış ticaret mal-hizmet bileşimi dikkate alınarak, her ülkeye komşu veya yakın olan bölgede de bu bileşime uygun bir sanayileşme stratejisi izlenebilir. Mesela, güneydeki-güney doğudaki ülkeler; Suriye, Irak, İran için gıda ağırlıklı bir sanayileşme stratejisi izlenebilir. İlaveten inşaatla bağlantılı sınaî tesislerin kurulması da mümkündür. Yine kuzeydeki-kuzey doğudaki ülkeler; Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan için tekstil bağlantılı sanayileşmeye gidilebilir. Veya söz konusu ülkelerin ithalâtlarında ağırlığı oluşturan kalemlerle bağlantılı sınaî tesislerin kurulmasına yönelik stratejiler geliştirilebilir.

 

            Sadece yurt içine değil, yurt dışına yönelik üretimde de bulunan sınaî tesisler, pazara yakınlık dolayısıyla düşük maliyetle üretimde bulunabilecek ve böylece rekabet edebilir bir yapıya kavuşulmasına imkân sağlayacaktır. Neticede Türkiye’nin dış ticaret hacmi artarken, bölgesel kalkınmanın sağlanmasında da önemli mesafeler kat edilebilecektir.

 

 

* Dr. Mehmet Behzat Ekinci

mbekinci@akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

** “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve İstatistikler İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği: 1923-2007, Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion Kitabevi, Ankara, 2008, s.239-280.

 

 

 

KAYNAKLAR

 

Ankara Ticaret Odası (ATO). Krizler Tarihi Raporu-2005, Ankara, http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316, Erişim: 08.08.2008.

 

Başkaya, Fikret. Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, Ankara, 1986.

 

Çelebi, Esat. “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, No: 4, s.15-28, 2001.

 

Denizcilik Müsteşarlığı. İstatistikler, http://www.denizcilik.gov.tr

 

Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü. İstatistikler, http://www.tcdd.gov.tr

 

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü. İstatistikler, http://www.dhmi.gov.tr

 

Ekinci, Mehmet Behzat. “Türkiye Ekonomisine İlişkin Altı Aylık, Dokuz Aylık, Yıllık Periyodik Sektörel Değerlendirmeler (2001-2008)”, http://www.akademiktisat.net

 

-------------------------------. Uluslararası Hizmet Ticaretinde Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye, İTO, Yayın No: 10, İstanbul, 2008.

 

Hazine Müsteşarlığı. İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr

 

İMKB. Veriler, http://www.imkb.gov.tr

 

Karayolları Genel Müdürlüğü. İstatistikler, http://www.kgm.gov.tr

 

Kazgan, Gülten. “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929-2001): Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc, Erişim: 08.08.2008.

 

Kibritçioğlu, Aykut. “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükûmetler; 1969-2001”, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Yıl:7, Cilt 1, Sayı: 41, s.174-182, 2001.

 

Kum, Hakan. “1980 Sonrası Türkiye Ekonomisindeki Başlıca Gelişmeler”, Erciyes Üniversitesi, İİBF, http://iibf.erciyes.edu.tr/akademik/kum/turkeko.htm, Erişim: 08.08.2008

 

Kuyucuklu, Nazif. Türkiye İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı. Turizm İstatistikleri, http://www.kultur.gov.tr

 

Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü. Temel Ekonomik Göstergeler, http://www.muhasebat.gov.tr

 

Özel, Işıl; Pamuk, Şevket. “Osmanlı’dan Cumhuriyete Kişi Başına Üretim ve Millî Gelir: 1907-1950“, 75 Yılda Para’nın Serüveni, T.İş Bankası-İMKB-Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını, s.83-90, İstanbul, 1998.

 

Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü. İstatistikler/Faaliyet Raporları, http://www.ptt.gov.tr

 

TCMB. İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr

 

TEİAŞ. Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, http://www.teias.gov.tr

 

Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü. Veriler, http://www.turktelekom.com.tr

 

TÜİK. İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr

 

 

 

Sayfa Başı