TÜRKİYE’DE 1923-2006
DÖNEMİNDE İKTİSADÎ KRİZLER
VE İSTATİSTİKLER
İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZLER
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ
1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE DÖNEMLER İTİBARİYLE GELİŞMELER VE
KRİZLER
1.1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM
1.2. 1923-1950 DÖNEMİ
1.3. 1950-1960 DÖNEMİ
1.4. 1960-1980 DÖNEMİ
1.5. 1980-2006 DÖNEMİ
2. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN VERİLER İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZİ
2.1. NÜFUS
2.2. REEL KESİM
2.2.1. BÜYÜME
2.2.2. İSTİHDAM
2.2.3. TARIM
2.2.4. SANAYİ
2.2.4.1. Madencilik
2.2.4.2. Enerji
2.2.4.3. İmalât Sanayii
2.2.5. HİZMET
2.2.5.1. Turizm
2.2.5.2. Ulaştırma
2.2.5.3. Haberleşme
2.2.5.4. İnşaat
2.3. PARA-SERMAYE PİYASASI
2.4. KAMU MALİYESİ
2.4.1. BÜTÇE GELİŞMELERİ
2.4.2. BORÇ VERİLERİ
2.5. DIŞ TİCARET
GENEL DEĞERLENDİRMELER VE TEKLİFLER
GİRİŞ
Ekonomik
açıdan insanlık tarihi, üretimde basitten başlayarak daha karmaşık metotlar ile
yoluna devam etmiştir. Sektörel açıdan ise bu süreç, tarım-sanayi-hizmet
şeklinde gelişmiştir. 19.yüzyılın ilk yarısına kadar genel olarak ziraî
ağırlıklı üretim yapısı, 20.yüzyılın son çeyreğine kadar sınaî bir nitelik
sergilemiştir. Bu tarihler itibariyle ise hizmetler ön plana çıkmış ve bilgi
ekonomisi olarak da adlandırılan yeni bir dönem başlamıştır ve varlığını halen
devam ettirmektedir.
Ekonomilerde
baskın olarak varlığını sürdüren sektörel yapıların süresine bakıldığında
giderek azalan zaman dilimlerine şahit olunmaktadır. Nitekim, tarımın
hakimiyeti binlerce yıl sürerken, sanayinin üstünlüğü yüzyıldan biraz fazla
devam etmiştir. Hizmetlerin üstünlüğünün ne kadar süreceği veya bu yapının
nasıl bir niteliğe bürüneceği henüz belli değildir. Aslında, hakimiyetini
sanayi kadar sürdürebileceği de meçhuldür.
Ülkeler,
üretim sektörleri açısından farklılıklar sergilemektedirler. Her ülke benzer
süreci yaşayamadığındandır ki gelişmişlik yapıları da aynı değildir. Kimileri
tarım-sanayi-hizmet sürecinin ilk aşamasında iken kimileri son aşamada hızla
ilerlemektedir. Kimileri ise iki sektör arasında ekonomik mücadelesine devam
etmektedir. İlk grup, en az gelişmiş ülkeleri (EGÜ); ikincisi gelişmiş ülkeleri
(GÜ); son grup ise gelişmekte olan ülkeleri (GOÜ) ifade etmektedir. Türkiye de
arada kalan grupta, yani GOÜ’ler içinde yer almaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son döneminden başlayarak günümüze kadar ekonomik açıdan uzun
vadeli parlak gelişmeler sağlanamamıştır. Türkiye, daha çok, düşük profilli bir
gelişme seyrinde ileri-geri hareketlerle yoluna devam eden bir ülke
konumundadır. Bu olumsuzluğun sadece bir veya birkaç değil, çok sayıda sebebi
vardır. Nitekim, bunların önemli bir kısmı ülkenin iç yapısından kaynaklanmakla
beraber, bir kısmı da dış faktörlerle ilgilidir. Özellikle 20.yüzyılın ortası
itibariyle, diğer ülkeler gibi, Türkiye ekonomisi de dış dünya ile yakın
ilişkili hâle gelmiştir. Dolayısıyla uluslararası krizlerin doğrudan veya
dolaylı etkileri olmuştur. Esasında, dış dünyaya eklemlenme çabası içinde olan
her ülke için bu doğal bir süreçtir. Çünkü entegrasyonun nimetleri yanında
zahmetleri de olmaktadır. Önemli olan, kurulacak denge ile faydaların sayısının
zararlardan daha fazla olmasını sağlayabilmektir.
Bu çalışma,
Türkiye ekonomisinin 1923-2006 dönemini konu edinmektedir. (Çalışmanın 2006
yılı ile sonlandırılmasının temel sebebi, verilere erişim meselesidir). Bu
kapsamda, Osmanlı’nın son dönemi de ele alınarak 2006 yılına kadarki sürece
ilişkin analizlerde ve değerlendirmelerde bulunulmaktadır. İki ana kısımdan
oluşan çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye ekonomisinin dönemler itibariyle
gelişmeleri ele alınmakta ve meydana gelen iç-dış krizlere ilişkin bilgiler
aktarılmaktadır.
İkinci
kısımda erişilebilen veriler ışığında sektörel incelemeler yapılmaktadır. Bu
kapsamda; reel kesim, para-sermaye piyasası, kamu maliyesi ve dış ticaret
kesimleri ile ilgili ana ve alt sektörler itibariyle analizler
gerçekleştirilmektedir. Böylece ilk kısımda dönemler itibariyle verilen genel
gelişmeler ve kriz bilgileri göz önünde bulundurularak; ikinci kısımdaki
veriler itibariyle de 1923-2006 dönemi Türkiye ekonomisinin daha kolay okunması
hedeflenmektedir. Çalışmanın sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak
birtakım öneriler sıralanmaktadır.
1. TÜRKİYE
EKONOMİSİNDE DÖNEMLER İTİBARİYLE GELİŞMELER VE KRİZLER
Türkiye
ekonomisinde, esasında, dönemlere ilişkin farklı ayırımlar olmakla beraber, bu
çalışmada genel özellikleri dikkate alınarak; 1923-50, 50-60, 60-80 ve 80
sonrası olmak üzere dört alt devre halinde incelemelerde bulunulmaktadır. Bu
dönemlere geçmeden evvel, Cumhuriyet öncesi Osmanlı’sının ekonomik durumu
hakkında da kısa bilgilere yer verilmektedir.
Türkiye
ekonomisinin fotoğrafının ortaya konması esnasında, dönemler itibariyle yaşanan
iç ve dış krizlerden bahsedilmesi de bir gerekliliktir. Böylece ekonomiye
ilişkin daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak mümkün hâle gelmektedir.
Dolayısıyla bu çalışmada, Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik krizlere de
değinilmektedir.
Türkiye’de Cumhuriyetin
kuruluşu itibariyle altısı ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi
politikası değişimlerine sebep olan; dördü ise nispeten daha kısa süreli ve
etkileri daha sınırlı olan kriz yaşanmıştır. İlk gruptaki krizler 1929-31,
1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994 ve 1998-2002 dönemlerinde yaşanmışken; ikinci
gruptaki krizler 1947, 1969, 1982 ve 1991 yıllarında meydana gelmiştir. Bu
krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve Cumhuriyet tarihinin dörtte
birini oluşturmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde,
Türkiye’nin yaşadığı krizlerin zaman boyutu şaşırtıcı bir düzen içindedir.
Türkiye neredeyse her on yılda bir, dönemin sonuna doğru (on yılın 7. ile 9.
yılı arası) şiddetli ya da hafif bir kriz yaşamıştır. Yirmi yılda bir yaşanan ve
8. yılda başlayan krizler (1958, 1978, 1998) olağanüstü şiddette ve uzunlukta
olmuştur. (Kazgan, 2008, 1-2)
Bir diğer
kaynağa göre, Türkiye’de 1923-2005 dönemi boyunca 15 ekonomik kriz yaşanmıştır
(ATO). Bu çerçevede, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nı takiben, Türkiye’de
ortalama her 5 yılda bir ekonomik kriz meydana gelmiştir. Söz konusu ekonomik
krizler şu tarihlerde oluşmuştur: 1929, 1948, 1954, 1958, 1969, 1974 Birinci
Petrol Krizi, 1978 Krizi, 1979-1980 İkinci Petrol Krizi, 1986, 1988-1989, 1991
Finansal Krizi, 1994 Finansal Krizi, 1998-99, Kasım 2000, Şubat 2001.
Zamana
bağlı olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen ekonomik krizlerin
niteliğinde de birtakım değişmeler meydana gelmiştir. Bu çerçevede, yeni bin
yılın krizleri farklılık arz etmeye başlamıştır. Nitekim Türkiye’de, 2000 yılı
Kasım’ına kadarki krizlerde genelde kıtlıklar, yokluklar, karaborsalar
yaşanmıştır. Bu kapsamda; 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’deki
krizlerin temelinde döviz kıtlığı mevcuttur. Döviz stoklarının tükenmesini
takiben ithalât yapılamamış ve ağır fiyat kontrolleri ile mal kıtlığı meydana
gelmiş, karaborsalar oluşmuştur. Söz konusu krizlerde ekonomik büyüme düşmüş
fakat ekonomik gerileme kendisini çok fazla hissettirmemiştir. Ancak, 2000 yılı
sonrası krizler, Türkiye ekonomisini baştan sona etkilemekte ve iyileşme süreci
uzamaktadır. (Çelebi, 2001, 20)
Takip eden
alt başlıklarda Türkiye ekonomisinde dönemlere ilişkin gelişmelere ve meydana
gelen iç-dış krizlere yer verilmektedir.
1.1. CUMHURİYET ÖNCESİ
DÖNEM
Cumhuriyet
öncesi dönemde ülke ekonomisi ziraî bir yapıya sahiptir. Ancak bu ziraî yapı da
sağlam temeller üzerine kurulu değildir. Nitekim, sermaye ve üretim teknikleri
bakımından bazı eksiklikler söz konusudur. Sermaye stoku zayıf olduğu gibi, üretimde
ilkel ziraî aletlerin hakimiyeti vardır. Dahası, tarım işletmeleri de küçük ve
parçalanmış durumdadır. Cumhuriyet öncesi sınaî yapı da zayıftır. (Kuyucuklu,
1993, 155)
Osmanlı
İmparatorluğu’nda millî bir sanayiin oluşturulmasına yönelik teşebbüsler 1866
yılında başlamıştır. Bunların ilki “Islah-ı Sanayi Encümeni”dir. 1873 tarihli
bir kanunla da fabrika kuracaklara gümrük vergisi muafiyeti tanınmış, 1888’de
söz konusu muafiyetler fabrika inşaatında kullanılan temel malzemeleri de
kapsayacak şekilde genişletilmiş, 1897’de ise yeni tesislere 10 yıllık bir
dönem için vergi muafiyeti düzenlemesi getirilmiştir. Daha sonra İttihat ve
Terakki iktidarınca “Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkati” çıkarılmıştır. Ancak,
bu kanuna ve diğer birtakım teşvik edici düzenlemelere rağmen hatırı sayılır
bir sanayi yapısı oluşmamıştır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin son, Cumhuriyetin
ilk dönemlerinde küçük meta üretimi ve kapalı bir ekonomi yapısı söz konusudur.
Genellikle İstanbul, İzmir, Bursa gibi birkaç liman kentinde toplanmış “hafif
sanayi” mevcuttur. Diğer bazı şehirlerde sadece birkaç un ve debagat
(tabakçılık, sepicilik) fabrikası vardır. Anadolu’nun ekserisinde gözle görülür
bir sanayi işletmesi yoktur (Başkaya, 1986, 9-15, 31-32). Çünkü Osmanlı
sanayii, XIX.yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle İngiliz mekanik sanayii olmak
üzere Avrupa’nın ezici darbesi altında kalmış, mevcut kapitülasyonlara 1838
yılındaki Baltalimanı Ticaret Anlaşması ile yeni şartların da ilavesiyle
İmparatorluk güç durumda kalmıştır. Bu sebeple ülke, sadece ilkel madde ve
maden ihracatçısı olmuş ve yapım malları ithalâtçısı hâline gelmiştir.
(Kuyucuklu, 1993, 156)
Osmanlı
İmparatorluğunun 19.yüzyıl boyunca dış ticaret hacmi artmıştır. Özellikle
I.Dünya Savaşı öncesinde bu hacim yüksek meblağlarda gerçekleşmiştir.
20.yüzyılın başında İmparatorlukta meydana gelen fizikî daralmaya rağmen hem
ihracat hem de ithalât artmaya devam etmiştir. 1913’te ihracat/GSMH %14,1 iken
bu oran 1929’da %10’un altına inmiştir. 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda
ithalâtta da yüksek artışlar olmuştur. I.Dünya Savaşı’ndan önce ithalât, takip
eden 30-40 yıllık sürede erişilemeyecek bir seviyeye ulaşmıştır. Açık ekonomi
şartlarında ithalât/GSMH %18’e erişmiştir. (Özel ve Pamuk, 1998, 86-87)
Cumhuriyet’e
doğru yaklaşılırken, var olan ekonomik sorunlardan bir diğeri de Osmanlı
borçlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu, 1850 yılları itibariyle Avrupa ülkelerinden
borç alma teşebbüslerinde bulunmaya başlamıştır. Osmanlı bütçesi, 1877 yılında
Rusya’ya savaş ilan edildiği vakit iflas noktasındadır. İlk borç alımına III.
Selim döneminde başlanmıştır ve 1854-1914 döneminde borçlanma süreklilik arz
etmiştir. (Çelebi, 2001, 17)
1.2. 1923-1950 DÖNEMİ
Cumhuriyetin
ilk yıllarında sanayi belli başlı merkezlerde toplanmıştır. Toplam imalât
sanayiinin %75 civarındaki kısmı İstanbul, İzmir, Adana ve Bursa gibi
şehirlerde faaliyette bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde kurulan sınaî
birimlerin %23’ü (342 adet) 1923 yılı öncesine; %74’ü (1.088 adet) ise 1923
yılı sonrasına aittir. Bununla beraber, kurulan sanayi de tarıma dayalıdır.
Nitekim, söz konusu tesislerin %44’ü tarım ve evcil hayvanlarla ilgiliyken,
%24’ü dokuma, %9’u kereste ile ilgilidir. Diğer sınaî tesisler ise şu alanlarda
faaliyette bulunmaktadır: %6 maden işleme, %5 kimya, %3 matbaacılık-kağıt-karton,
%2 inşaat, %1 maden çıkarma, %6 diğer. (Başkaya, 1986, 31-32)
Cumhuriyet
yönetimi, 1923 yılında gerçekleştirdiği İzmir İktisat Kongresi ile önemli
kararlara imza atmış ve bu doğrultuda öncelikle sanayiyi teşvik edici
tedbirlere yer vermiştir. Buna ilişkin kanunî ve kurumsal düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Mesela; ihracata dönük sanayilerin kullandığı ham
maddelerin gümrük vergisinden muaf tutulması, içe dönük imalât yapan sanayinin
gümrüklerle korunması yoluna gidilmiştir. 1923-1932 döneminde bir taraftan
Osmanlı’dan miras kalan yapılar tasfiye edilmiş, diğer taraftan devlet
tekelleri oluşturularak bütçe gelirleri artırılmaya çalışılmıştır. Merkez
Bankası, Âli İktisat Meclisi ve Devlet Sanayi Ofisi gibi millî iktisat
politikası araçlarının kurulması da bu dönemdedir. (Başkaya, 1986, 47-50)
1923-1950
döneminde dünya çapında bir bunalım devresi yaşanmıştır. 1929-1931 arasını
kapsayan bu krizin ülkelere etkileri şöyledir (Kazgan, 2008, 2): Tarım ürünleri
fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri aleyhe dönmüş, ihracat pazarları
daralmış, dış kredi imkânları azalmıştır.
Bu dönemde meydana gelen iki iç ekonomik kriz vardır:
· 1929 Krizi: Cumhuriyet tarihinde
karşılaşılan ilk kriz 1929 yılındadır. 1929’da yaşanan büyük dünya bunalımı,
Türkiye’yi de etkilemiştir. Krizin etkilerine, Türkiye ekonomisinin kendi
sıkıntıları ve ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da ilave olunca
ciddi bir “kambiyo krizi” yaşanmış, TL’nin değeri düşmüştür. (ATO, 2008, 1)
· 1948 Krizi: İlk devalüasyon 1946 yılında,
ihracatı artırmak amaçlı yapılmasına rağmen hedefe ulaşılamamış, 1948 yılında
döviz girdilerinde ciddi sorunlar baş göstermiş, başta istihdamda olmak üzere
birtakım olumsuzluklar meydana gelmiştir. (Çelebi, 2001, 20)
Bir görüşe
göre 1923-1950, Türkiye ekonomisinin en düzenli faaliyette bulunduğu dönemdir.
Bu yıllarda, TL dünya ekonomisinde en değerli para birimi konumundadır. 1923
yılında kişi başına düşen gelir meblağı 45 Dolar olup, Avrupa ülkelerinin aynı
dönemdeki kişi başına gelir meblağının biraz altında seyretmektedir.
Türkiye’nin 1923-1938 dönemi ortalama yıllık büyüme hızı %7,9 olup, Cumhuriyet
tarihinde 2004 ve 2005 yılları hariç (sırasıyla %9,4 ve %8,4) en yüksek
orandır. (Çelebi, 2001, 15)
Genel
karakteristikleri itibariyle 1923-1950 arası, dört alt dönem halinde
incelenebilir (Kuyucuklu, 1993, 160-195):
· 1923-1929 Alt Dönemi:
Bu dönemde, Cumhuriyetin kuruluşu
gibi, millî bir iktisat düzeni de oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda
yapılan ilk ve en önemli faaliyet, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’dir.
Kongre’de; tarım, sanayi ve ticaret sektörlerine, vergilemeye, dış ticarete
yönelik politikalar belirlenmeye çalışılmıştır. Bu devrede, özel teşebbüse önem
verilmiş, Sanayi ve Maadin Bankası, İş Bankası, Millî Sigorta Şirketi gibi
kurumlar tesis edilmiştir.
· 1929-1932 Alt Dönemi:
Dünya ekonomik bunalımına denk gelen
bu dönemde, önceki döneme göre millî iktisada daha fazla öncelik verilmiş, buna
yönelik sıkı düzenlemelere gidilmiştir.
· 1933-1945 Alt Dönemi:
Bu alt devre, devletin iktisadî
hayata sadece karıştığı ve onu düzenlediği değil, aynı zamanda bazı
faaliyetleri bizzat gerçekleştirdiği ve iktisadî işletmeler kurduğu bir zaman
dilimidir. İlk kalkınma planlarının da hazırlandığı bu dönemde, 1933-37
yıllarını kapsayan birinci ve 1938-42 yıllarını kapsayan ikinci beş yıllık
sanayi planları uygulanmıştır. Bununla beraber, söz konusu planlar, millî
iktisadın tüm kesimlerini içermediğinden, yatırım ve büyüklüklerle ilgili
olmadığından, fakat sanayide belirli alt kollarda fabrikalar kurulmasını ve
belirli işler yapılmasını öngördüğünden, daha ziyade birer program olarak
değerlendirilmektedirler.
· 1946-1949 Alt Dönemi:
Bu dönem, daha çok, bir geçiş
devresi niteliğindedir. Nitekim, devletçi ve müdahaleci bir iktisadî düzenden
özel girişimciliğin revaç bulduğu liberal bir düzene doğru değişim süreci
yaşanmıştır.
1.3. 1950-1960 DÖNEMİ
1950-60,
iktisadî hayatta özel müteşebbisliğin esas alındığı bir dönemdir. Bu devrede
millî bir burjuvazi oluşturulmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmiş,
ekonomik ilişkiler de dahil olmak üzere dış ilişkiler geliştirilmeye
çalışılmıştır. Bu dönemde, devlet işletmeciliğinin sadece kamu hizmeti ile ve
özel sektörün faaliyette bulunmak istemediği alanlar ile sınırlanması
hedeflenmiştir. Dahası, bunların dışında yeni kamu işletmelerinin kurulmaması,
var olanlarının özel kesime devredilmesi planlanmıştır. Ancak, KİT’lerin
hiçbiri satılmamakla beraber, mevcutlar genişletilmiş, hatta yenileri de
kurulmuştur. Liberalizmin temel alındığı bu dönemde, serbest rekabetçi
politikaların uygulanması ancak 1954’e kadar mümkün olabilmiş, bu yılı takiben
belirli mallarda kıtlıkların başlamasıyla 1956’da II.Dünya Savaşı döneminde
uygulamaya konulan “Millî Korunma Kanunu“ tekrar yürürlüğe girmiştir. Bu
çerçevede devlet, iktisadî hayata yine müdahaleye başlamıştır. Ekonomiye aşırı
müdahaleleri takiben, 1958’de “stabilizasyon“ kararları alınmak durumunda
kalınmıştır. (Kuyucuklu, 1996, 196)
1950’li
yıllar, bazı iktisatçılarca henüz hazır olmayan bir ekonomik yapılanma üzerine
(IMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla) aşılanmak istenen serbest piyasa
ekonomisine geçişe bir örnek olarak değerlendirilmektedir. Getirilmek istenen
bütün ekonomik serbestlikler 1954 sonrasında olumsuz bir yapıya bürünmüş,
günübirlik olmayacak ya da olmaması gereken arızî ve hesapsız Hükûmet kararları
ekonomiyi belli başlı tüketim mallarında, (kahve-mendil-röntgen filmi gibi)
darlıklara sürüklemiş ve serbest piyasa ekonomisi işleyemeden krizle
sonuçlanmıştır. (Kazgan, 2008, 2)
Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir: (Kazgan,
2008, 2)
· 1954: Kore Savaşı’nı takip eden uzun
yıllar boyunca ham madde ve tarım ürünü fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri
aleyhte seyretmiştir.
· 1958: ABD’nin durgunluğa girmesi,
Avrupa Ekonomik Topluluğu paralarının konvertibiliteye geçmesi ve Roma
Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile pazarlarda daralmalar meydana gelmiştir.
1950-60 döneminde Türkiye’de iki kriz meydana gelmiştir:
· 1954 Krizi: 1953 yılından itibaren meydana
gelen döviz sıkıntısı ve 1954 yılındaki kötü hasat sebebiyle ithalât imkânları
daralmış, bu da içe dönük sanayileşme yönünde bir baskıya yol açmıştır.
Böylece, ithalâtta kısıntılara gidilmesi ve bazı malların ithal ikamesi yoluyla
elde edilmesi dönemi başlamıştır. Nitekim ithal ikameci sanayileşme stratejisi,
planlamaya ağırlık verilen 1960 sonrası dönemin ana çatısını oluşturmuştur.
1960’lı yıllarda hızlı bir gelişme sağlayan ve 1970’li yıllarda şiddetli bir
krize sürüklenmesine yol açan bu strateji, planlı dönemin ürünüdür. (Başkaya,
1986, 137-143)
· 1958 Krizi: 1950’li yıllarda
uygulanan dışarıdan sermaye ithaline göre ayarlanmış serbestleşme programı,
1958 krizinin hazırlayıcısı olmuştur. 1958’e gelindiğinde vadesi dolmuş 256
milyon Dolar’lık dış borç mevcuttur. Ağustos ayında IMF ile bir istikrar
programı uygulamasına geçilmiş, bu kapsamda devalüasyon yapılmıştır. Dış
ticaret açığı büyümüş, 1958’de 55,3 milyon Dolar olan bütçe açığı 1959’da 266,7
milyon Dolar’a yükselmiştir. Türkiye, 1959 yılında hayat pahalılığında
Brezilya’nın ardından dünya ikincisi olmuştur. (ato, 2008, 1)
İzlenen
stratejiler ve uygulanan politikalar çerçevesinde, 1950-1960 döneminin temel
özellikleri şöyle sıralanabilir (Başkaya, 1986, 134-137):
· Bu dönem, Türkiye’nin dünya ekonomisine
entegre oluşunda önemli bir evreyi oluşturmaktadır. 1920’li yıllardaki üst yapı
reformları, 1930’lu yıllardaki sınaî tesisler, 1950’lerdeki tarımsal gelişmeler
ve alt yapı yatırımları ile 1960’lara gelindiğinde Türkiye’nin dünyaya
entegrasyonu kolaylaşmıştır.
· Tarım sektöründe önemli gelişmeler
kaydedilmiştir. Bu devrede tarımda hem makineleşme artmıştır hem de ekilebilir
alanlar genişlemiştir.
· Bu dönemde yabancı sermayeye karşı
yaklaşımda değişmeler meydana gelmiştir. Her ne kadar hedeflenene ulaşılamamışsa
da yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli kanunî düzenlemeler yapılmıştır.
Ayrıca, başta ABD’den olmak üzere dış yardımlarda önemli ölçüde artışlar
olmuştur.
1.4. 1960-1980 DÖNEMİ
1960-1980;
önceki dönemin tersine, düşünce itibariyle devletin iktisadî hayata müdahale
ettiği, düzenlediği ve belli ölçüde faaliyette bulunduğu bir devredir. Bu
dönemde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve beş yıllık kalkınma planları
(BYKP) hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu kapsamda, 1963-67’de I.BYKP, 1968-72’de
II.BYKP ve 1973-77’de III.BYKP hayata geçirilmiştir. Bu planlar ve
gerçekleşmeler kıyaslandığında, genel olarak bir uyumdan bahsedilebilmekle
beraber, önemli sorunların giderilemediği ve bunların maliyetlerinin topluma
yansıdığı görülmektedir. (Kuyucuklu, 1996, 199)
Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir (Kazgan,
2008, 2):
· 1968: Dolar’ın altın değerinin,
· 1974: 1.Petrol Krizi’nin
patlamasıyla dış ticaret hadleri şiddetle aleyhe dönmüş; Alman Markı ve İsviçre
Frankı, Dolar’a karşı hızla değer kazanmıştır.
· 1978: “Petro-Dolar’ları dolaşıma
döndürme” politikasının sebep olduğu aşırı kısa vadeli borçlanma, Türkiye ile
birlikte Arjantin, Zaire, Peru gibi bazı GOÜ’leri krize sürüklemiş;
uluslararası bankalar GOÜ’lere kredileri kısmış ve faizleri yükseltmiştir.
· 1979–1980: Petrol fiyatları
yükselmiş, ABD’de para arzının kısılması dünya reel faiz hadlerini artırmış,
tarım fiyatları düşmüştür.
Dünyada meydana
gelen krizlerden doğrudan veya dolaylı biçimde etkilenerek 1960-80 döneminde
Türkiye’de ortaya çıkan ekonomik krizler şöyledir:
· 1974 Birinci Petrol Krizi:
1974’te petrol fiyatlarının 4 kat
kadar artması, petrole bağımlı bir ülke olarak Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir.
Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Batı ülkelerinin üstü örtülü ekonomik
ambargosu başlamıştır. Petrol fiyatlarındaki artış, ithal edilen sanayi
ürünlerinin fiyatlarını da yükseltmiştir. Öte yandan, dünyada petrol
tasarrufuna gidilirken Türkiye’de petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiş ve
bu da tüketimi artırmıştır. Büyük bir dış ticaret açığı meydana gelmiş; 769
milyon Dolar olan açık, 2,3 milyar Dolar’a kadar yükselmiştir. Yıl sonu
itibariyle 303 milyon Dolar’la rekor bir bütçe açığı oluşmuştur. Turizm ve işçi
gelirleri düşmüş, istihdam sorunu büyümüştür. (ATO, 2008, 1)
· 1978 Krizi:
Büyük meblağlarda düşük faizli kredi
teminine gidilmiş ve bunlar uygun olmayan şekillerde kullanılmış, önemli bir kısmı
israf edilmiştir. Borçlar bir yandan tüketimi ve ithalâtı artırırken, diğer
yandan da sabit yatırımları ve buna bağlı ithalât kalemlerini artırmıştır. Yurt
dışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan
kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalâtı, gelişigüzel devlet
sübvansiyonları bu borçlarla karşılanmıştır. 1970 yılında 1,8 milyar Dolar olan
borç, 1977 yılında 10 milyar Dolar’a yükselmiştir. 1978 yılında kısa vadeli
borçların toplam borç içindeki payı %52’ye ulaşmıştır. (ATO, 2008, 1)
· 1979-1980 İkinci Petrol Krizi:
OPEC üyeleri, petrol fiyatını
1979’da ve 1980’de ikinci kez %150 oranında artırmış, bu şok Türkiye’de yoğun
bir ekonomik krizin yaşandığı devreye isabet etmiştir. İşsizlik oranı %20’lere
yaklaşmış, enflasyon %63,9’a yükselmiştir. Pek çok temel tüketim maddesinin
karaborsası oluşmuş; benzin, tüp, ampul gibi maddelerde kıtlık başlamıştır.
Enflasyonun kontrol altına alınması, dış kaynak açığının kapatılması ve
ekonomiye tekrar işlerlik kazandırılması amacıyla “24 Ocak Kararları” yürürlüğe
konulmuştur. Bu kararlar ile TL %48,6 oranında devalüe edilmiştir. (ATO, 2008,
2)
1977 yılı
ortaları itibariyle yüksek enflasyon oluşması, transferlerin tıkanması,
enerjide meydana gelen kıtlıklar, düşük kapasite kullanımı, dış borç bulmadaki
sıkıntılar ve borç yükünün artması, dış ticaret açığının artması, işçi
dövizlerindeki düşüş ve yatırımlardaki azalma, ülke ekonomisinde meydana gelen
başlıca olumsuzluklardır. Bunların giderilmesi ve ekonominin rehabilite
edilmesi için bazı köklü değişikliklere gidilmesi gerekmiştir. Çünkü 1980’e
gelindiğinde geçerli politikalarla krizin atlatılmasının imkânsızlığı ortaya
çıkmıştır. Böylece 24 Ocak 1980 Kararları doğmuş ve ekonomide yeni bir dönem
başlamıştır. Aslında bu kararlar, zaten uygulanmakta olan bazı politikaları
içeriyor olmasına rağmen önemli değişiklikleri de barındırmaktadır. Bu kapsamda
temel hedef, 1960’lar itibariyle başlayan ithal ikameci stratejiden dışa açık
ekonomiye geçişi sağlamaktır. (Başkaya, 1986, 183-188)
1.5. 1980-2006 DÖNEMİ
Türkiye
ekonomisinde, başta 1970’lerdeki iki petrol fiyatı şoku olmak üzere uygulanan
tutarsız para ve maliye politikalarının etkisiyle ciddi bir ödemeler dengesi
krizi oluşmuş, üretimde gerilemeler meydana gelmiş ve hızlı bir enflasyon
süreci yaşanmıştır. Dönemin Hükûmeti, 24 Ocak 1980’de aldığı kararlar ile kısa
sürede enflasyonu düşürmeyi ve ekonomiyi dereceli olarak liberalize etmeyi
hedeflemiştir. (Kibritçioğlu, 2001, 177)
24 Ocak
Kararları ile başlatılan yeni strateji; politikalar, kurumlar ve kanunî
düzenlemeler olmak üzere üç sacayağı üzerinde temellendirilebilir (Başkaya,
1986, 183-202):
· Yeni strateji kapsamındaki
politikalar ana başlıklar itibariyle; ihracatın artırılması, fiyat sisteminin
değiştirilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest
bırakılmasıdır.
· Alınan kararların etkinliğini
sağlamak amacıyla, bu stratejiyi destekleyecek ve uygulayacak bazı kurumlar da
oluşturulmuştur. Bunlar; Yabancı Sermaye Dairesi, Teşvik ve Uygulama Dairesi,
Koordinasyon Kurulu ve Para ve Kredi Kurulu’dur.
· 24 Ocak Kararları, bazı kanunî
düzenlemelerle desteklenmiştir. Bunlardan biri vergilerdir. Vergilemede daha
kapsayıcı ve gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmiştir. Diğeri, daha evvel
devlete devredilen bazı madenlerin özel kesime iadesidir. Diğer bir düzenleme
de sigara tekelinin kaldırılmasıdır. Başka bir düzenleme ise serbest bölgelere
ilişkindir. Amaç, serbest bölgelerin kurulması yoluyla yabancı sermaye
girişinin ve ülkenin dış ticaret hacminin artırılmasıdır.
1980
sonrası dönemde, dünyada da birçok kriz yaşanmıştır. Meydana gelen
olumsuzluklar şöyledir (Kazgan, 2008, 2-3):
· 1982: yüksek meblağlarda borçlu
Latin Amerika ülkelerinin borç ödeyemez duruma düşmesiyle dünyada “büyük borç
krizi” patlak vermiş, reel faiz hadleri yükselmiştir.
· 1987: Kasım ayında New York borsası
çökmüş; yaygın banka iflaslarıyla ABD ekonomisi uzun süreli (1987-1991)
durgunluğa girmiş; Dolar, Alman Markı ve Yen gibi güçlü paralar karşısında
değer kaybetmiştir.
· 1990: Tokyo borsası çökmüş, Japonya’da
finansal kırılganlık ortaya çıkmış ve uzun süreli durgunluk / deflasyon süreci
başlamıştır.
· 1990–1991: Irak’a ambargo
uygulanmış, bunu takiben körfez savaşı sürecinde bölgeden turist ve sermaye
kaçışı yaşanmış, petrol fiyatları yükselmiş, bölgeye verilen kredilerin
faizlerinde artışlar meydana gelmiştir.
· 1992–1993: Avrupa paraları aleyhine
spekülasyon sonucu Türkiye’ye rakip ülkeler paraları devalüe edilmiş; ABD’ye
sermaye kaçışı yaşanmış; ABD’de hızlı, AB’de yavaş büyüme meydana gelmiş ve
Dolar değerlenmiştir.
· 1994: Meksika’yı takiben Brezilya ve
Arjantin’de ekonomik kriz yaşanmış, bunların paraları devalüe edilmiştir. Bu
ülkeler ile GOÜ pazarlarından sermaye kaçışı yaşanmıştır. Çin’in para birimi
Yuan da devalüe edilmiştir.
· 1997–99: Uzak Doğu ve Güney Doğu
Asya ülkelerinde kriz yaşanmış, bunlardan ve GOÜ’lerden sermaye kaçışı meydana
gelmiştir. Kriz, başta bölgeyi olmak üzere dünyayı tehdit eder boyuta varmış;
petrol fiyatı düşmüş, ülke paralarında büyük çaplı devalüasyonlar meydana
gelmiş, dünya pazarları daralmıştır.
· 1998: Asya krizi Rusya’ya sıçramış
ve bu ülke moratoryum ilan etmiştir. Bölgeden sermaye kaçışı başlamış, kredi
faizleri yükselmiş, Ruble devalüe edilmiş, Rusya pazarı daralmıştır.
· 2000: Dünya petrol fiyatları katlanarak
artmış, Nasdaq’da çöküş başlamış, ABD’de durgunluk işaretleri belirmiş ve
sermaye kaçışı başlamıştır.
· 2001: Arjantin’de ekonomik kriz
meydana gelmiş ve bu olumsuzluk Latin Amerika’ya yayılmıştır. ABD’de 11 Eylül
saldırılarıyla beraber savaş emareleri belirmiş ve Nasdaq’daki çöküş diğer
hisselere de yayılmıştır. ABD’de büyük boyutlu şirketler iflas etmiş, geniş
çapta yolsuzluklar meydana gelmiş ve ekonomik durgunluk yayılmıştır.
· 2002: ABD İngiltere ile birlikte
Afganistan’ı işgal etmiş, özellikle bölge ekonomilerinde olmak üzere dünyada
tedirginlikler oluşmuştur. Nasdaq başta olmak üzere, New York borsasında çöküş
yaşanmış, şirket iflasları ve şirket yolsuzlukları meydana gelmiş; Avrupa’da
dolaşıma giren Euro karşısında Dolar değer kaybetmiş, ABD’den sermaye çıkışı
yaşanmıştır. Arjantin’de ekonomik çöküş yaşanmış, bu durum başta Uruguay olmak
üzere diğer bölge ülkelerine sıçramıştır.
· 2003: ABD ve İngiltere; İtalya,
Japonya gibi bazı ülkelerin de desteğini alarak Irak’ı işgal etmiş, bunun tüm
dünyaya olumsuz etkisi olmuştur. ABD’de muhasebe ve teknoloji firmalarında
iflaslar yaşanmıştır.
· 2006: Petrol fiyatlarında yükseliş
trendine girilmiş, petrolün varil fiyatı 100 Dolar’ı geçmiştir. ABD’de mortgage
sisteminde tıkanıklıklar meydana gelmiş ve ilgili sektörlerde durgunluklar
yaşanmış, bunun finansal piyasalara olumsuz etkileri olmuştur.
Türkiye’de
1980 sonrasında 24 Ocak Kararları ile bağlantılı olarak ekonomide meydana gelen
hızlı dışa açılma süreci kapsamında; 1981 Mayıs’ında bir taraftan esnek döviz
kuru sistemine geçilirken, öte taraftan 1980-1982 döneminde alınan birtakım
kararlarla iç finansal liberalizasyona geçilmiştir. Fakat bu süreç, hukukî alt
yapıdaki eksiklikler sebebiyle ortaya çıkan “bankerler krizi” ile önemli ölçüde
zedelenmiştir. Özellikle Haziran 1984 ve Ağustos 1989’da alınan iktisat
politikası kararları ile Türkiye’de vatandaşların döviz tevdiat hesabı (DTH)
açtırabilmelerine imkân sağlamak dahil, bazı köklü dış finansal serbestleşme
tedbirleri yürürlüğe girmiştir. 1989 yılı sonrasında kamu kesiminde oluşan
büyük açıklar, yüksek yurt içi faiz oranları, kısa vadeli sermaye
girişlerindeki hızlanmalar ve döviz kurlarındaki düşük oranlı artışlar,
ekonomiyi daha fazla “sıcak para” bağımlısı haline getirmiştir. Kamu kesiminde
Aralık 1993-Nisan 1994 döneminde iç borcun sürdürülemezliği açıkça belirmesine
rağmen, benzer politikalara devam edilmiştir. Neticede ekonomi, Kasım-Aralık
2000 ve Şubat-Mart 2001 dönemlerinde şiddetli bankacılık ve döviz kuru krizleri
ile tıkanıklığa sürüklenmiştir. (Kibritçioğlu, 2001, 177-178)
Türkiye,
1990’lı yıllarda sermaye hareketleriyle birlikte mal-hizmet pazarlarını da tam
manasıyla serbestleştirmiştir. Bu gelişme Latin Amerika ülkelerinin
politikalarıyla benzerlik göstermektedir. Türkiye, 1990’dan 1997’ye kadar biri
1991 diğeri 1994’te olmak üzere iki kriz atlatmak pahasına da olsa ekonomisini
büyütmüştür; ancak bunun karşılığında artan iç ve dış borçlar, finansal
kırılganlığı artırmıştır. Nitekim 1998’de yeniden girilen kriz ortamında, 2000
yılında IMF’nin hatalı politikalarının ilavesiyle borç toplamı GSMH’yi (2001)
aşmıştır. Bu tarih itibariyle borçlar artarken, GSMH de 1990’lı yılların
başındaki seviyeye gerilemiştir. (Kazgan, 2008, 7)
1980-2006
döneminde Türkiye’de meydana gelen krizler ve bunların somut etkileri şöyledir:
· 1986 Krizi:
24 Ocak Kararları ile alınan
tedbirler sonucunda 1978’de 2,3 milyar Dolar olan ihracat 1983’te 5,7 milyar
Dolar’a yükselmiş, aynı yıl itibariyle dış ticaret açığı 3,6 milyar Dolar,
bütçe açığı ise 2,5 milyar Dolar (önceki yıla göre %150 artış) olarak
gerçekleşmiştir. 1986 yılında kamu harcamalarındaki artış dolayısıyla ekonomide
dengesizlik yaşanmış ve TL devalüe edilmiştir. (ATO, 2008, 2)
· 1988-1989 Krizi:
Kamu açıklarındaki artış ve malî
piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükselmiş, döviz rezervleri
azalmıştır. Türkiye, 1989 yılı itibariyle dışa açık serbest piyasa
ekonomilerinden biri olmuştur. Dış borç stoku önemli bir meblağa erişmiş, kısa
vadeli borçların toplam borçların içindeki payı %19’a ulaşmıştır. Ticarî bankaların
döviz açığı büyümüş, stagflasyon sürecine girilmiştir. Yüksek meblağda dış
ticaret açığı oluşmuştur. (ATO, 2008, 2)
· 1991 Finansal Krizi:
1991 krizini tetikleyen faktör,
Körfez Krizi’dir. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar Dolar civarında
olup, bunun 3 milyar Dolar’lık kısmı kısa vadelidir. Dış borç stoku 8 milyar
Dolar’a yaklaşmış, bu borçların kısa vadeli kısmı 4 milyar Dolar’a ulaşmıştır.
Cari işlemler açığı, tarihî bir sıçrama göstererek 2,6 milyar Dolar’a
çıkmıştır. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken ihracatı
caydırmış, ithalâtı cazip hâle getirmiştir. Bu arada 1991’de Körfez Krizi
çıkınca Türkiye riskli bir ülke konumuna gelmiş, sermaye kaçışa geçerek 2,6
milyar Dolar civarında bir çıkış yaşanmış ve bu da ekonomide durgunluğa yol
açmıştır. TÜFE %52,4 artarken TEFE (ÜFE) artışı %64’e ulaşmıştır. Büyüme hızı
%0,3’e düşmüştür. (ATO, 2008, 2)
· Mart 1994 Krizi:
Hazine, faizlerin düşürülmesi
amacıyla piyasalar yerine Merkez Bankası’ndan borçlanmaya yönelmiştir. Fakat
Merkez Bankası’nın piyasaya çıkardığı TL; döviz talebi oluşturmuş, döviz
rezervleri hızla erimiştir. Böylece bankalar arası döviz piyasasında kurlar
artmış ve Merkez Bankası TL’yi Dolar’a karşı %13,6 oranında devalüe etmek
zorunda kalmış ve Dolar 17 bin TL olmuştur. Devalüasyon, serbest piyasa döviz
fiyatlarını hızla artırmış; resmî kurlar 40 bin TL’ye yükselmişken serbest
piyasa Dolar kuru 45 bin TL’ye çıkmıştır. Netice itibariyle 1994 krizi patlak
vermiştir. Sorunu gidermek için 5 Nisan 1994’te tedbir paketi açıklanmıştır.
Kriz sürecinde faizleri düşürmek isteyen Hükûmet, cumhuriyet tarihinde
görülmemiş oranlarda borçlanmak durumunda kalmış, 3 ay vadeli hazine bonoları
yıllık net %50 faizle satışa çıkarılmıştır. Gecelik (overnight) faiz, yıl
içerisinde %64’ten %454’lere yükselmiştir. 1994 yılı sonunda enflasyon
%150’lere çıkmış ekonomi %6,1 oranında küçülmüştür. 1993 yılında 173 milyar
Dolar olan millî gelir, 1994 sonunda 132 milyar Dolar’a gerilemiştir. (Çelebi,
2001, 21)
1994
krizinin temel özelliği, başlayan süreçlerin etkilerini daha sonra da
sürdürmesidir. Bunlar şöyle sıralanabilir (Kazgan, 2008, 9):
· Kredi veren yabancı bankalara
“devlet garantisi” verilmesi ve ödenemeyen özel kredilerin devlet tarafından
üstlenilmesi,
· Tasarruf mevduatı sigorta fonu
(TMSF) yoluyla devletin (belirgin sınırlamalarla da olsa) banka paniklerini
önlemek için banka mevduatının garantörlüğünü yapması.
Bu iki
gelişme ile; 1990’lı yıllarda banka sayısı yükselmiş fakat buna paralel olarak meydana
gelen krizlerde batanların sayısı da artmıştır. Ayrıca; banka kurucularının
kimliklerinin yeterince incelenmemesi, bankaların öz sermaye yeterliğinin
gözardı edilmesi, yaptıkları işlemlerin incelenmemesi veya ilgili raporların
üst makamlarca dikkate alınmaması gibi diğer faktörler de banka iflaslarının
sebepleri arasındadır.
· 1997-1998 Krizi:
1997 Temmuz’unda Tayland’ın para
birimi Baht’ı devalüe ederek dalgalanmaya bırakmasıyla tetiklenen Güney Doğu
Asya ülkelerinde yaşanan finansal kriz, kısa sürede dünyaya yayılmıştır. Güney
Doğu Asya ülkelerinden Rusya’ya, oradan da Türkiye’ye ve Brezilya başta olmak
üzere Latin Amerika ülkelerine sıçrayan kriz, derin yaralara sebep olmuştur.
Krizden belli oranda 1998 yılında etkilenen Türkiye’den önemli ölçüde yabancı
yatırımcı kaçışı olmuş, bu kapsamda 6 hafta içinde 6 milyar Dolar’lık sermaye
çıkışı yaşanmıştır. Döviz rezervleri 15 milyar Dolar civarında azalmış, borsa
endeksi 5.321 puandan 3.697 puana gerilemiştir. (Çelebi, 2001, 22)
· 1998-1999 Krizi:
Bu kriz Türkiye’nin, enflasyonu
düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı döneme
denk gelmiştir. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar Dolar’ı aşan sıcak para
çıkışıdır. Malî kuruluşlar dışında bütün kesimler %5-6 daralmıştır. GSMH’de
1999’da %6,4 düşüş olmuş (bunun %1’lik kısmının Marmara Depremi’nden
kaynaklandığı ortaya konulmaktadır.), TEFE (ÜFE) %63’e yükselmiş, reel faizler
%37’ye ulaşmıştır. Dış borç stoku 103 milyar Dolar’a çıkmış, iç borç stokunun
GSMH’ye oranı %32’ye erişmiştir. Yüksek faizli ve kısa vadeli borç birikimi,
1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremeyeceği noktaya sürüklemiş,
aralık 1999’da IMF ile stand-by anlaşması imzalanmıştır. (ATO, 2008, 2)
· Kasım 2000 Krizi:
Bu krizde, döviz kurları aşırı
oynamamakla beraber, ortalama gecelik bileşik faiz %19.000’lere tırmanmış,
borsa endeksi 14.000 puandan 7.330 puana kadar gerilemiştir. Yabancı
yatırımcılar finansal piyasalardan çekilmiştir. Döviz talebindeki artış,
faizleri daha yükseklere çıkarmış, bu da bankacılık sisteminde önemli
boyutlarda para kaybına sebep olmuştur. Döviz rezervleri 3 hafta içinde 7
milyar Dolar azalmıştır (Çelebi, 2001, 22). 1999 yılında IMF ile imzalanan
stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı,
büyük çöküşün baş sorumlusu olarak görülmektedir. Türkiye, döviz kurunun çapaya
bağlanmasıyla çıkmaz bir yola girmiş, cari işlemler açığı giderek büyümüş ve
yıl sonunda 9,8 milyar Dolar’a çıkmıştır. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa
vadeli borçlar 28,9 milyar Dolar’a, toplam dış borç stoku 114,3 milyar Dolar’a
yükselmiştir. Yabancı bankalar vadesi gelmeyen kredilerini geri çağırınca
gecelik faizler aşırı biçimde yükselmiş ve 22 Kasım 2000’de Türkiye ekonomi
tarihine “Kara Çarşamba” olarak geçen para krizi ortaya çıkmıştır. Bu süreçte,
13 banka ve çok sayıda aracı kurum batmıştır. (ATO, 2008, 2)
· Şubat 2001 Krizi:
1997 yılında başlayan Asya krizi,
Türkiye’de kendisini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettirmekle beraber,
etkilerini en derin boyutuyla 2001 yılında göstermiştir. 19 Şubat’ta patlak
veren kriz, ekonomide ciddi tahribata yol açmıştır. 680.000 TL olan Dolar kuru,
1.300.000 TL’ye yükselmiştir. 28 milyar Dolar olan döviz rezervi Mayıs ayında
18 milyar Dolar seviyesine gerilemiştir. Vatandaşların 38 milyar Dolar olan
DTH’ı kriz sonrasında 33 milyar Dolar’a inmiştir. Kriz öncesinde protesto
edilen senetlerin aylık miktarı 40 trilyon TL iken, bu meblağ kriz sonrasında
90 trilyon TL’ye çıkmıştır. Kriz sürecinde çok sayıda işyeri kapanmış,
işsizlerin sayısında belirgin bir artış meydana gelmiştir. (Çelebi, 2001, 23)
2001
yılındaki krizi müteakiben, ekonomideki rehabilitasyon sürecine devam
edilmektedir. Halihazırda Türkiye ekonomisi sorunlarını giderebilmiş değildir,
fakat belli ölçüde de olsa toparlanma sürecine girmiştir. Ancak, dünyada
meydana gelen muhtelif krizler ve bunlarla bağlantılı durgunluklar, birçok
ülkede olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de krizden çıkış süresini uzatmaktadır.
2. TÜRKİYE
EKONOMİSİNİN VERİLER İTİBARİYLE SEKTÖREL ANALİZİ
Bu kısımda,
Türkiye ekonomisinin sektörler itibariyle analizi gerçekleştirilmektedir. Bu
kapsamda, öncelikle nüfus gelişmelerine yer verilmekte ve reel kesim (büyüme,
istihdam, tarım, sanayi, hizmet), para-sermaye piyasası, kamu maliyesi (bütçe
gelişmeleri, borçlar) ve dış ticaret verileri incelemeye tâbi tutulmaktadır.
2.1. NÜFUS
Türkiye’nin 1927-2006 dönemi nüfus bilgileri Tablo 1’de yer
almaktadır.
Tablo 1: Nüfus (000
kişi)
YIL |
NÜFUS |
1927 |
13.648 |
1930 * |
14.440 |
1935 |
16.158 |
1940 |
17.821 |
1945 |
18.790 |
1950 |
20.947 |
1955 |
24.065 |
1960 |
27.755 |
1965 |
31.391 |
1970 |
35.605 |
1975 |
40.348 |
1980 |
44.737 |
1985 |
50.664 |
1990 |
56.473 |
1995 * |
61.532 |
2000 |
67.804 |
2007 |
70.586 |
2010 (Tahmin) |
76.505 |
* Yıl ortası tahmini
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1927
yılında 13.648.000 olan Türkiye nüfusu, 1950’de 20.947.000’e, 1960’ta
27.755.000’e, 1980’de 44.737.000’e yükselmiştir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi (ADNKS) 2007 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’de 70.586.256
kişi yaşamaktadır. Türkiye nüfusunun, 2010 yılında 76.505.000 kişiye ulaşacağı
tahmin edilmektedir (Bkz. Tablo 1).
Tablo 2: Şehir ve Köy
Nüfusu (000 kişi)
YIL |
ŞEHİR |
KÖY |
1927 |
3.306 |
10.342 |
1935 |
3.803 |
12.355 |
1940 |
4.346 |
13.475 |
1945 |
4.687 |
14.103 |
1950 |
5.244 |
15.703 |
1955 |
6.928 |
17.137 |
1960 |
8.860 |
18.895 |
1965 |
10.806 |
20.585 |
1970 |
13.691 |
21.914 |
1975 |
16.869 |
23.479 |
1980 |
19.645 |
25.092 |
1985 |
26.866 |
23.799 |
1990 |
33.326 |
23.147 |
2000 |
44.006 |
23.798 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1927
yılındaki şehir ve köy nüfusları; sırasıyla 3.306.000 ve 10.342.000 kişi iken,
2000 yılı itibariyle 44.006.000 ve 23.798.000 kişiden oluşmaktadır. Görüldüğü
üzere, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye, ağırlıklı olarak köylerde
yaşamaktadır. Bu durum, 1985 yılında tersine dönmüş ve sırasıyla şehir ve köy
nüfusları 26.866.000 ve 23.799.000 kişi olarak tespit edilmiştir. Bu tarihler
itibariyle şehir nüfusu köy nüfusunun üstünde seyretmiştir (Bkz. Tablo 2). Söz
konusu gelişmeler, ekonomik sektörlere ilişkin değişimler hakkında da önemli
ipuçları sunmaktadır. Şöyle ki, Türkiye ekonomisinin; Cumhuriyetin kuruluş
yıllarında tarım ağırlıklı bir yapısı varken, zaman içinde sanayi ve hizmet
sektörlerine doğru bir kayma süreci yaşamış olduğu ortaya çıkmaktadır.
2.2. REEL KESİM
Reel kesim
kapsamında; büyüme, istihdam ve iktisadî sektörler (alt faaliyet kolları
itibariyle tarım, sanayi, hizmet) ile ilgili bilgilere yer verilmekte ve
analizlerde bulunulmaktadır.
2.2.1. BÜYÜME
Büyümeye ilişkin veriler Tablo 3 ve 4’te yer almaktadır.
Tablo 3: GSMH ve
Sektörlerin GSMH’deki Payı (Milyon TL)
YIL |
GSMH (Cari fiyatlarla) |
GSMH* |
TARIM* |
SANAYİ* |
HİZMET* |
1923 |
953 |
2.929 |
43,1 |
10,6 |
46,3 |
1925 |
1.526 |
3.793 |
44,7 |
8,9 |
46,4 |
1930 |
1.581 |
5.394 |
46,8 |
10,0 |
43,2 |
1935 |
1.310 |
6.234 |
38,8 |
15,7 |
45,4 |
1940 |
2.403 |
8.678 |
44,8 |
14,6 |
40,6 |
1945 |
5.470 |
5.960 |
39,0 |
15,6 |
45,4 |
1950 |
9.694 |
38.506 |
40,9 |
13,1 |
45,9 |
1955 |
19.117 |
56.642 |
37,5 |
14,7 |
47,8 |
1960 |
46.664 |
70.869 |
37,5 |
15,7 |
46,8 |
1965 |
76.726 |
90.368 |
30,9 |
19,4 |
49,8 |
1970 |
207.815 |
34.468.624 |
30,7 |
17,5 |
51,7 |
1975 |
690.901 |
46.275.414 |
24,5 |
20,6 |
55,0 |
1980 |
5.303.010 |
50.869.915 |
24,2 |
20,5 |
55,4 |
1985 |
35.350.318 |
63.989.099 |
19,4 |
23,6 |
57,0 |
1990 |
397.177.547 |
84.591.717 |
16,3 |
25,9 |
57,9 |
1995 |
7.854.887.167 |
99.028.241 |
14,4 |
27,7 |
57,9 |
2000 |
125.596.128.755 |
119.144.472 |
13,1 |
27,8 |
59,0 |
2006 |
575.783.962.136 |
154.342.719 |
11,1 |
29,3 |
59,6 |
* Sabit fiyatlarla (1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla;
1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla; 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla
hesaplanmıştır.)
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Hem cari
hem de sabit fiyatlarla 1923-2006 dönemi GSMH’si, bazı istisnalarla beraber,
artış eğilimi sergilemiştir. Cari fiyatlarla 1923’te 953 milyon TL olan GSMH;
1950’de 9.694 milyon TL’ye, 1960’ta 46.664 milyon TL’ye, 1980’de 5.303.010
milyon TL’ye, 2006 yılında ise 576 katrilyon TL’ye (576 milyar YTL) erişmiştir.
Sabit fiyatlar bazında 1923’te 2.929 milyon TL olan GSMH; 1950’de 38.506 milyon
TL’ye, 1960’ta 70.869 milyon TL’ye, 1980’de 50.869.915 milyon TL’ye, 2006
yılında ise 154 trilyon TL (154 milyon YTL) civarına yükselmiştir (Bkz. Tablo
3).
Sektörlerin
GSMH içindeki paylarında da değişmeler meydana gelmiştir. 1923 yılında
sırasıyla %43,1; %10,6; %46,3 olan tarım, sanayi ve hizmet sektörleri payları
zaman içinde son iki sektörün lehine değişmelere uğramıştır. 2006 yılı oranları
ise sırasıyla şöyledir: %11,1; %29,3; %59,6 (Bkz. Tablo 3). Fakat belirtmek
gerekir ki bu gelişim, uluslararası standartlara uygun bir nitelik arz
etmemiştir. Çünkü genel sektörel gelişme modeline göre, bir ülkede ekonomik
gelişme tarım-sanayi-hizmet sıralaması dahilinde takip edilirken, Türkiye’de bu
şekilde olmamıştır. Fakat daha çok GOÜ’ler için geçerli olan alternatif gelişme
modeline uygun bir hareket meydana gelmiştir. Nitekim, gerek gelir ve gerekse
iş gücü açısından tarımdaki pay kaybı hem sanayiye hem de hizmetlere doğru
ikili bir değişim göstermiştir.
Hollis
Chenery ve Moises Syrquin’in Hazel Elkington’un yardımıyla 1950-1970 dönemine
ait hazırlamış oldukları Gelişme Modelleri/Kalıpları (Patterns of Development)
isimli çalışmada, ülkelerin kişi başına gelir meblağları karşılığında, ekonomik
sektörlerinin GSMH içindeki paylarının hangi değerleri alması gerektiği ortaya
konulmuştur. Bu çalışmada, on milyonun üstünde nüfusa sahip ve kişi başına
geliri 1.000 Dolar’ın üzerinde olan grup, Türkiye’nin de dahil olduğu ülkeleri
ifade etmektedir. Söz konusu veriler dahilinde bir ülkenin sağlıklı bir
ekonomik gelişmeye sahip olabilmesi için tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin
GSMH içindeki payları, sırasıyla %12,7 %48,8 ve %38,6 olmalıdır (Kum, 2008, 3).
Fakat, Türkiye’nin sabit fiyatlarla 1923-2006 dönemi sektörel payları bu
oranlarla paralellik arz etmemiştir. Buna karşılık, tek tek ele alındığında,
tarım payının 2003 yılında realize edildiği; sanayi payına henüz erişilemediği;
hizmet sektörü payına ise Cumhuriyet devrinden önce zaten ulaşıldığı ortaya
çıkmaktadır. Ancak, eğer bu oranlar uluslararası standartlar olarak kabul
edilecekse, Türkiye’nin henüz bunlara uygunluk sağlayamadığı ifade edilebilir.
Tablo 4: Kişi Başına
GSMH Verileri
YIL |
Sabit üretici fiyatlarıyla kişi başına GSMH (TL) |
Cari üretici fiyatlarıyla kişi başına GSMH (TL) |
Cari üretici fiyatlarıyla kişi başına GSMH (Dolar) |
1923 |
233 |
76 |
45 |
1925 |
290 |
116 |
70 |
1930 |
371 |
109 |
55 |
1935 |
386 |
81 |
49 |
1940 |
487 |
135 |
104 |
1945 |
317 |
291 |
224 |
1950 |
1.850 |
466 |
166 |
1955 |
2.374 |
801 |
286 |
1960 |
2.576 |
1.696 |
359 |
1965 |
2.901 |
2.463 |
271 |
1970 |
975.868 |
5.884 |
539 |
1975 |
1.154.634 |
17.239 |
1.184 |
1980 |
1.144.739 |
119.335 |
1.539 |
1985 |
1.271.997 |
702.706 |
1.330 |
1990 |
1.505.110 |
7.066.839 |
2.682 |
1995 |
1.606.454 |
127.423.385 |
2.759 |
2000 |
1.766.124 |
1.861.759.072 |
2.965 |
2006 |
2.100.000 |
7.890.000.000 |
5.477 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Sabit
üretici fiyatlarıyla 1923 yılında 233 TL olan kişi başına düşen millî gelir,
2006’da 2.100.000 TL’ye (2,1 YTL) yükselmiştir. Cari üretici fiyatlarıyla, aynı
tarihler itibariyle bu meblağlar 76 TL’den 7.890.000.000 TL’ye (7.890 YTL)
yükselmiştir. Cari üretici fiyatlarıyla kişi başına millî gelirde, Dolar
bazında bazı dönemlerde dalgalanmalar olmakla beraber, artışlar meydana
gelmiştir. 1923’te 45 Dolar olan kişi başına millî gelir, 1950’de 166 Dolar’a;
1960’ta 359 Dolar’a; 1980’de 1.539 Dolar’a ve 2006’da 5.477 Dolar’a
yükselmiştir (Bkz. Tablo 4).
2.2.2. İSTİHDAM
Türkiye’de
1923-2006 dönemi sektörel istihdam bileşiminde önemli değişiklikler meydana
gelmiştir.
Tablo 5: Sektörel
İstihdam Gelişmeleri (15 ve üstü yaş) (000 kişi)
YIL |
TOPLAM |
TARIM* |
SANAYİ** |
HİZMET*** |
1923 |
5.031 |
4.525 |
177 |
329 |
1925 |
5.280 |
4.712 |
191 |
377 |
1930 |
5.975 |
5.229 |
248 |
498 |
1935 |
6.638 |
5.835 |
311 |
492 |
1940 |
7.259 |
6.243 |
477 |
539 |
1945 |
7.681 |
6.559 |
563 |
559 |
1950 |
8.790 |
7.408 |
566 |
816 |
1955 |
10.482 |
8.093 |
785 |
1.604 |
1960 |
11.945 |
8.342 |
938 |
2.665 |
1965 |
12.761 |
8.352 |
1.177 |
3.232 |
1970 |
13.768 |
8.243 |
1.515 |
4.010 |
1975 |
15.169 |
8.398 |
2.009 |
4.762 |
1980 |
16.523 |
8.360 |
2.300 |
5.863 |
1985 |
17.547 |
8.246 |
2.620 |
6.681 |
1990 |
18.539 |
8.691 |
2.845 |
7.003 |
1995 |
20.586 |
9.080 |
3.295 |
8.211 |
2000 |
21.580 |
7.769 |
3.810 |
10.001 |
2006 |
22.330 |
6.088 |
4.407 |
11.835 |
* Ziraat, avcılık, ormancılık ve balıkçılık;
** Madencilik ve taş ocakçılığı, imalât sanayii,
elektrik-gaz ve su sektörü;
*** İnşaat ve bayındırlık, ulaştırma-haberleşme ve depolama,
malî kurumlar, sigorta, gayrimenkul hizmetleri ve işletme hizmetleri, sosyal ve
şahsî hizmetler.
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1923
yılında 5.031 bin olan çalışan sayısı, 1950’de 8.790 bine; 1960’ta 11.945 bine;
1980’de 16.523 bine ve 2006’da 22.330 bine yükselmiştir. Her zaman genç ve
dinamik bir nüfusa sahip olan Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri de
istihdam olagelmiştir.
İstihdamın
sektörel dağılımına bakıldığında ortaya çıkan tablo şöyledir: 1923 yılında
tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam edilen kişi sayısı; sırasıyla
4.525 bin, 177 bin ve 329 bin iken, bu sayılar 2006 yılı itibariyle 6.088 bin,
4.407 bin ve 11.835 bin kişidir. Söz konusu sayıların nispî olarak ifadesi 1923
yılı için sırasıyla %90, %3 ve %7 iken; 2006 yılında %27, %20 ve %53’tür (Bkz.
Tablo 5).
Nüfus
artışı yanında şehirleşme ile paralel olarak, zaman içerisinde iş gücünün
ağırlıklı kısmının tarımdan diğer sektörlere kaydığı ortaya çıkmaktadır. Genel
olarak incelendiğinde, tarımın aktif nüfus içindeki ağırlığı belirgin bir
biçimde fark edilmektedir. Böyle olmasının en temel sebebi, sektördeki gizli
işsizliktir. Sanayi ve hizmet sektörlerinin aktif nüfustaki payları da dikkat
çekici biçimde artış göstermiştir. Fakat asıl artış hizmetlerdedir. Türkiye;
sahip olduğu bilgi birikimi, tabiî faktörler ve benzeri mukayeseli üstünlükler
sayesinde iş gücünün önemli bir kısmını hizmetler sektöründe barındırmaktadır.
2.2.3. TARIM
Burada,
ziraî işletme sayısı ve arazi miktarı yanında seçilmiş ziraî araç ve gereç
sayısı ile ilgili zaman içindeki değişimlere yer verilmektedir.
Tablo 6: Ziraî İşletme
Sayısı ve Arazi Miktarı (000 adet, 000 dekar)
|
1963 |
1970 |
1980 |
1991 |
2001 |
|||||
İŞLETME BOYUTU |
İşletme Sayısı |
Toplam Arazi |
İşletme Sayısı |
Toplam Arazi |
İşletme Sayısı |
Toplam Arazi |
İşletme Sayısı |
Toplam Arazi |
İşletme Sayısı |
Toplam Arazi |
Arazisiz |
309 |
- |
318 |
- |
821 |
- |
102 |
- |
55 |
- |
5 dekar
altı |
399 |
1.144 |
351 |
1.752 |
310 |
552 |
252 |
667 |
178 |
482 |
5-9 |
375 |
3.173 |
405 |
4.049 |
265 |
1.766 |
381 |
2.511 |
290 |
1.952 |
10-19 |
495 |
7.448 |
594 |
11.878 |
527 |
7.096 |
752 |
10.042 |
540 |
7.378 |
20-49 |
863 |
29.029 |
878 |
28.721 |
1.147 |
36.142 |
1.275 |
38.669 |
951 |
29.532 |
50-99 |
562 |
39.953 |
478 |
35.878 |
738 |
48.392 |
713 |
46.751 |
560 |
38.127 |
100-199 |
292 |
39.731 |
239 |
35.872 |
422 |
54.245 |
383 |
49.217 |
327 |
43.884 |
200-499 |
100 |
28.421 |
96 |
33.439 |
194 |
52.002 |
174 |
46.487 |
154 |
42.075 |
500-999 |
11 |
7.552 |
15 |
11.392 |
26 |
16.762 |
24 |
14.982 |
17 |
11.219 |
1000-2499 |
2,85 |
3.699 |
1,35 |
2.036 |
2,50 |
4.604 |
10 |
13.857 |
4 |
5.477 |
2500-4999 |
0,98 |
3.137 |
0,54 |
1.845 |
0,37 |
1.215 |
1,93 |
6.538 |
0,22 |
696 |
5000 + |
0,49 |
4.056 |
0,38 |
3.788 |
0,16 |
4.780 |
0,44 |
4.789 |
0,057 |
3.526 |
TOPLAM |
3.410 |
171.428 |
3.377 |
170.650 |
3.651 |
227.640 |
4.068 |
234.511 |
3.077 |
184.348 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1963-2001
dönemi ziraî işletme sayısı ve arazi miktarına ilişkin bilgilerin verildiği
Tablo 6’da da görüldüğü üzere tarım sektörü, Türkiye ekonomisindeki ağırlıklı
yerine rağmen çok sağlıklı bir yapıya sahip değildir. En başta, parçalanmış bir
işletme yapısı mevcuttur ve bu işletmelerin elindeki toprak miktarlarında da
farklı bir dağılım söz konusudur.
Toplam
işletme sayısı 1963’te 3.410 bin iken bu sayı 2001’de 3.077 bine düşmüştür.
Buna karşılık, işletmelerin ellerinde tuttuğu arazi miktarında artışlar yaşanmıştır.
1963-2001 dönemi boyunca işletmelerin ellerinde tuttukları arazi miktarında
artış ve azalış meydana gelmiş olmakla beraber, dönem başı ve sonu itibariyle
toplam arazi miktarı 171.428 bin dekar’dan 184.348 dekar’a yükselmiştir. Dönem
içi değişmelerin hesaplama yöntemlerindeki farklılıktan kaynaklandığı
anlaşılmaktadır (Bkz. Tablo 6). Dönem başı ve sonu itibariyle arazi miktarı
artmış olmakla beraber, işletme sayısının azalması, işletmelerde birleşmeler
meydana geldiğini (satın alma, devir, miras yoluyla) göstermektedir. Aynı
zamanda ekilebilir alanların miktarının arttığı da ortaya çıkmaktadır. Bu
değişmelerin, ziraî yapı açısından olumlu olduğu ifade edilebilir.
Öte yandan,
arazisiz işletmelerin sayılarında dönem içinde dalgalanmalar meydana gelmekle
beraber, 1963 ve 2001 yılları itibariyle önemli ölçüde düşüşler olmuştur. Bu
yıllara ilişkin sayılar, sırasıyla 309 ve 55’tir (Bkz. Tablo 6). Bu durumdan,
arazisiz işletmelerin arazi satın alma yoluna gittikleri gibi bir değerlendirme
yapmak mümkün olmakla beraber, ağırlıklı olarak hayvancılıkla iştigal eden bu
işletmelerin, Türkiye’de son 25-30 yıldır yaşanan güvenlik sorunları ve
ekonomik krizler dolayısıyla faaliyetlerini sonlandırdıkları şeklinde bir yorum
yapmak da daha gerçekçi olabilir.
Tablo 7: Seçilmiş
Ziraî Araç ve Gereç (adet)
YIL |
KARA SABAN |
TRAKTÖR |
BİÇER DÖVER |
1952 |
1.981.550 |
31.415 |
3.222 |
1955 |
2.123.750 |
40.282 |
5.618 |
1960 |
1.991.259 |
42.136 |
5.554 |
1965 |
2.031.400 |
54.668 |
6.540 |
1970 |
1.994.722 |
105.865 |
8.568 |
1975 |
1.381.142 |
243.066 |
11.245 |
1980 |
953.292 |
436.369 |
13.667 |
1985 |
706.324 |
583.974 |
13.615 |
1990 |
500.834 |
692.454 |
11.741 |
1995 |
316.717 |
776.863 |
12.706 |
2000 |
152.744 |
941.835 |
12.578 |
2006 |
91.213 |
1.037.383 |
12.359 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Kara saban,
traktör, biçer döver gibi seçilmiş ziraî araç-gereç sayıları, 1952-2006 dönemi
boyunca olumlu bir gelişim sergiliyor gibi görünmektedir. Çünkü kara sabanın
sayısında önemli ölçüde düşüş meydana gelmişken, traktör ve biçer döver
sayılarında belirgin artışlar olmuştur (Bkz. Tablo 7). Demek ki sektörde
teknolojiden faydalanılmaktadır. Fakat makineleşmeye paralel olarak ziraatla
iştigal eden nüfusun sanayi ve hizmet sektörlerine transferi gerekirken, bu
hareket yeterli seviyede gerçekleşmemiştir.
Makineleşme
açısından tarım sektörünün asıl sorunu, söz konusu araç-gerecin ihtiyaçtan
fazla sahipliğidir. Mesela 1963 yılı kara saban, traktör ve biçer döver
sayıları 1.963.632, 50.844 ve 5.931 iken; bu sayılar 2001 yılında sırasıyla
146.768, 948.416 ve 12.053’tür. Kara sabandaki düşüş olumludur fakat traktör ve
biçer döver sayısındaki artış düşündürücüdür. Nitekim, genel bir yaklaşım
çerçevesinde; 1963 yılında traktör başına 3.372, biçer döver başına 28.904
dekar alan düşerken; bu miktarlar 2001 yılında 194 ve 15.294 dekar’a düşmüştür.
Bu süre içerisinde, verimlilik ve ürün çeşidi artmış olmasına rağmen Türkiye,
ziraî mamul imalâtında (Bkz. Tablo 3) ve ihracatında (Bkz. Tablo 32) önemli
gelişmeler kaydedemediğine göre demek ki tarım sektöründe makineleşme açısından
ciddi bir israf ve buna bağlı olarak etkinsizlik söz konusudur.
2.2.4. SANAYİ
Sanayiye
ilişkin değerlendirmeler madencilik, enerji ve imalât sanayii olmak üzere üç
alt sektör dahilinde yapılmaktadır. Takip eden konularda, farklı verilerden hareketle
bu alt dallara ilişkin analizler gerçekleştirilmektedir.
2.2.4.1. Madencilik
Türkiye,
belli madenlerde önemli bir potansiyele sahiptir. Seçilmiş madenlere ilişkin
imalât verileri Tablo 8’de yer almaktadır.
Tablo 8: Seçilmiş
Madenler Üretimi (ton)
YIL |
TAŞKÖMÜRÜ |
LİNYİT |
HAM PETROL |
DEMİR |
KROM |
1923 |
604.420 |
253 |
- |
- |
- |
1925 |
769.686 |
4.610 |
- |
- |
7.506 |
1930 |
1.137.852 |
9.389 |
- |
- |
28.195 |
1935 |
1.713.119 |
73.355 |
- |
- |
150.472 |
1940 |
3.019.458 |
229.247 |
- |
131.861 |
169.823 |
1945 |
3.719.708 |
725.317 |
- |
125.708 |
148.069 |
1950 |
4.360.598 |
1.214.452 |
- |
233.591 |
422.529 |
1955 |
5.507.003 |
2.416.453 |
178.596 |
873.977 |
649.143 |
1960 |
6.317.703 |
3.866.653 |
375.172 |
797.187 |
591.205 |
1965 |
7.018.637 |
6.349.695 |
1.532.643 |
1.545.336 |
584.659 |
1970 |
7.608.284 |
8.772.992 |
3.541.853 |
2.949.180 |
772.820 |
1975 |
8.360.747 |
11.856.387 |
3.095.486 |
2.359.210 |
952.006 |
1980 |
6.598.755 |
16.997.916 |
2.370.364 |
2.578.948 |
550.719 |
1985 |
7.260.013 |
39.437.271 |
2.109.387 |
3.994.534 |
876.807 |
1990 |
5.628.747 |
46.892.206 |
3.753.610 |
4.924.874 |
1.204.691 |
1995 |
3.377.334 |
56.031.099 |
3.515.689 |
4.931.176 |
2.080.043 |
2001 |
3.369.727 |
58.172.982 |
2.551.647 |
4.434.621 |
454.549 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Taş kömürü,
linyit, ham petrol, demir ve krom gibi seçilmiş madenlerin üretim bilgilerinin
yer aldığı Tablo 8’de, 1923-2001 döneminde toplamda en fazla payın linyite ait
olduğu görülmektedir. Toplam imalâttaki ağırlığı açısından ikinci sırada yer
alan maden, taş kömürüdür ve bunu ham petrol takip etmektedir.
1923-2001
döneminde üretim açısından en istikrarlı madenler linyit ve demirdir. Linyit’in
imalât miktarı 1923’te 253 ton iken, 2001’de 58.172.982 tona yükselmiştir.
Demirin 1940 yılındaki imalât miktarı da 131.861 ton iken, 2001 yılı miktarı
4.434.621 tona çıkmıştır. Taş kömürü, ham petrol ve kromda ise dönemler
itibariyle dalgalanmalar meydana gelmiştir. (Bkz. Tablo 8).
2.2.4.2. Enerji
Türkiye’nin elektrik üretim ve tüketim verileri Tablo 9-10’da
yer almaktadır.
Tablo 9: Elektrik
Santrallerinde Kurulu Güç, Üretim ve Tüketim
YIL |
Kurulu Güç [103 kWh] |
Brüt Üretim [106 kWh] |
Tüketim [106 kWh] |
Kişi Başına Tüketim (kWh) |
1923 |
32,8 |
44,5 |
41,3 |
3 |
1925 |
33,4 |
45,3 |
41,9 |
3 |
1930 |
78,0 |
106,3 |
96,7 |
7 |
1935 |
126,2 |
212,9 |
199,6 |
12 |
1940 |
217,0 |
396,9 |
359,3 |
20 |
1945 |
245,9 |
527,8 |
459,0 |
25 |
1950 |
407,8 |
789,5 |
678,8 |
33 |
1955 |
611,6 |
1.579,8 |
1.347,3 |
57 |
1960 |
1.272,4 |
2.815,1 |
2.395,7 |
87 |
1965 |
1.490,5 |
4.952,7 |
4.236,8 |
136 |
1970 |
2.234,9 |
8.623,0 |
7.307,8 |
207 |
1975 |
4.186,6 |
15.622,8 |
13.491,7 |
334 |
1980 |
5.118,7 |
23.275,4 |
20.398,2 |
456 |
1985 |
9.121,6 |
34.218,9 |
29.708,6 |
586 |
1990 |
16.317,6 |
57.543,0 |
46.820,0 |
829 |
1995 |
20.954,3 |
86.247,4 |
67.393,9 |
1.112 |
2000 |
27.264,1 |
124.921,6 |
98.295,7 |
1.449 |
2006 |
40.501,8 |
176.299,8 |
143.070,5 |
1.961 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
TEİAŞ,
Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, http://www.teias.gov.tr
Türkiye,
1923-2006 döneminde elektrik santrallerindeki kurulu gücünü sürekli
artırmıştır. 1923’te 32,8 103 kWh olan kurulu güç, 2006’da 40.501,8 103 kWh’ye
yükselmiştir. Türkiye, su zengini bir ülke olmamakla beraber, sahip olduğu su
kaynakları üzerinde hidroelektrik santralleri kurarak, ayrıca termik santraller
inşa ederek elektrik enerjisini fazlasıyla üreten bir ülke olagelmiştir.
Nitekim brüt üretim miktarları, tüketimin daima üstünde olmuştur. Kişi başına
tüketim de artan bir seyir izlemiştir. 1923’te 3 kWh olan kişi başına elektrik
tüketimi, 2006’da 1.961 kWh’ye yükselmiştir (Bkz. Tablo 9).
Tablo 10: Elektrik
Enerjisi Tüketim Verileri (%)
YIL |
TOPLAM [106 kWh] |
Ev ve Ticarethane |
Resmî Daire |
Sokak Aydınlatması |
Sanayi ve diğer |
1945 |
442,7 |
12,0 |
2,9 |
2,5 |
82,6 |
1950 |
660,9 |
16,4 |
3,2 |
3,3 |
77,0 |
1955 |
1.327,4 |
18,8 |
2,8 |
3,6 |
74,8 |
1960 |
2.357,2 |
19,5 |
2,9 |
3,3 |
74,3 |
1965 |
4.236,8 |
19,4 |
3,9 |
2,7 |
74,0 |
1970 |
7.307,8 |
19,2 |
4,1 |
2,6 |
74,0 |
1975 |
13.491,7 |
20,7 |
4,2 |
1,9 |
73,2 |
1980 |
20.632,4 |
23,7 |
3,1 |
1,4 |
71,7 |
1985 |
29.708,6 |
21,2 |
3,0 |
1,4 |
74,4 |
1990 |
46.820,0 |
24,8 |
3,1 |
2,6 |
69,4 |
1995 |
67.393,9 |
27,7 |
4,5 |
4,6 |
63,2 |
2000 |
98.295,7 |
33,8 |
4,2 |
4,6 |
57,4 |
2006 |
143.070,0 |
38,2 |
4,2 |
2,8 |
54,8 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Elektrik
enerjisi tüketiminin, alanlar itibariyle incelendiğinde, 1945-2006 döneminde ağırlıklı
olarak sanayi sektörü olmak üzere ekonomik faaliyetlerde gerçekleştirildiği
görülmektedir. Yıllar itibariyle her ne kadar sanayinin payı ev ve
ticarethaneler lehine azalıyorsa da asıl pay yine ekonomik aktivitelere aittir.
Bunun yanında resmî daire ve sokak aydınlatması için harcanan elektrik enerjisi
oranı %1,5-4,5 arasında değişmektedir (Bkz. Tablo 10).
2.2.4.3. İmalât
Sanayii
İmalât
sanayiinde iş yeri sayısı, katma değer, kapasite kullanım oranı ve üretim endeksi
bilgileri de Tablo 11-12-13’te verilmektedir.
Tablo 11: İmalât
Sanayii Verileri
|
İŞ YERİ SAYISI (adet) |
KATMA DEĞER (cari fiyatlarla)
(Milyon TL) |
||||
YIL |
Toplam |
Kamu |
Özel |
Toplam |
Kamu |
Özel |
1950 |
2.618 |
103 |
2.515 |
730 |
428 |
302 |
1955 |
4.262 |
156 |
4.106 |
1.868 |
937 |
931 |
1960 |
5.503 |
219 |
5.284 |
5.930 |
3.505 |
2.425 |
1965 |
3.243 |
299 |
2.944 |
10.998 |
5.868 |
5.130 |
1970 |
4.820 |
254 |
4.566 |
28.542 |
15.490 |
13.052 |
1975 |
6.068 |
392 |
5.676 |
93.353 |
47.190 |
46.163 |
1980 |
8.707 |
408 |
8.299 |
819.906 |
332.368 |
487.538 |
1985 |
10.647 |
392 |
10.255 |
5.656.857 |
2.151.140 |
3.505.717 |
1990 |
8.871 |
410 |
8.461 |
76.776.204 |
24.012.363 |
52.763.841 |
1995 |
10.229 |
358 |
9.871 |
1.754.923.642 |
427.977.136 |
1.326.946.506 |
2001 |
11.311 |
258 |
11.053 |
41.014.210.216 |
9.158.765.215 |
31.855.445.001 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1950’de
2.618 olan iş yeri sayısı 1960’ta 5.503’e, 1980’de 8.707’ye, 2001’de 11.311’e
yükselmiştir. Artışta asıl pay özel sektöre aittir. Nitekim, yıllar itibariyle
dalgalanmalar olmakla beraber, kamuya ait iş yeri sayısı, 1950’de 103’ten
2001’de 258’e yükselmişken; özel iş yeri sayısı, 1960’ta 2.515’ten 2001’de
11.053’e çıkmıştır (Bkz. Tablo 11).
Katma değer
açısından inceleme yapıldığında, dönemler itibariyle uygulanan politikaların
yansıması hissedilmektedir. Nitekim, 1950-1976 dönemine kadar kamunun katma
değerdeki payı özel sektöre göre daha fazla iken, bu tarih itibariyle durum
tersine dönmüş ve özel sektör ezici bir üstünlük elde etmiştir. 1975’te kamunun
katma değer meblağı cari fiyatlarla 47.190 milyon TL’den 2001’de 9.158.765.215
milyon TL’ye (9.159 milyon YTL) yükselmişken, özel sektörün katma değer meblağı
aynı tarihler itibariyle sırasıyla 46.163 milyon TL’den 31.855.445.001 milyon
TL’ye (31.855 milyon YTL) çıkmıştır (Bkz. Tablo 11).
Tablo 12: İmalât Sanayiinde
Kapasite Kullanım Oranı (KKO) (%)
YIL |
Toplam |
Kamu |
Özel |
1988 |
74,8 |
77,5 |
73,5 |
1990 |
75,2 |
74,1 |
75,7 |
1995 |
78,6 |
80,5 |
77,9 |
2000 |
75,9 |
79,8 |
74,4 |
2006 |
81,0 |
89,4 |
79,6 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1988-2006
döneminde, dalgalanmalar olmakla beraber, KKO artış eğilimindedir. 1988’de
%74,8 olan toplam KKO, 2006’da %81 olarak gerçekleşmiştir. Nispî olarak kamunun
imalât sanayii KKO’su özele göre daha yüksek seviyelerde seyretmektedir (Bkz.
Tablo 12).
Tablo 13: İmalât
Sanayii Üretim Endeksi (1997=100)
YIL |
Toplam |
Kamu |
Özel |
1987 |
61,1 |
87,3 |
53,1 |
1990 |
69,1 |
88,9 |
63,3 |
1995 |
83,0 |
94,5 |
79,8 |
1997 |
100,0 |
100,0 |
100,0 |
2000 |
102,1 |
89,7 |
105,3 |
2006 |
136,8 |
100,3 |
146,4 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
İmalât
sanayii üretim endeksi, 1987-2006 döneminde istikrarlı bir biçimde yükselişini
sürdürmüştür. 1987’de 61,1 olan endeks, 2006’da 136,8 olarak gerçekleşmiştir. Kamunun
endeksi, 1987-1998 arasında özele göre daha fazla iken, 1999 yılı itibariyle
ibre özel sektör lehine dönmüştür. 2006 yılında kamunun imalât sanayii üretim
endeksi 100,3 iken, özelin endeksi 146,4 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo
13).
2.2.5. HİZMET
Hizmetler;
beşerî sermaye, alt yapı, donanım vb. faktörler sayesinde Türkiye’nin
mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu bir sektör olup ekonomide önemli büyüklüklere
sahiptir. Nitekim, gerek GSMH’deki payı gerekse istihdamdaki yeri açısından
bunu görmek mümkündür. Ayrıca, dış ticaretteki payları incelendiğinde, Türkiye
için taşıdığı stratejik önem daha net anlaşılmaktadır (Daha fazla bilgi için
bkz. Ekinci, 2008).
Tablo 14: Türkiye’nin
Hizmet İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)
YILLAR |
HİZMET GELİRİ |
HİZMET GİDERİ |
1985 |
3.160 |
1.560 |
1990 |
8.083 |
3.117 |
1995 |
14.939 |
5.319 |
2000 |
19.463 |
8.088 |
2001 |
15.203 |
6.067 |
2002 |
14.031 |
6.146 |
2003 |
17.952 |
7.441 |
2004 |
22.941 |
10.144 |
2005 |
26.640 |
11.368 |
2006 |
24.524 |
11.089 |
Kaynak: TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr
Hizmet
ihracat gelirinde, 1985-2000 döneminde giderek artan bir seyir söz konusudur. Ancak
2001 yılında önemli ölçüde düşüş meydana gelmiştir. 2000’de 19,5 milyar Dolar
olan ihracat geliri, 2001’de 15,2 milyar Dolar’a gerilemiştir. Bunda, 1997
yılında başlayıp Türkiye’de kendini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettiren
global ekonomik krizin etkisinin olduğu ifade edilebilir. Nitekim krizin yoğun
bir şekilde devam ettiği 1999-2002 döneminde değişen meblağlarda hizmet ihracat
geliri elde edilmiştir. 2002 yılı itibariyle ise tekrar artış sürecine
girildiği görülmektedir (Bkz. Tablo 14).
Hizmet
ithalât giderinin de 1985-2000 döneminde artışı söz konusudur. Ancak, 2001 yılı
itibariyle düşüş eğilimine girilmiştir. İthalât giderindeki bu düşüşü, kriz
dolayısıyla meydana gelen iç talep azalması şeklinde ifade etmek mümkündür.
Hizmet ihracatında olduğu gibi, 2002 itibariyle tekrar artış eğilimine
girilmiştir. Belirtilmelidir ki 1985-2006 döneminde hizmet ihracat geliri,
ithalât giderinin daima üstünde olmuştur. Yani ödemeler dengesinde hizmet
kalemi her zaman fazla vermiştir (Bkz. Tablo 14).
2.2.5.1. Turizm
Hizmet alt
sektörleri arasında en fazla paya sahip olan faaliyet dalı turizmdir. Tablo
15-16-17’de turizme ilişkin veriler yer almaktadır.
Tablo 15: Çıkış Yapan
Vatandaşlar ve Giriş Yapan Yabancılar
YIL |
ÇIKAN VATANDAŞ |
GİREN YABANCI |
1953 |
80.134 |
91.114 |
1960 |
28.211 |
124.228 |
1965 |
186.520 |
361.758 |
1970 |
515.992 |
724.784 |
1975 |
1.116.216 |
1.148.611 |
1980 |
1.324.159 |
1.057.364 |
1985 |
1.848.702 |
2.190.217 |
1990 |
2.937.546 |
5.397.748 |
1995 |
4.045.209 |
7.747.389 |
2000 |
5.279.099 |
10.428.153 |
2006 |
8.275.396 |
19.819.833 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Bazı istisnaları
olmakla beraber, yıllar itibariyle giriş yapan yabancılar çıkış yapan
vatandaşlardan sayıca daha fazla olmuştur. 1953’te çıkış yapan vatandaş sayısı
80.134 kişi iken giriş yapan yabancı sayısı 91.114 kişidir. 2006 yılında bu
sayılar 8.275.396 ve 19.819.833 kişidir (Bkz. Tablo 15). Giriş yapanların çıkış
yapanlardan fazla olması, aynı zamanda Türkiye’nin turizm ihracat gelirinin
ithalât giderinden fazla olması sonucunu da doğurmaktadır.
Tablo 16: Turizm
Geliri ve Gideri (Dolar)
YIL |
GELİR |
GİDER |
1963 |
7.659.000 |
20.511.000 |
1970 |
51.597.000 |
47.738.000 |
1975 |
200.861.000 |
154.954.000 |
1980 |
326.654.000 |
114.738.000 |
1985 |
1.482.000.000 |
323.600.000 |
1990 |
3.225.000.000 |
520.000.000 |
1995 |
4.957.000.000 |
911.000.000 |
2000 |
7.636.000.000 |
1.711.000.000 |
2006 |
16.850.947.000 |
2.742.269.000 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Türkiye’nin
1963-2006 dönemi turizm ihracat geliri ve ithalât gideri artış sergilemekle
beraber, genel olarak gelir meblağı giderinden çok fazladır. 1963 yılı turizm
geliri 7,6 milyon Dolar iken gideri 20,5 milyon Dolar’dır. 2006 yılı meblağları
ise 16.851 milyon Dolar ve 2.742 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir (Bkz.
Tablo 16).
Tablo 17: Turistik
Tesislere İlişkin Veriler (*) (adet)
YIL |
TESİS |
ODA |
YATAK |
1976 |
439 |
24.983 |
47.307 |
1980 |
511 |
28.992 |
56.044 |
1985 |
689 |
41.351 |
85.995 |
1990 |
1.260 |
83.953 |
173.227 |
1995 |
1.793 |
135.436 |
280.463 |
2000 |
1.824 |
156.367 |
325.168 |
2006 |
2.475 |
241.702 |
508.632 |
* Turizm işletmesi belgeli olanlar.
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Turizm İstatistikleri, http://www.kultur.gov.tr
Turizm,
Türkiye’de mevcut olan potansiyel dikkate alınarak önemli yatırımların
gerçekleştirildiği bir faaliyet dalıdır. Sektöre sağlanan teşvikler sayesinde
çok sayıda alt yapı yatırımı yapılmıştır. Bu kapsamda özellikle sahil
boylarında olmak üzere iç bölgelerde ve dağlarda otel-motel, eğlenme-dinlenme
tesisleri inşa edilmiştir. Nitekim, 1976’da 439 olan tesis sayısı 2006 yılında
2.475’e çıkmıştır (Bkz. Tablo 17).
2.2.5.2. Ulaştırma
Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu sektörlerden
bir diğeri de ulaştırmadır.
Tablo 18: Türkiye’de Ulaştırma
Hizmeti İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)
YILLAR |
GELİR |
GİDER |
1985 |
670 |
494 |
1990 |
920 |
900 |
1995 |
1.712 |
1.410 |
2000 |
2.955 |
2.463 |
2001 |
2.854 |
2.021 |
2002 |
2.795 |
1.934 |
2003 |
2.184 |
2.707 |
2004 |
3.267 |
4.331 |
2005 |
4.797 |
4.732 |
2006 |
4.263 |
4.271 |
Kaynak: TCMB, http://www.tcmb.gov.tr
Ulaştırma
hizmetinde Türkiye’nin ihracat geliri genel itibariyle ithalât giderinden fazla
olmuştur. 1985-2000 dönemi ihracat geliri artan oranda gerçekleşmişken,
2001-2003 döneminde azalmalar yaşanmıştır. 2004 itibariyle tekrar yükseliş
trendine girilmiştir. 2006 yılı ihracat geliri 2005 yılındakine göre biraz
düşük olmakla beraber, artış eğiliminin devam edeceği ifade edilebilir. İthalât
giderinde de benzer bir süreç yaşanmıştır (Bkz. Tablo 18).
Tablo 19: Karayolu
Verileri (km)
YIL |
TOPLAM |
DEVLET YOLU |
İL YOLU |
1963 |
58.451 |
34.536 |
23.915 |
1970 |
59.453 |
35.016 |
24.437 |
1975 |
59.069 |
33.762 |
25.307 |
1980 |
60.761 |
31.976 |
28.785 |
1985 |
59.302 |
30.997 |
28.305 |
1990 |
59.128 |
31.149 |
27.979 |
1995 |
59.999 |
31.422 |
28.577 |
2000 |
61.090 |
31.397 |
29.693 |
2006 |
61.764 |
31.335 |
30.429 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Karayolları
Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.kgm.gov.tr
Türkiye’de
ulaştırmada ağırlık karayolundadır. Yatırımlar da daha çok bu alanda
gerçekleştirilmiştir. Karayolu uzunluğu 1963 yılında
Tablo 20: Demiryolu
Verileri (km)
YIL |
HAT UZUNLUĞU |
TREN KİLOMETRELERİ |
1925 |
3.957 |
2.938.000 |
1930 |
5.632 |
5.196.000 |
1935 |
6.669 |
9.698.000 |
1940 |
7.381 |
20.699.000 |
1945 |
7.515 |
11.941.000 |
1950 |
7.671 |
22.907.000 |
1955 |
7.802 |
30.671.000 |
1960 |
7.895 |
33.848.000 |
1965 |
8.008 |
37.804.000 |
1970 |
7.985 |
42.261.000 |
1975 |
8.138 |
39.223.000 |
1980 |
8.193 |
35.473.000 |
1985 |
8.400 |
45.038.000 |
1990 |
8.429 |
44.190.000 |
1995 |
8.549 |
43.355.000 |
2000 |
8.671 |
45.624.000 |
2006 |
8.697 |
43.820.000 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Devlet
Demiryolları Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.tcdd.gov.tr
Uzun
mesafeler için ağır yüklerin nakliyesinde, ayrıca insan taşımasındaki
güvenilirlik açısından en uygun ulaştırma alt sistemi olarak kabul edilen
demiryolunun Türkiye’deki görünümü pek iç açıcı değildir. Çünkü demiryolu
ulaşımına yeterli önem verilmemiştir. Bunda ilk yatırım masraflarının
yüksekliğinin etkisi de vardır. Veriler incelendiğinde, 1925 yılında
Tablo 21: Havayolu
Verileri (kişi, kg)
YIL |
GELEN-GİDEN YOLCU TOPLAMI |
GELEN-GİDEN YÜK TOPLAMI |
1960 |
713.217 |
13.002.000 |
1965 |
977.913 |
18.414.000 |
1970 |
2.679.139 |
44.039.000 |
1975 |
4.800.902 |
87.642.000 |
1980 |
3.458.165 |
75.442.000 |
1985 |
6.327.889 |
133.082.000 |
1990 |
13.629.965 |
301.403.000 |
1995 |
27.784.679 |
576.728.000 |
2000 |
34.972.534 |
796.584.000 |
2006 |
58.778.131 |
1.279.342.000 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Devlet
Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, İstatistikler, http://www.dhmi.gov.tr
Yük ve yolcu
nakliyesinde kullanılan en yeni ulaştırma sistemi olarak havayolunun
Türkiye’deki payı, dönemler itibariyle artışlar göstermiştir. Bu çerçevede, hem
yük hem de yolcu toplamı artmıştır. 1960’ta 13.002 ton olan gelen-giden yük
toplamı, 2006’da 1.279.342 tona çıkmıştır. Bunun yanında, 1960’ta 713.217 kişi
olan gelen-giden yolcu sayısı 2006’da 55.778.131 kişiye yükselmiştir (Bkz.
Tablo 21).
Tablo 22: Limanlara
Giren-Çıkan Gemiler
|
GİREN GEMİ |
ÇIKAN GEMİ |
||
YIL |
Sayı |
Tonaj |
Sayı |
Tonaj |
1954 |
3.726 |
4.589.411 |
3.873 |
4.600.209 |
1960 |
3.888 |
6.028.205 |
3.882 |
5.973.984 |
1965 |
4.402 |
7.688.917 |
4.433 |
7.660.093 |
1970 |
6.911 |
11.092.463 |
6.858 |
11.085.620 |
1975 |
7.347 |
18.989.394 |
7.141 |
18.545.789 |
1980 |
7.487 |
27.307.421 |
7.276 |
26.442.934 |
1985 |
12.212 |
50.003.821 |
11.959 |
44.814.112 |
1990 |
13.337 |
62.688.945 |
13.079 |
60.651.111 |
1995 |
22.655 |
57.170.059 |
22.454 |
56.221.089 |
2001 |
20.431 |
125.997.380 |
18.916 |
96.866.505 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Denizcilik
Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.denizcilik.gov.tr
Özellikle
uluslararası taşımacılıkta önem arz eden denizyolu, üç tarafı denizlerle
çevrili olmasına rağmen Türkiye’nin uzun zaman ihmal ettiği bir alt faaliyet
dalı olmuştur. Denizyolu ulaştırması, Türkiye’nin önemini sonradan fark ederek
ilgili stratejiler belirlediği ve politikalar uyguladığı bir alandır.
Giren-çıkan gemi verileri incelendiğinde, bu sürece ilişkin ipuçları
görülebilmektedir. 1954’te giren gemi sayısı 3.726 iken çıkan gemi sayısı
3.873’tür. 2006’da bu sayılar belirgin artışlar göstererek sırasıyla 20.431’e
ve 18.916’ya yükselmiştir (Bkz. Tablo 22).
2.2.5.3. Haberleşme
Haberleşme
hizmetleri kapsamında, telefon aboneliğine ilişkin bilgiler Tablo 23’te
verilmektedir.
Tablo 23: Telefon
Abone Sayısı
YIL |
TOPLAM |
OTOMATİK |
MANUEL |
1929 |
15.262 |
- |
- |
1935 |
18.072 |
- |
- |
1940 |
22.964 |
- |
- |
1945 |
28.875 |
- |
- |
1950 |
58.139 |
- |
- |
1955 |
116.455 |
- |
- |
1960 |
180.030 |
143.837 |
36.193 |
1965 |
243.361 |
199.250 |
44.111 |
1970 |
376.987 |
279.388 |
97.599 |
1975 |
680.585 |
524.945 |
155.640 |
1980 |
1.147.782 |
935.418 |
212.364 |
1985 |
2.247.884 |
1.949.471 |
298.413 |
1990 |
6.893.267 |
6.625.932 |
267.335 |
1995 |
13.227.704 |
13.227.704 |
- |
2000 |
18.395.171 |
18.395.171 |
- |
2006 |
18.831.616 |
18.831.616 |
- |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Posta
İşletmeleri Genel Müdürlüğü, İstatistikler/Faaliyet Raporları, http://www.ptt.gov.tr
·
Telekom
A.Ş. Genel Müdürlüğü, Veriler, http://www.turktelekom.com.tr
Türkiye’de
haberleşme alanında özellikle 1980 sonrası olmak üzere 1960’lı yıllar
itibariyle önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1929’da 15.262 olan telefon abone
sayısı; 1960’ta 180.030’a, 1980’de 1.147.782’ye yükselmiştir. 2006 yılı
itibariyle bu sayı 18.831.616’dır (Bkz. Tablo 23).
2.2.5.4. İnşaat
İnşaat da
gelir fazlası veren hizmet alt sektörlerindendir. Hatta gideri neredeyse yok
denebilecek seviyededir. Bu durum, turizm ve ulaştırma alt sektörlerinde olduğu
gibi, Türkiye’nin inşaat hizmetlerindeki mukayeseli üstünlüğünü ifade eden en
önemli göstergelerdendir.
Tablo 24: Türkiye’de
İnşaat Hizmeti İhracat/İthalât Verileri (Milyon Dolar)
YILLAR |
GELİR |
GİDER |
1985 |
246 |
0 |
1990 |
741 |
0 |
1995 |
1.857 |
0 |
2000 |
968 |
0 |
2001 |
654 |
0 |
2002 |
832 |
0 |
2003 |
682 |
0 |
2004 |
724 |
0 |
2005 |
874 |
0 |
2006 |
879 |
0 |
Kaynak: TCMB, İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr
1985-1995
döneminde, inşaat hizmeti ihracat gelirinde genel olarak artan bir gelişim meydana
gelmiştir. Ancak, global finansal krizin bu hizmetlere olan talebi nispeten
olumsuz etkilemesi dolayısıyla 1998 itibariyle gelirlerde azalma yaşanmıştır.
Nitekim, 2001 yılına kadarki süreçte inşaat hizmet geliri düşmüştür. 2002 yılı
itibariyle ise yukarı doğru hareketlenmeler başlamıştır. 2006 yılı ihracat
meblağı 879 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. 1985-2006 döneminde inşaat
hizmeti ithalâtı ise dikkate alınır meblağda gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla
sektör, her zaman net ihracatçı konumunda bulunmaktadır (Bkz. Tablo 24).
Tablo 25: Yapılara
İlişkin Veriler (Yapı Kullanma İzin Belgelerine Göre)
YIL |
Bina Sayısı (adet) |
Yüzölçümü (m2) |
Konutlar (%) |
Ticarî (%) |
Sınaî (%) |
Sosyal* (%) |
Diğer** (%) |
1964 |
10.301 |
1.858.622 |
64,8 |
28,6 |
1,4 |
0,5 |
4,8 |
1970 |
42.274 |
8.092.806 |
83,5 |
13,1 |
1,3 |
0,4 |
1,7 |
1975 |
55.314 |
11.551.447 |
79,8 |
17,2 |
1,7 |
0,2 |
1,1 |
1980 |
63.301 |
17.385.113 |
93,2 |
4,8 |
1,2 |
0,2 |
0,6 |
1985 |
52.183 |
15.489.192 |
94,6 |
3,5 |
0,7 |
0,2 |
1,0 |
1990 |
94.489 |
33.169.629 |
94,4 |
2,8 |
1,1 |
0,3 |
1,3 |
1995 |
96.661 |
37.509.886 |
94,7 |
2,7 |
1,2 |
0,3 |
1,1 |
2000 |
90.849 |
42.462.925 |
95,0 |
2,3 |
1,5 |
0,5 |
0,8 |
2006 |
73.383 |
57.207.320 |
- |
- |
- |
- |
- |
* Sıhhî, sosyal ve kültürel yapılar; ** Dinî, idarî ve diğer
yapılar
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Türkiye’de dönemler
itibariyle dalgalanmalar olmakla beraber, yapı kullanma izin belgelerine göre
bina sayıları ve yüzölçümleri artış eğilimindedir. Verilerdeki
azalışlar-artışlar, dönemler itibariyle meydana gelen krizlerle alakalıdır.
Çünkü ‘lokomotif sektör’ olarak nitelenen inşaat, ekonomide meydana gelen
gel-gitlerden doğrudan etkilenmektedir.
1964
yılında 10.301 olan bina sayısı 2006’da 73.383’e çıkmıştır. Yüzölçümleri
itibariyle bu miktarlar 1.859 km2 ve 57.207 km2’dir. Söz konusu binaların
kullanılış amaçları itibariyle bileşimine bakıldığında, ağırlığın konutlara ait
olduğu görülmektedir. Mesela inşa edilen toplam binalar içinde 1964’te
konutların payı %64,8, ticarî binaların payı %28,6, sınaî binaların payı %1,4
iken; 2000 yılında bu paylar sırasıyla %95, %2,3 ve %1,5 olarak gerçekleşmiştir
(Bkz. Tablo 25).
2.3. PARA-SERMAYE
PİYASASI
Burada;
para piyasası kapsamında para stoku verileri, sermaye piyasası kapsamında İMKB
şirket verileri aktarılmaktadır.
Tablo 26: Para Stoku
Verileri (Milyon TL)
YIL |
M1* |
M2** |
M1/GSMH |
M2/GSMH |
1949 |
1.410 |
1.556 |
15,6 |
17,2 |
1950 |
1.594 |
1.774 |
16,4 |
18,3 |
1955 |
4.214 |
4.511 |
22,0 |
23,6 |
1960 |
9.256 |
10.044 |
19,8 |
21,5 |
1965 |
16.434 |
19.085 |
21,4 |
24,9 |
1970 |
35.400 |
44.300 |
17,0 |
21,3 |
1975 |
117.600 |
146.600 |
17,0 |
21,2 |
1980 |
704.000 |
881.900 |
13,3 |
16,6 |
1985 |
3.208.700 |
8.145.500 |
9,1 |
23,0 |
1990 |
31.398.000 |
71.569.600 |
7,9 |
18,0 |
1995 |
388.184.500 |
1.256.631.500 |
4,9 |
16,0 |
2000 |
7.549.243.000 |
31.912.095.000 |
6,0 |
25,4 |
2006 |
71.770.961.550 |
297.734.742.600 |
12,5 |
51,7 |
* Dolaşımdaki para + Bankalardaki vadesiz mevduat + Merkez
Bankasındaki vadesiz mevduat; ** M1 + Bankalardaki vadeli mevduat;
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
TCMB,
İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr
Hem M1 hem de
M2 verilerinde yıllar itibariyle artışlar meydana gelmiştir. 1949 yılında 1.410
milyon TL olan M1, 2006 yılında 71.770.961.550 milyon TL’ye (71.771 milyon YTL)
yükselmiştir. Aynı tarihler itibariyle M2 de 1.556 milyon TL’den
297.734.742.600 milyon TL’ye (297.735 milyon YTL) çıkmıştır (Bkz. Tablo 26).
Tablo 27: İMKB Şirket
Verileri
YIL |
ŞİRKET SAYISI |
ŞİRKETLERİN PİYASA DEĞERİ |
|
|
(Adet) |
(Milyar TL) |
(Milyar Dolar) |
1986 |
80 |
709 |
938 |
1990 |
110 |
55.238 |
18.737 |
1995 |
205 |
1.264.998 |
20.782 |
2000 |
315 |
46.692.373 |
69.507 |
2006 |
316 |
230.037.678 |
163.775 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
İMKB,
Veriler, http://www.imkb.gov.tr
Türkiye’de
kurumsal manada sermaye piyasasının geçmişi çok uzun değildir. Nitekim,
İMKB’nin resmî kuruluşu 26 Aralık 1985 tarihinde gerçekleşmiştir. Ancak,
kurulduğu ilk yıldan itibaren piyasada faaliyette bulunan şirket sayısı sürekli
artmıştır. Buna bağlı olarak, şirketlerin piyasa değerleri de artış
sergilemiştir. 1986 yılında İMKB’de faaliyet gösteren şirket sayısı 80,
bunların piyasa değeri de 709 milyar TL iken 2006 yılı verileri 316 şirket ve
230.037.678 milyar TL’dir (230.037.678.000 YTL) (Bkz. Tablo 27). İMKB bugün
Balkan, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde önemli bir yere sahiptir.
Türkiye’de
sermaye piyasası kapsamında ulusal alanda faaliyette bulunan İMKB yanında bazı
bölgesel piyasalar da kurulmuştur. Böylece sermaye piyasası daha geniş
kesimlere hitap eder hale gelmiştir.
2.4. KAMU MALİYESİ
Kamu
maliyesi kapsamında, bütçe gelir-giderleri ele alınmakta ve iç-dış borç
verileri incelenmektedir.
2.4.1. BÜTÇE
GELİŞMELERİ
1923-2006
dönemi bütçe verileri olumlu bir görünüm sergilememektedir. Gelirde olduğu gibi
giderde de artışlar meydana gelmiştir. Hatta birçok dönemde gider, gelirden
fazla olmuştur.
Tablo 28: Genel Bütçe
Verileri (Milyon TL)
YIL |
GELİR (tahsilat) |
GİDER (fiilen ödenen) |
DENGE |
1923 |
111 |
106 |
5 |
1925 |
170 |
201 |
-31 |
1930 |
217 |
210 |
7 |
1935 |
231 |
260 |
-29 |
1940 |
550 |
536 |
14 |
1945 |
659 |
601 |
58 |
1950 |
1.419 |
1.467 |
-48 |
1955 |
3.148 |
3.309 |
-161 |
1960 |
6.933 |
7.320 |
-387 |
1965 |
13.588 |
14.488 |
-900 |
1970 |
31.295 |
32.866 |
-1.571 |
1975 |
112.828 |
114.228 |
-1.400 |
1980 |
942.641 |
1.101.698 |
-159.057 |
1985 |
5.821.434 |
5.766.727 |
54.707 |
1990 |
55.066.933 |
66.820.002 |
-11.753.069 |
1995 |
1.347.759.990 |
1.704.845.122 |
-357.085.132 |
2000 |
33.040.902.853 |
46.384.290.612 |
-13.343.387.759 |
2006 |
183.346.998.000 |
164.151.710.000 |
19.195.288.000 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Maliye
Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü, Temel Ekonomik Göstergeler, http://www.muhasebat.gov.tr
Dönemler
itibariyle bütçede fazlalar ve açıklar meydana gelmiştir. Genel bütçe verileri
incelendiğinde; 1923-2006 döneminde fazlalardan ziyade açıkların verildiği
görülmektedir. Nitekim Türkiye bütçesi; 1923 yılında 5 milyon TL fazla, 1950’de
48 milyon TL açık, 1960’ta 387 milyon TL açık, 1980’de 159.057 milyon TL açık
vermiştir. 2006 yılında ise 19.195.288.000 milyon TL (19.195.288.000 YTL) fazla
verilmiştir (Bkz. Tablo 28).
2.4.2. BORÇ VERİLERİ
Türkiye’nin iç-dış borç verileri Tablo 29 ve 30’da yer
almaktadır.
Tablo 29: İç Borç
Verileri (Milyar TL, %)
YIL |
İÇ BORÇ STOKU |
İÇ BORÇ STOKU/GSMH |
1980 |
721 |
13,6 |
1985 |
6.973 |
19,7 |
1990 |
57.180 |
14,4 |
1995 |
1.361.007 |
17,3 |
2000 |
36.420.621 |
29,0 |
2006 |
251.470.000 |
43,7 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Hazine
Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr
Türkiye’de 1980-2006
döneminde iç borç yüksek meblağlarda artmıştır. 1980’de 721 milyar TL olan iç
borç 2006’da 251.470.000 milyar TL’ye (251.470.000.000 YTL) çıkmıştır. Bu
artışlara paralel olarak iç borç/GSMH oranı da önemli oranlarda yükselmiştir.
1980’de iç borçların GSMH’ye oranı %13,6 iken 2006 yılında bu oran %43,7’ye
çıkmıştır (Bkz. Tablo 29).
Tablo 30: Dış Borç
Verileri (Milyon Dolar, %)
|
1996 |
1999 |
2002 |
2004 |
2006 |
DIŞ BORÇ STOKU |
79.386 |
103.125 |
129.720 |
160.835 |
207.436 |
a) Kısa vade |
21,5 |
22,2 |
12,7 |
19,8 |
20,3 |
b) Orta-Uzun vade |
78,5 |
77,8 |
87,3 |
80,2 |
79,7 |
* Kamu sektörü |
50,6 |
41,2 |
49,0 |
45,9 |
33,6 |
* TCMB |
15,6 |
10,7 |
17,0 |
13,3 |
7,6 |
* Özel sektör |
33,8 |
48,1 |
34,0 |
40,8 |
58,8 |
DIŞ BORÇ STOKU/GSMH |
43,2 |
55,7 |
71,7 |
53,7 |
51,9 |
Kaynak:
·
TÜİK,
İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
·
Hazine
Müsteşarlığı, İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr
·
TCMB,
İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr
Türkiye’nin
iç borçlar gibi dış borçları da sürekli artmıştır. 1996’da 79.386 milyon Dolar
olan dış borç meblağı, 2006 yılında 207.436 milyon Dolar’a yükselmiştir. Olumlu
olan, söz konusu borçların ortalama %80 civarındaki kısmının orta-uzun vadeli
oluşudur (Bkz. Tablo 30).
Borçlular
itibariyle incelendiğinde, 1996’dan 2006 yılına doğru kamu sektörünün ve
TCMB’nin borcunun azaldığı, buna karşılık özel sektörün payının arttığı
görülmektedir. 1996-2006 döneminde dış borç stoku/GSMH’de yukarı-aşağı
hareketler meydana gelmiştir. 1996’da %43,2 olan bu oran, 2002’de %71,7’ye
çıkmış, 2006’da %51,9 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 30).
2.5. DIŞ TİCARET
Türkiye’nin
1923-2006 dönemi dış ticaret verileri
Tablo 31-32-33’te yer almaktadır. Bu kapsamda; toplam ihracat-ithalât,
sektörel dış ticaret ve ülkeler itibariyle ihracat-ithalât bilgileri aktarılmaktadır.
Tablo 31: Dış Ticaret
Verileri (000 Dolar, %)
YIL |
İHRACAT |
İTHALÂT |
İHRACAT/ İTHALÂT |
İHRACAT/ GSMH |
İTHALÂT/ GSMH |
1923 |
50.790 |
86.872 |
58,5 |
8,9 |
15,2 |
1925 |
102.700 |
128.953 |
79,6 |
11,2 |
14,1 |
1930 |
71.380 |
69.540 |
102,6 |
9,0 |
8,7 |
1935 |
76.232 |
70.635 |
107,9 |
9,7 |
8,9 |
1940 |
80.904 |
50.035 |
161,7 |
4,4 |
2,7 |
1945 |
168.264 |
96.969 |
173,5 |
4,0 |
2,3 |
1950 |
263.424 |
285.664 |
92,2 |
7,6 |
8,3 |
1955 |
313.346 |
497.637 |
63,0 |
4,6 |
7,3 |
1960 |
320.731 |
468.186 |
68,5 |
3,3 |
4,7 |
1965 |
463.738 |
571.953 |
81,1 |
5,5 |
6,8 |
1970 |
588.476 |
947.604 |
62,1 |
3,1 |
5,0 |
1975 |
1.401.075 |
4.738.558 |
29,6 |
3,0 |
10,0 |
1980 |
2.910.122 |
7.909.443 |
36,8 |
4,3 |
11,6 |
1985 |
7.958.008 |
11.343.375 |
70,2 |
11,9 |
17,0 |
1990 |
12.959.288 |
22.302.126 |
58,1 |
8,6 |
14,8 |
1995 |
21.637.041 |
35.709.011 |
60,6 |
12,7 |
21,0 |
2000 |
27.774.906 |
54.502.821 |
51,0 |
13,9 |
27,3 |
2006 |
85.528.416 |
139.480.361 |
61,3 |
21,4 |
34,9 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Cumhuriyetin
kuruluşu itibariyle Türkiye’nin dış ticaret hacmi genel olarak yukarı yönde
seyretmiştir. Bu çerçevede, hem ihracat hem de ithalât meblağları yükselmiştir.
Ancak, ihracatın ithalâtı karşılama oranı 1930-1946 dönemi (1938 yılı hariç)
dışında %30 ile %92 arasında değişmiş, yani ihracat ithalatı karşılayamamış ve
sürekli dış ticaret açığı verilmiştir. 1930-1946 döneminde (1938 yılı dışında)
ise ihracat/ithalât %101 ile %180 arasında gerçekleşmiş, dış ticaret fazlaları
verilmiştir (Bkz. Tablo 31).
Tablo 32: Ekonomik
Faaliyetlere Göre İhracat Verileri (%)
YIL |
TARIM |
MADENCİLİK |
SANAYİ |
DİĞER |
1963 |
77,2 |
3,0 |
19,8 |
0,0 |
1965 |
75,9 |
4,5 |
19,6 |
0,0 |
1970 |
72,8 |
6,6 |
20,0 |
0,6 |
1975 |
55,5 |
7,5 |
36,2 |
0,8 |
1980 |
56,0 |
6,6 |
36,6 |
0,9 |
1985 |
20,8 |
3,0 |
76,0 |
0,2 |
1990 |
15,6 |
2,5 |
81,1 |
0,8 |
1995 |
8,5 |
1,8 |
89,0 |
0,7 |
2000 |
6,0 |
1,4 |
91,9 |
0,7 |
2006 |
4,2 |
1,3 |
93,8 |
0,6 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1963-2006
döneminde ekonomik faaliyetler itibariyle ihracat verilerine göre tarımın payı
belirgin bir biçimde düşerken, sanayinin payında da önemli ölçüde artışlar meydana
gelmiştir. 1963 yılında tarım sektörünün ihracattaki payı %77,2’den 2006
yılında %4,2’ye düşmüş, sanayi sektörünün ihracattaki payı ise 1963 yılında
%19,8 iken 2006 yılında %93,8’e yükselmiştir (Bkz. Tablo 32).
Tarımdaki
istihdam yoğunluğuna ve daha evvel değinilen kaynak israfına rağmen ihracat
payındaki bu düşüş, sektörün olumsuz yapısını daha net şekilde ortaya
koymaktadır. Öte yandan Türkiye, sanayileşme sürecini genel gelişme modeline
uygun biçimde yaşamamasına rağmen sanayide meydana gelen gelişmeler ve bu
paralelde sektörün ihracat performansı önemli bir başarı olarak
değerlendirilebilir.
Tablo 33: GEGS’e* Göre
İthalât Verileri (%)
YIL |
YATIRIM |
TÜKETİM |
HAM MADDE |
DİĞER |
1938 |
40,8 |
25,8 |
33,3 |
- |
1947 |
32,2 |
29,0 |
38,8 |
- |
1950 |
46,0 |
20,7 |
33,3 |
- |
1955 |
54,2 |
14,7 |
31,1 |
- |
1960 |
52,1 |
9,6 |
38,2 |
- |
1965 |
42,1 |
4,4 |
53,5 |
- |
1970 |
25,1 |
8,9 |
66,0 |
0,003 |
1975 |
20,7 |
8,7 |
70,6 |
0,002 |
1980 |
10,1 |
4,6 |
85,3 |
0,002 |
1985 |
16,1 |
5,9 |
78,0 |
0,002 |
1990 |
18,0 |
9,4 |
72,4 |
0,135 |
1995 |
22,7 |
6,5 |
70,6 |
0,247 |
2000 |
20,9 |
12,7 |
66,1 |
0,366 |
2006 |
16,7 |
11,5 |
71,4 |
0,364 |
* Geniş Ekonomik Grupların Sınıflaması
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
Türkiye’nin
1923-2006 döneminde, belli yıllar hariç, ithalât gideri artış sergilemekle beraber
bileşimine bakıldığında bazı olumlu değerlendirmeler yapmak mümkün olmaktadır.
Toplam ithalât içinde ağırlığı ham madde ve yatırım malları oluşturmakta,
bunları tüketim malları ve diğer mallar takip etmektedir. Yatırım malları payı
1938 yılında %40,8 iken 2006’da %16,7’ye inmiştir. Buna karşılık, ham
maddelerin ithalâttaki payı 1938’de %33,3’ten %71,4’e yükselmiştir. Öte yandan,
tüketim mallarının ithalâttaki payı da 1980 sonrası dönemde nispî artışlar
göstermekle beraber önceki döneme kıyasla azalmıştır (Bkz. Tablo 33).
Yatırım
mallarının payının düşmesi olumlu bir durum olmamakla beraber, ham maddelerin
payındaki belirgin artış bunu bir nebze telafi eder mahiyettedir. Ancak,
belirtilmelidir ki yatırım mallarının payındaki azalışın ham maddelerin payının
artışı ile giderilmesi, Türkiye’nin orijinal mal imalâtından tamamlayıcı imalât
sanayiine geçişini ifade eder. Ancak, katma değer açısından birincisinin
payının daha fazla olduğu aşikârdır.
Tablo 34: Seçilmiş
Ülkelere Yapılan İhracat Payları (%)
YIL |
ALMNYA |
ABD |
FRNSA |
BLGRSTN |
YNSTN |
İRAN |
SURİYE |
RUSYA |
LİBYA |
ÇİN |
1923 |
9,0 |
8,0 |
12,4 |
1,3 |
3,4 |
0,1 |
7,1 |
2,0 |
- |
- |
1925 |
14,4 |
13,2 |
12,5 |
1,0 |
4,5 |
0,1 |
6,1 |
2,5 |
- |
- |
1930 |
13,1 |
11,8 |
12,2 |
0,5 |
7,5 |
0,0 |
3,5 |
5,1 |
- |
0,0 |
1935 |
40,9 |
10,1 |
3,2 |
0,2 |
2,2 |
0,0 |
1,7 |
4,3 |
- |
0,0 |
1940 |
8,7 |
14,1 |
5,9 |
0,8 |
4,0 |
0,0 |
0,7 |
0,7 |
- |
- |
1945 |
- |
43,8 |
1,4 |
1,5 |
4,1 |
- |
1,1 |
- |
- |
- |
1950 |
21,1 |
16,9 |
4,3 |
0,4 |
3,5 |
0,0 |
2,5 |
0,2 |
- |
0,0 |
1955 |
15,7 |
15,5 |
7,1 |
0,9 |
0,7 |
0,0 |
0,4 |
1,7 |
0,1 |
- |
1960 |
14,8 |
18,3 |
5,1 |
0,5 |
0,5 |
1,1 |
0,4 |
1,5 |
0,3 |
0,0 |
1965 |
15,6 |
17,8 |
4,3 |
1,2 |
1,3 |
0,3 |
0,5 |
4,1 |
0,1 |
0,5 |
1970 |
19,9 |
9,6 |
6,7 |
0,8 |
0,7 |
0,9 |
0,3 |
5,0 |
0,4 |
0,1 |
1975 |
21,8 |
10,5 |
4,4 |
0,5 |
0,0 |
2,6 |
1,8 |
5,3 |
2,0 |
0,1 |
1980 |
20,8 |
4,4 |
5,6 |
0,4 |
0,3 |
2,9 |
3,5 |
5,8 |
2,1 |
0,1 |
1985 |
17,5 |
6,4 |
2,7 |
0,1 |
1,0 |
13,6 |
0,7 |
2,4 |
0,7 |
0,4 |
1990 |
23,6 |
7,5 |
5,7 |
0,1 |
1,1 |
3,8 |
1,5 |
4,1 |
1,7 |
0,3 |
1995 |
23,3 |
7,0 |
4,8 |
0,8 |
1,0 |
1,2 |
1,3 |
5,7 |
1,1 |
0,3 |
2000 |
18,6 |
11,3 |
6,0 |
0,9 |
1,6 |
0,8 |
0,7 |
2,3 |
0,3 |
0,3 |
2006 |
11,3 |
5,9 |
5,4 |
1,8 |
1,9 |
1,2 |
0,7 |
3,8 |
0,6 |
0,8 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1923-2006 dönemi
ihracatında seçilmiş ülkeler içinde en fazla payın gelişmiş Batı ülkelerine ait
olduğu görülmektedir. Bunların başlıcaları Almanya, ABD ve Fransa’dır.
Almanya’ya yapılan ihracat payı %9-40 civarlarındadır. ABD için bu oranlar
%4-44 arasında iken, Fransa’nın payları %1,4 ile %12,5 arasında değişmektedir
(Bkz. Tablo 34).
Batı
ülkelerine yapılan ihracat meblağlarının büyüklüğü yanında komşu ülkelere
yapılanların düşük seviyelerde kalması dikkat çekicidir. Mesela Bulgaristan’a
ihracat payımız hiçbir zaman %2’yi, Yunanistan’a %8,5’i, Suriye’ye %7,1’i
aşmamıştır (Bkz. Tablo 34).
Türkiye,
belli dönemler hariç, düşük meblağlarda da olsa Çin’e ihracat
gerçekleştirmiştir. Libya da ihracat pazarlarından biridir. Özellikle inşaat
alanında olmak üzere hizmet sektörünce gerçekleştirilen ihracatın bu süreçte
önemli katkıları olmuştur.
Tablo 35: Seçilmiş
Ülkelerden Yapılan İthalât Payları (%)
YIL |
ALMANYA |
ABD |
FRANSA |
BLGRSTN |
YNSTN |
İRAN |
SURİYE |
RUSYA |
ÇİN |
1923 |
6,4 |
7,6 |
9,1 |
3,4 |
0,6 |
0,4 |
5,4 |
2,1 |
- |
1925 |
11,4 |
8,1 |
10,8 |
1,4 |
0,5 |
0,6 |
3,8 |
2,5 |
- |
1930 |
18,6 |
4,1 |
10,5 |
0,4 |
0,3 |
0,7 |
1,3 |
7,2 |
0,1 |
1935 |
40,0 |
7,0 |
4,7 |
0,3 |
0,7 |
0,1 |
0,6 |
4,9 |
0,0 |
1940 |
11,7 |
10,8 |
2,8 |
1,1 |
1,5 |
0,1 |
0,1 |
1,4 |
0,0 |
1945 |
0,6 |
17,6 |
0,0 |
2,9 |
1,3 |
0,0 |
0,9 |
0,1 |
- |
1950 |
17,6 |
24,5 |
5,0 |
0,3 |
0,2 |
1,6 |
1,8 |
- |
0,0 |
1955 |
17,6 |
22,4 |
6,0 |
0,8 |
0,2 |
0,1 |
0,0 |
1,7 |
0,0 |
1960 |
21,0 |
25,8 |
3,5 |
0,3 |
0,1 |
0,1 |
0,0 |
1,3 |
- |
1965 |
14,7 |
28,1 |
3,7 |
0,7 |
0,0 |
- |
- |
2,9 |
- |
1970 |
18,6 |
21,7 |
3,4 |
0,5 |
0,0 |
0,0 |
0,0 |
4,1 |
0,0 |
1975 |
22,3 |
9,0 |
5,9 |
0,6 |
0,0 |
0,6 |
0,5 |
1,6 |
0,5 |
1980 |
10,7 |
5,5 |
4,8 |
1,7 |
0,7 |
10,7 |
0,3 |
2,3 |
0,0 |
1985 |
12,1 |
10,1 |
4,5 |
0,9 |
0,4 |
11,1 |
0,1 |
1,9 |
0,6 |
1990 |
15,7 |
10,2 |
6,0 |
0,1 |
0,6 |
2,2 |
0,4 |
5,6 |
1,1 |
1995 |
15,5 |
10,4 |
5,6 |
1,1 |
0,6 |
1,9 |
0,7 |
5,8 |
1,5 |
2000 |
13,2 |
7,2 |
6,5 |
0,9 |
0,8 |
1,5 |
1,0 |
7,1 |
2,5 |
2006 |
10,6 |
4,5 |
5,2 |
1,2 |
0,7 |
4,0 |
0,1 |
12,8 |
6,9 |
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr
1923-2006 dönemi
ithalâtında seçilmiş ülkeler içinde en fazla pay yine Almanya, ABD ve Fransa
gibi gelişmiş Batı ülkelerine aittir. Almanya’dan yapılan ithalât payı %51’e,
ABD’den %33’e, Fransa’dan %14’e kadar çıkmıştır (Bkz. Tablo 35).
Türkiye’nin,
komşu ülkelerinden gerçekleştirdiği ithalât payları ise ihracatta olduğu gibi
düşük seviyelerdedir. Nitekim, bu paylar 1923-2006 döneminde Bulgaristan’dan
%3,4’ü, Yunanistan’dan %1,8’i, Suriye’den %5,4’ü geçmemiştir (Bkz. Tablo 35).
GENEL DEĞERLENDİRMELER
VE TEKLİFLER
Türkiye
ekonomisinde 1923-2006 arası; iktisadî zihniyetler ve temel sektörel
karakteristikler itibariyle 1923-1950, 1950-1960, 1960-1980 ve 1980-2006 olmak
üzere dört alt dönem halinde ele alınabilir.
1923-1950,
millî iktisadî düzenin oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemdir. Bu çerçevede,
ziraat ağırlıklı bir ekonomiden sanayinin hakim olduğu bir yapıya geçiş
çabaları mevcuttur. Bu devrenin yarısına kadar özel teşebbüs ön plana
çıkarılmış, sonraki yarısında ise devletçi bir zihniyetin hakimiyeti söz konusu
olmuştur.
1950-1960,
liberal ekonomik zihniyetin hakim kılınmaya çalışıldığı fakat özellikle ikinci
yarısında korumacı politikaların da uygulandığı bir devirdir. Bu dönemde,
ziraata önem verilmekle beraber, sanayi sektöründe belirli alt yapı da oluşturulmaya
çalışılmıştır. Dönem sonunda sağlanan ekonomik yapı ile Türkiye’nin dünyaya
entegrasyonu kolaylaşmıştır.
1960-1980,
planlı ekonomik yapıya geçilmeye çalışılan bir devredir. İthal ikameci
politikaların uygulandığı bu dönemde, sanayileşmeye özel bir önem verilmiştir.
Çok sayıda üretim tesisinin faaliyete başladığı bu dönemde; baraj, köprü, yol
gibi alt yapı yatırımlarına da ağırlık verilmiştir.
1980-2006,
liberal ekonomik düzenin kurulmaya ve yerleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir.
İthal ikameci politikalardan dışa açık ekonomik yapıya geçilmeye çalışılan bu
dönem, birçok olumsuzluklara rağmen, Türkiye ekonomisi açısından reform
niteliğinde sayılabilecek gelişmelerin yaşandığı bir devredir. Sektörel gelişim
incelendiğinde 1980 sonrası; tarıma ve sanayiye ilaveten turizm, ulaştırma ve
inşaat başta olmak üzere hizmetlerin de önemle ele alındığı bir dönemdir.
1923-2006
döneminde Türkiye ekonomisinde, olumlu gelişmelerle beraber birçok
olumsuzluklar da yaşanmıştır. Söz konusu olumsuzluklar, dönemler itibariyle
hedeflenenlere ulaşılmasını da zorlaştırmış veya engellemiştir. İç yapıdan
kaynaklanan olumsuzluklara ilaveten ülke dışından kaynaklanan krizler de
gelişim önünde bir ket niteliği arz etmiştir. Nitekim, bu süre içinde iç ve dış
kaynaklı çok sayıda ekonomik kriz meydana gelmiş ve bunlar büyük boyutlu
tahribata sebep olmuştur. Söz konusu tahribat sadece ekonomik alanda değil,
aynı zamanda sosyal, siyasî, kültürel ve hukukî alanlarda da meydana gelmiştir.
Ekonomik
krizlerin Türkiye ekonomisinde sebep olduğu tahribatın boyutunun tam tespiti
kolay değildir. Çünkü etkileri sadece kısa vadeli değildir. Bununla beraber,
ATO’nun 2005 yılında hazırladığı “Krizler Tarihi Raporu”ndaki şu
değerlendirmeler, özellikle iç krizlerin ekonomik maliyetine ilişkin genel bir
fikir elde edilmesini kolaylaştırmaktadır:
“Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama %4,8 büyüme
oranını tutturan Türkiye, 82 yılda 15 ekonomik krizle sarsıldı. Türkiye, 15 kez
krize girmeyip küçülme yıllarını ‘sıfır’ büyüme ile kapatmış olsaydı dahi,
bugün kişi başı millî geliri 4 bin 172 Dolar değil, 12 bin 650 Dolar olacaktı.
Türkiye’nin millî geliri de 299,5 milyar Dolar yerine 902,4 milyar Dolar’a
çıkacak ve Avrupa seviyesine yakın bir ekonomiye sahip olacaktı. Krizler
olmasaydı bugün Türkiye dünyanın 10. büyük ekonomisi olacaktı.”
Türkiye
ekonomisinin içinde düştüğü krizler; kısa bir vadenin ürünü olmayıp, aynı
zamanda çoğunlukla yapısal nitelikli olduğundan, tedavileri de biraz zaman
almaktadır. Dahası, Türkiye’nin kendi iç ekonomik sorunlarına ilaveten dünyada
ortaya çıkan genel durgunluk devreleri de iyileşme sürecini biraz daha
ötelemektedir. Mesela, 2008 yılı itibariyle genel olarak dünyada geleceğe
yönelik kısa-orta vadeli beklentilerin pek parlak olmadığı bir ortamda,
rehabilitasyon sürecinde olan Türkiye ve benzeri ülkelerin, ekonomik krizlerden
kısa vadede çıkmaları beklenmemelidir. Ancak, başarı için bu ülkelerin tedavi
edici politikalara daha sıkı ve dikkatli bir şekilde devam etmeleri
gerekmektedir.
Takip eden
alt başlıklar altında, Türkiye ekonomisi açısından önem arz eden meselelere
dikkat çekilmektedir. Bu çerçevede, çözüme kavuşturulması Türkiye ekonomisi
açısından önem taşıyan bazı hususlarla alakalı tekliflerde bulunulmaktadır.
Ar-Ge:
Bir ülkenin
gelişmişliğine ilişkin önemli göstergelerden biri, kişi başına yapılan Ar-Ge
harcamasıdır. Türkiye’de bu harcamaların düşük seviyede olduğu bir vakıadır.
TÜİK tarafından ortaya konan istatistiklere göre Türkiye’de yıllar itibariyle
yapılan toplam Ar-Ge harcamaları şöyledir (Milyon YTL): 1999’da 489; 2000’de
798; 2001’de 1.292; 2002’de 1.843. 2006 yılı Ar-Ge harcaması 4.400 YTL olarak
gerçekleşmiştir.
Toplam
Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payları ise şöyledir (Oranlar satın alma
gücü paritesine göre de aynıdır.): 1999’da %06,3; 2000’de %06,4; 2001’de %07,2;
2002’de %06,7. 2006 yılı oranı %07,6’dır. Gelişmiş ülkelerde ise bu oranların
çok daha yükseği söz konusudur. Mesela OECD ülkeleri ortalaması %2,5
civarındadır. Kişi başına düşen Ar-Ge harcamaları incelendiğinde ise durumun
vehameti daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır (YTL): 1999’da 7,4; 2000’de
11,8; 2001’de 18,9; 2002’de 26,5. 2006 yılındaki meblağ 60,3 YTL’dir.
Ortaya
çıkan sonuç, Türkiye’de Ar-Ge’ye yeterli payın ayrılmadığı yönündedir.
Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının artırılmasının gerekliliği aşikârdır. Ancak,
bunun sağlanması için öncelikle bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç
bulunmaktadır. Çünkü, ülkemizde Ar-Ge’ye yapılan harcamalar israf olarak
değerlendirilmektedir. Böylece söz konusu faaliyetlerin faydası tam manasıyla
anlaşılamamaktadır. Zihnî değişimin sağlanması sonrasında, Ar-Ge harcamalarının
artırılması mümkün hâle gelecektir.
Madenler:
Türkiye
ekonomisinde kaynakların optimal kullanılamaması sorunu vardır. Ne yazık ki sahip
olunan kaynaklara ilişkin net bir envanterin de mevcut olmadığı ifade
edilmektedir. Bu kapsamda, mesela maden rezervinin gereği gibi
değerlendirilemediği bilinen bir gerçektir. Gerek Türkiye, gerekse dünya
ölçeğinde stratejik nitelik arz eden madenlere özel önem verilmelidir.
Taş kömürü,
linyit, petrol, demir, krom, bakır, alüminyum, kurşun, çinko, altın, fosfat,
kükürt, asbest, fluorit, grafit, beril ve bor sahip olunan yer altı
zenginliklerinden bir kısmıdır. Mesela kimi kaynaklara göre Türkiye, dünya bor
madeni rezervinin % 70’ini barındırmakta iken, dünya pazarından sadece %7’lik
pay elde edebilmektedir. Dolayısıyla söz konusu madenlere yönelik ciddi
stratejilerin tespitine ve gerekli politikaların uygulanmasıyla ekonomiye olan
katkı derecelerinin yükseltilmesine ihtiyaç vardır. Mevcut yer altı
zenginlikleri arasında petrolün de özel bir önemi vardır. Geçmişten günümüze
gerçekleştirilen savaşların ve benzeri mücadelelerin önemli bir kısmının
temelinde bu maden yatmaktadır.
Türkiye’de
petrolün mevcudiyetine yönelik farklı görüş beyanında bulunulmaktadır.
Kimilerine göre petrol rezervi düşük, kimilerine göre ise yüksek seviyededir.
Yüksek olduğunu ileri sürenler şu soruyu da sormaktadır: “Güneydeki ülkelerde
zengin petrol rezervi varken, Türkiye’dekinin düşük seviyede olduğu iddiası
doğru olabilir mi?” Meselenin hassasiyeti dikkate alınarak, diğer madenler
yanında petrole ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Bu kapsamda,
Türkiye’nin petrol envanteri çıkarılmalı ve bu vesileyle rezervin düşük veya
yüksek oluşuna ilişkin manipülasyonlar da giderilmelidir. Bu çalışmaların
ardından, rezervin seviyesine bağlı olarak gerekli stratejilerin tespitine
gidilmeli ve bunların uygulanması safhasına geçilmelidir.
Hizmetler:
Türkiye,
hizmet ticaretindeki payını her geçen yıl biraz daha artırmaktadır. DTÖ
tarafından ortaya konan 2003 yılı verilerine göre, ihracat değeri 17,3 milyar
Dolar olup, başlıca hizmet ihracatçıları arasında 26.sırada yer almaktadır.
2005 yılı toplam hizmet ihracatı ise 25,6 milyar Dolar’a yükselmiş olmakla
beraber yine 26.sırada bulunmaktadır. Türkiye’nin, hizmet ticaretindeki payını
daha üst seviyelere çıkarması gerektiği açıktır.
Sahip
olunan mukayeseli üstünlüklerden hareketle, Türkiye’nin uluslararası arenada
ticarî payını artırma potansiyeline sahip alt sektörler tespit edilmeli ve
faaliyetler bunlarda yoğunlaştırılmalıdır. Bu kapsamda, halihazırda hizmetler
içinde en yüksek paya sahip olan sektörler; turizm, ulaştırma ve inşaattır.
Ayrıca bilgi işlem ve ofis arkası hizmetler de Türkiye açısından stratejik
nitelik taşımaktadır. Söz konusu dört hizmet alt sektörünün toplam hizmet
ihracatındaki payı 2006 yılı itibariyle %90 civarındadır. Bu alt sektörlere
yönelik sistematik ve kurumsal yaklaşımlar sergilenerek daha uygun şartlar altında
faaliyette bulunmaları sağlanmalıdır. Böylece, Türkiye’nin uluslararası hizmet
ticaretindeki payı açısından, bu sektörlerin katkısı daha da artacaktır.
Ulusal – Uluslararası Sermaye:
Küreselleşmeye
bağlı olarak, finansal kaynakların dünya çapında hızlı hareketine şahit
olunmaktadır. Bu; hem faize, dövize ve borsaya olmak üzere nakdî; hem de
fabrika, atölye, büro şeklinde olmak üzere gayrî nakdî tarzda
gerçekleştirilmektedir. İlki kısa vadeli, ikincisi ise orta-uzun vadeli
yatırımlar niteliğindedir. Bunlar için sırasıyla sıcak-soğuk para tanımlaması
da yapılmaktadır. Ülke ekonomilerine asıl katkısı olan ise ikinci tipteki
yatırımlardır.
Türkiye,
kısmen de olsa sağlanan siyasî istikrar ortamına, uygun yatırım şartlarına,
nispeten düşük maliyetlere bağlı olarak orta-uzun vadeli yabancı yatırım
açısından cazip ülkelerden biri haline gelmiştir. Tabii olarak bu yatırımların
lehinde olan da vardır aleyhinde olan da...
Körü körüne
yabancı sermayenin yanında yer almak elbette makul bir davranış olamaz. Fakat
aynı şekilde karşısında olmak da çıkar bir yol olarak görünmemektedir. Çünkü
memleketin çözülmesi gereken bir yığın sorunu vardır ve bu sorunların
bazılarının halli de söz konusu yabancı yatırımlardan elde edilecek gelirlere
bağlıdır. Uygun şartlarda gerçekleştirilen yabancı yatırımların Türkiye’ye
zarar vermeyeceği aşikârdır. Bir de şu meselelere açıklık getirmek gerekir
herhalde:
· Eğer yabancı yatırımlara karşı
olunacaksa, yurt dışına yatırım yapan Türkiyeli yatırımcılara da gittikleri
ülke halkları karşı mı olmalıdır? Mesela; Romanya, Ukrayna, Rusya, İran, Suriye
ve Irak’a giden müteşebbisler geri mi gelmelidir?
· Yabancı sermayedar elde ettiği
gelirin bir kısmını kendi ülkesine götüremeyecekse, başka ülkelerde yatırımları
olan yerli müteşebbisler de aynı şekilde gelirlerinin bir kısmını Türkiye’ye
getirememeli midir? Mesela; İngiltere, Almanya, Türkmenistan, Mısır, Sudan,
Libya ve Cezayir’deki yatırımcılar gelirlerinin bir kısmını Türkiye’ye
getirememeli midir?
· Eğer Türkiye yeterli tasarruf ve
dolayısıyla yatırım hacmine sahip değilse ve yabancıların faaliyetine de izin
verilmeyecekse hedeflenen gelir ve büyüme nasıl sağlanacaktır?
Bankacılık Sektörü; Yerli-Yabancı Payları:
Türkiye
bankacılık sektörü, ekonominin krize girdiği 1999 yılı itibariyle ciddi bir
gerileme süreci yaşamıştır. Bu süreç, ağırlıklı olarak 2003 yılına kadar devam
etmiştir. Söz konusu yıl itibariyle ise ekonomideki krizin hafiflemesine
paralel olarak, bankacılık sektörü de belli bir dengeye oturmaya başlamıştır.
Bunda, sektöre yönelik rehabilitasyon politikalarının büyük katkısı olmuştur,
olmaktadır.
Bankacılık
sektörü, uluslararası standartlarda faaliyete doğru yol almaktadır. Bu kapsamda
meydana gelen başlıca değişimler şu şekilde sıralanabilir:
· Sektördeki bankalar, kuruluş amaçlarına
uygun faaliyetlere yönelmektedirler. Bu kapsamda reel sektör finansmanına
kanalize olmaktadırlar.
· Öz sermaye yapılarını
güçlendirmektedirler.
· Sermaye yapılarında değişikliklere
gitmektedirler. Bu çerçevede yabancı yatırımcılarla ortaklıklar, birleşmeler ve
satın almalar gerçekleştirilmektedir.
Her üç
değişimin de sektörün geleceği açısından önem arz ettiği ifade edilebilir.
Özellikle ilk iki gelişme, sağlam bir bankacılık yapısına erişmek için hayatî
derecede önem taşımaktadır. Ancak sonuncusunda, gerekli tedbirler alınmadığı
takdirde, belli ölçüde sorunlarla karşılaşılma ihtimali mevcuttur.
Yabancıların
piyasaya girişi, rekabetin artması ve yeni finansal araçların kullanıma
sunulması gibi açılardan faydalıdır. Dahası, bankaların uluslararası alanda
faaliyete geçmesi açısından da olumludur. Ancak yabancı payının artması,
ileride finansal piyasalarda inisiyatifin kaybedilmesi manasına da
gelebilecektir. 2008 itibariyle %25-30’lardan bahsedilmektedir ki bu oran,
böyle bir ihtimalin belirmesi için yeterli görünmektedir.
Çözümlerden
biri, yabancı paylarını sınırlandırmak değil, fakat gerekli yerlerde bankacılık
sektörüyle ilgili kurumların ve kuruluşların müdahale imkânını ve kabiliyetini
sağlamaktır. Böylece, piyasayı bozucu bir harekette bulunulması durumunda söz
konusu mekanizmalar devreye alınarak gerekli müdahalelerde bulunulabilecektir.
Bu durumda yabancı payının artması, yukarıda sıralanan ilk iki maddedeki
gelişmeleri de destekler bir nitelik sergileyecektir.
Yerli-Yabancı Ürün:
Türkiye’de
tüccarlar, yakın zamana kadar 'Bu ürünün menşei nedir?' sorusuna 'yerli'
cevabını verirken büyük tereddütler yaşarlardı. Bunu söylememek için 'yerli'
olduğu hâlde 'Yerli değil, Avrupa' şeklinde cevap verenler bile olurdu.
Günümüzde bu hususla ilgili dikkat çekici değişmeler meydana geldiği
gözlenmektedir.
Başta düşük
kaliteli Çin mallarının Türkiye piyasasına girişi olmak üzere yerli üretimdeki
kalite artışının da bu değişimde rolü vardır. Avrupa menşeli çoğu ürüne göre
kalite eksikliği olmakla beraber; yerli ürünlerin, Çin menşeli olanlarının
önemli bir kısmına nazaran kalite üstünlüklerinin olduğunu söylemek mümkündür.
Nitekim, günümüzde artan sayıda tüccar 'Bu ürünün menşei nedir?' sorusuna,
'Avrupa' kelimesini sarf etmeden 'Çin değil, yerli' şeklinde cevap vermektedir.
Tabii, bu
durumun ilânihaye devam etmeyebileceğinin farkında olunmalı ve yerli üretimde
kalite artırımına devam edilerek özellikle markalaşmaya ağırlık verilmelidir.
Aksi hâlde söz konusu sorunun cevabı 'Yerli değil, Çin' olabilecektir.
Dış Müdahaleler-Ekonomik Yansımalar:
Muasır
medeniyetin temel nitelikte geçerliliği olan değerlerinden biri olarak
‘demokrasi’, başta gelişmiş ülkeler (GÜ) olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin
(GOÜ) de özümsemeye ve hayata geçirmeye çalıştığı bir yönetim anlayışıdır. Bir
GOÜ olarak Türkiye’de de demokrasinin yerleşmesine çalışılmaktadır. Bununla
beraber, klasik tabiriyle 'her on yılda bir' gerçekleştirilen kurumsal dış
müdahaleler, maalesef bu yönetim anlayışının ülkemizde yeşerip filizlenmesini ve
gelişmesini tehdit etmektedir. Dolayısıyla, ‘haklı-haksız’ belirli aralıklarla
icra edilen bu tür müdahaleler; ülkemizde siyasî, iktisadî, hukukî ve
sosyo-kültürel alanlarda adeta kısır döngülerin yaşanmasına sebep olmaktadır.
Böylece söz konusu alanlarda birçok olumsuzluklar yaşanmaktadır. Bu çerçevede,
somutlaştırmak gerekirse ekonomi ile ilgili meydana gelen olumsuzlukların bir
kısmı şöyledir:
· Müdahaleler sonrasında kısa vadede
döviz kurlarında önemli boyutlarda aleyhte gelişmeler yaşanabilmektedir. İlk
aşamada, bunun sıcak-soğuk paranın yönü üzerinde olumsuz etkileri olmakta ve
bunu ilgili olumsuzluklar takip edebilmektedir.
· Faizlerde artışlar meydana
gelebilmekte, buna bağlı olarak yatırım maliyeti artmaktadır. Sonuç,
yatırımlardaki düşme ve istihdamdaki azalmadır.
· Yatırım yapmış olan yabancılar söz
konusu yatırımlarının geleceğinden endişe duymakta, buna bağlı olarak yeni
yatırımcıların gelmesi zorlaşmaktadır.
· Müteşebbislerin geleceğe yönelik
beklentileri olumsuz bir niteliğe bürünmektedir.
· İşçi-işveren barışı zedelenmektedir.
· Maddî-malî piyasalar dengeden
uzaklaşmaktadır.
Söz konusu
müdahalelerle ekonomide meydana gelen bozulmalara paralel olarak sosyal,
siyasî, hukukî alanlarda ortaya çıkan olumsuzluklar, yeni müdahalelere kapı
aralayabilmektedir. Böylece bu süreç bir kısır döngü halini almaktadır.
Spor Ekonomisi ve Dış Ticaret:
Dış
ticaretteki payları açısından ele alındığında, hizmet alt sektörlerinden
‘spor’la ilgili olarak çok net değerlendirmeler yapmak mümkün olmamaktadır.
Bunun çeşitli sebepleri vardır. Halbuki rağbet dereceleri itibariyle başta
futbol, basketbol, voleybol olmak üzere güreş, hentbol, yüzme, tenis, karate
do, te kvan do, ju do, atletizm, satranç gibi sportif faaliyetlerde ihmal
edilemeyecek boyutta ticarî işlemler gerçekleştirilmektedir.
Bu
kapsamda, mesela futbol sektörü ele alınabilir. Tüm dünyada olduğu gibi,
Türkiye’de de futbol takımlarında çok sayıda yabancı oyuncu mevcuttur. Yani bu
sektörde önemli ölçüde ithalât işlemi gerçekleştirilmektedir ve bunların parasal
boyutu çok yüksek olabilmektedir. Buna karşılık; Türkiye’nin ihracatı, yani
dışarıya futbolcu ve eğitici transferi düşük seviyede olup, parasal boyutu da
ithalât hacmi ile kıyaslanamayacak seviyededir. Bu durumda, söz konusu
faaliyetlerin maddî manada ülke ekonomisine katkısının düşük olduğu ortaya
çıkmaktadır, yani eksik olan bir şeyler vardır.
Türkiye’nin
spor faaliyetlerindeki ithalât gideri, ihracat gelirinden fazla olduğuna göre
buna ilişkin bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir:
· İlk tedbir, ithalâta sınırlama
getirilmesidir ki bu politika serbest ekonomi anlayışına uygun değildir. Çünkü
aynı tedbiri başka ülkelerin de alması hâlinde, ilk kısıtlamayı getiren ülkenin
ihracatı da engellenmiş olacaktır [bir nevi ‘komşuyu yoksullaştırma politikası’
(beggar thy neighbour policy)].
· O hâlde ikinci tercihe göre hareket
edilmelidir. Yani ihracat artırılmalıdır. Bu çerçevede, spor dallarında
yetiştirilecek kişilerin ve spor yetiştiricilerinin yurt dışına transferi ile
elde edilecek gelir, ülke ekonomisine katkı sağlar hâle gelecektir. Bunun için
dünya piyasalarında rekabet edebilir kalitede ürün (sporcu) imalâtında bulunmak
ve bunların sayısını artırarak pazarlama-satış yapmak gerekmektedir.
Temsil
açısından bakıldığında da doğru görünen, bir ülkenin kendi kaynaklarıyla
(sporcularıyla) dünya piyasalarında boy göstermesidir. Fakat ithalât
engellenemeyeceğine göre, gerekli imalâtta bulunarak (sporcu yetiştirerek)
ihracata ağırlık vermek, ülke ekonomisi açısından mantıklı görünmektedir.
Elbette başarı için tüm bu faaliyetler, kurumsal ve sistematik tarzda
gerçekleştirilmelidir.
Dış Ticaret-Komşu Ülkeler:
Sanayileşme
stratejileri izlenirken, bunların dış ticaretle olan ilişkisi de göz önüne
alınabilirse Türkiye açısından da önemli gelişmeler sağlamak mümkün hâle
gelecektir. Türkiye, komşu ülkeleriyle yeterli dış ticaret hacmine sahip
değildir. Son dönemde gerçekleştirilen teşebbüslerle bu hacimde hareketlenmeler
meydana geldiği görülmektedir. İzlenecek stratejilerle bunun daha üst
seviyelere çıkarılması gerekmektedir.
Türkiye’ye
komşu ülkelerle yapılan dış ticaret mal-hizmet bileşimi dikkate alınarak, her
ülkeye komşu veya yakın olan bölgede de bu bileşime uygun bir sanayileşme
stratejisi izlenebilir. Mesela, güneydeki-güney doğudaki ülkeler; Suriye, Irak,
İran için gıda ağırlıklı bir sanayileşme stratejisi izlenebilir. İlaveten
inşaatla bağlantılı sınaî tesislerin kurulması da mümkündür. Yine
kuzeydeki-kuzey doğudaki ülkeler; Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan için
tekstil bağlantılı sanayileşmeye gidilebilir. Veya söz konusu ülkelerin
ithalâtlarında ağırlığı oluşturan kalemlerle bağlantılı sınaî tesislerin
kurulmasına yönelik stratejiler geliştirilebilir.
Sadece yurt
içine değil, yurt dışına yönelik üretimde de bulunan sınaî tesisler, pazara
yakınlık dolayısıyla düşük maliyetle üretimde bulunabilecek ve böylece rekabet
edebilir bir yapıya kavuşulmasına imkân sağlayacaktır. Neticede Türkiye’nin dış
ticaret hacmi artarken, bölgesel kalkınmanın sağlanmasında da önemli mesafeler
kat edilebilecektir.
* Dr. Mehmet Behzat Ekinci
** “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve İstatistikler
İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği: 1923-2007,
Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion Kitabevi,
Ankara, 2008, s.239-280.
KAYNAKLAR
Ankara Ticaret Odası (ATO). Krizler Tarihi Raporu-2005, Ankara, http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316,
Erişim: 08.08.2008.
Başkaya, Fikret. Türkiye
Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik
Yayıncılık, Ankara, 1986.
Çelebi, Esat. “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel
Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi,
No: 4, s.15-28, 2001.
Denizcilik Müsteşarlığı. İstatistikler, http://www.denizcilik.gov.tr
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü. İstatistikler, http://www.tcdd.gov.tr
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü. İstatistikler,
http://www.dhmi.gov.tr
Ekinci, Mehmet Behzat. “Türkiye Ekonomisine İlişkin Altı
Aylık, Dokuz Aylık, Yıllık Periyodik Sektörel Değerlendirmeler (2001-2008)”, http://www.akademiktisat.net
-------------------------------. Uluslararası Hizmet Ticaretinde Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye,
İTO, Yayın No: 10, İstanbul, 2008.
Hazine Müsteşarlığı. İstatistikler, http://www.hazine.gov.tr
İMKB. Veriler, http://www.imkb.gov.tr
Karayolları Genel Müdürlüğü. İstatistikler, http://www.kgm.gov.tr
Kazgan, Gülten. “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929-2001): Nedenleri
ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, İstanbul Bilgi
Üniversitesi, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc,
Erişim: 08.08.2008.
Kibritçioğlu, Aykut. “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve
Hükûmetler; 1969-
Kum, Hakan. “1980 Sonrası Türkiye Ekonomisindeki Başlıca
Gelişmeler”, Erciyes Üniversitesi, İİBF, http://iibf.erciyes.edu.tr/akademik/kum/turkeko.htm,
Erişim: 08.08.2008
Kuyucuklu, Nazif. Türkiye
İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993.
Kültür ve Turizm Bakanlığı. Turizm İstatistikleri, http://www.kultur.gov.tr
Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü. Temel Ekonomik
Göstergeler, http://www.muhasebat.gov.tr
Özel, Işıl; Pamuk, Şevket. “Osmanlı’dan Cumhuriyete Kişi
Başına Üretim ve Millî Gelir: 1907-
Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü. İstatistikler/Faaliyet
Raporları, http://www.ptt.gov.tr
TCMB. İstatistikî Veriler, http://www.tcmb.gov.tr
TEİAŞ. Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, http://www.teias.gov.tr
Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü. Veriler, http://www.turktelekom.com.tr
TÜİK. İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr