TÜRKİYE’DE 1995-2000
DÖNEMİ SOSYO-EKONOMİK GELİŞMELERİ
İÇİNDEKİLER:
1. NÜFUS
2. EĞİTİM
3. SAĞLIK
4. SOSYAL GÜVENLİK
5. GELİR DAĞILIMI
6. AR-GE
7. KOBİ’LER
1. NÜFUS
22 Ekim
2000’de yapılan genel nüfus sayımına yönelik tespit çalışmaları devam
etmektedir. 30 Kasım 1997 yılında gerçekleştirilen genel nüfus sayımına göre
yapılan hesaplamalar neticesinde Türkiye nüfusunun 2000 yılında 65,8 milyona
ulaşacağı öngörülmektedir. 2001 yılı için tahmin edilen nüfus ise 66,8
milyondur.
TABLO 1: DEMOGRAFİK GÖSTERGELERDE GELİŞMELER *
GÖSTERGELER |
BİRİM |
1999 |
2000 |
2001 |
Toplam Nüfus |
Bin Kişi |
64.815 |
65.784 |
66.774 |
Yıllık Nüfus Artış Hızı |
Yüzde |
1,48 |
1,48 |
1,49 |
Kaba Doğum Hızı |
Binde |
21,6 |
21,5 |
21,6 |
Kaba Ölüm Hızı |
Binde |
6,8 |
6,7 |
6,7 |
Toplam Doğurganlık Hızı |
Çocuk Sayısı |
2,53 |
2,5 |
2,5 |
Bebek Ölüm Hızı |
Binde |
36,8 |
35,3 |
33,9 |
Doğuşta Hayatta Kalma
Ümidi |
|
|
|
|
Toplam |
Yıl |
68,9 |
69,1 |
69,4 |
Erkek |
Yıl |
66,6 |
66,9 |
67,1 |
Kadın |
Yıl |
71,3 |
71,5 |
71,8 |
|
|
|
|
|
Üç Ana Yaş Grubu İtibariyle Dağılım |
|
|
|
|
0-14 y |
Yüzde |
30,46 |
29,9 |
29,53 |
15-64 y |
Yüzde |
64,04 |
64,52 |
64,78 |
65 + y |
Yüzde |
5,51 |
5,58 |
5,69 |
|
|
|
|
|
Eğitimle İlgili Yaş Grupları İtibariyle Dağılım |
|
|
|
|
3-5 y |
Yüzde |
5,96 |
5,94 |
5,91 |
6-13 y |
Yüzde |
16,26 |
15,91 |
15,56 |
14-16 y |
Yüzde |
6,39 |
6,24 |
6,08 |
17-20 y |
Yüzde |
8,22 |
8,24 |
8,25 |
* Tahmin
Kaynak: DİE, DPT.
1999 yılı
nüfus artış hızı %1,48’dir. 2000 yılı için öngörülen yıllık nüfus artış hızı
%1,48 olup; 2001 yılı için bu oranın %1,49 olacağı tahmin edilmektedir.
Buradan, nüfus artış hızının fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Toplam doğurganlık
hızı da 1999 yılında 2,53 iken 2000 yılında 2,5’e düşmektedir. Bununla birlikte
bebek ölüm hızında da düşme eğilimi mevcuttur ki bu olumlu bir gelişmedir.
Genç bir
nüfus yapısına sahip olan ülkemizde 0-14 yaş grubu nüfusun payının 1999
yılındaki %30,46 seviyesinden 2000 yılında %29,90’a gerilediği görülmektedir.
Bu oranın 1995 yılında %32,8 olduğu dikkate alınacak olursa, genç nüfus payının
azalma eğiliminde olduğu ve bu eğilimin daha yüksek oranlarda devam edeceği
anlaşılmaktadır. Buna karşılık, 15-64 ve 65 + yaş gruplarının payının giderek
azaldığı görülmektedir. Bu durum, genç nüfus payı ile yaşlı nüfus payı arasında
negatif oranlı bir eğilimin var olduğunu göstermektedir.
Nüfusla ilgili
kayıtların tutulması ve bu alanda meydana gelen değişmelerin sağlıklı bir
şekilde değerlendirilebilmesine yönelik olmak üzere İçişleri Bakanlığı’nca
hayata geçirilen bir proje mevcuttur. Kısa adı MERNİS olan “Merkezi Nüfus
İdaresi Sistemi Projesi”nin uygulamaya geçecek olması, beraberinde getireceği
avantajlar açısından, son derece önemli bir gelişmedir. Bu sayede demografik
gelişmelerle ilgili kayıtlar, elektronik ortamda ve daha sağlıklı bir şekilde
tutulacaktır. Böylece söz konusu verilerin kısa zamanda değerlendirilebilmesi
imkanı da elde edilebilecektir. Hatta bu kapsamda, genel nüfus sayımlarında
evlerde kalınması mecburiyeti de söz konusu olmayacaktır ki bu açıdan da MERNİS
projesinin önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
2. EĞİTİM
2001 Yılı Hükûmet
Programında, eğitimde kalitenin artırılmasına çözüm getirecek olan Temel Eğitim
Projesi ile 3,5 milyon ilköğretim
öğrencisi için okul ve ek dersliklerin modern teknolojiye göre donanımının
gerçekleştirileceği belirtilmektedir. Bu amaçla, bilgisayar laboratuarlarının
bir kısmı kurulmuş ve bunların internet erişimi sağlanmıştır. Ancak, bu alanda
planlanan hedefe ulaşılamamıştır.
Sekiz
yıllık kesintisiz zorunlu eğitim çalışmaları kapsamında Temel Eğitim Projesinin
uygulanmasına devam edilmiştir. Nüfus yoğunluğunun düşük olduğu kırsal kesimde
ve birleştirilmiş sınıf uygulaması bulunan yörelerde eğitim hizmetlerinin
verimli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla taşımalı eğitim
yönetmeliğinde düzenleme yapılmış, 1999-2000 öğretim yılında 75 il ve 812
ilçedeki 635.041 öğrenci bu hizmetten faydalanmıştır. Ancak, bu sistemdeki
sıkıntılar halen tam anlamıyla giderilmiş değildir.
TABLO 2: EĞİTİM KADEMELERİNDE ÖĞRENCİ SAYILARI VE OKULLAŞMA ORANLARI
|
1998-1999 |
|
1999-2000 |
||
EĞİTİM KADEMELERİ |
ÖĞRENCİ SAYISI (BİN) |
OKULLAŞMA ORANI (%) |
ÖĞRENCİ SAYISI (BİN) |
OKULLAŞMA ORANI (%) |
|
Okul Öncesi Eğitim |
261 |
10,2 |
|
252 |
9,8 |
İlköğretim |
9.581 |
92,6 |
|
10.053 |
96,1 |
Ortaöğretim |
2.296 |
57,6 |
|
2.444 |
59,4 |
-Genel Lise Eğitimi |
1.297 |
32,5 |
|
1.506 |
36,6 |
-Meslekî ve Teknik Eğitim |
999 |
25,1 |
|
925 |
22,8 |
Yükseköğretim * |
1.452 |
27,4 |
|
1.492 |
27,8 |
-Örgün Öğretim |
959 |
18,1 |
|
1006 |
18,7 |
-Açık Öğretim |
493 |
9,3 |
|
486 |
9,1 |
-Yaygın Eğitim |
2.408 |
- |
|
2.990 |
- |
* 98-99 dönemi için
71.346, 99-00 dönemi için 73.090 yüksek lisans öğrencisi dahildir.
Kaynak : 2001 Yılı Hükûmet
Programı.
Okul öncesi
eğitimde, öğrenci sayısı 1998-99 öğretim yılında 261 bin iken, 1999-00 öğretim
yılında 252 bine düşmüştür. İlköğretimde ise bu sayı 9.581 binden 10.053 bine
çıkmıştır.
Ortaöğretimdeki
öğrenci sayısında da artış söz konusudur. Ancak, yükseköğretim öğrenci seçme ve
yerleştirme sisteminde 1999 yılında yapılmış olan değişiklikler sonucunda,
öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine uygun programlara yerleştirilmelerinde bazı
sorunlar yaşanmıştır. Özellikle mesleki ve teknik lise mezunları, kendi alan
veya bölümlerine uygun lisans programlarına yerleştirilme konusunda normal
program uygulayan lise mezunlarına göre dezavantajlı konumda bulunmaktadırlar.
Nitekim tablodan da görüleceği gibi, bu durum etkisini göstermiş ve söz konusu
okulların öğrenci sayılarında düşüş yaşanmıştır. 1989-1999 öğretim yılında bu
sayı 999 bin iken, 1999-2000’de 925 bine düşmüştür.
Okullaşma
oranları açısından bakıldığında ise, okul öncesi eğitim hariç, diğer öğretim
seviyelerinde bu oranın artmış olduğu görülmektedir. Bu, ülke eğitim düzeyinin
gelişmesi açısından önemli bir göstergedir. Ancak, söz konusu oranların yeterli
olmadığı ilave edilmelidir.
Üniversite
sayısı, 21’i vakıf üniversitesi olmak üzere 74’tür. 1999-2000 döneminde
fakülte, enstitü, yüksek okul ve meslek yüksek okulu sayısının 1.492’ye,
öğretim elemanı sayısının ise 64.169’a yükseldiği belirtilmektedir.
Bir ülkenin
uluslararası rekabet gücünün artırılması için gerekli faktörlerin başında
eğitilmiş işgücü ve yeni bilgi üretme kapasitesi gelmektedir. Eğitime yeterli
önem verilmediği ve gereken düzenlemeler yapılmadığı takdirde, sorunların
giderilmesi mümkün olmayacaktır. Ülkemiz bu açıdan incelendiğinde, iç açıcı bir
durumun varlığından bahsedilememektedir.
TABLO 3: İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ÖĞRETMEN BAŞINA DÜŞEN ÖĞRENCİ SAYISI
ÜLKE |
KİŞİ |
Fransa |
11 |
İtalya |
12 |
Bulgaristan |
15 |
Polonya |
16 |
Romanya |
17 |
Hollanda |
17 |
İspanya |
19 |
Yunanistan |
20 |
İngiltere |
20 |
Brezilya |
23 |
Singapur |
26 |
TÜRKİYE |
39 |
Kaynak: DİE, IFS.
TABLO 4: YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARINDA OKULLAŞMA ORANLARI
ÜLKE |
% |
İspanya |
108 |
Fransa |
101 |
Yunanistan |
99 |
Romanya |
92 |
İngiltere |
86 |
Polonya |
83 |
İtalya |
76 |
Hollanda |
76 |
Bulgaristan |
71 |
Singapur |
70 |
Brezilya |
39 |
TÜRKİYE |
51 |
Kaynak: DİE, IFS.
Fransa’da
öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 11, İspanya’da 19 iken; Türkiye’de 39’dur.
Bu açıdan Romanya, Polonya ve Brezilya’nın bile gerisinde bulunmaktayız.
Yüksek
öğretimdeki okullaşma oranı açısından da durumumuz pek iç açıcı değildir. Bu
oran Yunanistan’da %99, Singapur’da %70 iken, Ülkemizde %51’dir ki bu oldukça
düşük bir orandır.
Yüksek
öğretimdeki okullaşma oranının düşük olmasında şu yanlış anlayışın rolü olduğu
anlaşılmaktadır. Ülkemizde yüksek öğrenim, büyük ölçüde, iş bulma amaçlı olarak
düşünülmektedir. Yani, çoğunlukla, yüksek öğrenimin sonunda asıl hedef sadece
iş sahibi olmaktır. Dolayısıyla mezuniyet sonrasında iş bulma konusunda
birtakım sorunlarla karşılaşıldığında, yüksek öğrenimin gereksiz olduğu gibi
bir kanaat hasıl olabilmektedir. Halbuki bu eğitimden maksat, sadece meslek
sahibi olmak değil, bunun beraberinde ve hatta bunun öncesinde kişisel gelişim
açısından mesafe kat etmek ve düşünce yapısı açısından sağlam bir zemine sahip
olmaktır. Bilinmelidir ki yüksek öğrenim bu açılardan bir ihtiyaçtır. Bundan
dolayı, konu ile ilgili bilgilendirici ve özendirici programların hayata
geçirilmesi gerekmektedir.
3. SAĞLIK
Türkiye’nin
sağlık alanında yıllardır devam eden sorunları, önemini aynı şekilde
korumaktadır. Özellikle sağlık personeli ve gerekli alt yapı ile ilgili
eksiklikler ön plana çıkmaktadır. Açıktır ki söz konusu alanlarda gerekli
tedbirler alınmadıkça sağlık alanında olumlu gelişme sağlamak mümkün gözükmemektedir.
TABLO 5: SAĞLIK ALANINDA BAZI GÖSTERGELER
|
1999 |
2000 * |
Yatak Sayısı |
169.365 |
170.000 |
Yatak Başına Düşen Nüfus |
380 |
384 |
Yatak Kullanım Oranı (%) |
59,4 |
60 |
|
|
|
Sağlık Ocağı Sayısı |
5.619 |
5.700 |
|
|
|
Hekim Sayısı |
77.969 |
80.900 |
Bir Hekime Düşen Nüfus |
825 |
807 |
|
|
|
Diş Hekimi Sayısı |
13.757 |
14.200 |
Bir Diş Hekimine Düşen
Nüfus |
4.677 |
4.599 |
|
|
|
Hemşire Sayısı |
70.287 |
71.000 |
Bir Hemşireye Düşen
Nüfus |
915 |
919 |
|
|
|
Doğuşta Hayatta Kalma
Ümidi (Yıl) |
68,9 |
69,1 |
Bebek Ölüm Hızı (%0) |
36,8 |
35,3 |
* Tahmin.
Kaynak :Sağlık Bakanlığı,
DPT.
Yatak
sayısı 1999’da 169.365 iken, bunun 2000 yılında 170.000’e çıkması
öngörülmüştür. Bununla birlikte yatak başına düşen nüfusta da artış vardır. Söz
konusu nüfus 1999 yılında 380 kişi iken, 2000 yılında bu nüfus 384 kişi
olmuştur.
Sağlık
ocağı sayısında da az sayıda bir artış olmuştur. Bu sayı 1999 yılında 5.619
iken, 2000’de öngörülen sayı 5.700’dür.
Hekim, diş
hekimi ve hemşire sayısında da az sayıda artışlar olmuştur. Bununla birlikte,
bir hekime ve diş hekimine düşen nüfusta da azalma olmuştur ki bu, lehte bir
gelişmedir. Ancak, hemşire başına düşen nüfusun tersi bir eğilim içinde olduğu
ortaya çıkmaktadır. 1999’da 915 kişiye bir hemşire düşerken, 2000’de bu nüfusun
919’a çıktığı görülmektedir.
Doğuşta
hayatta kalma ümidi yıl itibariyle artma; bebek ölüm hızı ise azalma
eğilimindedir. Her iki eğilim de bu açılardan lehte gelişmeler meydana
gelmiştir.
2001 Yılı
Hükûmet Programı’nda, 1999 yılı sonu itibariyle sağlık sigortası kapsamındaki
nüfusun toplam nüfusa oranının %86,4’e ulaştığı belirtilmektedir. Herhangi bir
sağlık sigortası kapsamında olmayan ve ödeme gücü bulunmayan kişilere yeşil
kart verilmesi suretiyle yataklı tedavi hizmetinden faydalanma imkanı
sağlanmaya devam edilmektedir. Bu hizmetten faydalananların sayısının, Ekim
2000 itibariyle 9,7 milyona ulaştığı belirtilmektedir.
Bazı hastahanelerde
uygulamaya konan vardiya ve randevulu muayene, sağlık alanında kaydedilen
önemli gelişmelerdir. 2000 yılı itibariyle sınırlı sayıda hastahanede
gerçekleştirilen bu uygulamanın yaygınlaştırılması gerekmektedir. Çünkü bu
uygulamalar, çağdaş hizmetin gereğidirler. Ayrıca, bunlar sayesinde daha evvel
ortaya çıkan zaman kaybı ve hizmetteki etkinsizlik gibi sorunlar da ortadan
kalkmış olacaktır.
TABLO 6: KURULUŞLARA GÖRE HASTAHANE VE YATAK SAYISI
|
1999 |
2000 * |
||
|
Hastahane Sayısı |
Yatak Sayısı |
Hastahane Sayısı |
Yatak Sayısı |
Sağlık Bakanlığı |
734 |
84.022 |
742 |
84.200 |
Millî Savunma Bakanlığı |
42 |
15.900 |
42 |
15.900 |
SSK Genel Müdürlüğü |
115 |
27.062 |
116 |
27.300 |
KİT |
10 |
2.217 |
10 |
2.217 |
Diğer Bakanlıklar |
2 |
680 |
2 |
680 |
Tıp Fakülteleri |
42 |
24.094 |
43 |
24.200 |
Belediyeler |
8 |
1.313 |
8 |
1.313 |
Yabancılar |
4 |
320 |
4 |
320 |
Azınlıklar |
5 |
934 |
5 |
934 |
Dernekler |
18 |
1.436 |
18 |
1.436 |
Özel |
228 |
11.351 |
230 |
11.500 |
TOPLAM |
1.213 |
169.365 |
1.220 |
170.000 |
* Tahmin
Kaynak : Sağlık Bakanlığı,
DPT.
Toplamda
hem hastahane sayısı hem de yatak sayısında artışlar kaydedilmiştir. Bununla birlikte,
söz konusu artışlarda tabloda mevcut olan tüm kuruluşların katkısı söz konusu
değildir. Kuruluşların çoğu bu açılardan herhangi bir gelişme kaydetmemiştir.
Hastahane
sayısı açısından artışta payı olan kuruluşlar, Sağlık Bakanlığı, Özel kesim, SSK
ve Tıp fakülteleridir. Bunlar arasında ise 8 adet hastahane artışı ile en
yüksek paya sahip olan kuruluş, Sağlık Bakanlığıdır. Bunu özel kesim 2 adet
hastahane ile takip etmektedir.
Yatak
sayısındaki artışta payı olan kuruluşlar da aynıdır. Bunlar arasında en fazla
paya sahip olan kuruluş ise 238 adet yatak artışı ile SSK’dır. Onu 178 adet
artışla Sağlık Bakanlığı ve 106 adet artışla özel kesim takip etmektedir.
Her iki
açıdan da özel kesimin payları dikkat çekicidir. Bu kesimin yatak sayısı içinde
payı %6,7’ye çıkmıştır. Ancak, özel kesim ağırlıklı olarak, poliklinik,
laboratuar ve teşhis merkezi şeklinde hizmet vermektedir.
4. SOSYAL GÜVENLİK
Sosyal
sigorta programlarının yürütülmesinde karşılaşılan sorunlar varlığını devam
ettirmekte olup, bunların en başında sosyal güvenlik kuruluşlarının sağlam bir
finansal yapıya sahip olmayışları gelmektedir. Ayrıca, bu kuruluşlar arasındaki
koordinasyon eksikliği ve bilgilerin karşılıklı olarak alışverişinde
karşılaşılan güçlükler, durumu içinden çıkılamaz hale getirmektedir.
Sosyal
sigorta kuruluşlarına 2000 yılında bütçeden yapılan transferlerin, Emekli
Sandığı’nda faturalı ödemeler ve ek karşılıklar hariç 1,045 trilyon TL, SSK’da
400 trilyon TL ve Bağ-Kur’da 1,150 trilyon olmak üzere, toplam 2,595 trilyon
TL’ye ulaşacağı ve yapılan toplam transferlerin GSMH’ye oranının %2,1 olarak
gerçekleşeceği, 2001 Yılı Hükûmet Programı’nda yer alan öngörüler arasındadır.
TABLO 7: SOSYAL SİGORTA PROGRAMLARININ KAPSADIĞI NÜFUS (Bin Kişi)
KURULUŞLAR |
1997 |
1998 |
1999 |
I.
EMEKLİ SANDIĞI TOPLAMI |
7.947 |
8.208 |
8.434 |
1. Aktif Sigortalılar |
1.995 |
2.072 |
2.118 |
2. Aylık Alanlar |
1.114 |
1.173 |
1.257 |
3. Bağımlılar (3) |
4.838 |
4.963 |
5.059 |
4. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1)/(2) |
1,79 |
1,77 |
1,69 |
5. Bağımlılık Oranı (3+2)/(1) |
2,98 |
2,96 |
2,98 |
|
|
|
|
II.
SOSYAL SİGORTALAR KURUMU TOPLAMI |
32.752 |
34.831 |
36.367 |
1. Aktif Sigortalılar |
5.099 |
5.582 |
5.858 |
2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar(1) |
1.032 |
910 |
901 |
3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar |
246 |
228 |
194 |
4. Aylık Alanlar |
2.732 |
2.931 |
3.149 |
5. Bağımlılar (3) |
23.643 |
25.179 |
26.266 |
6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı
(1+2+3)/(4) |
2,33 |
2,29 |
2,21 |
7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1) |
4,14 |
4,18 |
4,23 |
|
|
|
|
III.
BAĞ-KUR TOPLAMI |
12.680 |
13.220 |
13.876 |
1. Aktif Sigortalılar |
1.873 |
1.911 |
1.940 |
2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar |
135 |
201 |
264 |
3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar |
797 |
797 |
861 |
4. Aylık Alanlar |
1.032 |
1.105 |
1.180 |
5. Bağımlılar (3) |
8.843 |
9.207 |
9.632 |
6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı
(1+2+3)/(4) |
2,72 |
2,63 |
2,6 |
7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1) |
3,52 |
3,55 |
3,53 |
|
|
|
|
IV.
ÖZEL SANDIKLAR TOPLAMI |
315 |
318 |
333 |
1. Aktif Sigortalılar |
74 |
78 |
79 |
2. Aylık Alanlar |
53 |
56 |
59 |
3. Bağımlılar (3) |
187 |
184 |
195 |
4. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1)/(2) |
1,4 |
1,38 |
1,35 |
5. Bağımlılık Oranı (3+2)/(1) |
3,23 |
3,1 |
3,22 |
|
|
|
|
V.
GENEL TOPLAM |
53.694 |
56.577 |
59.010 |
1. Aktif Sigortalılar |
9.041 |
9.643 |
9.994 |
2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar |
1.166 |
1.111 |
1.166 |
3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar |
1.043 |
1.025 |
1.055 |
4. Aylık Alanla |
4.932 |
5.264 |
5.644 |
5. Bağımlılar (3) |
37.511 |
39.534 |
41.152 |
6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı
(1+2+3)/(4) |
2,28 |
2,24 |
2,16 |
7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1) |
3,77 |
3,8 |
3,83 |
|
|
|
|
VI.
SAĞLIK HİZMETLERİ BAKIMINDAN SOSYAL |
|
|
|
SİGORTALAR
KAPSAMI (2) |
47.008 |
50.221 |
56.017 |
VII.
GENEL NÜFUS TOPLAMI |
62.892 |
63.851 |
64.814 |
VIII.
SİGORTALI NÜFUS ORANI (%) |
85,4 |
88,6 |
91 |
IX.
SAĞLIK SİGORTASININ.KAPSADIĞI NÜFUS ORANI (%) |
74,7 |
78,7 |
86,4 |
(1) Topluluk sigortası ve
isteğe bağlı sigortalıların bağımlıları da sigorta kapsamında
değerlendirilmiştir.
(2) 1479 ve 2926 sayılı
Kanuna tâbi aktif ve pasif sigortalılar ile bunların bağımlılarının tamamının sağlık
sigortası kapsamına dahil olduğu varsayılmıştır.
(3) Tahmin.
(4) 1997 yılında yapılan
nüfus tespiti sonuçlarına dayalı nüfus tahminleri esas alınmıştır.
Kaynak: 2001 Yılı Hükûmet
Programı.
Sağlık
hizmetleri bakımından, sosyal sigorta kapsamındaki nüfusun artmakta olduğu
görülmektedir. 1997 yılında 47.008 bin kişi bu kapsamda iken; 1999’da bu rakam
56.017 bin kişiye çıkmıştır.
Genel nüfus
açısından incelendiğinde sigortalıların nüfusa oranında da artış söz konusudur.
Bu oran, 1997 yılında %85,4 iken; 1999 yılında %91’e çıkmıştır.
Sağlık
sigortası kapsamındaki nüfus oranı da aynı eğilim içindedir. 1997’de %74,4 olan
bu oranın 1999 yılında %86,4’e ulaştığı görülmektedir.
Hükûmet programında
yer alan bilgilere göre, çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın AB’ye uyum
şartlarının da dikkate alınarak ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) normlarına
uygun hale getirilmesi amacıyla, yeni sözleşme onaylama faaliyetleri ile
onaylanmış ILO sözleşmelerinin iç mevzuata yansıtılması çalışmaları devam
etmektedir. Eylül 2000 itibariyle onaylanmış ILO sözleşmesi sayısının 39, onay
aşamasında olan sözleşme sayısının ise 15 olduğu belirtilmiştir. Onaylanmış
sözleşmelerin iç mevzuata yansıtılması çalışmaları devam etmekte olduğundan,
Türkiye 2000 yılında da ILO Uzmanlar Komitesi’nin gündemine girememiştir. AB
müktesebatına uyum gerekliliği, sendikal hak ve özgürlükler ile iş güvencesinin
geliştirilmesine yönelik ILO sözleşmelerinin iç hukuka tam olarak yansıtılması
çalışmalarının önemi artmıştır.
2000 yılı
içinde iş güvenliği ile ilgili sağlanan en önemli gelişme, bu konuda yasa
oluşturulmasına yönelik çalışmalardır. Bu çerçevede, Çalışma Bakanlığı
tarafından “İş Güvencesi Yasa Tasarısı” hazırlanmış ve gerekli komisyonlardan
geçirilerek Meclis onayına sunulmuştur. Bazı eksiklikleri olmakla birlikte, ilk
olması dolayısıyla tasarı, bu alanda atılan önemli bir adımdır.
5. GELİR DAĞILIMI
Gelir
dağılımında mevcut olan adaletsiz yapı, aynı şekilde devam etmektedir. Bu yapı
yıllardır dile getirilmekle beraber, alınan tedbirler sorunun çözümüne ciddi
katkılar sağlamaktan uzak kalmıştır. Bu sağlıksız yapının sebepleri sadece
ekonomik değildir. Meselenin sosyal ve kültürel birçok boyutunun olduğu
açıktır.
2001 yılı
programında, nüfusun %8’inin mutlak yoksul durumda, %24’ünün ise ekonomik
bakımdan yoksulluk riski altında bulunduğu ifade edilmektedir. Mutlak yoksul
durumda bulunanların %95’i eğitim seviyesi ilkokul ve altında eğitimli olanlar
ile okuma-yazma bilmeyenlerden oluşmaktadır. Çalışan kesimdeki yoksullar
içinde, ücretsiz aile işçileri %50 pay ile en büyük yoksul grubu oluştururken,
bu kesimi, %24,7 ile kendi hesabına çalışanlar ve %16,6 ile yevmiyeli işçiler
izlemektedir. İktisadi faaliyet koluna göre ise, yoksul nüfus içinde %73,5 pay
ile tarım ve ormancılık ile uğraşanlar en büyük yoksul grubu oluşturmaktadır.
Programda
Türkiye’de son yıllarda faktör gelirleri içerisinde ücret gelirlerinin payının
arttığı belirtilmektedir. 1997 yılında %25,8 olan işgücü ödemelerinin payı,
1999 yılında yaşanan ekonomik krize rağmen, %30,7’ye yükselmiştir. Bu artış,
ücretli kesimin istihdam içindeki payının düşmesine rağmen ücret gelirlerinde
ortaya çıkan reel artışlardan ve işletme artığı içerisinde bulunan diğer
gelirlerin payında ortaya çıkan düşüşten kaynaklanmaktadır. 1999 yılı
itibariyle bir önceki yıla göre nominal gelişme hızı işgücü ödemeleri için
%78,6 olarak gerçekleşirken, işletme artığına ilişkin gelişme hızı %31,9
olmuştur. Aynı yıl içerisinde ekonomide meydana gelen daralma, özellikle
ücretli kesim dışındaki kesimlerin gelirleri üzerinde olumsuz etkiye yol
açmıştır.
TABLO 8: MİLLÎ GELİRDEKİ GELİŞMELER
|
1995 |
1996 |
1997 |
1998 |
Nüfus |
61.644 |
62.697 |
62.510 |
63.451 |
Kişi Başına GSMH ($) |
2.713 |
2.928 |
3.048 |
3.224 |
Toplam GSMH (Milyar $) |
167,2 |
183,5 |
194,3 |
204,6 |
Kaynak: DPT.
Kişi başına
gelir, 1998 yılına kadar artış eğiliminde olmakla birlikte, bu tarihten sonra bir
azalış eğilimine girmiştir. Nitekim, kişi başına gelir, önce 3.000 $ seviyesine
gerilemiştir ve günümüzde 2.800 $ seviyesinde olduğu belirtilmektedir.
İlaveten, dolardaki reel değer kaybı da dikkate alındığında, bu seviyenin de
altında bir gelirle karşı karşıya bulunulmaktadır. Ayrıca, bunun sadece
ortalama bir meblağ olduğu da dikkate alınacak olursa, ülkemizdeki gelir
dağılımı bozukluğu ile ilgili ipuçlarını elde etmek zor değildir.
Yapılan bir
araştırmaya göre, Türkiye nüfusunun %1’ini oluşturan en üst tabaka gelir
sahiplerinin, toplam gelirin %16,6’sını; ve sırasıyla %5’lik yüksek gelir
grubunun %16,1’ini; %16’lık üst-orta gelir grubunun %25,6’sını; %48’lik
alt-orta gelir grubunun %32,5’ini aldığı tespit edilmiştir. Nüfusun %30’unu
oluşturan düşük gelir grubunun, toplam gelirden aldığı payın ise %9,2 oranında
olduğu belirtilmektedir.
Nüfusun
%1’ini oluşturan üst tabaka gelir sahiplerinin toplam gelir içindeki %16,6’lık
payı ile nüfusun %30’unu oluşturan düşük gelir grubunun toplam gelirdeki %9,2’lik
payı arasındaki uçurum son derece çarpıcıdır. Bu büyük fark, Türkiye’deki gelir
adaletsizliğini ifade konusunda önemli bir göstergedir.
TABLO 9: BÖLGELERE GÖRE KİŞİ BAŞINA GSYİH’DEKİ GELİŞMELER *
BÖLGELER |
1996 |
1997 |
1998 |
Marmara |
2.457.502 |
2.684.291 |
2.667.003 |
Ege |
2.103.466 |
2.246.740 |
2.280.039 |
Akdeniz |
1.554.081 |
1.706.976 |
1.712.882 |
İç Anadolu |
1.549.648 |
1.639.513 |
1.708.810 |
Karadeniz |
1.213.393 |
1.294.737 |
1.366.704 |
Doğu Anadolu |
647.481 |
660.216 |
673.339 |
Güney Doğu Anadolu |
888.899 |
986.350 |
989.641 |
|
|
|
|
Türkiye Ortalaması |
1.670.657 |
1.802.677 |
1.829.754 |
* 1987 Fiyatlarıyla, TL.
Kaynak: DİE.
Marmara ve Ege
bölgelerinin kişi başına GSYİH açısından payları, yıllar itibariyle Türkiye
ortalamasının üstünde seyretmektedir. Akdeniz ve İç Anadolu bölgeleri de
ortalamaya uygun bir gelişme içerisindedir. Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güney
Doğu Anadolu bölgelerinde bu durum daha belirgindir.
Tablodan
görüldüğü gibi, gelir dağılımı açısından bölgeler arasında ciddi farklar
mevcuttur. Dağılımdaki olumsuz yapı, açık biçimde görülebilmektedir. Özellikle,
en düşük kişi başına gelire sahip olan Doğu Anadolu ve en yüksek kişi başına
gelire sahip olan Marmara bölgeleri arasındaki fark, bu durumu ifade
etmektedir.
Gelir
dağılımındaki bu yüksek dereceli farklar, bu şekilde devam ettiği takdirde,
özellikle ekonomik şartların giderek ağırlaştığı önümüzdeki dönemlerde istenmeyen
birtakım sosyo-ekonomik sorunlara da sebep olabilir. Açıktır ki izlenen yanlış
ekonomik politikalar, bugünkü tabloyu ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla gelir
dağılımındaki bu düzensizliğin giderilmesine yönelik politikaların uygulamaya
geçirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
6. AR-GE
Genel
olarak incelendiğinde, ülkemizde Ar-Ge harcamalarına gereken önemin verilmediği
görülmektedir. Bu, Ar-Ge harcamalarına yeterli kaynak ayrılmadığından ve araştırmacı
personel sayısının artırılamamış olduğundan anlaşılmaktadır.
1997 yılı
itibariyle, Ar-Ge faaliyetlerine GSYİH’den ayrılan payın %0,49 olduğu, İktisadi
açıdan faal olan on bin kişiye düşen toplam tam zaman eşdeğer Ar-Ge
personelinin 10,4 kişi ve araştırmacı sayısının da 8,2 kişi olduğu, Hükûmet
programında belirtilmektedir. Bilim-teknoloji-sanayi politikalarıyla
eğitim-öğretim ve Ar-Ge politikaları arasında uyum sağlanması ihtiyacı devam
etmektedir. Bu çerçevede araştırmacı personelin istihdam ve çalışma şartlarının
iyileştirilmesi, gerekli fiziki altyapının sağlanması ve mevzuat açısından
lazım olan düzenlemelerin acilen yapılması ihtiyacı mevcuttur.
Ülkemizde,
Ar-Ge faaliyetlerine verilen önemin derecesi, uluslararası kıyaslamalar
yapıldığı zaman daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de GSYİH’den
Ar-Ge’ye ayrılan pay %0,5 civarındayken, Avrupa’da bu oran en düşük seviyede
olmak üzere Avusturya’da %2 civarında ve en yüksek seviyede olmak üzere
yaklaşık %4 oranı ile İsviçre’dedir. OECD ortalaması ise %2,5 civarındadır.
Türkiye ve söz konusu ülkeler arasındaki uçurum rahatlıkla görülmektedir.
Türkiye’de
Ar-Ge için ayrılan payın %62’si üniversiteler, %20’si özel sektör ve %18’i kamu
sektörü tarafından kullanılmaktadır.
TABLO 10: AR-GE FAALİYETİNDE BULUNAN KESİMLERİN YILLAR İTİBARİYLE HARCAMA
MEBLAĞLARI
KESİMLER |
1991 |
1992 |
1993 |
1994 |
1995 |
1996 |
1997 |
TİCARÎ |
259.673 |
702.255 |
1.286.951 |
2.010.282 |
3.454.393 |
6.966.947 |
17.315.105 |
KAMU |
125.548 |
261.692 |
440.034 |
871.546 |
1.210.366 |
2.171.743 |
7.929.290 |
YÜK. ÖĞRETİM |
890.469 |
2.366.100 |
3.629.829 |
5.894.321 |
9.235.965 |
20.370.704 |
41.464.674 |
|
|
|
|
|
|
|
|
TOPLAM |
1.275.680 |
3.330.047 |
5.356.814 |
8.776.139 |
13.991.270 |
29.509.349 |
66.709.069 |
Kaynak: DİE.
Her üç
kesimce yapılan faaliyetlerle ilgili harcama meblağlarının arttığı
görülmektedir, ancak bu, yeterli düzeyde değildir. Nitekim; Türkiye’de sanayi
kuruluşları tarafından gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetleri için devletçe tahsis
edilen payın, ABD ve Japonya’dakinin %0,001’i; İrlanda ve İspanya’dakilerin
%10’u oranında olduğu dikkate alınırsa arada, uçurum seviyesinde farkların
mevcut olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
TABLO 11: AR-GE HARCAMALARININ TÜRLERİNE GÖRE DAĞILIMI
|
1991 |
1992 |
1993 |
1994 |
1995 |
1996 |
1997 |
CARİ |
2.036.999 |
3.769.822 |
6.456.204 |
13.991.270 |
29.509.394 |
66.709.069 |
141.781.665 |
YATIRIM |
1.293.048 |
1.586.992 |
2.319.935 |
9.876.787 |
22.393.841 |
52.284.738 |
96.691.968 |
Kaynak: DİE.
Harcamalardaki
artış, genel eğilim açısından olması gerektiği şekildedir. Ancak, meblağ
açısından bakıldığında, söz konusu harcamaların yeterli seviyede olmadığı
görülmektedir. GSYİH içinde Ar-Ge harcama payının artırılması günümüz bilgi
toplumunda kaçınılmaz hale gelmiştir.
Ar-Ge
faaliyetlerine yönelik harcamaların yeterli düzeye erişebilmesi için öncelikle,
bu konuda uygun zihniyetin oluşması gerekmektedir. Ülkemizde, bu alanda yapılan
harcamalar bir israf olarak değerlendirildiği ve Ar-Ge faaliyetlerinin,
sonuçları itibariyle, faydalarının önemi kavranamadığı için bu şekilde olumsuz
bir tablo ile karşı karşıya kalınmaktadır. Dolayısıyla ilk yapılması gereken,
söz konusu yanlış anlayışın giderilmesidir.
7. KOBİ’LER
Türkiye
ekonomisindeki işletmelerin tamamına yakın kısmını oluşturan bu kuruluşlar, bu
özellikleri itibariyle ekonominin temel birimleri konumundadırlar. Ancak, bu
konumlarına karşılık birçok sorunla iç içedirler. Söz konusu sorunlar temel
seviyede şöyle belirtilebilir:
·
Yönetim
ve organizasyon konusunda yetersizdirler.
·
Örgütlenme
konusunda aşılamayan bazı engelleri mevcuttur.
·
Bilgi
ve eğitim konusunda eksiklikleri vardır.
·
Finansal
açıdan birtakım ciddi sorunlarla karşı karşıyadırlar.
KOBİ’lerin
bu sorunlarına yönelik olmak üzere birtakım tedbirler alınmaya ve düzenlemeler
yapılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu çalışmaların yeterli seviyede olmadığı,
içinde bulundukları sorunların halihazırda devam ediyor oluşundan kolaylıkla
anlaşılmaktadır.
2000
yılında esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı olan küçük işletmelerin sayısı 2,9
milyon olarak tespit edilmiştir. Sanayi kesiminde mevcut olan yaklaşık 202 bin
KOBİ, bu sektörde hizmet veren işletmelerin %99,2’sine tekabül etmekte ve
sanayi istihdamının da %55,9’unu karşılamaktadır. Ülke genelinde sicile kayıtlı
olmayanlar dahil toplam 3,5 milyon civarında KOBİ olduğu belirtilmektedir.
Yıllar itibariyle KOBİ’lerin ekonomideki yeri ile ilgili
bazı göstergeler aşağıda verilmiştir.
TABLO 12: KOBİ'LERLE İLGİLİ BAZI GÖSTERGELER
|
1985 |
1996 |
1999 |
TOPLAM İŞLETME ORANI |
98,8 |
98 |
99,2 |
İSTİHDAM |
45,6 |
53,3 |
55,9 |
KATMA DEĞER |
37,7 |
38,0 |
24,2 |
İHRACAT |
8,0 |
8,0 |
(*) |
YATIRIM |
26,5 |
27,0 |
(*) |
KREDİLERDEKİ PAY |
3,0 |
4,0 |
5,0 |
* Verilere
ulaşılamamıştır.
Kaynak:KOSGEB, DİE, Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı.
Toplam işletme
sayısı açısından 1985 yılındaki %98,8’lik oranın 1996 yılında küçük bir miktar
düştüğü görülmektedir. Fakat 1996 yılında ilan edilen “KOBİ Yılı” çerçevesinde
bu işletmelere verilen önem nispeten artmış, sağlanan bazı teşvikler ve
özendirici programlarla yaşanan finansal kriz ve deprem felaketine rağmen bu
pay %99,2’ye çıkmıştır. Bu oran dikkate alınarak Türkiye ekonomisinin bir “KOBİ
Ekonomisi” olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Genel
eğilim incelendiğinde, sürekli artış kaydeden bir istihdam oranı ile
karşılaşılmaktadır. 1985-1996 arasında yaklaşık %17’lik bir artış
gerçekleşmiştir. Yine, bahsi geçen olumsuzlukların etkisi burada da
görülmektedir. 1999 yılı itibariyle 1996 yılına göre KOBİ’ler %2,6’lık artışla
%55,9 oranında bir istihdam payına sahiptirler. 2000 yılı itibariyle de aynı
oranda istihdam payına sahip olan KOBİ’ler, 2001 yılında aynı seviyeyi
koruyamayabilirler. Çünkü, istikrar programının ikincisinin daha zor şartlarda
geçeceği düşünüldüğünde, söz konusu oranda da bir düşüş gerçekleşebilir.
Üretimdeki
payları yıllara göre azalan bir seyirdedir. Zaten 1985’teki %37,7 oranı
itibariyle de büyük bir payı ifade etmeyen bu ölçü, KOBİ’lerin yapısal bazı
sorunlarının olduğunu işaret etmektedir. Bunlar; teknolojinin yakından takip
edilemeyişi ve dolayısıyla verimliliğin düşüklüğü olarak sıralanabilir.
Temelinde ise finansal sorunların mevcut olduğu belirtilebilir. Bu sorunlara
yönelik çözüm arayışına gidilmesi gerekmektedir.
İhracat ve
yatırım oranları da son derece düşüktür. Bunun işletme içinden ve dışından
kaynaklanan sorunlarla yakın ilgisi vardır. KOBİ’lerin, kredilerden faydalanma
oranları da düşüktür. Bu düşük oranlar, aslında, KOBİ’lerin birçok konudaki
sıkıntısının temel sebebini de ortaya koymaktadır. Ana sorun olmamakla beraber,
diğer birçok .soruna kaynaklık ediyor olması itibariyle önemli sayılan
finansman, KOBİ’lerin olumsuzluklarla en çok karşılaştığı konudur. Kredilerden
faydalanma durumu ile ilgili %3-5 gibi oranlar, başka ülke KOBİ’lerinin
oranları ile kıyaslandığında aradaki uçurum rahatlıkla görülebilmektedir.
Mesela, KOBİ’lerin kredilerden faydalanma oranı ABD’de %42,7 , Almanya’da %35 ,
Güney Kore’de %27,2’dir. Söz konusu uçurum, Türkiye açısından, bu konudaki
ihmalin ve olumsuzluğun en açık ifadesidir. Finansal sorunları en aza
indirilmiş KOBİ’ler, diğer birçok sıkıntısını da aşmış kuruluşlar olacaktır.
2000
yılında, 12 küçük sanayi sitesi tamamlanarak hizmete açılmış ve 1.527 iş
yerinde 9.162 kişiye istihdam imkanı sağlanmıştır. Böylece, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığınca kredilendirilen küçük sanayi sitesi sayısı 318’e çıkmıştır.
TABLO 13: KÜÇÜK SANAYİ SİTELERİNDE GELİŞMELER
|
1995 |
1996 |
1997 |
1998 |
1999 |
2000 * |
SİTE ADEDİ |
273 |
289 |
291 |
294 |
306 |
318 |
İŞ YERİ ADEDİ |
63.640 |
65.326 |
70.747 |
71.722 |
72.130 |
74.377 |
İSTİHDAM (kişi) |
395.222 |
405.338 |
437.864 |
443.714 |
446.162 |
459.644 |
* Tahmin.
Kaynak: Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı.
1995
yılında 262 site varken, bu sayı 2000 yılı itibariyle 318’e çıkmıştır.
Sitelerdeki iş yeri adedi de paralel bir şekilde artmış ve 2000 yılı itibariyle
74.377 adet olarak tespit edilmiştir. Bunlardan önemlisi, istihdam alanında
sağlanan gelişmelerdir. 1995 yılında 395.222 kişinin istihdam edildiği küçük
sanayi sitelerinde bu rakam 2000’de 459.644’e çıkmıştır.
2000
yılında KOBİ’lere yönelik meydana gelen olumlu bir gelişme de bu kuruluşların
yeniden tanımlanmaları ile ilgili olmuştur. Yıl ortasına doğru yürürlüğe giren
Yeni Teşvik Mevzuatında KOBİ’lerle ilgili yeni bir tanım geliştirilmiş olup bu
tanımla daha fazla işletmenin kapsam altına alınması hedeflenmiştir. Bu haliyle
daha çerçeveli olan tanım şöyledir:
“Makine, teçhizat, demirbaş, tesis taşıtlarının toplam yasal
defter kayıtları tutarı 400 milyar TL’yi aşmayan ve en fazla %25’i büyük
işletmelere ait imalat ve sanayi alanında faaliyette bulunan işletmelerden;
1-9 işçi çalıştıran, Mikro Ölçekli;
10-49 işçi çalıştıran, Küçük Ölçekli;
50-250 işçi çalıştıran, Orta Ölçeklidir.”
Global finansal
kriz ve deprem felaketine ilaveten istikrar programı çerçevesinde daralan
ekonomide, KOBİ’lere önceki yıllarda verilen önem, halihazırda kesintiye
uğramış durumdadır. Ancak, ekonomide nicelik ve nitelik açısından sahip
oldukları rol dikkate alınarak, bu kuruluşlara gereken önem verilmelidir.
Türkiye ekonomisinin bir “KOBİ Ekonomisi” olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Kaynak: Türkiye
Ekonomisi Raporu, Askon, 2001.