AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

TÜRKİYE’DE 1995-2000 DÖNEMİ SOSYO-EKONOMİK GELİŞMELERİ

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

1. NÜFUS

2. EĞİTİM

3. SAĞLIK

4. SOSYAL GÜVENLİK

5. GELİR DAĞILIMI

6. AR-GE

7. KOBİ’LER

 

 

 

1. NÜFUS

            22 Ekim 2000’de yapılan genel nüfus sayımına yönelik tespit çalışmaları devam etmektedir. 30 Kasım 1997 yılında gerçekleştirilen genel nüfus sayımına göre yapılan hesaplamalar neticesinde Türkiye nüfusunun 2000 yılında 65,8 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. 2001 yılı için tahmin edilen nüfus ise 66,8 milyondur.

 

 

TABLO 1: DEMOGRAFİK GÖSTERGELERDE GELİŞMELER *

GÖSTERGELER

BİRİM

1999

2000

2001

Toplam Nüfus

Bin Kişi

64.815

65.784

66.774

Yıllık Nüfus Artış Hızı

Yüzde

1,48

1,48

1,49

Kaba Doğum Hızı

Binde

21,6

21,5

21,6

Kaba Ölüm Hızı

Binde

6,8

6,7

6,7

Toplam Doğurganlık Hızı

Çocuk Sayısı

2,53

2,5

2,5

Bebek Ölüm Hızı

Binde

36,8

35,3

33,9

Doğuşta Hayatta Kalma Ümidi

 

 

 

 

   Toplam

Yıl

68,9

69,1

69,4

   Erkek

Yıl

66,6

66,9

67,1

   Kadın

Yıl

71,3

71,5

71,8

 

 

 

 

 

Üç Ana Yaş Grubu İtibariyle Dağılım

 

 

 

 

0-14 y

Yüzde

30,46

29,9

29,53

15-64 y

Yüzde

64,04

64,52

64,78

65 + y

Yüzde

5,51

5,58

5,69

 

 

 

 

 

Eğitimle İlgili Yaş Grupları İtibariyle Dağılım

 

 

 

 

3-5 y

Yüzde

5,96

5,94

5,91

6-13 y

Yüzde

16,26

15,91

15,56

14-16 y

Yüzde

6,39

6,24

6,08

17-20 y

Yüzde

8,22

8,24

8,25

* Tahmin

Kaynak: DİE, DPT.

 

 

            1999 yılı nüfus artış hızı %1,48’dir. 2000 yılı için öngörülen yıllık nüfus artış hızı %1,48 olup; 2001 yılı için bu oranın %1,49 olacağı tahmin edilmektedir. Buradan, nüfus artış hızının fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Toplam doğurganlık hızı da 1999 yılında 2,53 iken 2000 yılında 2,5’e düşmektedir. Bununla birlikte bebek ölüm hızında da düşme eğilimi mevcuttur ki bu olumlu bir gelişmedir.

 

            Genç bir nüfus yapısına sahip olan ülkemizde 0-14 yaş grubu nüfusun payının 1999 yılındaki %30,46 seviyesinden 2000 yılında %29,90’a gerilediği görülmektedir. Bu oranın 1995 yılında %32,8 olduğu dikkate alınacak olursa, genç nüfus payının azalma eğiliminde olduğu ve bu eğilimin daha yüksek oranlarda devam edeceği anlaşılmaktadır. Buna karşılık, 15-64 ve 65 + yaş gruplarının payının giderek azaldığı görülmektedir. Bu durum, genç nüfus payı ile yaşlı nüfus payı arasında negatif oranlı bir eğilimin var olduğunu göstermektedir.

 

            Nüfusla ilgili kayıtların tutulması ve bu alanda meydana gelen değişmelerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesine yönelik olmak üzere İçişleri Bakanlığı’nca hayata geçirilen bir proje mevcuttur. Kısa adı MERNİS olan “Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi Projesi”nin uygulamaya geçecek olması, beraberinde getireceği avantajlar açısından, son derece önemli bir gelişmedir. Bu sayede demografik gelişmelerle ilgili kayıtlar, elektronik ortamda ve daha sağlıklı bir şekilde tutulacaktır. Böylece söz konusu verilerin kısa zamanda değerlendirilebilmesi imkanı da elde edilebilecektir. Hatta bu kapsamda, genel nüfus sayımlarında evlerde kalınması mecburiyeti de söz konusu olmayacaktır ki bu açıdan da MERNİS projesinin önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

 

2. EĞİTİM

            2001 Yılı Hükûmet Programında, eğitimde kalitenin artırılmasına çözüm getirecek olan Temel Eğitim Projesi ile  3,5 milyon ilköğretim öğrencisi için okul ve ek dersliklerin modern teknolojiye göre donanımının gerçekleştirileceği belirtilmektedir. Bu amaçla, bilgisayar laboratuarlarının bir kısmı kurulmuş ve bunların internet erişimi sağlanmıştır. Ancak, bu alanda planlanan hedefe ulaşılamamıştır.

 

            Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim çalışmaları kapsamında Temel Eğitim Projesinin uygulanmasına devam edilmiştir. Nüfus yoğunluğunun düşük olduğu kırsal kesimde ve birleştirilmiş sınıf uygulaması bulunan yörelerde eğitim hizmetlerinin verimli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla taşımalı eğitim yönetmeliğinde düzenleme yapılmış, 1999-2000 öğretim yılında 75 il ve 812 ilçedeki 635.041 öğrenci bu hizmetten faydalanmıştır. Ancak, bu sistemdeki sıkıntılar halen tam anlamıyla giderilmiş değildir.

 

 

TABLO 2: EĞİTİM KADEMELERİNDE ÖĞRENCİ SAYILARI VE OKULLAŞMA ORANLARI

 

1998-1999

 

1999-2000

EĞİTİM KADEMELERİ

ÖĞRENCİ SAYISI (BİN)

OKULLAŞMA

ORANI (%)

ÖĞRENCİ SAYISI (BİN)

OKULLAŞMA

ORANI (%)

Okul Öncesi Eğitim

261

10,2

 

252

9,8

İlköğretim

9.581

92,6

 

10.053

96,1

Ortaöğretim

2.296

57,6

 

2.444

59,4

   -Genel Lise Eğitimi

1.297

32,5

 

1.506

36,6

   -Meslekî ve Teknik Eğitim

999

25,1

 

925

22,8

Yükseköğretim *

1.452

27,4

 

1.492

27,8

   -Örgün Öğretim

959

18,1

 

1006

18,7

   -Açık Öğretim

493

9,3

 

486

9,1

   -Yaygın Eğitim

2.408

-

 

2.990

-

* 98-99 dönemi için 71.346, 99-00 dönemi için 73.090 yüksek lisans öğrencisi dahildir.

Kaynak : 2001 Yılı Hükûmet Programı.

 

 

            Okul öncesi eğitimde, öğrenci sayısı 1998-99 öğretim yılında 261 bin iken, 1999-00 öğretim yılında 252 bine düşmüştür. İlköğretimde ise bu sayı 9.581 binden 10.053 bine çıkmıştır.

 

            Ortaöğretimdeki öğrenci sayısında da artış söz konusudur. Ancak, yükseköğretim öğrenci seçme ve yerleştirme sisteminde 1999 yılında yapılmış olan değişiklikler sonucunda, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine uygun programlara yerleştirilmelerinde bazı sorunlar yaşanmıştır. Özellikle mesleki ve teknik lise mezunları, kendi alan veya bölümlerine uygun lisans programlarına yerleştirilme konusunda normal program uygulayan lise mezunlarına göre dezavantajlı konumda bulunmaktadırlar. Nitekim tablodan da görüleceği gibi, bu durum etkisini göstermiş ve söz konusu okulların öğrenci sayılarında düşüş yaşanmıştır. 1989-1999 öğretim yılında bu sayı 999 bin iken, 1999-2000’de 925 bine düşmüştür.

 

            Okullaşma oranları açısından bakıldığında ise, okul öncesi eğitim hariç, diğer öğretim seviyelerinde bu oranın artmış olduğu görülmektedir. Bu, ülke eğitim düzeyinin gelişmesi açısından önemli bir göstergedir. Ancak, söz konusu oranların yeterli olmadığı ilave edilmelidir.

 

            Üniversite sayısı, 21’i vakıf üniversitesi olmak üzere 74’tür. 1999-2000 döneminde fakülte, enstitü, yüksek okul ve meslek yüksek okulu sayısının 1.492’ye, öğretim elemanı sayısının ise 64.169’a yükseldiği belirtilmektedir.

 

            Bir ülkenin uluslararası rekabet gücünün artırılması için gerekli faktörlerin başında eğitilmiş işgücü ve yeni bilgi üretme kapasitesi gelmektedir. Eğitime yeterli önem verilmediği ve gereken düzenlemeler yapılmadığı takdirde, sorunların giderilmesi mümkün olmayacaktır. Ülkemiz bu açıdan incelendiğinde, iç açıcı bir durumun varlığından bahsedilememektedir.

 

 

TABLO 3: İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ÖĞRETMEN BAŞINA DÜŞEN ÖĞRENCİ SAYISI

ÜLKE

KİŞİ

Fransa

11

İtalya

12

Bulgaristan

15

Polonya

16

Romanya

17

Hollanda

17

İspanya

19

Yunanistan

20

İngiltere

20

Brezilya

23

Singapur

26

TÜRKİYE

39

Kaynak: DİE, IFS.

 

 

TABLO 4: YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARINDA OKULLAŞMA ORANLARI

ÜLKE

%

İspanya

108

Fransa

101

Yunanistan

99

Romanya

92

İngiltere

86

Polonya

83

İtalya

76

Hollanda

76

Bulgaristan

71

Singapur

70

Brezilya

39

TÜRKİYE

51

Kaynak: DİE, IFS.

 

 

            Fransa’da öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 11, İspanya’da 19 iken; Türkiye’de 39’dur. Bu açıdan Romanya, Polonya ve Brezilya’nın bile gerisinde bulunmaktayız.

 

            Yüksek öğretimdeki okullaşma oranı açısından da durumumuz pek iç açıcı değildir. Bu oran Yunanistan’da %99, Singapur’da %70 iken, Ülkemizde %51’dir ki bu oldukça düşük bir orandır.

 

            Yüksek öğretimdeki okullaşma oranının düşük olmasında şu yanlış anlayışın rolü olduğu anlaşılmaktadır. Ülkemizde yüksek öğrenim, büyük ölçüde, iş bulma amaçlı olarak düşünülmektedir. Yani, çoğunlukla, yüksek öğrenimin sonunda asıl hedef sadece iş sahibi olmaktır. Dolayısıyla mezuniyet sonrasında iş bulma konusunda birtakım sorunlarla karşılaşıldığında, yüksek öğrenimin gereksiz olduğu gibi bir kanaat hasıl olabilmektedir. Halbuki bu eğitimden maksat, sadece meslek sahibi olmak değil, bunun beraberinde ve hatta bunun öncesinde kişisel gelişim açısından mesafe kat etmek ve düşünce yapısı açısından sağlam bir zemine sahip olmaktır. Bilinmelidir ki yüksek öğrenim bu açılardan bir ihtiyaçtır. Bundan dolayı, konu ile ilgili bilgilendirici ve özendirici programların hayata geçirilmesi gerekmektedir.

 

 

3. SAĞLIK

            Türkiye’nin sağlık alanında yıllardır devam eden sorunları, önemini aynı şekilde korumaktadır. Özellikle sağlık personeli ve gerekli alt yapı ile ilgili eksiklikler ön plana çıkmaktadır. Açıktır ki söz konusu alanlarda gerekli tedbirler alınmadıkça sağlık alanında olumlu gelişme sağlamak mümkün gözükmemektedir.

 

 

TABLO 5: SAĞLIK ALANINDA BAZI GÖSTERGELER

 

1999

2000 *

Yatak Sayısı

169.365

170.000

Yatak Başına Düşen Nüfus

380

384

Yatak Kullanım Oranı (%)

59,4

60

 

 

 

Sağlık Ocağı Sayısı

5.619

5.700

 

 

 

Hekim Sayısı

77.969

80.900

Bir Hekime Düşen Nüfus

825

807

 

 

 

Diş Hekimi Sayısı

13.757

14.200

Bir Diş Hekimine Düşen Nüfus

4.677

4.599

 

 

 

Hemşire Sayısı

70.287

71.000

Bir Hemşireye Düşen Nüfus

915

919

 

 

 

Doğuşta Hayatta Kalma Ümidi (Yıl)

68,9

69,1

Bebek Ölüm Hızı (%0)

36,8

35,3

* Tahmin.

Kaynak :Sağlık Bakanlığı, DPT.

 

 

            Yatak sayısı 1999’da 169.365 iken, bunun 2000 yılında 170.000’e çıkması öngörülmüştür. Bununla birlikte yatak başına düşen nüfusta da artış vardır. Söz konusu nüfus 1999 yılında 380 kişi iken, 2000 yılında bu nüfus 384 kişi olmuştur.

 

            Sağlık ocağı sayısında da az sayıda bir artış olmuştur. Bu sayı 1999 yılında 5.619 iken, 2000’de öngörülen sayı 5.700’dür.

 

            Hekim, diş hekimi ve hemşire sayısında da az sayıda artışlar olmuştur. Bununla birlikte, bir hekime ve diş hekimine düşen nüfusta da azalma olmuştur ki bu, lehte bir gelişmedir. Ancak, hemşire başına düşen nüfusun tersi bir eğilim içinde olduğu ortaya çıkmaktadır. 1999’da 915 kişiye bir hemşire düşerken, 2000’de bu nüfusun 919’a çıktığı görülmektedir.

 

            Doğuşta hayatta kalma ümidi yıl itibariyle artma; bebek ölüm hızı ise azalma eğilimindedir. Her iki eğilim de bu açılardan lehte gelişmeler meydana gelmiştir.

 

            2001 Yılı Hükûmet Programı’nda, 1999 yılı sonu itibariyle sağlık sigortası kapsamındaki nüfusun toplam nüfusa oranının %86,4’e ulaştığı belirtilmektedir. Herhangi bir sağlık sigortası kapsamında olmayan ve ödeme gücü bulunmayan kişilere yeşil kart verilmesi suretiyle yataklı tedavi hizmetinden faydalanma imkanı sağlanmaya devam edilmektedir. Bu hizmetten faydalananların sayısının, Ekim 2000 itibariyle 9,7 milyona ulaştığı belirtilmektedir.

 

            Bazı hastahanelerde uygulamaya konan vardiya ve randevulu muayene, sağlık alanında kaydedilen önemli gelişmelerdir. 2000 yılı itibariyle sınırlı sayıda hastahanede gerçekleştirilen bu uygulamanın yaygınlaştırılması gerekmektedir. Çünkü bu uygulamalar, çağdaş hizmetin gereğidirler. Ayrıca, bunlar sayesinde daha evvel ortaya çıkan zaman kaybı ve hizmetteki etkinsizlik gibi sorunlar da ortadan kalkmış olacaktır.

 

 

TABLO 6: KURULUŞLARA GÖRE HASTAHANE VE YATAK SAYISI

 

1999

2000 *

 

Hastahane Sayısı

Yatak Sayısı

Hastahane Sayısı

Yatak Sayısı

Sağlık Bakanlığı

734

84.022

742

84.200

Millî Savunma Bakanlığı

42

15.900

42

15.900

SSK Genel Müdürlüğü

115

27.062

116

27.300

KİT

10

2.217

10

2.217

Diğer Bakanlıklar

2

680

2

680

Tıp Fakülteleri

42

24.094

43

24.200

Belediyeler

8

1.313

8

1.313

Yabancılar

4

320

4

320

Azınlıklar

5

934

5

934

Dernekler

18

1.436

18

1.436

Özel

228

11.351

230

11.500

TOPLAM

1.213

169.365

1.220

170.000

* Tahmin

Kaynak : Sağlık Bakanlığı, DPT.

 

 

            Toplamda hem hastahane sayısı hem de yatak sayısında artışlar kaydedilmiştir. Bununla birlikte, söz konusu artışlarda tabloda mevcut olan tüm kuruluşların katkısı söz konusu değildir. Kuruluşların çoğu bu açılardan herhangi bir gelişme kaydetmemiştir.

 

            Hastahane sayısı açısından artışta payı olan kuruluşlar, Sağlık Bakanlığı, Özel kesim, SSK ve Tıp fakülteleridir. Bunlar arasında ise 8 adet hastahane artışı ile en yüksek paya sahip olan kuruluş, Sağlık Bakanlığıdır. Bunu özel kesim 2 adet hastahane ile takip etmektedir.

 

            Yatak sayısındaki artışta payı olan kuruluşlar da aynıdır. Bunlar arasında en fazla paya sahip olan kuruluş ise 238 adet yatak artışı ile SSK’dır. Onu 178 adet artışla Sağlık Bakanlığı ve 106 adet artışla özel kesim takip etmektedir.

 

            Her iki açıdan da özel kesimin payları dikkat çekicidir. Bu kesimin yatak sayısı içinde payı %6,7’ye çıkmıştır. Ancak, özel kesim ağırlıklı olarak, poliklinik, laboratuar ve teşhis merkezi şeklinde hizmet vermektedir.

 

 

4. SOSYAL GÜVENLİK

            Sosyal sigorta programlarının yürütülmesinde karşılaşılan sorunlar varlığını devam ettirmekte olup, bunların en başında sosyal güvenlik kuruluşlarının sağlam bir finansal yapıya sahip olmayışları gelmektedir. Ayrıca, bu kuruluşlar arasındaki koordinasyon eksikliği ve bilgilerin karşılıklı olarak alışverişinde karşılaşılan güçlükler, durumu içinden çıkılamaz hale getirmektedir.

 

            Sosyal sigorta kuruluşlarına 2000 yılında bütçeden yapılan transferlerin, Emekli Sandığı’nda faturalı ödemeler ve ek karşılıklar hariç 1,045 trilyon TL, SSK’da 400 trilyon TL ve Bağ-Kur’da 1,150 trilyon olmak üzere, toplam 2,595 trilyon TL’ye ulaşacağı ve yapılan toplam transferlerin GSMH’ye oranının %2,1 olarak gerçekleşeceği, 2001 Yılı Hükûmet Programı’nda yer alan öngörüler arasındadır.

 

 

TABLO 7: SOSYAL SİGORTA PROGRAMLARININ KAPSADIĞI NÜFUS (Bin Kişi)

KURULUŞLAR

1997

1998

1999

I. EMEKLİ SANDIĞI TOPLAMI

7.947

8.208

8.434

1. Aktif Sigortalılar

1.995

2.072

2.118

2. Aylık Alanlar

1.114

1.173

1.257

3. Bağımlılar (3)

4.838

4.963

5.059

4. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1)/(2)

1,79

1,77

1,69

5. Bağımlılık Oranı (3+2)/(1)

2,98

2,96

2,98

 

 

 

 

II. SOSYAL SİGORTALAR KURUMU TOPLAMI

32.752

34.831

36.367

1. Aktif Sigortalılar

5.099

5.582

5.858

2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar(1)

1.032

910

901

3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar

246

228

194

4. Aylık Alanlar

2.732

2.931

3.149

5. Bağımlılar (3)

23.643

25.179

26.266

6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1+2+3)/(4)

2,33

2,29

2,21

7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1)

4,14

4,18

4,23

 

 

 

 

III. BAĞ-KUR TOPLAMI

12.680

13.220

13.876

1. Aktif Sigortalılar

1.873

1.911

1.940

2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar

135

201

264

3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar

797

797

861

4. Aylık Alanlar

1.032

1.105

1.180

5. Bağımlılar (3)

8.843

9.207

9.632

6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1+2+3)/(4)

2,72

2,63

2,6

7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1)

3,52

3,55

3,53

 

 

 

 

IV. ÖZEL SANDIKLAR TOPLAMI

315

318

333

1. Aktif Sigortalılar

74

78

79

2. Aylık Alanlar

53

56

59

3. Bağımlılar (3)

187

184

195

4. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1)/(2)

1,4

1,38

1,35

5. Bağımlılık Oranı (3+2)/(1)

3,23

3,1

3,22

 

 

 

 

V. GENEL TOPLAM

53.694

56.577

59.010

1. Aktif Sigortalılar

9.041

9.643

9.994

2. İsteğe Bağlı Aktif Sigortalılar

1.166

1.111

1.166

3. Tarımdaki Aktif Sigortalılar

1.043

1.025

1.055

4. Aylık Alanla

4.932

5.264

5.644

5. Bağımlılar (3)

37.511

39.534

41.152

6. Aktif Sigortalı/Pasif Sigortalı (1+2+3)/(4)

2,28

2,24

2,16

7. Bağımlılık Oranı (5+4)/(3+2+1)

3,77

3,8

3,83

 

 

 

 

VI. SAĞLIK HİZMETLERİ BAKIMINDAN SOSYAL

 

 

 

SİGORTALAR KAPSAMI (2)

47.008

50.221

56.017

VII. GENEL NÜFUS TOPLAMI

62.892

63.851

64.814

VIII. SİGORTALI NÜFUS ORANI (%)

85,4

88,6

91

IX. SAĞLIK SİGORTASININ.KAPSADIĞI NÜFUS ORANI (%)

74,7

78,7

86,4

(1) Topluluk sigortası ve isteğe bağlı sigortalıların bağımlıları da sigorta kapsamında değerlendirilmiştir.

(2) 1479 ve 2926 sayılı Kanuna tâbi aktif ve pasif sigortalılar ile bunların bağımlılarının tamamının sağlık sigortası kapsamına dahil olduğu varsayılmıştır.

(3) Tahmin.

(4) 1997 yılında yapılan nüfus tespiti sonuçlarına dayalı nüfus tahminleri esas alınmıştır.

Kaynak: 2001 Yılı Hükûmet Programı.

 

 

            Sağlık hizmetleri bakımından, sosyal sigorta kapsamındaki nüfusun artmakta olduğu görülmektedir. 1997 yılında 47.008 bin kişi bu kapsamda iken; 1999’da bu rakam 56.017 bin kişiye çıkmıştır.

 

            Genel nüfus açısından incelendiğinde sigortalıların nüfusa oranında da artış söz konusudur. Bu oran, 1997 yılında %85,4 iken; 1999 yılında %91’e çıkmıştır.

 

            Sağlık sigortası kapsamındaki nüfus oranı da aynı eğilim içindedir. 1997’de %74,4 olan bu oranın 1999 yılında %86,4’e ulaştığı görülmektedir.

 

            Hükûmet programında yer alan bilgilere göre, çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın AB’ye uyum şartlarının da dikkate alınarak ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) normlarına uygun hale getirilmesi amacıyla, yeni sözleşme onaylama faaliyetleri ile onaylanmış ILO sözleşmelerinin iç mevzuata yansıtılması çalışmaları devam etmektedir. Eylül 2000 itibariyle onaylanmış ILO sözleşmesi sayısının 39, onay aşamasında olan sözleşme sayısının ise 15 olduğu belirtilmiştir. Onaylanmış sözleşmelerin iç mevzuata yansıtılması çalışmaları devam etmekte olduğundan, Türkiye 2000 yılında da ILO Uzmanlar Komitesi’nin gündemine girememiştir. AB müktesebatına uyum gerekliliği, sendikal hak ve özgürlükler ile iş güvencesinin geliştirilmesine yönelik ILO sözleşmelerinin iç hukuka tam olarak yansıtılması çalışmalarının önemi artmıştır.

 

            2000 yılı içinde iş güvenliği ile ilgili sağlanan en önemli gelişme, bu konuda yasa oluşturulmasına yönelik çalışmalardır. Bu çerçevede, Çalışma Bakanlığı tarafından “İş Güvencesi Yasa Tasarısı” hazırlanmış ve gerekli komisyonlardan geçirilerek Meclis onayına sunulmuştur. Bazı eksiklikleri olmakla birlikte, ilk olması dolayısıyla tasarı, bu alanda atılan önemli bir adımdır.

 

 

5. GELİR DAĞILIMI

            Gelir dağılımında mevcut olan adaletsiz yapı, aynı şekilde devam etmektedir. Bu yapı yıllardır dile getirilmekle beraber, alınan tedbirler sorunun çözümüne ciddi katkılar sağlamaktan uzak kalmıştır. Bu sağlıksız yapının sebepleri sadece ekonomik değildir. Meselenin sosyal ve kültürel birçok boyutunun olduğu açıktır.

 

            2001 yılı programında, nüfusun %8’inin mutlak yoksul durumda, %24’ünün ise ekonomik bakımdan yoksulluk riski altında bulunduğu ifade edilmektedir. Mutlak yoksul durumda bulunanların %95’i eğitim seviyesi ilkokul ve altında eğitimli olanlar ile okuma-yazma bilmeyenlerden oluşmaktadır. Çalışan kesimdeki yoksullar içinde, ücretsiz aile işçileri %50 pay ile en büyük yoksul grubu oluştururken, bu kesimi, %24,7 ile kendi hesabına çalışanlar ve %16,6 ile yevmiyeli işçiler izlemektedir. İktisadi faaliyet koluna göre ise, yoksul nüfus içinde %73,5 pay ile tarım ve ormancılık ile uğraşanlar en büyük yoksul grubu oluşturmaktadır.

 

            Programda Türkiye’de son yıllarda faktör gelirleri içerisinde ücret gelirlerinin payının arttığı belirtilmektedir. 1997 yılında %25,8 olan işgücü ödemelerinin payı, 1999 yılında yaşanan ekonomik krize rağmen, %30,7’ye yükselmiştir. Bu artış, ücretli kesimin istihdam içindeki payının düşmesine rağmen ücret gelirlerinde ortaya çıkan reel artışlardan ve işletme artığı içerisinde bulunan diğer gelirlerin payında ortaya çıkan düşüşten kaynaklanmaktadır. 1999 yılı itibariyle bir önceki yıla göre nominal gelişme hızı işgücü ödemeleri için %78,6 olarak gerçekleşirken, işletme artığına ilişkin gelişme hızı %31,9 olmuştur. Aynı yıl içerisinde ekonomide meydana gelen daralma, özellikle ücretli kesim dışındaki kesimlerin gelirleri üzerinde olumsuz etkiye yol açmıştır.

 

 

TABLO 8: MİLLÎ GELİRDEKİ GELİŞMELER

 

1995

1996

1997

1998

Nüfus

61.644

62.697

62.510

63.451

Kişi Başına GSMH ($)

2.713

2.928

3.048

3.224

Toplam GSMH (Milyar $)

167,2

183,5

194,3

204,6

Kaynak: DPT.

 

 

            Kişi başına gelir, 1998 yılına kadar artış eğiliminde olmakla birlikte, bu tarihten sonra bir azalış eğilimine girmiştir. Nitekim, kişi başına gelir, önce 3.000 $ seviyesine gerilemiştir ve günümüzde 2.800 $ seviyesinde olduğu belirtilmektedir. İlaveten, dolardaki reel değer kaybı da dikkate alındığında, bu seviyenin de altında bir gelirle karşı karşıya bulunulmaktadır. Ayrıca, bunun sadece ortalama bir meblağ olduğu da dikkate alınacak olursa, ülkemizdeki gelir dağılımı bozukluğu ile ilgili ipuçlarını elde etmek zor değildir.

 

            Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye nüfusunun %1’ini oluşturan en üst tabaka gelir sahiplerinin, toplam gelirin %16,6’sını; ve sırasıyla %5’lik yüksek gelir grubunun %16,1’ini; %16’lık üst-orta gelir grubunun %25,6’sını; %48’lik alt-orta gelir grubunun %32,5’ini aldığı tespit edilmiştir. Nüfusun %30’unu oluşturan düşük gelir grubunun, toplam gelirden aldığı payın ise %9,2 oranında olduğu belirtilmektedir.

 

            Nüfusun %1’ini oluşturan üst tabaka gelir sahiplerinin toplam gelir içindeki %16,6’lık payı ile nüfusun %30’unu oluşturan düşük gelir grubunun toplam gelirdeki %9,2’lik payı arasındaki uçurum son derece çarpıcıdır. Bu büyük fark, Türkiye’deki gelir adaletsizliğini ifade konusunda önemli bir göstergedir.

 

 

TABLO 9: BÖLGELERE GÖRE KİŞİ BAŞINA GSYİH’DEKİ GELİŞMELER *

BÖLGELER

1996

1997

1998

Marmara

2.457.502

2.684.291

2.667.003

Ege

2.103.466

2.246.740

2.280.039

Akdeniz

1.554.081

1.706.976

1.712.882

İç Anadolu

1.549.648

1.639.513

1.708.810

Karadeniz

1.213.393

1.294.737

1.366.704

Doğu Anadolu

647.481

660.216

673.339

Güney Doğu Anadolu

888.899

986.350

989.641

 

 

 

 

Türkiye Ortalaması

1.670.657

1.802.677

1.829.754

* 1987 Fiyatlarıyla, TL.

Kaynak: DİE.

 

 

            Marmara ve Ege bölgelerinin kişi başına GSYİH açısından payları, yıllar itibariyle Türkiye ortalamasının üstünde seyretmektedir. Akdeniz ve İç Anadolu bölgeleri de ortalamaya uygun bir gelişme içerisindedir. Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde bu durum daha belirgindir.

 

            Tablodan görüldüğü gibi, gelir dağılımı açısından bölgeler arasında ciddi farklar mevcuttur. Dağılımdaki olumsuz yapı, açık biçimde görülebilmektedir. Özellikle, en düşük kişi başına gelire sahip olan Doğu Anadolu ve en yüksek kişi başına gelire sahip olan Marmara bölgeleri arasındaki fark, bu durumu ifade etmektedir.

 

            Gelir dağılımındaki bu yüksek dereceli farklar, bu şekilde devam ettiği takdirde, özellikle ekonomik şartların giderek ağırlaştığı önümüzdeki dönemlerde istenmeyen birtakım sosyo-ekonomik sorunlara da sebep olabilir. Açıktır ki izlenen yanlış ekonomik politikalar, bugünkü tabloyu ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla gelir dağılımındaki bu düzensizliğin giderilmesine yönelik politikaların uygulamaya geçirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

 

 

6. AR-GE

            Genel olarak incelendiğinde, ülkemizde Ar-Ge harcamalarına gereken önemin verilmediği görülmektedir. Bu, Ar-Ge harcamalarına yeterli kaynak ayrılmadığından ve araştırmacı personel sayısının artırılamamış olduğundan anlaşılmaktadır.

 

            1997 yılı itibariyle, Ar-Ge faaliyetlerine GSYİH’den ayrılan payın %0,49 olduğu, İktisadi açıdan faal olan on bin kişiye düşen toplam tam zaman eşdeğer Ar-Ge personelinin 10,4 kişi ve araştırmacı sayısının da 8,2 kişi olduğu, Hükûmet programında belirtilmektedir. Bilim-teknoloji-sanayi politikalarıyla eğitim-öğretim ve Ar-Ge politikaları arasında uyum sağlanması ihtiyacı devam etmektedir. Bu çerçevede araştırmacı personelin istihdam ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi, gerekli fiziki altyapının sağlanması ve mevzuat açısından lazım olan düzenlemelerin acilen yapılması ihtiyacı mevcuttur.

 

            Ülkemizde, Ar-Ge faaliyetlerine verilen önemin derecesi, uluslararası kıyaslamalar yapıldığı zaman daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan pay %0,5 civarındayken, Avrupa’da bu oran en düşük seviyede olmak üzere Avusturya’da %2 civarında ve en yüksek seviyede olmak üzere yaklaşık %4 oranı ile İsviçre’dedir. OECD ortalaması ise %2,5 civarındadır. Türkiye ve söz konusu ülkeler arasındaki uçurum rahatlıkla görülmektedir.

 

            Türkiye’de Ar-Ge için ayrılan payın %62’si üniversiteler, %20’si özel sektör ve %18’i kamu sektörü tarafından kullanılmaktadır.

 

 

TABLO 10: AR-GE FAALİYETİNDE BULUNAN KESİMLERİN YILLAR İTİBARİYLE HARCAMA MEBLAĞLARI

KESİMLER

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

TİCARÎ

259.673

702.255

1.286.951

2.010.282

3.454.393

6.966.947

17.315.105

KAMU

125.548

261.692

440.034

871.546

1.210.366

2.171.743

7.929.290

YÜK. ÖĞRETİM

890.469

2.366.100

3.629.829

5.894.321

9.235.965

20.370.704

41.464.674

 

 

 

 

 

 

 

 

TOPLAM

1.275.680

3.330.047

5.356.814

8.776.139

13.991.270

29.509.349

66.709.069

Kaynak: DİE.

 

 

            Her üç kesimce yapılan faaliyetlerle ilgili harcama meblağlarının arttığı görülmektedir, ancak bu, yeterli düzeyde değildir. Nitekim; Türkiye’de sanayi kuruluşları tarafından gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetleri için devletçe tahsis edilen payın, ABD ve Japonya’dakinin %0,001’i; İrlanda ve İspanya’dakilerin %10’u oranında olduğu dikkate alınırsa arada, uçurum seviyesinde farkların mevcut olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

 

 

TABLO 11: AR-GE HARCAMALARININ TÜRLERİNE GÖRE DAĞILIMI

 

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

CARİ

2.036.999

3.769.822

6.456.204

13.991.270

29.509.394

66.709.069

141.781.665

YATIRIM

1.293.048

1.586.992

2.319.935

9.876.787

22.393.841

52.284.738

96.691.968

Kaynak: DİE.

 

 

            Harcamalardaki artış, genel eğilim açısından olması gerektiği şekildedir. Ancak, meblağ açısından bakıldığında, söz konusu harcamaların yeterli seviyede olmadığı görülmektedir. GSYİH içinde Ar-Ge harcama payının artırılması günümüz bilgi toplumunda kaçınılmaz hale gelmiştir.

 

            Ar-Ge faaliyetlerine yönelik harcamaların yeterli düzeye erişebilmesi için öncelikle, bu konuda uygun zihniyetin oluşması gerekmektedir. Ülkemizde, bu alanda yapılan harcamalar bir israf olarak değerlendirildiği ve Ar-Ge faaliyetlerinin, sonuçları itibariyle, faydalarının önemi kavranamadığı için bu şekilde olumsuz bir tablo ile karşı karşıya kalınmaktadır. Dolayısıyla ilk yapılması gereken, söz konusu yanlış anlayışın giderilmesidir.

 

 

7. KOBİ’LER

            Türkiye ekonomisindeki işletmelerin tamamına yakın kısmını oluşturan bu kuruluşlar, bu özellikleri itibariyle ekonominin temel birimleri konumundadırlar. Ancak, bu konumlarına karşılık birçok sorunla iç içedirler. Söz konusu sorunlar temel seviyede şöyle belirtilebilir:

·         Yönetim ve organizasyon konusunda yetersizdirler.

·         Örgütlenme konusunda aşılamayan bazı engelleri mevcuttur.

·         Bilgi ve eğitim konusunda eksiklikleri vardır.

·         Finansal açıdan birtakım ciddi sorunlarla karşı karşıyadırlar.

 

            KOBİ’lerin bu sorunlarına yönelik olmak üzere birtakım tedbirler alınmaya ve düzenlemeler yapılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu çalışmaların yeterli seviyede olmadığı, içinde bulundukları sorunların halihazırda devam ediyor oluşundan kolaylıkla anlaşılmaktadır.

 

            2000 yılında esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı olan küçük işletmelerin sayısı 2,9 milyon olarak tespit edilmiştir. Sanayi kesiminde mevcut olan yaklaşık 202 bin KOBİ, bu sektörde hizmet veren işletmelerin %99,2’sine tekabül etmekte ve sanayi istihdamının da %55,9’unu karşılamaktadır. Ülke genelinde sicile kayıtlı olmayanlar dahil toplam 3,5 milyon civarında KOBİ olduğu belirtilmektedir.

 

Yıllar itibariyle KOBİ’lerin ekonomideki yeri ile ilgili bazı göstergeler aşağıda verilmiştir.

 

 

TABLO 12: KOBİ'LERLE İLGİLİ BAZI GÖSTERGELER

 

1985

1996

1999

TOPLAM İŞLETME ORANI

98,8

98

99,2

İSTİHDAM

45,6

53,3

55,9

KATMA DEĞER

37,7

38,0

24,2

İHRACAT

8,0

8,0

 (*)

YATIRIM

26,5

27,0

 (*)

KREDİLERDEKİ PAY

3,0

4,0

5,0

* Verilere ulaşılamamıştır.

Kaynak:KOSGEB, DİE, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı.

 

 

            Toplam işletme sayısı açısından 1985 yılındaki %98,8’lik oranın 1996 yılında küçük bir miktar düştüğü görülmektedir. Fakat 1996 yılında ilan edilen “KOBİ Yılı” çerçevesinde bu işletmelere verilen önem nispeten artmış, sağlanan bazı teşvikler ve özendirici programlarla yaşanan finansal kriz ve deprem felaketine rağmen bu pay %99,2’ye çıkmıştır. Bu oran dikkate alınarak Türkiye ekonomisinin bir “KOBİ Ekonomisi” olduğu rahatlıkla söylenebilir.

 

            Genel eğilim incelendiğinde, sürekli artış kaydeden bir istihdam oranı ile karşılaşılmaktadır. 1985-1996 arasında yaklaşık %17’lik bir artış gerçekleşmiştir. Yine, bahsi geçen olumsuzlukların etkisi burada da görülmektedir. 1999 yılı itibariyle 1996 yılına göre KOBİ’ler %2,6’lık artışla %55,9 oranında bir istihdam payına sahiptirler. 2000 yılı itibariyle de aynı oranda istihdam payına sahip olan KOBİ’ler, 2001 yılında aynı seviyeyi koruyamayabilirler. Çünkü, istikrar programının ikincisinin daha zor şartlarda geçeceği düşünüldüğünde, söz konusu oranda da bir düşüş gerçekleşebilir.

 

            Üretimdeki payları yıllara göre azalan bir seyirdedir. Zaten 1985’teki %37,7 oranı itibariyle de büyük bir payı ifade etmeyen bu ölçü, KOBİ’lerin yapısal bazı sorunlarının olduğunu işaret etmektedir. Bunlar; teknolojinin yakından takip edilemeyişi ve dolayısıyla verimliliğin düşüklüğü olarak sıralanabilir. Temelinde ise finansal sorunların mevcut olduğu belirtilebilir. Bu sorunlara yönelik çözüm arayışına gidilmesi gerekmektedir.

 

            İhracat ve yatırım oranları da son derece düşüktür. Bunun işletme içinden ve dışından kaynaklanan sorunlarla yakın ilgisi vardır. KOBİ’lerin, kredilerden faydalanma oranları da düşüktür. Bu düşük oranlar, aslında, KOBİ’lerin birçok konudaki sıkıntısının temel sebebini de ortaya koymaktadır. Ana sorun olmamakla beraber, diğer birçok .soruna kaynaklık ediyor olması itibariyle önemli sayılan finansman, KOBİ’lerin olumsuzluklarla en çok karşılaştığı konudur. Kredilerden faydalanma durumu ile ilgili %3-5 gibi oranlar, başka ülke KOBİ’lerinin oranları ile kıyaslandığında aradaki uçurum rahatlıkla görülebilmektedir. Mesela, KOBİ’lerin kredilerden faydalanma oranı ABD’de %42,7 , Almanya’da %35 , Güney Kore’de %27,2’dir. Söz konusu uçurum, Türkiye açısından, bu konudaki ihmalin ve olumsuzluğun en açık ifadesidir. Finansal sorunları en aza indirilmiş KOBİ’ler, diğer birçok sıkıntısını da aşmış kuruluşlar olacaktır.

 

            2000 yılında, 12 küçük sanayi sitesi tamamlanarak hizmete açılmış ve 1.527 iş yerinde 9.162 kişiye istihdam imkanı sağlanmıştır. Böylece, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca kredilendirilen küçük sanayi sitesi sayısı 318’e çıkmıştır.

 

 

TABLO 13: KÜÇÜK SANAYİ SİTELERİNDE GELİŞMELER

 

1995

1996

1997

1998

1999

2000 *

SİTE ADEDİ

273

289

291

294

306

318

İŞ YERİ ADEDİ

63.640

65.326

70.747

71.722

72.130

74.377

İSTİHDAM (kişi)

395.222

405.338

437.864

443.714

446.162

459.644

* Tahmin.

Kaynak: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı.

 

 

            1995 yılında 262 site varken, bu sayı 2000 yılı itibariyle 318’e çıkmıştır. Sitelerdeki iş yeri adedi de paralel bir şekilde artmış ve 2000 yılı itibariyle 74.377 adet olarak tespit edilmiştir. Bunlardan önemlisi, istihdam alanında sağlanan gelişmelerdir. 1995 yılında 395.222 kişinin istihdam edildiği küçük sanayi sitelerinde bu rakam 2000’de 459.644’e çıkmıştır.

 

            2000 yılında KOBİ’lere yönelik meydana gelen olumlu bir gelişme de bu kuruluşların yeniden tanımlanmaları ile ilgili olmuştur. Yıl ortasına doğru yürürlüğe giren Yeni Teşvik Mevzuatında KOBİ’lerle ilgili yeni bir tanım geliştirilmiş olup bu tanımla daha fazla işletmenin kapsam altına alınması hedeflenmiştir. Bu haliyle daha çerçeveli olan tanım şöyledir:

“Makine, teçhizat, demirbaş, tesis taşıtlarının toplam yasal defter kayıtları tutarı 400 milyar TL’yi aşmayan ve en fazla %25’i büyük işletmelere ait imalat ve sanayi alanında faaliyette bulunan işletmelerden;

1-9 işçi çalıştıran, Mikro Ölçekli;

10-49 işçi çalıştıran, Küçük Ölçekli;

50-250 işçi çalıştıran, Orta Ölçeklidir.”

 

            Global finansal kriz ve deprem felaketine ilaveten istikrar programı çerçevesinde daralan ekonomide, KOBİ’lere önceki yıllarda verilen önem, halihazırda kesintiye uğramış durumdadır. Ancak, ekonomide nicelik ve nitelik açısından sahip oldukları rol dikkate alınarak, bu kuruluşlara gereken önem verilmelidir. Türkiye ekonomisinin bir “KOBİ Ekonomisi” olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

 

 

Kaynak: Türkiye Ekonomisi Raporu, Askon, 2001.

 

 

http://www.akademiktisat.net

 

 

 

Sayfa Başı