TÜRKİYE EKONOMİSİNDE
1980-2005 DÖNEMİNDE YAŞANAN YAPISAL DEĞİŞİMİN DIŞ TİCARET VE DIŞ BORÇ
BAĞLAMINDA TEORİK BİR DEĞERLENDİRMESİ
İÇİNDEKİLER:
1. GİRİŞ
2. DIŞ TİCARETİN YAPISAL DEĞİŞİMİ VE GELİŞİMİ
3. DIŞ BORÇ DURUMU VEYA ARTAN DIŞ BORÇ SORUNU
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
1. GİRİŞ
1980 yılı
gerek Türkiye gerekse dünya açısından önemli yapısal dönüşümlerin yaşandığı bir
yıl olmuştur. Söz konusu dönemden itibaren tüm dünyada etkisini hissettiren
küreselleşme olgusu tüm ülke ekonomilerini derinden etkilemiştir.
Küreselleşmenin ivme kazandığı bu süreçte ülke ekonomileri sınırlarını
sermayeye açma yönünde birtakım liberal politikaları hayata geçirmişlerdir. Hatta
denilebilir ki 1980 sonrasındaki ekonomiler, dışa dönük sanayileşme ve
liberalleşme politikalarıyla yönlendirilmeye başlanmıştır. 24 Ocak kararlarıyla
başlayan dışa açılma sürecinden beklenen şey, ülkenin gelişmişlik düzeyi
açısından daha ileri aşamalara hızlı bir şekilde geçmesini sağlayabilmekti.
Böyle bir sanayileşme stratejisi sayesinde, ülkenin ihracat gelirleri artacak
ve bu artış sayesinde elde edilen gelirler, ülkenin sanayileşmesini dolayısıyla
gelişmiş ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeylerine ulaşmayı sağlayacaktı.
Öte yandan,
1980’lerde başlayan dışa dönük sanayileşmeye ve ekonomide liberalleşmeye dayalı
ekonomi politikaları, günümüze kadar devam etmiştir. Bu süreç içerisinde, hemen
hemen bütün hükûmetler, benzer politikaları benimsemişler ve birbirlerine yakın
politika araçları kullanmışlardır. Türk lirasının konvertibilitesinden IMF’nin
istikrar programlarına, ihracatı teşvik politikalarından KİT’lerin
özelleştirilmesine kadar birçok uygulama, ekonomiyi liberalleştirerek ve aynı
zamanda dış dünyaya açarak daha hızlı kalkınmayı sağlamak amacıyla ortaya
konmuştur. Bu uygulamalar sonucunda beklenen sonuçlar; istikrarlı ve hızlı bir
ekonomik büyümenin sağlanması, enflasyonun düşürülmesi, işsizliğin azaltılması,
yüksek bir milli gelir düzeyine ulaşılması, eğitim ve kentleşme ile ilgili
sorunların çözülerek, gelişmiş ülkelerin ulaştığı düzeyi bir an önce
yakalayabilmekti. Peki, sonuç ne olmuştur?
Bugün halen
tartışılmakta olan bu konu üzerinde, görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
Kimilerine göre, 1980 sonrasında Türkiye ekonomisi büyük bir atılım
gerçekleştirmiş ve liberalleşmenin sağladığı avantajlarla neredeyse çağ
atlamıştır. Kimilerine göre ise, Türkiye ekonomisi 1980 sonrasında uygulanan
ekonomi politikaları nedeniyle rayından çıkmıştır ve ekonominin yapısında,
düzeltilmesi güç bozukluklar meydana gelmiştir. Ama uygulanan politikaların
mantığına baktığımızda Türkiye ekonomisinin 1980 sonrasında piyasa ekonomisine
geçtiğini ve küreselleşmeden kısmen de olsa etkilendiğini görebiliriz. Bu etkilenmenin
sonucunu öğrenmek için özellikle ekonomideki bazı makro değişkenlerde yaşanan
birtakım dönüşümlere bakılmasında fayda vardır. Söz konusu yapısal değişimin
yansımaları bu çalışmada dış ticaret ve dış borç bağlamında ele alınmıştır.
2. DIŞ TİCARETİN YAPISAL DEĞİŞİMİ VE GELİŞİMİ
1980’li
yıllarda ithal ikameci sanayileşme stratejisi yerine, ihracata dayalı
sanayileşme stratejisine geçilirken, yeni stratejinin bir gereği olarak,
ekonominin rekabet gücü artırılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda sürekli reel
devalüasyonlara ve yoğun ihracat teşviklerine başvurulmuştur. Dolayısıyla, bazı
sektörlerin uluslararası arenadaki rekabet gücü artış gösterdiğinden, ihracat
miktarı sürekli yükselen bir sürece girmiştir. [1]
Bu bağlamda
Türkiye ekonomisi, 1980 sonrasında dış ticaret açısından önemli sayılabilecek
gelişmeler kat etmiştir. Özellikle ihracat alanında sağlanan bu gelişmeler,
belki de 1980 sonrası uygulanan ekonomi politikalarının en olumlu sonucudur.
Eğer ihracatı teşvik mekanizmasındaki aksaklıklar yüzünden ortaya çıkan hayali
ihracat olgusunu saymazsak, ihracat sektöründe yaşanan gelişmeler umut verici
olmuştur. İhracatın ithalâtı karşılama oranı da, yeterli olmasa da, genelde
istikrarlı bir biçimde artmaktadır. 1980 yılında % 36.8 olan bu oran, 1995
yılında % 61’ler civarında gerçekleşmiştir. Dış ticaretin özellikle ihracat
ayağı için 1980 sonrası yaşanan en önemli gelişme kuşkusuz Türk Eximbank’ın
kurulmuş olmasıdır.
Türkiye’de ihracatın kurumsallaşmış tek asli teşvik unsuru
olan Türk Eximbank, bu amaca yönelik olarak ihracatçıları, ihracata yönelik
üretim yapan imalatçıları ve yurt dışında faaliyet gösteren müteahhit ve
girişimcileri kısa, orta ve uzun vadeli nakdi ve gayri nakdi kredi, sigorta ve
garanti programları ile desteklemektedir. [2] 1980 yılında ihracatçı firma
sayısı yaklaşık 3-4 bin iken, 2003 yılına gelindiğinde bu rakam 20 bine
ulaşmıştır. [3]
Tablo 1: Dış Ticaretin
Genel Durumu (1980-2005*)
Yıllar |
İhracat % |
İthalât % |
Dış Ticaret Dengesi |
İhracatın ithalâtı karşılama oranı
% |
1980 |
28,7 |
56 |
-4.999 |
36,8 |
1985 |
11,6 |
5,5 |
-3,385 |
70,2 |
1990 |
11,5 |
41,2 |
-9,343 |
58,1 |
1995 |
19,5 |
53,5 |
-14,072 |
60,6 |
2000 |
4,5 |
34 |
-26,728 |
51 |
2001 |
12,8 |
-24 |
-10,065 |
75,7 |
2002 |
15,1 |
24,5 |
-15,495 |
69,9 |
2003 |
31 |
34,5 |
-22,087 |
68,1 |
2004 |
33,5 |
40,4 |
-34,419 |
64,7 |
2005* |
20.5 |
21.3 |
-20.008 |
63.6 |
Kaynak: DTM ve DİE’nin ilgili sayfalarından derlenmiştir.
* Ocak-Haziran
İhracat alanında
yaşanan gelişmelerin bir başka olumlu yanı daha bulunmaktadır. O da ihracatın
yapısında meydana gelen değişmelerdir. Türkiye’nin 1980 yılındaki ihracatının
%60’dan fazla olan kısmını tarım ve madencilik ürünleri oluştururken kalan
kısmını ise sanayi ürünleri oluşturmaktaydı. Fakat 1995’e gelindiğinde
Türkiye’nin ihracat yapısı sanayi lehine değişmiş ve sanayinin payı yaklaşık
%90’a yaklaşmıştır. Bu değişim sanayi toplumu olma adına oldukça olumlu bir
gelişmedir. Dolayısıyla bu değişimden hareketle Türkiye ekonomisinin tarım
temelli bir yapıya bağlı olmaktan kurtulduğunu söylemek mümkündür.
Fakat bütün
bu gelişmelere rağmen, Türkiye’nin ihraç ettiği sanayi ürünlerinin çeşidini de
gözden kaçırmamak gerekir. Çünkü Türkiye’nin ihracatının % 50-60’lık bir
bölümünü tüketim malları oluşturmaktadır. Tüketim malları içinde de tekstil
ürünleri özel bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla, ihracatın yapısındaki
gelişmeler tek başına yeterli olmamakta, bu değişimin içeriği de önemli
olmaktadır. Bilindiği gibi, ihracatta ürün bakımından yoğunlaşma her zaman için
olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir dezavantajdır. Bu nedenle, ihracatta
çeşitlenmeye gidilmesi, ülke ihracatının geleceği açısından çok önemlidir.
1980
Türkiye’sinde yatırımsız, sanayi politikasız bir dışa açılma sürecine gidilmiş,
bu da 1990’lara gelindiğinde ihracatın tıkanması ve “konsantrasyonu” (tekstil
gibi belli düşük katma değerli sektörlerin etrafında yoğunlaşmasına) buna
karşılık ithalâtın patlaması ile sonuçlanmıştır. [4]
1989
kararlarının ardından finansal hareketlerin serbestleşmesi sonucu spekülatif
sermaye girişi yerli paranın yabancı paralar karşısında değer kazanmasına,
dolayısıyla ihracat ürünlerinin dış fiyatlarının artmasına ve ithalâtın
ucuzlamasına neden oldu. [5]
Gerçi 2001 ekonomik
kriziyle ciddi bir düşüşün yaşandığı ithalâtta, krizden sonraki yıllarda önemli
ölçüde artışlar meydana gelmiştir. Düşüşün sebebi olarak özellikle yerli
paranın devalüe edilmesi ve böylece aşırı değerlenmiş kurun, ithalâtı düşürüp
ihracatı arttırması gösterilebilir. Çünkü tablodan da görüldüğü gibi ithalât
2001 yılında %-24 iken, bir yıl sonra yani 2002’de %24,5 olarak
gerçekleşmiştir. Buna karşılık aynı dönemde yani 2001’de ihracat %12,8’den,
%15,1’e yükselmiştir. Bu artışta aşırı değerlenmiş kurların payı göz ardı
edilmemelidir.
Zaten
ihracatçı açısından kurlardaki iyileşme 6-12 ay içinde etkili olmaktadır. Uzun
vadede istikrarlı bir ekonomik ortam ve stabil bir kur kriz ortamında yapılan
devalüasyonlardan çok daha önemlidir. [6] İhracata devalüasyonun katkısı
açısından baktığımızda; 1980 sonrası, sonuncusu hariç iki büyük devalüasyon
görüyoruz. 24 Ocak Kararları’yla ihracata dayalı büyüme stratejisine geçilmesi
ve devalüasyon ile 1981’de ihracat yüzde 61 arttı. 1994’teki devalüasyon ve 5
Nisan Kararları sonrası ise ihracat ancak yüzde 18 arttı. [7] Devalüasyonun
fiyatlar üzerindeki etkisi, genellikle ihracatı artırıcı, ithalâtı ise kısıcı
yöndedir. Ancak ithalât ile ihracat arasındaki farkın azalması için ya
ekonomideki toplam üretimin artması yada toplam harcamanın azalması gerekir.
[8] Devalüasyonun ithalât üzerindeki en önemli etkisi ise tüketim malı
ithalâtında oluyor. Bu dönemlerde tüketim malı ithalâtı hızla düşüyor. [9]
Bütün bu gelişmelere rağmen dış ticaretimizde 2000’li yıllardaki eğilim ithalât
lehine olmuştur.
2004
yılında ihracat %33.4 oranında artarak 63 milyar dolara, ithalât ise % 40.4
oranında artarak 97.3 milyar dolara çıkmış,böylece aynı dönemde dış ticaret
açığı 34.3 milyar dolara yükselmiştir [10] 2004 yılının Temmuz ayına göre
ihracat % 4 oranında azalmış, ithalât ise % 8,7 artmıştır. Geçici verilere göre
2005 yılı Temmuz ayında 5.405 Milyon Dolar ihracat, 9.491 Milyon Dolar ithalât
yapılmıştır. [11]
Sonuç
olarak denilebilir ki, 1980 sonrası uygulanan ihracata dayalı sanayileşme
stratejisi de, ithal ikameci stratejide olduğu gibi tıkanmış ve düş kırıklığı
yaşatmıştır. Her iki stratejinin başlangıç noktası olan ödemeler dengesi
sorunları kararlı bir şekilde çözümlememiş; ithalâta olan bağımlılık devam
etmiştir. Başka bir deyişle her iki strateji de ekonomide oluşturduğu olumlu
gelişmeler yanında, olumsuz sonuçları ile sanayileşmeyi ve buna bağlı
istikrarlı büyümeyi sağlamada yeterli olmamıştır. [12]
3. DIŞ BORÇ DURUMU VEYA ARTAN DIŞ BORÇ SORUNU
Borç stoku,
bir ülkenin, bir kesimin, bir şirketin ya da bir kişinin o güne kadar aldığı ve
henüz geri ödemediği borçların anaparası ile o gün itibarıyla tahakkuk etmiş
faizlerinin toplamını gösteren bir ölçüdür. [13]
1980’den
sonraki döneme baktığımızda özellikle ihracat alanında önemli ölçüde döviz
kazancımızın olduğunu söylemek mümkündür. Ama bu olumlu gelişmeye karşılık söz
konusu dönemde yaşanan olumsuz gelişme dış borçlar konusunda olmuştur. 1980’den
sonra Türkiye ekonomisi dış borçlanma yüzünden hem büyük miktarlarda döviz kaybetmiş
hem de dışa bağımlı bir ekonomi olmuştur. Bu açıdan bakıldığında dış borçların
maalesef her geçen yıl katlanarak arttığını söyleyebiliriz.
Tablo 2: Dış Borç
Stoku, Milyar$ (1984-1995)
Yıllar |
Toplam Dış Borç (milyar $) |
Orta ve Uzun Vadeli (%) |
Kısa Vadeli (%) |
1984 |
20.65 |
17.47 |
3.180 |
1990 |
49.03 |
39.53 |
1.798 |
1995 |
73.27 |
57.57 |
15.58 |
Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, Ankara, Çeşitli
sayılar.
Tablo 2’yi incelediğimizde,
Türkiye’nin toplam dış borç stokunun önüne geçilemeyecek bir hızla ilerlediğini
görüyoruz. 1984’te 20.65 milyar dolar, 1990’da yaklaşık 50 milyar dolar ve
1995’te 73.27 milyar dolarlık dış borç, geleceğe fazla iyimser bakmamızı
engellemektedir. Dış ticaret açığını borçlanma yoluyla kapatan ve her yıl
artırarak milyarlarca dolar borçlanan bir ekonominin istikrar içinde kalkınması
elbette çok zor olacaktır. Dış borçlarla ilgili bir başka olumsuz gelişme de,
vadelerin kısalmakta oluşudur. Kısa vadeli borçların toplam dış borç içindeki
payı 1984 yılında % 15.39 iken, bu oran 1995 yılında % 21.6’ya çıkmıştır. Bu
demektir ki Türkiye ekonomisi için çember gittikçe daralmaktadır. Cari işlem
açıklarının geri ödemeleri dış borçla finanse edilmekte, dış borçlar katlanarak
artmakta ve bu borçların vadeleri de gittikçe kısalmaktadır.
OECD
ülkelerinden sağlanan resmi kaynaklı kredilerin, diğer kredilerle
karşılaştırıldığında daha ucuz maliyetli ve uzun vadeli oldukları hesaba dahil
edildiğinde, Türkiye'nin giderek daha pahalı ve kısa vadeli kaynaklara
yöneldiği görülmektedir. [14] Türkiye'nin bu süreçte hem daha pahalı hem de
daha kısa vadeli kaynaklara yönelmesi, bir tercih sorunu değil, ülkenin
gelişmişlik düzeyine paralel olarak dış kaynağa duyulan ihtiyacın artması ve
dünyadaki konjonktürel dalgalanmalar sonucu meydana gelmiştir. Neyse ki
2000’den sonra dış borç profilinde uzun vadenin ön plana çıktığı görülmektedir.
Dış borç stokunda 2001 krizinden sonra önemli ölçüde artış yaşandığını Tablo
3’ten kolaylıkla görebiliriz.
Tablo 3: Dış Borç
Stokunun Profili, Milyar $, (2000-2005)
|
2000 |
2001 |
2002 |
2003 |
2004 |
2005 Q1 |
Toplam Dış Borç Stoku |
118.568 |
113.658 |
130.219 |
145.367 |
161.846 |
159.999 |
Uzun Vade |
90.267 |
97.255 |
113.795 |
122.354 |
129.906 |
127.674 |
Kamu Sektörü |
61.114 |
69.767 |
84.047 |
91.148 |
91.971 |
89.533 |
Özel Sektör * |
29.153 |
27.488 |
29.748 |
31.206 |
37.935 |
38.141 |
Kısa Vade |
28.301 |
16.403 |
16.424 |
23.013 |
31.940 |
32.325 |
Kaynak : HM, http://www.hazine.gov.tr/stat/ti87.htm
* Hazine Müsteşarlığı dış borç stokunun yeniden düzenlenmesi
projesi çerçevesinde dış borç verilerini 1998 yılı Nisan ayında eski ve yeni
seriler olarak açıklamıştır.
Türkiye’nin
dış borç stoku, bir kriz yılı olan 2001 sonunda 113.6 milyar dolar tutarında
idi. Bu rakamın 2004 sonunda 161.8 milyar dolara ulaştığı görülmektedir. Yani
Türkiye ekonomisi son üç sene içerisinde dış borç stokunu net olarak 48.1
milyar dolar daha arttırmıştır. Dış borç stokundaki söz konusu 48 milyar
dolarlık artışın 30.1 milyar dolarının kamu sektörünün borçlanmasından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. [15] Yine Yeldan’a göre Türkiye 2001 sonrası
dönemde hızlandırmış olduğu dış borçlanma temposunu ve derinleşen kırılganlık
göstergelerini bertaraf edebilmek için, uluslar arası finans piyasalarında
sürekli olarak yüksek faiz ödeyici konumda olmaya koşullandırılmaktadır.
Gerçekte,
son on yılda uygulanan politikalar rantçı enflasyonunun daha gelişmiş
oyunlarını sahneledi. Devlet, yüksek faiz; sabit döviz kuru; üretime yönelik
yatırımların, finans sektöründe yüksek kârlılık sağlanarak desteklenmemesi gibi
politikalarla, kamu borcu rantiyelerinin zenginliklerine, TL’yi yapay bir şekilde
yüksek seviyede koruyarak, zenginlik kattı. Kısa vadeli dış sermaye
girişlerinin özendirilmesine dayalı “büyüme” modeli aslında bankacılık
kesiminin rahatlıkla borçlanabilmesini amaçladı. Böylece, bankacılık sistemine
“ucuz dövizi Türkiye’ye getirip içeride Hazine bonolarında ve tüketici
kredilerinde sorgusuz-sualsiz, her türlü finansal denetimden uzak bir şekilde
değerlendirilmesi sonucu” [16] yeni rant sağlandı. [17]
Bununla da
kalınmadı; bankaların bu kolay ve ucuz döviz politikaları sayesinde aşırı
borçlanarak kredi tabiri altında “iyi müşterilerine” geri ödeyemeyecekleri para
transferleri yapmasına da göz yumuldu. Bu programın doğal sonucu olarak,
“bankacılık kesiminin yurt dışından almış olduğu kredi hacminin baş döndürücü
bir boyuta” ulaşmasıyla dış borçlanmanın birden bire patlaması ve değerli TL
politikasının sonucu olan ithalâtın atması ile yine bir dış ticaret ve cari
işlemler krizine davetiye çıkarıldı [18] Zira 2000 yılında ülke ekonomisinde
tarihinin en büyük “dış ticaret” ve “cari işlemler” açığı ortaya çıkmış ve ülke
daha çok dış borç almak zorunda kalmıştır. [19] Dış Borç stokunun, içinde
bulunduğumuz 2005 yılına ilişkin durumu ise ekonominin iki önemli cephesinden
gelen açıklamalarla açıkça dile getirilmiştir:
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, 2005
Ocak sonu itibariyle geçici konsolide bütçe iç borç stokunun 228.8 katrilyon
lira (228.8 milyar YTL) konsolide bütçe dış borç stokunun ise 90.7 katrilyon
lira (90.7 milyar YTL) olduğunu bildirmiştir. [20] Toplam dış borç stoku, 2005
Mart sonu itibariyle 159.9 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. Kısa
vadeli borçların toplam dış borç stoku içindeki payı yüzde 20.2 ve Orta-Uzun
Vadeli Dış Borçların payı ise yüzde 79.8’dir. [21]
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
1980 yılı Türkiye
ekonomisi açısından hayli önemli yapısal dönüşümlerin yaşandığı bir yıl
olmuştur. Bu bağlamda 24 Ocak Ekonomik Kararlarıyla artık piyasa ekonomisinin
mantığına göre şekillenen bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. Öte yandan
Özellikle 1990’dan sonra ekonomi Kamu kesiminin gerek içerden gerekse dışardan
büyük oranlarda borçlanması ve bunun sonucunda döviz rezervlerinin hızla
erimesi yeni bir ekonomik istikrar programını gündeme getirmiştir. Bu amaçla 5
Nisan Kararları olarak ekonomi tarihimizde yer bulan ekonomik istikrar
kararları alınmıştır. Sözü edilen 5 Nisan Kararları kısmen hedeflerine ulaşmış,
fakat amaçlarını tam olarak gerçekleştirememiştir. Bu gelişmeler Türkiye
ekonomisinde piyasa ekonomisinin teorik uygulamalarının birer sonuç
yansımasıdır.
Bu bağlamda
Türkiye ekonomisinde özellikle dış ticarette önemli adımlar atılmıştır. Hatta
1980 sonrasında yaşanan en olumlu gelişmenin, ihracat miktarının artması ve
ihracatın yapısında sanayi ürünleri lehine bir değişmenin yaşanmasıdır.
Özellikle 1980’den sonra ihracat bir fiyat sorunu olarak ele alınmış ve 80’den
bu yana bu amaca yönelik olarak paranın dış değeri reel olarak yarıya
indirilmiştir. Ayrıca 1984 yılında uygulamaya konan ithalât rejimi sayesinde
ithalâtı engelleyen birçok mal üzerindeki gümrük ve tüketim vergileri
azaltılmıştır. Dış ticaretteki bu olumlu gelişmelere karşılık özellikle
1990’lara gelindiğinde ihracatın sadece tekstil gibi düşük katma değerli
alanlarda yoğunlaşması sonucu ithalât oranları hızla artmıştır. Örneğin 2000
yılında ihracat oranı %4.5 iken ithalât oranı %34 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye
ekonomisinde 80 sonrası yaşanan en büyük sıkıntı özellikle dış borçlanma
konusunda yaşanmıştır. Bu sıkıntıların başında borçlanma vadelerinin kısa oluşu
gelmektedir. 1980 yılında 20 milyar dolar olan dış borç stokumuz 2000 yılına
gelindiğinde 115 milyar dolara çıkmıştır. 2004 yılındaki dış borç stoku ise 161
milyar doları geçmiştir.
Bu
sonuçlardan hareketle, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrasında dışa açılmayı
kısmen başardığını fakat temel makro ekonomik göstergeler açısından oldukça
kötü bir süreçten geçtiğini söylemek mümkündür. Ekonomide istikrarın
sağlanmasına yönelik olarak hazırlanan istikrar programları hedeflenen amaçlara
ulaşamamıştır. Dolayısıyla 1980’den beri uygulanan istikrar politikaları, bir
sektörden diğerine, bir kesimden diğerine zenginlik transferleri yapmayı
amaçlayan para ve kredi politikalarından başka bir şey olmadıkları için, bu
güne kadar başka bir başarı gösteremediler. Toplum için bir proje içermeyen ve
tamamen serbest piyasa temelli olan bu politikalar, hem toplumda, hem de
ekonomide büyük sıkıntıların yaşanmasına yol açmıştır. Tamamen devleti küçültme
amacına yönelik olarak hazırlanan bu liberal politikalar kamunun üretimdeki
payını daraltmış, fakat yükselttiği kamu borcundan dolayı ekonomide kamunun
gerekliliğini de bir kez daha ortaya koymuştur.
Sonuç
itibariyle baktığımızda E.Yeldan’ın deyimiyle Türkiye ekonomisinde 80’den sonra
finansal serbestleşme ile birlikte rant ekonomisinin yükseldiğini görmekteyiz.
Bu tespit, oldukça önemli olmakla birlikte aslında yaşanan ekonomik krizlerin,
ekonomik kısır döngülerin ve büyüme rakamlarına yönelik tartışmaların da temel
çıkış noktasıdır.
Son
verirken bir öneri niteliğinde “serbest piyasa sisteminin aklının da bazı
durumlarda aksadığı ve bunun sonucu merkezci bir yetki gereğinin ortaya çıktığı
ortamlar düşünülebilir.” [22]
Deniz Özyakışır,
Kafkas, İktisat, Yüksek Lisans Programı
DİPNOT - REFERANS
[1] Kazgan,
Gülten; Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla
Türkiye Ekonomisi, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1999, s.305.
[2] Keyder, Nur;
PARA; Teori-politika-uygulama,
Seçkin Yayıncılık, 8.Baskı, Ankara 2002, s.165.
[3] Kayalar,
Tuncer; “Cumhuriyetin 80. Yılında İhracatımızda Son Gelişmeler”, DTM, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/ozelsayiekim/mustesar.htm
13/09/2005.
------------------
DTM, 2005; “1923'den Günümüze Türkiye Ekonomisi “, Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı, http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm
22/08/2005.
[4] Yülek, Murat;
Asya Kaplanları;Sanayi Politikaları ve
Kalkınma, Alfa Yayınları, İstanbul, Kasım 1998, s.47.
[5] Yentürk,
Nurhan; “Türkiye Ekonomisinin son 20 yılı:yangın söndü, arsayı kurtardık”, 2001
http://www.bağimsizsosyalbilimciler.org
15/06/2005.
[6] Erzan,
Refik; “İhracatın Anahtarı Katma Değer?”, PLATİN
Aylık Ekonomi ve Aktüel Dergisi, Yıl:4, Sayı:2001/04 s.82-83.
[7] Erzan, a.g.m, s.82.
[8] Yenal,
Oktay; “Dış Ticaret ve Ödemeler”, İktisat
Siyasası Üzerinde İncelemeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ekonomi
Dizisi:29, Ankara, Eylül 1999, s.125.
[9] Erzan, a.g.m, s.83.
[10] Günal,
Mehmet; “İstatistiklerin Ağzı Var Dili Yok! Büyüme Gerçek mi, Hormonlu mu?
Ekonomi Düzeldi mi?”, 2023 Dergisi,
AY Grup Yayını, Sayı: 49, s.12-14, Ankara, 2005 s.13.
[11] DİE, Dış Ticaret İstatistikleri Temmuz/2005, Haber
Bülteni, Sayı:136, 31 Ağustos 2005 http://www.die.gov.tr/TURKISH/SONIST/DISTICIST/disticist.html
15/09/2005.
-----------------DİE,
İstatistikler /Göstergeler, http://www.die.gov.tr/gostergeler.htm
08/09/2005.
-----------------DİE,
Türkiye İstatistik Yıllığı, http://www.die.gov.tr/yillik/yillik_2004.pdf
05/09/2005.
[12] Çarıkçı,
Emin; Yarı Gelişmiş Ülkelerde ve
Türkiye’de Sanayileşme Politikaları, Turhan Kitabevi, Ankara, 1983, s.98.
[13] Eğilmez,
Mahfi; “Türkiye'nin borç stokunu bilmiyoruz”, Radikal Gazetesi İnternet Baskısı, 30 Ağustos 2005, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=162845
10/09/2005
[14] Kılıçbay,
Ahmet; Türk Ekonomisi
(Modeller-Politikalar-Stratejiler), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları:
263, Ekonomi Dizisi: 19. Ankara, 1984, s.153.
[15] Yeldan,
Erinç; “Türkiye Ekonomisine Genel Bakış”, 2023
Dergisi, AY Grup Yayını, Sayı: 49, ss.33-36, Ankara, 2005, s.36.
[16] Yeldan,
Erinç; “Küreselleşmenin Neresindeyiz? Türkiye Ekonomisinde Borç Sorunu ve IMF
Politikaları”, 2003 http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_06.html 26/06/2005.
[17] Yıldırım,
Zeynep; “Türk Lirası Öldü mü?” DOĞU BATI,
Üç aylık düşünce dergisi, FSK Yayınları, Yıl 5, Sayı: 18, ss.253-270 Ankara,
2002, s.267.
[18] Yeldan a.g.m., 26.06.2005.
[19] Tokgöz,
Erdinç; Türkiye’nin İktisadi Gelişme
Tarihi, İmaj Yayınevi, 6. Baskı, Ankara, 2001, s.278.
[20] Babacan, Ali;
“Toplam borç stoku 319.5 milyar YTL”, Sabah
Gazetesi Ekonomi Servisi, 4 Nisan 2005, http://www.sabah.com.tr/2005/04/04/eko117.html
10/09/2005.
[21] HM; “31.03.2005
İtibariyle Dış Borç Stoku”, Basın Duyurusu, Sayı:2005/82 30 Haziran 2005 http://www.hazine.gov.tr/GuncelDuyuru/KAF_20050630_disborcstoku.pdf12-09-2005
13/09/2005.
[22] Yenal, Oktay;
“İktisat Siyasası ve Plan”, İktisat
Siyasası Üzerinde İncelemeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ekonomi
Dizisi:29, s.159-172.Ankara, Eylül 1999, s.164.