AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

TÜRKİYE’DE 1923-1994 DÖNEMİNDE KALKINMA STRATEJİLERİ ÇERÇEVESİNDE UYGULANAN DÖVİZ KURU POLİTİKALARI

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

GİRİŞ

 

1. 1980 ÖNCESİ KALKINMA STRATEJİLERİ VE UYGULANAN KUR POLİTİKALARI

 

2. 1980 SONRASI KALKINMA STRATEJİLERİ VE KUR POLİTİKALARI

2.1. 24 OCAK 1980 İSTİKRAR KARARLARI

2.1.1. 24 OCAK KARARLARININ ALINIŞ SEBEPLERİ

2.1.2. 24 OCAK KARARLARI’NIN ESASLARI VE DÖVİZ KURU POLİTİKASI

 

2.2. 5 NİSAN 1994 İSTİKRAR TEDBİRLERİ

2.2.1. 5 NİSAN İSTİKRAR TEDBİRLERİ NEDEN ALINDI?

2.2.2. 5 NİSAN KARARLARININ ESASLARI VE DÖVİZ KURU POLİTİKASI

 

SONUÇ

 

 

 

GİRİŞ

            Ülkeler arası iktisadî ilişkiler, uluslararası ilişkilerin bir bölümünü oluşturur. Söz konusu ilişkiler, mal ve hizmetlerin mübadelesiyle gerçekleşir. Ülkeler, karşılıklı olarak alım ve satımını, diğer deyişle ithalâtını ve ihracatını gerçekleştirdikleri mal ve hizmetlerin ödemelerinin yapılması için birtakım işlemler ortaya koymuşlardır. Bu işlemlerin yapıldığı piyasaya döviz piyasası ve işlemlere de döviz piyasası işlemleri denir.

 

            Her ülkenin ekonomik şartları aynı olmadığı için ihracat ve ithalât olarak adlandırılan dış ticaret işlemleri de yapı itibariyle farklılık gösterir. Bu yapı farklılığı dolayısıyla ülkelerin döviz piyasasına ilişkin düzenlemeleri yani uygulayacakları kur politikaları farklılık göstermektedir.

 

            Burada, cumhuriyet döneminden itibaren başlamak üzere 1994 yılına kadar, Türkiye’de uygulanan kalkınma stratejileri çerçevesinde uygulanan döviz kuru politikalarına yer verilmektedir.

 

 

1. 1980 ÖNCESİ KALKINMA STRATEJİLERİ VE UYGULANAN KUR POLİTİKALARI

 

            1980 yılı öncesi dönemi; özellikleri ve meydana gelen olaylar, uygulanan politikalar itibâriyle dört dönemde inceleyebiliriz. Bu dönemler, sırasıyla şöyle belirlenebilir:

1) 1923 - 1929 dönemi

2) 1930 - 1950 dönemi

3) 1951 - 1960 dönemi

4) 1961 - 1980 dönemi

 

Bu dönemleri sırasıyla incelemeye çalışacağız.

 

            1923 yılından 1929’da patlak veren büyük dünya ekonomik bunalımına kadar geçen dönem, Cumhuriyetin kuruluş yıllarını kapsar. Türkiye’nin siyasî, sosyal ve hukuki yapısında köklü değişmelerin meydana geldiği bu dönemde iktisat politikasının belirlenmesi amacıyla İzmir’de “Türkiye İktisat Kongresi” düzenlenmiştir.

 

            Kongrede Devletçi liberalizm anlayışının benimsenmesine rağmen 1923-31 yılları arasında iktisâdi faaliyetlerde özel teşebbüse ağırlık verilmiştir. Bu dönemde 1925 yılında Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası adıyla ilk Kamu İktisadî Teşebbüsü oluşturulmuştur. 1924 yılında da İş Bankası, 1926’da Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Bu büyük bankalar yanında 35 küçük yerel banka da kurulmuştur.


[1]

 

            1927 yılına baktığımızda sanayinin geliştirilmesi amacıyla Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun hazırlandığını görmekteyiz. Bu kanun, özel girişimciye geniş ölçüde imtiyazlar ve teşvikler sunmaktadır. Kanundan ilk etapta 435 firma teşvik alarak faydalanır.[2] Ancak serbest ithalât ve ticaret kârının yüksek olması, sanayi teşebbüslerini engellemiştir.[3]

 

            Osmanlı İmparatorluğu, I.Dünya Savaşı’na kadar dış ticarette ve kambiyo işlemlerinde herhangi bir sınırlama uygulamamıştır. Fakat 1914 yılında döviz alım-satımının düzenlenmesi amacıyla Kambiyo Komisyonu kurulmuş ve savaştan hemen sonra bu denetim kaldırılmıştır.[4]

 

            Bu dönemde, karşılıksız olan kağıt para TL, Sterlin’e bağlıydı; serbest dalgalanan kambiyo sistemi geçerliydi ve döviz kontrolü yoktu; kambiyo işlemleri serbestti. Ancak kur dalgalanmasını belirli sınırlarda tutacak kambiyo mekanizması (Kambiyo İstikrar Fonu) da bulunmuyordu.[5] Yani TL, geniş anlamda konvertibldi.[6]

 

            1930-1950 Dönemine gelince; bu devreye kadar, özel sermaye birikiminin azlığı; risk ve belirsizlik faktörleri; teknoloji ve kalifiye insan gücünün yetersizliği v.b. faktörler özel teşebbüsün gelişmesini engellemiştir. Bu nedenle 1930’lu yılların başında devletin ekonomiye katılması düşüncesi önem kazanmıştır. “Devletçilik Dönemi” olarak adlandırılabilecek bu dönemde çok sayıda kamu iktisâdi teşebbüsünün oluşturulduğu ve devletin ekonomide düzenleyici ve özel sektörü teşvik edici rolünün önem kazandığını görüyoruz. diğer taraftan yabancı şirketlerin millileştirilmesi 1933’ten sonra hız kazanmıştır. Millileştirilen 20 kadar yabancı şirket arasında demiryolları, rıhtım işletmeleri, su, telefon, elektrik şirketleri, madenler vb. vardır.[7]

 

            Bu yıllar, Türkiye’de Planlı Kalkınma anlayışının önem kazandığı yıllar olmuştur. 1.Beş Yıllık Sanayi Planı (1933-1937) bu dönemde yürürlüğe konulmuştur. 2.Beş Yıllık Sanayi Planı ise 1939 yılında II.Dünya Savaşı’nın başlaması ile uygulanamamıştır. 1945 yılının sonuna kadar süren savaş yılları, devletin kaynaklarının hemen tamamının millî savunmaya ayrılmasına neden olmuştur.[8]

 

            Devletçiliğe kayış, bugün hâla geçerliliğini sürdüren bir yasanın 1930 yılı başında Meclis’te kabulü ile uç gösterir. Bu yasa 1567 sayılı “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu”dur. Bu yasanın ardından ancak Maliye Bakanlığı’nın iznine bağlı olarak döviz transferi yapılabilmesi için, “Kambiyo Kontrol Rejimi” açıklanır. TL, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında sürdürdüğü konvertibl olma özelliğini artık kaybetmiştir. TL’nin korunması için artık, millî bir tedavül bankası şart hâline gelmiştir. Nihayet 3 Ekim 1931’de faaliyete geçmek şartıyla 11 Haziran 1930’da TCMB yasayla kurulur.[9]

 

            Türkiye 5016 Sayılı Kanunla 19 Şubat 1947’de IBRD(Dünya Bankası)’ye ve IMF(International Monetary Fund)’ye üye olmuştur. IMF bu dönemde sabit ama ayarlanabilir kur sistemini benimsemiştir.[10]

 

            Dünya Bankası ve IMF’nin kuruluş toplantılarına katılmış olan Türkiye’nin, Bretton Woods Antlaşması gereği kendi ulusal parasının değerini ayarlaması durumu söz konusu olmuştur. Böylece TL, ilk defa devalüe edilmiştir. “7 Eylül 1946 Kararları” ile TL’nin %36 oranında devalüe edilmesiyle 1 $, 1,27 TL’den 2,80 TL’ye çıkmıştır. Bu devalüasyonla değeri artan diğer para birimlerinden Sterlin 5,29 TL’den 11,30 TL’ye; İsviçre Frangı 23 Kuruştan 67 Kuruşa çıkmıştır. “7 Eylül 1946 Kararları” şu sonuçları doğurmuştur:[11]

1) İthal mallarının maliyetleri yükselmiştir.

2) Ödemeler Bilançosu 1946’dan îtibâren önemli açıklar vermeye başlamıştır.

3) Fiyatların yükselmesiyle enflasyon körüklenmiştir.

 

            1950 yılında iktidar değişikliği ile birlikte, kalkınma stratejisi, köklü bir değişikliğe uğramıştır: Yoğun devletçilik uygulaması terk edilerek liberal bir iktisat politikasına öncelik tanınmıştır. İktidar partisinin programına göre “özel sektör ve özel sermaye, iktisâdi hayatın temeli” olacaktı. Tarım ön plana geçiriliyor; diğer tüm faaliyetler, tarıma kıyasla konumlarını alıyordu. Ekonomik kaynaklar, tarımın ardından ona yardımcı olacak hizmetlere ve tarımsal ham maddeleri işleyecek sanayilere tahsis edilecekti. Bu dönemde karayolları, limanlar, elektrik santralleri gibi büyük alt yapı yatırımlarına önem verilmiştir. Ancak, kalkınma politikasının bu yönelişinin dönemin asıl ilk yarısında geçerli olduğunu önemle kaydetmeliyiz. Başlangıçta tarım yatırımları îmalât yatırımlarının çok üzerinde olmakla birlikte; ikinci yarıda ithalâtta baş gösteren tıkanmalar nedeniyle îmalât yatırımlarının tekrar ön plana geçtiği görülür. Bu açıklamalara göre 1950-1960 dönemi, kalkınma stratejisi bakımından iki alt döneme ayrılabilir:

1)      1950-1953 Dönemi: Kısmen yabancı kaynaklarla desteklenen, tarımsal gelişme stratejisine dayalı dışa dönük büyüme dönemi.

2)      1954-1960 Dönemi: İstikrar programı ile desteklenen, ithalâtı ikame edici sanayileşme dönemi.[12]

 

Bu dönemde uygulanan bazı politikaları gözden geçirelim:[13]

·         1954 yılında 6224 no.’lu yabancı sermayeyi teşvik kanunu yürürlüğe girmiştir.

·         1954 tarihli petrol kanunu ile daha evvel devlet elinde bulunan petrol arama yetkisi kaldırılmış, 1957’de yapılan bir değişiklikle rafineri kurma hakkı da yabancı sermaye sahiplerine verilmiştir.

·         1950 yılında ithalât %60 oranında libere edilmiştir; Bu oran, bir ara %65’e kadar yükseltilmiştir.

·         1950’de 5583 sayılı hazinece özel teşebbüse kefalet edilmesi ve döviz taahhüdünde bulunulmasına dair kanun, Maliye Bakanlığı’nı, özel girişimin 300 milyon TL’yi geçmemek şartıyla dışarıdan sağladığı uzun vadeli borçlara kefil saymıştır.

·         1950’de kurulan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, özel girişime düşük faizli, projeye bağlı döviz kredisi verme amacına yöneliktir.

 

            1955 yılında Doların 2,30 TL’den 5,20 TL’ye çıkarıldığı bir devalüasyonla karşılaşmaktayız. Ortaya çıkan ekonomik problemler ve bozulan dengelerin yeniden sağlanması amacıyla başvuruda bulunulan IMF’nin ve OECD’nin Türkiye için hazırladığı “reçete” acıdır. Böylece hükûmetçe “4 Ağustos 1958 Kararları” alınır. Bu kararlara göre banka kredileri durdurulacak; bütçe açık finansmanına son verilecek ve devalüasyon yapılacaktır. Neticede hiç de yenilir yutulur cinsten olmayan bir devalüasyonla 2,80 TL olan Dolar kuru, bir defada 9 TL’ye çıkarılır.[14] Böylece TL %320 oranında devalüe edilmiş olmaktadır.

 

            1960 Askerî darbesi sonrasında siyasî yapı değişikliğiyle birlikte ekonomi politikasında da yeni ilkeler kabul edilmiştir. Bu dönemde ülkenin 1950’lerde uğradığı ekonomik bunalımlara plansız ve programsız bir politikanın izlenmiş olması sebep gösterilerek, ekonomi politikasının bir plana göre yürütülmesi fikri benimsenmiştir. Bu amaca paralel olarak 1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. DPT’ce hazırlanacak planların beşer yıllık dönemler için yapılması kararlaştırılmıştır. İlk planlı uygulamaya 1963’te geçilmiştir.[15]

 

            I.Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1963-1967 yıllarını kapsamaktadır. Bu dönemin ekonomik stratejisi “Karma Ekonomi” olarak belirlenmiştir. Buna göre ithal ikamesi politikası kabul edilmiştir. Daha sonraki beşer yıllık planlar da bu temele göre hazırlanmıştır. Bu politika benimsenirken her ne kadar dışa bağımlılığın azaltılması hedeflenmişse de yapılan uygulamaların tersi yönde olduğu görülmüştür. Ülkeye direkt olarak giremeyen yabancı firma ve kuruluşlar, yerli firma ve kuruluşlarla ortak olmak suretiyle montaj sanayi, ham madde ve ara malı yönünden dışa bağlı olan dayanıklı tüketim malları sanayiini oluşturmuşlardır.[16]

 

            1970’in en önemli olayı, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği ve diğer konular için katma protokolün imzalanmasıdır. 1973’teki petrol krizi; 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı ve Batı’nın bu harekat nedeniyle uygulayacağı ekonomik ambargo ile birleşince, Türkiye 70’lerin sonuna doğru yokluklar ülkesi hâline gelir.[17]

 

            Türk parasının aşırı değerlenmesi durumu basit kur ayarlamaları ile düzeltileceği yerde, karmaşık bir katlı kur, prim, vergi iadesi gibi uygulamalarla telâfi edilmek istendiğinden 1970 yılı sonunda bir ödemeler dengesi bunalımı başlamış, %66 oranında yapılan devalüasyonla TL’nin resmî değeri gerçek değerinin %6 altında tutulmuştur. Bunun faydaları görülmüş, ilk defa cari işlemler 1974 yılında fazlalık vermiş, rezerv birikimi iki milyar doları aşmıştır.[18]

 

            1970 yılı sonrasında büyük-küçük çapta birçok devalüasyonlar gerçekleştirilmiştir. 1975’te Dolar 13,85 Lira olur. Bir süre sonra %25’lik devalüasyon bunu takip eder. 1 Mart 1978’teki devalüasyon ise %33 oranında olup 19,25 TL olan $, 25 TL’ye yükselecektir.[19] 10 Nisan 1979’daki devalüasyonla doların değeri 25 TL’den 26,50 TL’ye; 11 Haziran 1979’daki devalüasyonla da 47,10 TL’ye yükseltilmiştir.[20]

 

            Alınan tüm tedbirlere rağmen ekonomideki kötü gidişe dur denilememiştir. İç ve dış faktörler dolayısıyla Türkiye Ekonomisi, 1979 yılında krize girmiştir. Petrol fiyatlarındaki artışlar; dünya ekonomisinin girdiği resesyon; ülke içinde uygulanan ithal ikame politikaları gereği aşırı değerlenmiş kur; negatif faiz gelirleri; döviz dar boğazına girmemiz, böylece îmalât sanayiinde büyük oranda gerilemelere ve 1979’da %64 oranında enflasyona sebep olmuştur.[21]

 

            Tüm bu olumsuz şartlar yeniden köklü tedbirler yani 24 Ocak Kararları’nın alınmasını gerekli kılmıştır.

 

 

 

2. 1980 SONRASI KALKINMA STRATEJİLERİ VE KUR POLİTİKALARI

2.1. 24 OCAK 1980 İSTİKRAR KARARLARI

            1980 Yılı Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur. Artık, ithal ikameci sanayileşme politikası bir tarafa bırakılarak, ihracatın geliştirilmesine ve ekonominin dışa açılmasına yönelik bir gelişme politikası benimseniyordu. Bu amaçla “24 Ocak 1980 Kararları” adıyla bir dizi yeni tedbirler yürürlüğe konmuştur.[22]

 

 

2.1.1. 24 OCAK KARARLARININ ALINIŞ SEBEPLERİ

            Kararların esaslarına geçmeden evvel bu kararların alınmasını gerekli kılan şartları incelemek, herhalde, uygun olacaktır. 1980 yılına girerken Türkiye ekonomisinin genel durumu şöyle bir görünüm arz etmekteydi:[23]

·       Döviz gelirlerinin yetersiz olması nedeniyle reel ithalât 1978 ve 1979’da sırasıyla %35,2 ve %13,2 azalmıştır. Türkiye ekonomisinin ara ve yatırım malları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olmasıyla Gayri Sâfi Millî Hasıla, 1979’da reel olarak azalma göstermiştir.

·       İhracat reel olarak 1979’da %20 gerilemiştir.

·       1979’da ödenmeyen dış borçlar ertelenmiş, ekonominin kredibilitesi artık son noktasına varmış ve dış borç servis yükü %45,6’ya yükselmiştir.

·       Üretimin aksaması atıl kapasite oranını artırmış; maliyetler yükselmiş; mal ve hizmet arzı azalmıştır.

·       Üretim azalırken ve maliyetler yükselirken toplam harcamalar azalmamış, böylece enflasyon hızı devam etmiş ve 1979’da %63,9’a ulaşmıştır.

·       Ayrıca Türkiye ekonomisinin lokomotiflik görevini yapan tarım üretimi, ithal girdilerinin (gübre, ilaç....) azalmasıyla tehdit altına girmiştir.

·       Diğer taraftan sanayi sektörünün GSMH içindeki payı, sabit fiyatlarla 1978’de %24,1 iken 1979’da %22,9’a düşmüştür.

·       İhracatın ithalâtı karşılama oranı %45’e düşmüştür.

 

 

2.1.2. 24 OCAK KARARLARI’NIN ESASLARI VE DÖVİZ KURU POLİTİKASI

            1980 yılı başlarında Türkiye ekonomisinde negatif büyüme hızı, yüksek enflasyon, cari işlemler açığı gibi sorunlar 24 Ocak Kararları’nı kaçınılmaz kılmıştır.[24]

 

                Söz konusu şartlar altında 24 Ocak Kararları’nın, uygulamaya konurken, serbest piyasa ekonomisi düşüncesi çerçevesinde dayandığı temel prensipler şöyle özetlenebilir:[25]

·       Özel sektöre ağırlık vermek,

·       İthalâtı libere ederek ekonomiyi dış rekâbete açmak,

·       Gerçek maliyetlere dayanan bir üretim yapısı için; fiyatları serbest bırakmak, faiz oranlarını serbest bırakmak, reel gelişmeleri yansıtabilecek döviz kuru politikası izlemek,

·       Ekonomiye güvenin sağlanması ve uluslararası finans piyasaları ile bütünleşebilmek için, kambiyo işlemlerini serbestleştirmek.

 

            24 Ocak ve onu izleyen diğer kararlarla serbest piyasa ekonomisi mekanizmasının çalışmasına yönelik aşağıdaki uygulamalar başlatılmıştır:[26]

·         Fiyat kontrol komiteleri kaldırılmış ve fiyatlar serbest bırakılmıştır.

·         Faiz oranları 1 Temmuz 1980’den itibaren serbest bırakılmıştır.

·         KİT ürünlerine yapılan zamlarla zararları azaltılmış ve KİT ürünlerinin fiyatları serbest bırakılmıştır.

 

            İthalâtın serbestleştirilmesi yönünde en önemli adım, 1984 yılı ithalât rejimiyle atılmıştır. Yeni rejimle ithalâtı yasak malların sayısı ile gümrük ve istihsâl vergileri oranları önemli ölçüde azaltılmıştır.[27]

 

            24 Ocak Kararları’nın felsefesi, ekonominin serbest piyasa kurallarına uygun olarak dış dünya ile bütünleşmesinin sağlanmasıdır. Kambiyo rejiminde serbestleşmeye gidilmiştir. Bu amaçla yapılan en önemli değişiklik, döviz kuru politikasında olmuştur.[28] Burada, gerçekleştirilen belli başlı değişikliklere değinmekle yetineceğiz. Esas değişiklikleri 3.bölümün birinci konu başlığı altında incelemeye çalışacağız.

 

            24 Ocak 1980 günü açıklanan istikrar tedbirleriyle %48,9 oranında devalüasyon yapılmış ve 1 ABD Doları 47,10 TL’den 71,40 TL’ye çıkarılmıştır. Ancak, bu devalüasyonla çoklu kur uygulaması gerçekleştirilmiştir. Çünkü Gübre ve ziraî ilaçlar için kur, 55 TL olarak belirlenmiştir.[29]

 

            Faiz haddi gibi bir diğer anahtar fiyat olan döviz fiyatının serbest piyasada oluşumu, “serbest piyasa ekonomisi” mantığının tabii bir uzantısı olarak gündeme getirilmiş ve amacın TL’yi “konvertibl” bir para yapmak olduğu açıklanmıştır.[30] Bu amaçla 1 Mayıs 1981’den îtibâren tek kur uygulamasına geçilmiş, aynı zamanda döviz kurları Merkez Bankası tarafından günlük olarak belirlenmeye başlamıştır.[31]

 

            29 Aralık 1983 kararlarını izleyerek, ticarî bankaların döviz kurunun belirlenmesindeki rolü devreye sokulmuştur. Buna göre Merkez Bankası'nın belirlediği kurun %6 (artı veya eksi) sapmayla ticarî bankalarca belirlenmesine izin verilmiştir. 1 Temmuz 1985’ten îtibâren de tamamiyle bir serbestiyet getirilmiş, ancak spekülasyonun yoğunlaşması ve döviz kurunun tırmanması üzerine 14 Mart 1986’da Merkez Bankası tekrar devreye girmiş ve kur belirlemeye devam ettiği gibi ticarî bankalara bırakılan “marj” da (+ veya -) %1’e daraltılmıştır. Döviz kurunun Merkez Bankası’nca belirlenmesi uygulaması sürdürülmüş; döviz fiyatının serbest piyasada oluşması gerçekleştirilememiştir.[32]

 

            Yapılan diğer bir değişiklik ise miktar kontrolleri ve yasaklar sisteminin gevşetilmesi, cezai önlemlerin kaldırılmasıdır. Daha önce belli şartları yerine getiren bankalara tanınan döviz pozisyonu tutma yetkisi, bütün bankalar için genişletilmiş ve pozisyon tutma oranı da artırılmıştır.[33] Böylece bir önceki yıl 250 milyon $ üzerinde girdisi olan ilgili bankalar, 25 milyon $’dan fazla döviz tutabilme hakkına sahip olmuşlardır.[34]

 

            Türkiye’de yerleşik kişilerin ya da yabancıların yanlarında her türlü dövizi bulundurmaları, bankalarda döviz hesabı açtırmaları ve bunu istedikleri gibi kullanmaları serbest bırakılmıştır.

 

            Ayrıca 29 Aralık 1983’ten îtibâren yurt dışına çıkıştaki sınırlandırmalar kaldırılmış ve her çıkış için alınabilecek döviz miktarı, 500 $’dan 1000 $’a çıkarılmıştır.[35]

 

 

2.2. 5 NİSAN 1994 İSTİKRAR TEDBİRLERİ

2.2.1. 5 NİSAN İSTİKRAR TEDBİRLERİ NEDEN ALINDI?

            Türkiye, 1989 yılı ortalarında sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırdı ve 1990 başında Türk Lirasını konvertibl ilân ettiğini açıkladı.Böylece 1990 başından îtibâren belki de dünyanın en liberal kambiyo rejimine geçildi. Alınan bu kararların kamuoyunda hiç tartışılmadığı ve zaten ekonomi bürokratlarınca da benimsenmediği ifade edilmiştir. Sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, kişiler ve kurumlar açısından bir özgürlük olarak nitelendirilmiş olmakla birlikte birçok iktisâdi politika tercihlerinin yapılamaz duruma gelinmesi gibi bir riskle de karşı karşıya kalınmıştır. En önemlisi, faizlerin kontrol edilebilme yeteneği elden kaçmıştır. Durum böyle olunca hükûmetin 1993 yılı ortasından îtibâren sermaye hareketlerine hiçbir kısıtlama getirmeden faizleri kontrol etme gibi bir serüvene atılması, 1994 krizinin patlak vermesine sebep olmuştur. Kambiyo rejimindeki serbestiyet, ihracatı teşvik edebilmek ve ihraç ürünlerine düşük fiyatla pazar şansı oluşturabilmek için kur ayarlayabilme imkânını da hükûmetin elinden almıştır.[36]

 

            Yukarıda bahsedilenlerden, Türkiye ekonomisinin 1989-90 yıllarında sermaye hareketlerini serbestleştirecek ekonomik dengelere sahip olmadığı hâlde bu kararları aldığını göstermektedir. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için söz konusu dönemdeki bazı temel gelişmeleri incelememiz gereklidir. Aşağıda bahsedeceğimiz temel büyüklükler, 5 Nisan’a nasıl gelindiğini ve tedbirlerin neden alınması durumunda kalındığını gözler önüne sermektedir. 1990-94 dönemini, 1985-89 dönemiyle karşılaştırarak bu durumu açıklamaya çalışacağız:[37]

·       1990-95 arasında Türkiye, toplam 75 milyar 585 milyon dolarlık (FOB) ihracat gerçekleştirdi. İhracat, 1985-89’u kapsayan beş yıllık döneme göre %51,6 artış gösterdi.

·       Türkiye, son beş yılda toplam 119 milyar 47 milyon $’lık ithalât yaptı. İthalât, bir önceki beş yılın ithalâtına göre %82,7 oranında büyüdü.

·       Sermaye hareketlerinin serbest olduğu son beş yılda Türkiye 43 milyar 462 milyon $ dış ticaret açığı vermiş; açık, 1985-89 dönemine göre %184,4 oranında büyüme kaydetmiştir.

·       Türkiye’nin cari işlemler dengesi, konvertibilite döneminde toplam 7 milyar 112 milyon $ açık verdi. Açık 717 milyon $ olduğu 1984-89 dönemindekine göre %878,3 oranında artış gösterdi.

·       1990-94 yıllarını kapsayan beş yılda Türkiye’ye sermaye hareketleri, borçlanma yoluyla 1994 yılındaki 4 milyar $’lık net çıkışa rağmen 10 milyar 57 milyon $’lık net bir giriş yaşandı.

 

            Ayrıca şunu da ilave etmekte fayda vardır: “5 Nisan tedbirlerinin alınmasına sebep olan kriz, her ne kadar 1994’le birlikte hız kazanmış olsa da her şeyin birden bire oluğu söylenemez. Bugünkü krizin belli başlı sebepleri; yıllardır devam eden yüksek enflasyon, devletçi ekonomi, terör, rantiyeliğin özendirilmesi, kanun hakimiyetinin sağlanamaması, negatif beklentiler, komşu ülkelerle ticaretin gelişmemesi, eğitim ve yolsuzluklardır”.[38]

 

 

2.2.2. 5 NİSAN KARARLARININ ESASLARI VE DÖVİZ KURU POLİTİKASI

            5 Nisan 1994 kararlarına bakıldığında genel olarak dünyada yürürlüğe konulan istikrar tedbirleri ile paralellik gösterdiği görülecektir. Özellikle de 1985 yılında İsrail’de yürürlüğe konan istikrar paketiyle benzerlikler içermektedir.[39]

 

            5 Nisan 1994’te alınan kararların tümünü buraya aktarmamız mümkün olmadığı için belli başlı kararları[40] aktarmakla yetineceğiz:

·       Kamu açıkları düşürülmeye çalışılarak, böylece Merkez Bankası’nın parasal büyüklükler üzerindeki kontrol gücü artırılacak ve malî piyasalarda istikrar sağlanacaktır. Bu amaçla munzam karşılığı ve disponibilite uygulamaları yeniden düzenlenmiştir.

·       Hazine ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’ndan kredi kullanımlarına sınırlama getirilerek, Merkez Bankası daha özerk bir yapıya kavuşturulacaktır.

·       Bir yandan kamu gelirlerini artırıcı tedbirler yürürlüğe konurken, öte yandan kamu harcamalarının kısıtlanması yönündeki tedbirler taviz verilmeden uygulanacaktır. Açıkları kapatmak için borç alıp, faizini ödemek için tekrar borçlanma kısır döngüsüne son verilecektir.

·       KİT mal ve hizmet fiyatları, döviz kurundaki artışlar ve piyasa şartları dikkate alınarak yeniden belirlenerek önemli ölçüde artırılmıştır.

·       Önümüzdeki dönemde başta ihracat olmak üzere, turizm, dış müteahhitlik, ve döviz kazandırıcı tüm hizmetler, Türkiye ekonomisinin itici gücü olmak zorundadır. Daraltılacak yurt içi talep, yurt dışı talebin artırılması yoluyla dengelenecek, bu yolla üretim, istihdam ve döviz gelirleri artırılacaktır.

·       Programın gerektirdiği malî fedakârlığın toplumun tüm kesimlerine dengeli dağıtılabilmesi için yeni vergi düzenlemeleri yapılacaktır. Mesela net aktif vergisi ve ek vergi, bu amaçla ihdas edilen vergilerdendir.

·       Orta vadede, ekonomik kalkınmanın sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşması, istikrar programının yanı sıra kamunun yeniden yapılandırılmasını hedefleyen yapısal düzenlemeleri zorunlu kılmaktadır. Bu amaç doğrultusunda vergi reformu, özelleştirme, tarımsal destekleme politikaları ve kamu kesiminde istihdamın rasyonalizasyonu konularında köklü değişiklikler yapılacaktır.

·       5 Nisan programının kur politikasını ise şöyle özetleyebiliriz. Döviz kurunun hedeflenen enflasyon oranı ile uyumlu bir şekilde gelişmesini sağlamayı amaçlayan bir kur politikası...[41] 5 Nisan programı çerçevesinde bütün ekonomik değerlerin gerçek değerlerine getirilmesi ilkesi benimsenmiş olduğundan kambiyo kurunda da gerçek kura dayanan bir politika izlenmesi öngörülmüş bulunmaktadır.[42]

 

 

SONUÇ

            Türkiye’nin siyasî, sosyal ve hukukî yapısında köklü değişikliklerin meydana geldiği Cumhuriyet döneminde, iktisat politikasının belirlenmesi amacıyla İzmir’de “Türkiye İktisat Kongresi” düzenlenmiştir. Kongre’de devletçi liberalizm belirlenmesine rağmen 1923-1930 yılları arasında iktisadî faaliyetlerde özel teşebbüse ağırlık verilmiştir. 1927’deki Teşvik-î Sanayi Kanunu’nun kabulüyle de ilk etapta sağlanan imtiyaz ve teşviklerden 435 firma faydalanmıştır. Karşılıksız olan TL’nin Sterlin’e bağlı olduğu Cumhuriyet döneminde serbest dalgalanan kambiyo sistemi geçerliydi ve döviz kontrolü yoktu. TL de geniş anlamda konvertibldi.

 

            1930-1950 devresinde devletçiliğe radikal bir şekilde kayma çabası olduğunu görmekteyiz. Bu amaçla KİT’ler kurulur. Konvertibl olma özelliğini kaybeden TL’nin korunması için 1930’da Merkez Bankası’nın kurulması kararı alınır. Dünya Bankası’na ve IMF’ye üye olduğumuz bu dönemde Bretton Woods Anlaşması gereği 7 Eylül 1946’da TL, %36 oranında devalüe edilir.

 

            1950’li yıllara baktığımızda kalkınma stratejisinin köklü bir değişikliğe uğradığını görmekteyiz. Yoğun devletçilik uygulamasından liberal bir iktisat politikasına geçiş yapıldığı bu devrede “özel sektör ve özel sermaye, iktisadî hayatın temeli” kabul edilir. Bu devrede büyük ölçüde alt yapı yatırımları gerçekleştirilir. Dönemin ikinci yarısı sonrasında bozulan ekonomik dengelerin sağlanması amacıyla “4 Ağustos 1958 Kararları” alınır.

 

            1960 yılından sonra planlı hayata geçilir. Planların koordinasyonu amacıyla 1961’de DPT kurulur. Beşer yıllık olarak hazırlanan planların ilki 1963’te uygulamaya konur. Türkiye 1970’li yılların sonlarına doğru Kıbrıs Harekatı, ambargo ve diğer faktörler nedeniyle yokluklar ülkesi haline gelir. Böylece ülke, “24 Ocak Kararları”nın alınmasını gerektirecek bir hâle gelmiştir.

 

            1980 yılı, Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur. 24 Ocak’ta alınan kararlar ihtilâl sonrasında da esas alınmış ve bu doğrultuda hareket edilmiştir. Türkiye’nin 80 sonrası yeni stratejisi, dışa dönük büyüme olacaktır. Dönemin ekonomik felsefesi, serbest piyasa kuralları çerçevesinde oluşturulmuştur. Hedef, dış dünya ile bütünleşmektir. Söz konusu dönemde döviz kuru politikasının da esaslı bir değişikliğe uğradığını görmekteyiz. Kurlar artık, serbest piyasada oluşacaktır. 1 Mayıs 1981’den itibaren tek kur uygulamasına geçilir ve aynı zamanda döviz kuru, Merkez Bankası’nca günlük olarak belirlenmeye başlar. Alınan kararlar ve uygulanan politikalar sonucu 1980 sonrasında ihracatta kayda değer bir artış olduğunu gözlemlemekteyiz. 1980-89 dönemi, genel olarak ihracatın artan oranda; buna karşılık, dış ticaret açığının azalan oranda gerçekleştiği yıllardır.

 

            1989 yılı sonrasında sermaye hareketlerindeki tüm kısıtlamaların kaldırıldığını ve 1990 yılında TL’nin konvertibl ilan edildiğini görmekteyiz. Fakat bu gelişmelerin bir süre sonra yanlış zamanda ve yanlış şekilde alınan kararlar sonucu meydana geldiği anlaşılacaktır. Çünkü sermaye hareketlerine hiçbir kısıtlama getirilmeden faizlerin kontrol edilmeye çalışılması, ülkeyi “5 Nisan 1994 Kararları”na götürecektir. Neticede istikrar tedbirleri paketi açılarak ekonomik politikalar, IMF ile yapılan Stand-by anlaşmasına uygun bir şekilde uygulanmaya başlar. Kur politikası olarak, öngörülen enflasyon oranı ile uyumlu bir politika izlenmesi hedeflenir. 5 Nisan programı çerçevesinde ekonomik değerlerin gerçek değerlerine getirilmesi ilkesi benimsendiğinden, döviz kurunda da gerçek kura dayanan bir politika izlenmesi öngörülmüştür. 5 Nisan sonrası dönemde genel olarak istikrarlı bir döviz piyasasından bahsedilebilir. Kurlarda ani iniş ve yükselişlerin olmadığı bu dönemde kur hedefleri büyük ölçüde gerçekleşmiştir.

 

            1989 sonrasındaki gelişmelerden birinin “TPKKH 32 Sayılı Karar” olduğunu ilave etmeliyiz. Bu kararla gerek 1989’daki şekliyle ve gerekse sonraki tarihlerde yapılan değişiklerle döviz piyasasında düzenlemeler yapılmaya çalışılmıştır. Ayrıca 1993 yılından itibaren yetkili müesseselere işlem yapma izni verilmesi ve 1996 yılına yaklaşırken vadeli teslim döviz piyasası uygulamasının başlatılması, dönemin diğer önemli gelişmelerindendir.

 

            24 Aralık 1995, Milletvekili seçimi sonrası kurulan koalisyon hükûmetinin yeni bir “istikrar tedbirleri paketi”ni hazırlamakta olduğunun belirtildiği şu günlerde, piyasalarda herhangi olumsuz bir durum söz konusu değildir. Döviz piyasasında da devalüasyon ihtimâlinin olmadığı ifade edilmektedir.

 

            Ülkenin mevcut ekonomik şartlarını göz önünde bulundurduğumuzda bizim kur politikasıyla ilgili teklifimiz, politikanın gerçekçi kur esasına dayalı bir şekilde sürdürülmesi olacaktır. Ülke ekonomisini etkileyen diğer birçok faktör olmakla birlikte iktisat politikalarından biri olan döviz kuru politikasının; “enflasyon oranıyla uyumlu ve gerçekçi kur esası”na dayalı olması hâlinde, bunun ülke ekonomisinin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmasını kolaylaştırıcı özelliğe sahip olacağı göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.

 

 

Mehmet Behzat Ekinci,

Erciyes, İktisat, Lisans Programı.

mbekinci@akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

 

 

 



DİPNOT - REFERANS

[1] Coşkun Can Aktan, Gerçek Liberalizm Nedir?, T Yayınları, İzmir, 1994, s.107.

[2] Kerem Alkin, “70 Yıllık Ekonomi Tarihimiz ... Olaylar, Kişiler, Krizler”, Makro Ek, Kasım 1994, s.5.

[3] Rıfat Yıldız, Konvertibilite, Atatürk Üniv. Yayınları No:639, Erzurum, 1987, s.152.

[4] Erdoğan Alkin, Türkiye’de İzlenen Kur Politikası, Meban Sermaye piyasası Araştırma Merkezi, 1981, s.8.

[5] Gülten Kazgan, Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 1988, s.248-249.

[6] Yıldız, a.g.e., s.152.

[7] Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, s.81.

[8] Aktan, a.g.e., s.112.

[9] Alkin, a.g.e., s.7-9.

[10] Kazgan, a.g.e., s.261-263.

[11] Şevki Çobanoğlu, Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Uhud Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1992, s.32.

[12] Cihan Dura, Türkiye Ekonomisi, Erciyes Üniv. Yayınları No:19, Kayseri,1991, s.11-12.

[13] Kazgan, a.g.e., s.263-265.

[14] Alkin, a.g.e., s.13.

[15] Çobanoğlu, a.g.e., s.37-38.

[16] Çobanoğlu, a.g.e., s.38.

[17] Alkin, a.g.e., s.16.

[18] Vildan Serin, Para Politikası, Marmara Üniv. Yayını, İstanbul, 1987, s.375-377.

[19] Alkin, a.g.e., s.16.

[20] Çobanoğlu, a.g.e., s.40-41.

[21] Serin, a.g.e., s.376.

[22] Dura, a.g.e., s.202.

[23] Yıldız, a.g.e., s.200.

[24] Aktan, a.g.e., s.126.

[25] Yıldız, a.g.e., s.201.

[26] Yıldız, a.g.e., s.202.

[27] Dura, a.g.e., s.202.

[28] Yıldız, a.g.e., s.202.

[29] Çobanoğlu, a.g.e., s.43.

[30] Kazgan, a.g.e., s.346.

[31] Yıldız, a.g.e., s.203.

[32] Kazgan, a.g.e., s.347.

[33] Kazgan, a.g.e., s.347-348.

[34] Kazgan, a.g.e., s.348.

[35] Yıldız, a.g.e., s.204.

[36] Özer Doğan, “1990’dan Önce ve Sonra Ekonominin Performansı: Konvertibilitenin bilançosu”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı:5, 15 Mayıs 1995, s.28-30.

[37] Doğan, a.g.e., s.29-30.

[38] Osman Demir, “Ekonomik Kriz ve Hatada Israr”, Çerçeve, Müsiad, Sayı 10, Temmuz-Ağustos 1994, s.33.

[39] M. İlker Parasız, Kriz Ekonomisi, Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Politikaları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Yayınları, 1. Baskı, Bursa, Ocak 1995, s.174.

[40] Parasız, a.g.e., s.174-186.

[41] Parasız, a.g.e., s.174.

[42] Yalım Erez, “5 Nisan Kararları ve Kur Politikası”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Haziran 1994, s.8.

 

 

 

Sayfa Başı