AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

TÜKETİCİYE REKLAM PENCERESİNDEN BAKMAK

 

-Pekos?

-Si

-Patos?

-Si...

şeklindeki karşılıklı konuşmadan sonra bu iki kişi anlaşıyor. Yukarıdaki kısım, bildiğiniz gibi bir televizyon reklamında geçen konuşmaydı. Bu şahısların anlaşmasını sağlayan ise bir firmanın "Pekos, Patos..." gibi ürünleridir. Reklamı defalarca ve her seferinde zevkle seyretmişimdir. Ve hep "keşke bütün reklamlar böyle olsa" diye geçirmişimdir içimden...

 

            Mamul reklamlarıyla ilgili olarak çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Bunlardan birini aşağıya alıyoruz:[1]

1.      Öncü Reklam: İlk defa pazara sunulan bir mal fikrinin veya bir mal grubunun tanıtılması ve benimsetilmesi amacını güden reklam.

2.      Rekabet Edici Reklam: Seçici talep veya marka tercihi meydana getirilmeye çalışılan reklam.

3.      Hatırlatıcı Reklam: Mal veya hizmet bilinmekle beraber, satışlarda azalmaların başladığı zaman yapılan reklam.

 

            Piyasaya yeni bir mamul süren firmalar "Öncü Reklam"dan sonra "Rekabet Edici Reklam" ve "Hatırlatıcı Reklam” aşamalarına geçip tüketicileri yoğun bir reklam bombardımanına (!) tutmakta ve mamulleri için bir talep oluşturmaya, bu yolla satışlarını artırmaya çalışmaktadır.

 

            Reklam, rekabet piyasasının en etkili silahlarından biridir. Bu silah o kadar yoğun bir şekilde kullanılır ki bir günde yüzlerce reklamla karşılaşmak mümkündür. Her yanımız reklamla doludur. Öyle ki dinlenmek amacıyla gittiğimiz parklarda bile ağaçlara çakılı reklam tabelalarıyla karşılaşırız. Televizyondan radyoya, gazetelere ve dergilere kadar tüm medyada, yollarda, taşıtlarda, hatta havada bile reklam, reklam, reklam...

 

            Rekabet ortamında mamul satışını artırmanın en etkili yollarından birinin reklam olduğunu belirtmiştik. Zaten bu kadar reklamla karşılaşılmasının sebebi de budur. Reklamlar tüketicileri öyle etkilemektedir ki ihtiyacı olanlarla birlikte olmayanlarda dahi talep etme yönünde harekete sebep olmaktadır.

 

            Firmalar reklamın satışları lehine olan etkisini gerçekleştirmesi için gerekli masraflardan kaçınmamaktadır. Bu etkinin farkında olan firmalar, satışlarının kayda değer bir kısmını reklam harcamalarına ayırmaktadır. 1991 yılında ABD'de reklam harcaması en fazla olan üç firma şunlardır:

1.      General Motors: 1.442 Milyar $

2.      Phillip Morris: 2.046 Milyar $

3.      Procter & Gamble: 2.149 Milyar $

"Procter & Gamble" fırmasının harcamalarını günümüz kuru ile hesapladığımızda yaklaşık olarak 200.000.000.000.000 TL'lik bir meblağla karşılaşmaktayız. Türkiye'de de reklamın harcamaları artırmada önemli bir faktör olduğu anlaşılmıştır. 1993 yılında yapılan bir araştırmada bir önceki yıla göre %30 oranında bir artışla 30 trilyonun üstünde bir reklam harcaması yapıldığı ifade edilmektedir.[2] Elimizde veri olmadığı için günümüzdeki reklam harcaması hacmini net olarak veremiyoruz. Fakat mevcut reklamlar göz önünde bulundurulduğunda bunun yüzlerce trilyonla ifade edilebileceğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.

 

            Reklamların günlük hayatta karşımıza çıkan yönüne baktığımızda maalesef tüketiciler lehine bir durumun varlığından bahsedemeyiz. Çünkü her gün yüzlercesiyle karşılaştığımız reklamların olumsuz yönleri, olumlu yönlerinden daha ağır basmaktadır.

 

            Reklamın tüketicilere faydası nedir? Veya şöyle soralım: Tüketicilerin reklamdan beklentisi nedir? Reklam tüketicilere ne sağlamalıdır? Normal şartlarda tüketicilere bilgi sağlamalıdır. Yani ihtiyacını duyduğu bir malın veya hizmetin en uygun olanını seçmesi için bir araçtır reklam. Ancak dikkat ederseniz hep " –meli -malı " deriz. Söylenenler temenniden öteye gitmez. Çünkü reklamlar vasıtasıyla bu temennilerin aksine, tüketicileri bir mal veya hizmet hakkında bilgilendirmekten ziyade aldatarak söz konusu malın veya hizmetin talep edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Sanki tüketicilere "saf ve aldatılmaya müsait hatta aldatılması gereken varlıklar" gözüyle bakılmaktadır.

 

            Bahsettiğimiz düşünce tarzı özellikle TV reklamlarında söz konusudur. (Tüm reklamların aynı nitelikleri taşıdığı gibi bir iddiamız yok. Ancak bu durum, reklamların geneli açısından geçerlilik arz etmektedir.) Bir muktesidin de dediği gibi "O kadar çok ve saçma reklam var ki izlemeye tahammül edebileni tebrik etmek lazım."

 

            Keşke reklamlar izlenebilecek nitelikte ve esas amacına uygun bir şekilde hazırlanmış olsa... Bazı reklamlar vardır ki zevkle izlenir: bazıları da vardır ki tahammül edilemezler: Mesela:

·         Bir bankanın "Bay Pardon"lu reklamlarını izlemekten hoşlanmayan bir kişiyi ne gördüm ne de duydum. İnsan sıkılmadan izleyebiliyordu. Bir dizi şeklinde hazırlanan bu reklamın birinde "Bay Pardon" tezkeresini almış dönerken kaza yaptığı için -tüketiciler böyle bir şey olmadığını bildikleri halde- "Bay Pardon öldü mü?" sorusuyla telefon yağmuruna tutulduklarını belirtmişti reklam ajansı yetkilisi. "Bay Pardon" daha sonra "Anlamadım" sözüyle bir başka bankanın reklamını yaparak karşımıza çıkmıştı.

·         Bir firmanın yazımızın başında bahsettiğimiz reklamı için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hatta bu reklam, milletlerarası kardeşliği vurguladığı düşüncesiyle ödül bile almıştır.

·         Bir otomobil fabrikasının, bir çocuğun "Babam öyle diyo" Sözüyle biten reklamı da son derece ilgi görmüştü.

·         Uzun zamandır bir başka bankanın televizyonda seyrettiğimiz reklamı da beğenilen reklamlar arasına girmeyi başarmıştı. "Başka bir arzunuz?" sorusundan sonra "Siz, hep ‘Başka bir arzunuz?’ diye soran bir bankanız olmasını istemez misiniz?" sorusuyla biten bu reklam sıkılmadan, zevkle izlenebilecek bir reklamdı. Ve daha bir çokları...

 

            Bunlara karşılık izlenmesi insana zevk vermeyen bazı reklamlar da vardır. Özellikle temizlik maddeleri ile ilgili reklamları bu sınıfa koyabiliriz. (Hayati bir olgu olmakla beraber nedense temizliğe yönelik reklamlar genelde zevksiz niteliktedir.):

·         Mesela Ayşe Teyzesi'nin "cırt" diye yırtılan gömlek için tavsiye ettiği temizlik maddesi reklamını kaç kişi seyretmekten hoşlanmaktadır?

·         Bir deterjan kutusunun durduğu yerde bir kutuyla vurulup devrildiği reklam her çıkışında "Yine mi bu reklam?" denildiğine çok şahit olmuşumdur. Deterjan üreten firmalar, her yeni -aslında yeni değil, yeni gibi gösterilmeye çalışılan- ürünlerini piyasaya sürüşlerinde bu tip "rekabet edici reklam"lara başvurmaktadır. Bu şekilde birbirlerinin kutusunu devirerek (!) seçici talep oluşturmaya çalışmaktadırlar.

·         Diş macunu ve fırçası reklamlarının da bunlardan farkı yoktur. Nedense hep %100 etkili olanını üretmelerine rağmen, mamul yenileme faaliyeti orada bitmez. Piyasaya farklı isimlerle yeni mamuller sürerler. Fakat nasıl oluyorsa çıkan yeni ürün, daha evvel %100 etkili diye reklamını yaptıkları üründen daha etkilidir.(!) Şunu da anlayabilmiş değilim: Acaba normalde bir nohut tanesi kadar kullanılması gereken diş macununu fırçaya baştan sona kadar sürmekle tüketicileri yanıltmış olmuyorlar mı? İnsan şu soruyu sormadan edemiyor: "Maksadınız insanlara hizmet etmekle birlikle ticarî kazanç mı; yoksa sadece ticarî kazanç mı elde etmektir?" Eğer cevap ikincisi ise yazık...

 

            "Mal farklılaştırması" diye bir kavram var. Bunu, "Bir malın aslı itibarı ile farklı olmadığı halde; renginde, kokusunda; ambalajında değişiklikler yapılması" şeklinde ifade edebiliriz. Üreticiler, bu faaliyetleri sonrasında söz konusu malı sanki farklıymış gibi piyasaya sürer.

 

            Mal farklılaştırması, özellikle temizlik maddeleri piyasasında bariz bir şekilde görülebilir. Bir üretici "bahar kokulu" bir mamul üretir, diğeri "parfümlü "sünü, bir diğeri de bir başka özellikte olanını… Temelde aynı fonksiyona sahip olmalarına rağmen... Son zamanlarda bir de "eko-paket" modası çıktı. Reklamda deniliyor ki:

"Artık deterjanınız ekonomik ambalajda. Bizim ürünümüzü tercih edin. Çevreye daha az atık maddesi bırakın"

Doğrusu duyduğumda bayağı ilgimi çekti, ilk defa temizlik piyasası üreticilerinin böyle bir duyarlılığına şahit oluyorduk. Ama reklamı seyrettiğimde kazın ayağının hiç de denildiği gibi olmadığını anladım. Meğer "eko-paket”ten maksat neymiş: Deterjan için karton ambalaj değil de plastik ambalaj kullanılıyormuş. Ve bu plastik ambalaj katlandığında daha az yer kaplıyormuş (!?). Şu "çevreye katkı" anlayışına bakın. "Hayret" dedim kendi kendime. Acaba bunlar, plastiğin kağıda nazaran toprak tarafından eritilmesinin daha uzun bir zaman aldığını bilmiyor mu? Peşinden şu soruyu sordum: Bunlar tüketicileri ne zannediyor?

 

            Akşam yorgun bir şekilde eve dönersiniz. Bir program seyretmek amacıyla televizyonun karşısına geçersiniz. Fakat oturduğunuza bin pişman olursunuz. Çünkü her 10-20 dakika arayla reklam seyretmek zorunda kalırsınız. O kanaldaki programdan vazgeçip başka bir kanal açsanız bile büyük ihtimalle yine reklamla karşılaşırsınız. Hele bir de uzaktan kumandanız yoksa vay halinize...

 

            Reklamlar hayatımızı baştan başa sarmıştır. Gazetelerin, gelirlerinin reklam olması dolayısıyla fazla reklam almak için tiraj artırıcı her türlü çareye başvurdukları, özellikle promosyon savaşlarının kızıştığı dönemlerde herkesçe bilinen bir gerçektir. Televizyonların da geliri aynı şekilde reklam sayesinde elde edilir ve onlar da izleyiciyi düşünmek yerine kazançlarını düşünmeyi tercih eder ve yayınlarını baştan sona anormal derecede reklamla süsler.(!) Tüketicileri dikkate alan kim?

 

            Ekonomik bir olgu olarak reklamın lehinde ve aleyhinde görüş beyan edenler olmuştur. Lehte olanlar, "reklamın halkı eğittiğini, serbest seçimi kolaylaştırıp hayat standardını yükselttiğini" ileri sürer. Reklamın aleyhinde olanlar ise en başta kaynak israfına sebep olduğunu ileri sürer. İnsan psikolojisine olumsuz etkisini de ilave edenler olmuştur. Mesela Psikolog Eric Fromm'un reklam hakkındaki düşüncesi şudur:

"Reklam; insanı hırslı, aç gözlü yapar. Hep daha fazla, daha fazla talep eder bir hale getirir. İnsanın gerçeklik duygusunu yitirmesine, her şeyi yarı fantezi olarak görmesine yol açar."

 

            "Ruh hastalıklarının sebebi: TV" başlıklı bir haberde[3] İtalyan TV Yayınları İdaresi’nin hazırladığı rapordan şu alıntılar yapılmıştır:

·         "Kadınların %69’unun artık ev işleriyle uğraşmak yerine, TV filmlerini izleyip oradaki lüks hayatı yaşamak istedikleri için aile düzenlerinin bozulduğu, ayrıca reklam aralarının ise izleyiciyi %75 nispetinde sinir hastası yaptığı belirlendi."

·         Roma Psikiyatri Enstitüsü Başkanı Dr.Morelli -doktorun eşi de klinikte tedavi görüyormuş- diyor ki:

"TV’den kaynaklanan ruh hastalıklarının tedavi imkânı yoktur."

 

Amacına uygun bir şekilde kullanılması halinde faydalı olabilecek reklam, maalesef genelde aksi yönde amaçlarla kullanıldığından, birçok olumsuz etkiye yol açmaktadır. Son olarak verdiğimiz bilgiler hakkında "yorum yok" diyerek, bir muktesidin reklam hakkındaki düşünceleri ile yazımızı noktalayalım.

"Günümüz piyasa şartlarında satışlarda kullanılan en etkili faktör, kaliteden ziyade malın reklamla şişirilmesidir. Reklamların çoğu o kadar saçma ki izleyince çıldırmamak elde değil. Reklamsız bir ortam istiyorsanız insanların yaşamadığı veya en azından yaşamadığının söylendiği bir gezegene gitmeniz gerekiyor. Mesela Venüs'e ne dersiniz?"

 

 

 

* Mehmet Behzat Ekinci,

Erciyes, İktisat, Lisans Programı.

mbekinci@akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

** Eramat, Üniversiteli, “Tüketiciye Reklam Penceresinden Bakmak”, Ekim-Kasım 1996, ss.28-30.

 

 

 



KAYNAKLAR

[1] Prof. Dr. İsmet Mucuk, Pazarlama İlkeleri, İstanbul, Der Yayınları, 1994.

[2] Mucuk, a.g.e.

[3] "Ruh hastalıklarının sebebi: TV", Zaman, 20 Temmuz 1995.

 

 

 

Sayfa Başı