KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN (DYY) GELİŞİMİ VE ETKİLERİ; TÜRKİYE ÖRNEĞİ
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ
1. KÜRESELLEŞME: TEORİK ÇERÇEVE VEYA SEMANTİK GERİ PLAN
2. DOĞRUDAN YABANCI YATIRMLARA (DYY) GENEL BİR BAKIŞ
2.1. Doğrudan Yabancı Yatırımlar
2.2. Doğrudan Yabancı Yatırım Olarak Çok Uluslu Şirketler
(ÇUŞ)
2.3. Doğrudan Yabancı Yatırımların Nedenleri
3. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN DÜNYADAKİ GELİŞİMİ
4. TÜRKİYE AÇISINDAN DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR
* 24 Ocak Ekonomi Kararları ve Doğrudan Yabancı Yatırım
ilişkisi
SONUÇ VE ÖNERİLER
GİRİŞ
Dünya
ekonomisinin küreselleşme olarak adlandırıldığı bu döneminde mal, ticaret ve
sermaye gibi konularda her türlü engelin kaldırılmasına yönelik olan
gelişmeler, gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkeleri önemli ölçüde
etkilemiştir. Dolayısıyla küreselleşme ile birlikte uluslararası piyasalarda
yaşanan bu gelişmeler ülkelerarası ticaretin ve özellikle de sermaye akışının
önündeki engelleri kaldırıcı bir etki yapmaktadır. Buradan hareketle söz konusu
ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin küreselleşme ile birlikte hızlanarak
geliştiğini, ülkelerin dış dünya ile bütünleşmelerine imkân sağladıkları
söylenebilir.
Bu süreçte
küresel ticaretin gelişmesine paralele olarak özellikle gelişmekte olan
ülkelere doğru yabancı kaynaklı yatırımların miktarında artış görülmektedir. Bu
yatırımlar bazen gittikleri ülkelerin gelişmesine katkı sağlarken bazen de
büyük krizlere yol açmaktadırlar. Dolayısıyla özellikle son on yıl içinde
yaşanan ve birbirini izleyen büyük ekonomik krizler, söz konusu yabancı
yatırımların bir ülkenin kalkınmasına yardımcı olup olmadıkları konusunda
çeşitli tartışmaların yaşanmıştır.
Bu
çalışmada küreselleşeme sürecinde hız kazanan doğrudan yabancı yatırımlar ve
etkileri ele alınmıştır. Çalışmada ayrıca doğrudan yabancı yatırımların hem
dünyadaki gelişmesi hem de Türkiye’deki gelişmesi çeşitli sayısal verilerle
irdelenerek bunların ekonomik büyümeye katkısının olup olmadığı sorusuna cevap
aranmıştır. Bu amaçla konunun ve yaşanan sürecin doğru tanımlanması açısından
öncelikle küreselleşme kavramına yönelik teorik bir çerçeve çizilmiştir.
1. KÜRESELLEŞME: TEORİK ÇERÇEVE VEYA SEMANTİK GERİ PLAN
Küreselleşme
kavramı, son yıllarda gerek akademik gerekse siyasî platformlardaki
tartışmaların bir numaralı gündem konusu olarak göze çarpmaktadır. Bu noktada
insanlar küreselleşmeyi kendi inanç sistemleri ve ideolojik yaklaşımlarına göre
ele almakta ve öne sürülen tezler ile sürece ilişkin tartışmalar bu temelde
gelişme göstermektedir. Kimileri bu sürecin tarihsel doğuşunu 1800’lere
dayandırırken kimileri de özellikle 1980 yılından itibaren teknolojik ilerleme
ile birlikte bilgi çağına girildiğini ve asıl küreselleşmenin bu noktadan
itibaren gelişme gösterdiğine vurgu yapmaktadırlar. Dolayısıyla farklı
perspektiflerden bakıldığı için söz konusu sürece ilişkin çok çeşitli
çözümlerin olduğunu görürüz. Ama genel olarak bakıldığında tartışmalarda
çoğunluğun hemfikir olduğu nokta küreselleşmenin bir süreç olduğu gerçeğidir.
Küreselleşme,
ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her
alanındaki değişimi ifade etmek için kullanılan “sihirli” bir sözcük haline
gelmiş; ünlü sosyolog Peter Berger’ın deyimiyle, Alman kömür endüstrisindeki
gerilemeden, Japon gençlerinin cinsel alışkanlıklarını açıklamaya kadar geniş
bir alanda kullanılan “klişe”ye dönüşmüştür. Berger’ın görüşlerine paralel bir
biçimde, adeta geçmiş ve geleceğin kapılarını açacak anahtar bir kavram olarak
görülen küreselleşmeyi Bauman da “parolaya dönüşmüş moda bir deyim” olarak
değerlendirmektedir. [1] Küreselleşmenin “moda” haline gelmesi konusunda benzer
bir değerlendirme de, Hirst ve Thompson tarafından yapılmaktadır. [2]
Sosyoloji
teorisinde elde ettiği büyük itibar kadar, ünlü “üçüncü yol” çalışmasıyla
İngiliz siyaseti üzerinde de etkili olan Anthony Giddens yukarıda belirtilen
görüşlerin aksine, bugün “küreselleşmeye değinmeyen hiçbir siyasal konuşmanın
tam olmadığını” ifade etmektedir. [3]
Kanımızca
küreselleşmenin tüm ideolojilerin yok olmaya yüz tuttuğu bir dünyanın
gerçekliği olarak sunulması, başlı başına ideolojik söylemdir. [4] Dolayısıyla
tarihsel geçmişini yadsımamakla birlikte küreselleşmenin, özellikle soğuk savaş
sonrası dönemde teknoloji ve bilgi alanındaki hızlı dönüşümlerle ve bizzat
sermaye aracılığıyla şekillenen yeni bir süreci tanımlamak için ortaya atılan
söylemlerin ideolojik bir kılıfı olarak değerlendirebiliriz. Söz konusu sürecin
böyle tanımlanması elbette ki beraberinde pek çok tartışmayı getirecektir.
Temel kurgusunu sermayenin uluslar arasılaşmasından ve kapitalist üretim
biçiminin egemenliğini merkezden çevreye yaymasından alan bu süreç, son kertede
ekonomik, kültürel ve politik alanlarda hızlı dönüşümlere ve tartışmalı
gelişmelere sahne olmaktadır.
Globalleşme
üzerine geliştirilen akademik söylemler içinde, globalleşmeyi kendi içinde
bağımsız, kendine referanslı hareket eden ve kendine özgü hareket yasaları olan
bir “ekonomik sürece” indirgeyen eğilimin güçlü olduğunu görürüz. Bu eğilime
göre, globalleşmeden konuşmak temel olarak ekonomik globalleşmeden konuşmak,
dolayısıyla kapitalist bir global ekonominin ve sermayenin ve belli ölçüde
global ekonomik-kurumların gelişmesinden ve kristalleşmesinden konuşmaktır. [5]
Bu perspektiften bakıldığında küreselleşmenin kaçınılmaz ve karşı konulamaz bir
süreç olduğu vurgusu görülmektedir. Her ne kadar bu çalışmada küreselleşmenin
ekonomik niteliği üzerinde dursak da yinede mevcut süreci salt ekonomik argümanlarla
açıklamak sürecin doğru anlaşılması noktasında büyük sıkıntılara yol açar.
2. DOĞRUDAN YABANCI YATIRMLARA (DYY) GENEL BİR BAKIŞ
2.1. Doğrudan Yabancı
Yatırımlar
Bir
şirketin üretimini ana merkezinin bulunduğu ülke dışına yaymak üzere yabancı
ülkelerde üretim tesisi kurması veya mevcut tesisleri satın alması bir doğrudan
yabancı sermaye yatırımı(foreign direct investment)’dır. Bu şekilde, bir ana
merkeze bağlı olarak yurt dışında faaliyet gösteren şirketler de yabancı
sermaye şirketi olarak nitelendirilirler. [6] Uluslararası ekonomi teorisinde
doğrudan yatırımlar, yabancı ülkede çıkarılan hisse senedi ve tahvillerin
uluslararası sermaye piyasalarından satın alınası yoluyla yapılan portföy”
yatırımlarından ayrılmaktadır. Ekonomistler, yabancı sermayenin tanımını
yaparken özellikle bu noktaya çok dikkat ederler. Kenan Bulutoğlu’na göre
yabancı sermaye, “bir ülkenin karşılık ödemeden dış ülkelerden sağladığı
kaynaklar” [7] dır. T. Güngör Uras’ın tanımı ise şu şekildedir; “Yabancı
sermaye, bir ülkenin karşılığını ileride değişik biçimde ödemek üzere başka
ülkelerden kısa sürede, ekonomik gücüne ekleyebileceği mal ve kaynaklardır”.
[8]
Doğrudan
yatırım (direct investment), bir ülkede bir firmayı satın almak veya yeni
kurulan bir firmanın kuruluş sermayesini sağlamak veya mevcut bir firmanın
sermayesini arttırmak yoluyla o ülkede bulunan firmalar tarafından diğer bir
ülkede bulunan firmalara yapılan yatırım şeklidir. Tabi bu yatırım kendisiyle
birlikte teknoloji, işletmecilik bilgisi ve yatırımcının kontrol yetkisini de
söz konusu ülkeye götürmektedir. Tanımından da anlaşılacağı gibi, doğrudan
yabancı yatırımlar, ülkeler arasında sermaye transferlerinin bir piyasa işlemi
olmadan bir ülkeden diğerine aktarılması şeklinde olmaktadır. Unutmamak gerekir
ki bu doğrudan yatırımlar iki farklı kategoride gelişme gösterirler: Birincisi
malî yatırımlardır. Yani yabancı tahvil ve hisse senedi gibi uzun vadeli
sermaye piyasası araçlarını kapsayan yatırımlar. İkincisi ise fiziki
yatırımlardır. Bu türdeki yatırımlar, özellikle çok uluslu şirketlerin çevre
ülkelerde kendi yönetimlerinde yeni bir fabrika veya üretim tesisi kurmaları
şeklinde olmaktadır.
DYY’leri
özel bir sermaye transferi olarak da değerlendirmek mümkündür. Ancak bazı
özellikleri dolayısıyla da portföy yatırımlarından ayrılmaktadır. Yabancı
ülkelerde yapılan yatırımlar fiziki ya da malî nitelikte olabilmektedir. Tahvil
ve hisse senedi şeklindeki portföy yatırımları, malî nitelikli yatırımlar iken,
bina, fabrika, arazi, tesis gibi fiziki değerlere karşılık gelen yatırımlar
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. [9] Günümüzde çok uluslu şirketler
tarafından gerçekleştirilen bu fiziki yatırımlar, aynı zamanda beraberinde
teknik bilgi, know-how, patent, ticari marka, işletmecilik bilgisi ve denetim
yetkisini de beraberinde getirmektedir. [10] Dolayısıyla DYY’ler bu yönleriyle
de portföy yatırımlarından ayrılmaktadır.
Küreselleşmeye
itici güç olarak katkı sağlayan Doğrudan Yabancı Yatırımlarda (DYY) son
yıllarda büyük bir yoğunlaşma gözlenmektedir.1990’da en büyük 100 çok uluslu
şirket, toplam doğrudan yabancı yatırım stokunun üçte birini ve toplam akışının
%14’ünü oluşturmuştur. Doğrudan yabancı yatırımların önünün açılmasında
şüphesiz Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI)’nin katkısı göz ardı edilemez. MAI
yatırım konularında ÇUŞ’ları ulusal hükümetler karşısında koruyarak bir üst
konuma oturtmaktadırlar. Yani hükümetler, şirketlerin maliyetlerini arttıracak
ve karlarını düşürecek her türlü çevre koruma, halk sağlığı ve bu nitelikteki
politikaları uygulama yetkisinden mahrum bırakılmak istenmektedir. Son tahlilde
MAI Anlaşması, hükümetleri, yabancı yatırımcıları birçok konuda korunmakla
yükümlü kılan bir uluslar arası anlaşmadır. Üretim alanları satın alma, tesis
kurma, hisse, gayrimenkul ve hammadde satın alma bunların başında geliyor.
Küresel
üretimin "yeniden yapılanması" anlamına da gelen DYY aslında yeni bir
süreç değildir ve başlangıcı 1850’li yıllara kadar gitmektedir. Günümüzde
farklı olan ise artık daha çok ülke ve insanın, buna Kızıl Çin de dahil, küreselleşmeye
daha sıcak bakması ve kalkınmada daha büyük bir rol oynaması için çaba
göstermesidir. DYY taraftarlarına göre küreselleşme sürecinde bir ülke ne kadar
çok yabancı yatırım çekebilirse, o kadar çok küresel üretimden ve gelirden pay
alabilecek ve ülkenin/bireylerin gönencini arttırabilecektir. DYY’lerin
katkılarını veya aksaklıklarını keskin çizgiler çizerek değerlendirmek doğru
bir yaklaşım olmayacaktır. DYY ne kalkınmanın sihirli aracıdırlar ne de geri
kalmışlığın küresel nedeni. Ancak, şu da bir gerçektir ki üretimin DYY
vasıtasıyla küreselleşmesi sonucu genellikle rekabet oligopolist / kartelci
çerçevede birkaç Küresel Yatırım Firmaları (KYF) arasında evrimini devam
ettirmekte, fakat küresel rekabet gerçek anlamda artmamaktadır. Çünkü DYY kanalıyla
gerçekleşen yavru-şirket üretiminde diğer yavru-şirketler veya ana firma ile
rekabet söz konusu değildir. [11]
2.2. Doğrudan Yabancı
Yatırım Olarak Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ)
Küreselleşme
sürecinde, sermayenin adeta ana motoru olan çok uluslu şirketler (multinational
corporations) veya ulus ötesi şirketler doğrudan yabancı yatırım açısından
hayli önemli görevler üstlenmişlerdir. ÇUŞ’ların tarihsel arka planına
baktığımızda bu tür şirketlerin İkinci Dünya Savaşından sonra, özellikle de
1960’lardan sonra hızla yaygınlaştıklarını görmekteyiz. Bu çok uluslaşma
furyasının öncüleri ABD şirketleri olurken onları Batı Avrupa, Japonya ve Güney
Kore firmaları izlemişlerdir. Peki ÇUŞ tanım olarak neyi ifade ediyor.
Teoride çok
uluslu şirketler (ÇUŞ) çeşitli yönlerden ele alınıp değişik şekillerde
tanımlanmıştır. Bir tanım yapmamız gerekirse “Çok uluslu şirket doğrudan
yabancı sermaye yatırımı yaparak birden fazla ülkede gelir getiren aktif
değerlere sahip olan veya bunları kontrol eden, dolayısıyla kaynak ülke dışında
mal ve hizmet üreten özetle uluslararası üretim yapan firmadır”. [12] Başka bir
tanım “Çok uluslu şirket bir ana merkez ile ona bağlı çeşitli ülkelerde
üretimde bulunan ve ana merkezin denetimi altındaki şubelerin oluşturdukları
bir bütündür.” [13] Bu tanımları artırmak mümkündür, fakat hepsinde genel
olarak iki ölçüt vardır; sahiplik ve yönetici kadronun milliyet karışımı
ölçütü. Birinci ölçütte, ana şirketin sahipliliğinin en az iki ülkeye ait
olduğunu, ikinci ölçütte çok uluslu şirketin yönetim kadrosunun çeşitli ülke
yöneticilerinden oluşmuş olduğu belirtilmektedir.
Çok uluslu
şirketler bir ülkeye yatırım yapmadan önce o ülkenin çok kaynaklılık ve çok
değerlilik düzeylerine bakarlar. Bir ülkedeki fırsat ve riskleri göz önünde
bulundurarak o ülkeye girip girmeyeceklerine karar verirler. [14] Bu firmaların
diğer ülkelerde yatırım yapmasının sebebi yatırımın kendi ülkelerine göre daha
karlı olmasıdır. Ancak bu yatırım kararında sadece karlılık değil yatırımın
riski de dikkate alınmaktadır. Bu riskler yatırımın yapılacağı ülkeye ve zamana
bağlı olarak değişmekle beraber, ekonomik ve siyasi nitelikte olabilmektedir.
[15]
Bu çok
uluslu şirketler, üretimlerinin özellikle emek yoğun aşamalarını çevre ülkeler
dediğimiz az gelişmiş ülkelerde gerçekleştirmek için bu ülkelere doğrudan
yatırım temelinde fabrikalar ve üretim tesisleri kurmaktadırlar. Çünkü az
gelişmiş ülkelerde (AGÜ) emek bol ve ucuzken aynı zamanda sermaye çekme
politikalarına kurban edilen çevre standartları da maliyetlerini düşürecek
seviyededir.
Önemli bir
olgu da daha önceleri faaliyet alanları madenler ve plantasyonlar olan daha
sonraki dönemde imalat sanayine yönelen çok uluslu şirketler, son dönemde
hizmetler (finans, turizm vb.) sektöründe faaliyet göstermeye başladılar. [16]
Çok uluslu şirketler, küresel finansın gelişmesinde önemli rol üslenmiştir.
Dünya ticaretinin 2/3 ‘si dünya gelirinin 1/3’ü bu kuruluşlara aittir. Çok
uluslu girişimlerin %55’i ABD; %11’i Japonya, % 9’u İngiltere,% 4.5’i ise
Almanya kökenlidir. Reel sektördeki ve dünya ticaretindeki gelişmeler,çok
uluslu şirketlerin doğrudan yatırımlarının bir sonucudur. Çokuluslu şirketler
çağdaş kapitalizmin dinamiğini oluşturmaktadır. ÇUŞ’lar ihracat artışında, teknoloji
transferinde, istihdam artışında, iş verimliliği gibi gelişmiş yönetim
tekniklerinin yayılmasında önemli misyon üslenmektedirler. ÇUŞ
yatırımları,1960’lardan beri euro piyasaları ve bankacılık sektörünün
gelişiminde önemli katkı sağlamıştır. ÇUŞ’lar gerek işletme sermayesi, gerek
dış ticaret, gerekse sabit sermaye yatırımlarının finansmanında euro
piyasalarında artan ölçüde yararlanılmıştır. [17]
2.3. Doğrudan Yabancı
Yatırımların Nedenleri
Doğrudan
dış yatırımların nedenleriyle ilgili olarak bir dizi ekonomik, stratejik ve
davranışsal etken üzerinde durulmuştur. Son otuz yılda geliştirilen bu
hipotezlerin başlıcalarını aşağıdaki gibi gözden geçirebiliriz: Ham madde
kaynakları, ticaret ünvanının korunması, sırların korunması, aktarılmayan
bilgiler, ithalatçı ülkenin koyduğu tarife ve kotalardan kaçınma, yurt içi
kısıtlamalardan kurtulma, müşterileri izleme, ucuz yabancı faktör kullanımı,
yabancı teknoloji kullanımı vb. [18] Raymond Vernon’un görüşüne göre dış
yatırım, yurt içinde uzun süredir yerleşmiş olmanın ve iyi iş yapmanın bir
sonucudur. [19] Bütün bunlardan hareketle özellikle ucuz emek ve bol hammadde
açısından zengin olan AGÜ’lerin ÇUŞ’larin yatırımları açısından ne denli önemli
olduğu görülmektedir. Dolayısıyla yapılan yatırımların yegane amacını ekonomik
rant veya maksimum kar olarak nitelendirmek bizi kısır bir tartışmadan öteye
götüremez. Çünkü bu yatırımlarla birlikte bazı amaçlara da ulaşılmak
istenmektedir.
Yurt
dışında yapılan yatırımların önemli bir bölümü başka sebeplere dayanmaktadır.
Yeni yatırım yapılmadığı ve mevcut üretim kapasitesi kullanıldığı halde şirket
devirleri de yabancı yatırımlardan sağlanmaktadır. Şirket devralmanın sebebi
şu; bu suretle istenmeyen rakipler bertaraf edilmiş oluyor veya know-how ve
kabiliyetli iş gücü firmaya kazandırılmış oluyor. Ve sürekli devralmadan sonra
fazla işçiler çıkarılmakta ve makinelerden fazlalık olanlar tasfiye
edilmektedir. [20] Ayrıca yabacı ülkelerin uygulamış oldukları yüksek gümrük
tarifeleri ve ithalata getirilen kısıtlamalar ile mahalli rekabet, yabancı
pazarlardaki etkinliği azaltmaktadır. Bu durumda ihracatçı şirket pazara nüfuz
edebilmek için genellikle şu üç yolla girer: [21]
-Lisans,
-Mahallî üreticilerle uzun dönemli anlaşmalar,
-İmalât konusu olan sahaya yatırım.
3. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN DÜNYADAKİ GELİŞİMİ
Ekonomik
küreselleşmeyle az gelişmiş ülke olarak kabul edilen bir çok ülke, gelişmiş
üretim merkezlerine dönüşmüştür. Sermaye yatırımlarını kısıtlayan rejimlerin bu
alanda serbestleşmeye gitmeleri ve bu yatırımları artırma yönünde adımlar
atmaları, küresel doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının son on yılda iki kat
artmasına yol açmıştır. Az gelişmiş ülkelerde (AGÜ) ise bu oran beş kat olarak
gerçekleşmiştir.
Küreselleşmenin
büyüme üzerindeki etkisi en açık şekilde Asya ülkelerinde görülebilir.1990’da
gelişmekte olan ülkelere giden 44 milyar dolar sermayenin 19 milyar doları Doğu
Asya Pasifik bölgesine yönelmiştir.1994’de 161 milyar dolara çıkan uluslararası
sermayenin 71 milyar doları yine Güney Asya Bölgesini tercih etmiştir.1996’da
ise Asya bölgesinin payı 108 milyar dolara çıkmıştır. Endonezya, Malezya,
Filipinler, Güney Kore ve Tayland gayri safi milli hasılasının %30’unu aşan
yüksek yatırımlarla 1990-1994 arası ortalama %8’lik büyüme yakalamıştır. Hızlı
büyüme devam ederken bu dönemde ortalama işsizlik oranları, Malezya’da %3,
Kore, Tayland ve Endonezya’da %4, Filipinler’de ise %7gibi oldukça düşük
seviyededir. [22]
Uluslararası
Para Fonu üyesi 186 ülkeden günümüzde 144’ünde hala sermaye kontrolü uygulanmasına
rağmen dünya ekonomisinde yabancı sermaye yatırımlarında son yıllarda çok hızlı
bir artış sağlanmıştır. Bu gelişme, küreselleşme sürecinin hızlandığı 1990’lı
yıllarda, uluslararası sermaye hareketlerine getirilen kısıtlamaların tamamen
kalkmadığı bir ortamda meydana gelmiştir.
UNCTAD
(2001) tarafından yayınlanan World Investment Report verilerine göre (Tablo 1);
dünyada doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının tutarı, 1984-1994 yılları
arasında yıllık ortalama 200 milyar dolar iken, yaklaşık olarak bu oran 1998'de
690 milyar dolara, 1999'da 1 trilyon dolara, 2000 yılında 1.3 trilyon dolara
yükselmiştir. Aynı dönemler itibariyle Türkiye'yi incelediğimizde; 1989-1994
yılları arası, Türkiye'ye yönelik doğrudan yatırımların yıllık ortalaması
yaklaşık 708 milyon dolar olmuştur. Bu oran 1998'de 940 milyon dolara
yükselmiş, 1999 da ise 783 milyon dolara düşmüştür. 2000 yılında ise tekrar
yükselerek 982 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkeler
ise; 1989-1994 yılları arasında yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının
yıllık ortalama tutarı 60 milyar dolar olmuş ve bu oran 1998'de 188 milyar
dolara, 1999'da 220 milyar dolara, 2000'de ise 240 milyar dolar civarına
yükselmiştir.
Yabancı
doğrudan yatırımlar, kapitalist ekonomilerin doğasında olan dalgalanmaları
barındırmakla birlikte, özellikle 1986 sonrasında, bir önceki 1970-86 dönemine
kıyasla hızlı bir artış göstermiştir. [23]
Tablo 1: Dünyada
Doğrudan Yabancı Sermaye (Milyar Dolar)
|
1989-94 (Yıllık Ort.) |
1995 |
1996 |
1997 |
1998 |
1999 |
2000 |
Dünya |
200,1 |
331,1 |
384,9 |
477,9 |
692,5 |
1 075,0 |
1,270,8 |
Gelişmiş Ülkeler |
137,1 |
203,5 |
219,7 |
271,4 |
483,2 |
829,8 |
1.005,2 |
Gelişmekte Olan Ülkeler |
59,6 |
113,3 |
152,5 |
187,4 |
188,4 |
222,0 |
240,0 |
Merkez ve Doğu Avrupa |
3,4 |
14,3 |
12,7 |
19,2 |
21,0 |
23,2 |
25,4 |
Türkiye* |
0,7 |
0,9 |
0,7 |
0,8 |
0,9 |
0,8 |
1,0 |
Kaynak: UNCTAD, World
Investment Report 2001.
Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü.
Böylece Türkiye'nin dünyadaki yabancı sermaye
yatırımlarından aldığı pay; 1989-1994 yılları arasında yıllık ortalama %0,35
iken, bu oran azalarak 1998 yılında %0,13, 1999 yılında %0,07 ve 2000 yılında %0,08
olmuştur. Türkiye gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırıldığında ise bu
ülkelere yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımları içerisindeki oranı
1989-1984 yılları arasında yıllık ortalama %1,19 olarak gerçekleşmiştir. 1998,
1999 ve 2000 yıllarında ise bu oran yaklaşık olarak sırasıyla %0,50, %0,35 ve
%0,41 olmuştur. Dolayısıyla Türkiye'nin gerek dünyada gerekse gelişmekte olan
ülkelerde yapılan doğrudan yabancı yatırımlar içerisindeki payı çok düşük
seviyelerde kalmıştır.
4. TÜRKİYE AÇISINDAN DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR
Yabancı
sermayenin Türkiye'de yapmış olduğu fiziki yatırımları ifade eden, doğrudan
yatırımların teşviki amacıyla 1980 sonrası yabancı sermaye mevzuatı tekrar
düzenlenmiştir. 1986, 1992 ve 1995 yıllarında yabancı sermaye çerçeve
kararlarında yapılan değişiklerle mevzuat daha liberal hale gelmiş ve 1996
yılında AB ile imzalanan Gümrük Birliği ve 1999 yılında da uluslararası tahkim
yürürlüğe girmiştir. [24] Çünkü günümüzün küreselleşen dünyasında gerek sanayileşmiş
ülkeler yani gelişmiş ülkeler (GÜ) gerekse gelişmekte olan ülkeler yani
AGÜ’ler, yabancı sermaye olarak nitelendirilen yabancı doğrudan sabit sermaye
yatırımlarını kendilerine çekebilmek için büyük çaba harcamaktadırlar. Bunun
sebebi ise yabancı sermayenin bu ülkelerin ekonomilerine sağlamış olduğu
sermaye yeni teknoloji, modern know-how, yönetim becerisi pazarlama katkısı ve
ihracat imkânı gibi yararlardır.
Türkiye
gibi gelişme yolunda olan ülkelerde ekonomik sorunların başında kaynak
yetersizliği gelmektedir. Çünkü, ekonomik kalkınma için yatırım yapılması bir
zorunluluktur. Yatırım olmadan kalkınma sağlanamaz, üretim artmaz. Bu sebeple
yatırımlar ekonominin kalkınma sürecinde büyük bir öneme sahiptir. Ülkenin
yüksek bir gelişme hızı elde edebilmek için yeterli kaynağı yoksa, ortada iki
çözüm yolu vardır. Ülke ya eski tasarrufları kalkınma için kullanacak ya da
yabancı tasarrufları yurda çekmek isteyecektir. Bu ise, ülkenin dış borçlanması
veya ülkeye yabancı sermaye girişi ile sağlanacaktır. Özetle belirtmek
gerekirse, gelişme yolunda olan ülkeler ekonomik kalkınma çabalarında başarıya
ulaşabilmeleri için tasarruf açığını ortadan kaldırmak durumundadırlar. Çünkü
tasarruf, kalkınma için gerekli olan yatırımları finanse ettiği için, bu
ülkelerin gelişmesinde en önemli darboğazdır.[25] Türkiye ekonomisinde özel
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının geçmişi, elli yıl bile yoktur. Ama,
Osmanlı Devleti zamanındaki tecrübeler de dikkate alındığında, Türkiye’de
yabancı sermayeli doğrudan yatırımların yaklaşık bir buçuk asırlık geçmişi
vardır.
Cumhuriyetin
ilk yıllarında yabancı sermayeli şirketlerin ülkeye çekilmesine yönelik yapılan
çalışmalara rağmen, bu dönemde yapılan millileştirmeler ülkeye istenilen ölçüde
yabancı sermayenin gelişini olumsuz yönde etkilemiş ve yabancı sermayenin
ülkeye akışını engellemiştir. Türkiye'de Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 yılına
gelene kadar, dönemin bir kısmında veya tamamında bilinçli olarak yabancı
sermayeye karşı bir politika izlenmemiştir. Bu dönemde dünya ekonomisindeki
konjonktürel gelişmeler ile, 1929-1930 Dünya Ekonomik Krizi’ne bağlı olarak
yabancı özel yatırımlarda önemli bir gelişme olmamıştır. Ayrıca, işbaşına gelen
hükümetler, ülkenin ekonomik kalkınmasına yabancı sermayenin katkısını teşvik
etmeye yönelik önlemler almamışlardır. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesiyle, yeni
dünya ekonomik düzenine yön vermek amacıyla ABD'nin etkinliğiyle kurulan
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası'na (DB) Türkiye'nin katılışı ve
Marshall Yardımı'ndan yararlanmaya başlaması, ABD'den malî ve askeri yardım
sağlaması ve en önemlisi Savaş sonrasında oluşan ikili kutupta kapitalist
sistemin içinde yer alması sonucunda Türk Hükümeti, yabancı yatırımcıların
Türkiye'de yatırım yapmasını kolaylaştırıcı mevzuat değişikliklerine yönelmiştir.
Bu çerçevede özellikle 1946 seçimlerinden sonra yasal düzenlemeler için
hazırlıklara başlanılmış ve Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu, Petrol
Kanunu gibi önemli kanunlar 1960’lı yıllarda çıkarılmıştır.
* 24 Ocak Ekonomi
Kararları ve Doğrudan Yabancı Yatırım ilişkisi
Türkiye
ekonomisinde, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları ile finansal serbestleşmeye
yönelik bir çok yeni politika uygulama alanı bulmuştur. Türkiye’de 1980 öncesi
ve 1980 sonrası olarak ekonomik gelişmeyi iki farklı dönemde ele almak gerekir.
1980’den sonra ekonomi politikalarındaki köklü ve yapısal değişiklikler,
ekonomik büyümenin finansmanında temel faktör olan yurtiçi tasarrufları büyük
ölçüde etkilemiştir. 1980 sonrasında sabit fiyatlarla kişi başına gelir
ortalama %50 oranında gelişmiştir. Özellikle 1980’li yılların ortalarından
sonra pozitif reel faiz uygulaması sonucunda yurtiçi tasarruflar artmış, fakat
toplam tasarruf oranında belirgin bir büyüme olmamıştır.
Türkiye’de
1980 sonrasında, 1994 (-6.1) ve 1999 (-6.4) yılları dışında ekonomik büyüme
(GSMH artışı) pozitif olmuştur. Marmara Depreminin de etkisiyle ekonomide
Cumhuriyet tarihinin en büyük daralması yaşanmıştır. Sabit fiyatlarla tarım
%4.6, sanayi %5, inşaat %12.7, ticaret %6.8, ulaştırma ve haberleşme %4, serbest
meslek ve hizmet sektörü %4.8 oranında küçülmüştür. Bu olumsuz gelişmede, 1998
yılında özel sabit sermaye yatırımlarındaki %3.9 oranındaki düşüşün ardından
1999 yılındaki %16 oranındaki azalmanın çok önemli etkisi olmuştur. Bunun
yanında reel faizlerin yüksekliği, iç ve dış talep daralması, finansman
sorunları ile bazı sektörlerdeki kapasite fazlalığı da daralmaya yol açmıştır.
1998 Ağustos ayından sonra Rusya Krizi’nin ağırlaşmasına paralel olarak ülkeden
sermaye çıkışı, uluslararası rezervleri azaltmıştır. [26]
Türkiye
ekonomisinde 1980 yılından itibaren uygulanan liberal politikalar sonucu
finansal açıdan yaşanan serbestleşmeye paralel olarak ülkeye yabancı sermaye
yatırımları gelmeye başlamıştır. Bu süreçten sonra izin verilen yabancı sermaye
yatırımlarının sayısında bir artış görülmekle birlikte bu artış dalgalı bir
seyir izlemiştir. Söz konusu süreçten itibaren ülkemize yönelik doğrudan
yabancı yatırımların gelişim seyrini Tablo 2’den görebiliriz.
Tablo 2: Türkiye'ye
Yönelik Doğrudan Yatırımlar
Yıllar |
İzin Verilen Yabancı
Sermaye |
Fiili Giriş |
Çıkış |
Net |
1980 |
97,00 |
35 |
- |
35 |
1981 |
337,51 |
141 |
- |
141 |
1982 |
197,00 |
10 |
- |
103 |
1983 |
102,74 |
87 |
- |
87 |
1984 |
271,36 |
113 |
0 |
113 |
1985 |
234,49 |
99 |
0 |
99 |
1986 |
364,00 |
125 |
0 |
125 |
1987 |
655,24 |
115 |
0 |
115 |
1988 |
820,52 |
354 |
0 |
354 |
1989 |
1.511,94 |
663 |
0 |
663 |
1990 |
1.861,20 |
684 |
0 |
684 |
1991 |
1.967,26 |
907 |
97 |
810 |
1992 |
1.819,96 |
911 |
67 |
844 |
1993 |
2.063,39 |
746 |
110 |
636 |
1994 |
1.477,61 |
636 |
28 |
608 |
1995 |
2.938,32 |
934 |
49 |
885 |
1996 |
3.836,97 |
914 |
192 |
722 |
1997 |
1.678,21 |
852 |
47 |
805 |
1998 |
1.647,44 |
953 |
13 |
940 |
1999 |
1.700,57 |
813 |
30 |
783 |
2000 |
3.060,13 |
1.707 |
725 |
982 |
2001 |
2.738,58 |
3.044 |
15 |
3.29 |
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü
Türkiye’de
yabancı sermaye yatırımlarının benzer diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında,
oldukça düşük bir seviyede olduğu görülür. Özellikle 1980’den önceki yıllarda
Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarı çok azdır. 1954 yılında yürürlüğe
giren ve çok liberal hükümler taşıyan 6224 sayılı yasaya rağmen, 1990 yılına
kadar Türkiye’ye istenilen ölçüde yabancı sermayenin gelmemiş olması, sadece
yasal düzenlemelerin yeterli görülmüştür. 1980 yılından sonra görülen yabancı
sermaye girişlerinin artışında temel faktör, 24 Ocak 1980 tarihinde alınan
Ekonomik İstikrar Kararlarıyla Türkiye’nin dışa açık bir politika izlemeye
başlaması, ülkede politik ve ekonomik istikrarın yeniden sağlanması ile yabancı
sermayeye uygulanan politikaların güven vermesidir.
İktisat
literatüründe McKinnon-Shaw tezi diye bilinen bu ortodoks yaklaşıma göre,
finansal serbestlik tasarruf ve yatırım davranışlarını uyaracak, dolayısıyla
kalkınma temposunu hızlandıracaktı. Ancak, malî serbestlik deneyiminin Türkiye
sonuçları bu beklentiyi gerçekleştirmemiş; tersine, bu süreç sonunda ulusal
ekonominin dışa bağımlılığı artmış, reel üretim yapısı dalgalanmaya itilmiş ve
rantiyer tipi davranışlar beslenerek gelir dağılımının bozulması sonucunu
doğurmuştur. [27]
SONUÇ VE ÖNERİLER
Küreselleşme
süreciyle birlikte, ülkeler ekonomik anlamda birbirlerine entegre olmakla
birlikte söz konusu sürecin mantığına göre yeni ve etkili politikalar
geliştirip uygulama fırsatı bulmaktadırlar. Tam da bu noktada küreselleşmenin
fırsatlarından yararlanma yarışı başlamakta ve özellikle sermaye birikiminin
bol olduğu gelişmekte olan ülkeler bu yarışta önde gitmek için yoğun çaba
harcamaktadırlar. Bu amaçla küresel düzlemde, gerek ekonomik kalkınma amaçlı
gerekse sermaye birikimi açısından kendisine en faydalı olacak ve maliyetlerini
düşürecek politikalar geliştirmektedirler. Küreselleşmenin büyük bir ivme
kazandığı 1980’li yıllarda dünya genelinde sermayenin kolayca hareket
edebilmesi için -finansal serbestleşme amaçlı- bir çok politika benimsendi ve
uygulama imkânı buldu. Bu süreçte sermeyenin merkezden çevreye yayılması veya
akması hızlı bir seyir izledi ve sürecin bu yerinde Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ)
dediğimiz ulus ötesi sermaye niteliğindeki kurumlar giderek ön plana çıkmaya
başladılar. Bu şirketler, üretimlerinin emek yoğun aşamasını düşük emekten
bolca faydalanmak için çevre ülkelere kaydırmaktadırlar. Dolayısıyla
küreselleşmenin itici gücü olarak değerlendirilen Doğrudan Yabancı Yatırımlar
(DYY) işte bu şekilde ortaya çıkmaktadırlar. Bu süreçte özellikle gelişmekte
olan ülkeler, ekonomik büyüme ve kalkınma adına ve daha çok sermaye çekebilmek için
bu ulus ötesi şirketlere ve faaliyetlerine boğun eğmektedirler. Az gelişmiş
(AGÜ) olarak nitelendirilen bu ülkelerde çevre standartlarının düşük olması da
sermaye için maliyet düşürücü önemli bir avantajdır.
İşte bu
noktada küreselleşmenin fırsat mı -fırsat ise kimin için fırsat- yoksa tehdit
mi oluşturduğu sorusu gündeme gelmektedir. Bu soruya kesin bir cevap vermek
henüz mümkün görünmemekle birlikte bu konuyla ilgili olarak son yıllarda
dünyada yaşanan küresel krizlere ve sebeplerine bakılmasında fayda görüyorum.
Bu perspektiften hareketle DYY’lerin ülkelerin ekonomik büyümelerine katkı
sağlayıp sağlamadıkları konusunda çeşitli tartışmalar ve retorikler
geliştirilmektedir. Ama hem küreselleşmenin hem de onun itici gücü olan
DYY’lerin AGÜ’lerdeki gelir dağılımını olumsuz etkilediğini ve mevcut sürecin
özellikle AGÜ’ler bağlamında pek sıkıntıyı beraberinde getirdiğini söylemek
mümkündür.
Bu bağlamda
gelişmekte olan ülkelerin artan sermaye girişleri karşısında alması gereken
tedbirler bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:[28]
Finansal entegrasyon sürecinde gelişmekte olan ülkeler
global sermaye hareketlerinden, kendilerine fayda sağlayacak politikaları
sürdürmeli ve bu süreçteki tehlikelerden kaçınmalıdırlar. Bu bağlamda, makro
ekonomik yapı güçlendirilmeli, finansal yapı iyileştirilmeli, bankacılık
denetim ve gözetim düzenlemeleri yapılmalıdır.
Bu ülkelerde bankacılık sistemindeki zayıflık bilinse de
sermaye girişleriyle ilişkili olarak kredi artışlarının kontrol edilmesi önem
kazanmaktadır.
İyi işleyen sermaye piyasalarının varlığı, artan portföy
yatırımlarını çekerek potansiyel istikrarsızlık riskini azaltabilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler, ekonomik istikrarsızlıklara açık
bir yapıya sahip olmalarından dolayı, istikrarsızlıklara tepki gösterecek
mekanizmaları geliştirmeli ve şokları ortadan kaldırıcı düzenlemeleri yapmaları
gerekmektedir.
Bütün bu düzenlemeleri yapanlar ve bilginin tam yayılmasını
sağlayıcı birimler arasındaki iş birliği, güvenli ve etkin piyasalar için son
derece önem arz edebilmektedir.
Deniz Özyakışır,
Kafkas, İktisat, Yüksek Lisans Programı.
DİPNOT - REFERANS
[1]
Bauman, a.g.k. s.7.
[2]
Hirst & Thompson, a.g.k. s.205.
[3]
Giddens, a.g.k s.20.
[4]
Ölmezoğulları, a.g.k. s.182.
[5]
Keyman, a.g.m. s.74.
[6]
Seyidoğlu, a.g.k. s.451.
[7]
Bulutoğlu, a.g.k. ss.5-6.
[8]
Uras, a.g.k. ss.446-467.
[9]
Seyidoğlu, a.g.k. s.567.
[10]
Karluk, a.g.k. s.423.
[11]
Gürak, a.g.m. s.3.
[12]
Karluk, a.g.k. s.423.
[13]
Seyidoğlu, a.g.k. ss.131-132.
[14]
Özdemir, a.g.m. s.239.
[15]
Seyidoğlu, a.g.k. s.570. (* Ulus ötesi şirketlerin dünya pazarlarındaki
anti-rekabetçi etkileri ve bunlara karşı izlenebilecek rekabet politikaları
konusunda detaylı bilgi ve analiz için bkz. Hasan Sabır, Dünya Siyasetinde
Küresel Rekabet Sistemi ve Politikaları, İstanbul, Derin Yayınları, 2002.)
[16]
Başkaya, a.g.k. s.186.
[17]
Kar & Arıkan, a.g.k. s.17.
[18]
Seyidoğlu, a.g.k. ss.452-455.
[19]
Vernon, a.g.k. ss.190-207.
[20]
Klimente & Boxberger s.202.
[21]
Karluk, a.g.k. ss.184-259.
[22]
Kar & Arıkan, a.g.k. ss.3-18.
[23]
Tonak, a.g.k. s.38. (* Özellikle, 1960'lardan sonra az gelişmiş ülkelere
yapılan dolaysız yabancı yatırımların artmasında IMF, GATT, Dünya Bankası,
Ortak Pazar gibi ekonomik birleşmelerin de teşvik edici etkileri olmuştur. Bu
yıllarda dolaysız yabancı yatırımlar daha çok, iş gücünün yaygın olarak
kullanıldığı, üretimde mal farklılaştırması yapılabilen, hızlı teknolojik
gelişmelerin uygulandığı kimya, lastik, makina, dayanıklı tüketim malları gibi
sektörlerde yoğunlaşmıştır. Cem Alpar, Çok Uluslu Şirketler ve Ekonomik
Kalkınma, Ankara: AİTİA, 1977, s.9.)
[24]
TCMB s.52.
[25]
Karluk, a.g.m. www.belgenet.com.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/türkyabsermyat.doc
[26]
Karluk , a.g.m. www.belgenet.com.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kitap2/türkyabsermyat.doc
[27]
Yeldan, a.g.k. s.129.
[28]
Stiglitz, a.g.k. ss.1075-1086. (*Dünya Bankası iktisatçılarından J.E. Stiglitz’in
(2000:1075) sermaye hareketlerinin liberalizasyonunu “sürücüsü eğitim almayan
ve lastikleri kontrol edilmeyen eski bir arabaya yarış motorunun konularak
hareket etmesine” benzetmesi özellikle dikkat çekicidir.)
KAYNAKLAR
Bauman,
Zygmunt; Küreselleşme: Toplumsal
Sonuçları, Çev. A. Yılmaz, Ayrıntı yay. İstanbul. 1999.
Başkaya,
Fikret; Kalkınma İktisadının Yükselişi
ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, Aralık 2000.
Boxberger,
Gerald & Harald, Klimenta; Globalleşmenin
10 Yalanı; Globalleşme Bir Aldatmaca mı?, Çev: Mustafa Güney, İnklab
Yayınları, İstanbul, Mart 2002.
Bulutoğlu,
Kenan; 100 Soruda Türkiye’de Yabancı
Sermaye, İstanbul,1970.
Giddens,
A.; Elimizden Kaçıp Giden Dünya,
Çev. O. Akınhay, Alfa Yayınları, İstanbul,1993.
Gürak,
H.; “Küreselleşme Nereye Götürüyor?”, Verimlilik
Dergisi, MPM, Ankara, 2003/2.
Kar,
Muhsin&Harun, Arıkan; Avrupa Birliği
Ortak Politika ve Türkiye, Beta Yayınları, Ekim İstanbul, 2003.
Karluk,S.Rıdvan;
“Çok Uluslu Şirket Üzerine Bir İnceleme”, Eskişehir
İTİA Dergisi, C.8, No:2, Haziran 1997.
Karluk,
S.Rıdvan; ”Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye
Katkısı”, Ekonomik İstikrar Büyüme ve
Yabancı Sermaye, TCMB, Ankara, 2001.
Karluk,
S.Rıdvan; Türkiye’de Yabancı Sermaye
Yatırımları, İTO Yayınları, No.13, İstanbul,1983.
Karluk,
S.Rıdvan; Uluslararası Ekonomi,
5.Baskı, Beta Yayınevi, İstanbul, 1995.
Keyman,
E. Fuat; “Globalleşme Söylemleri ve Kimlik Talepleri”, Düşünen Siyaset, Esin Sanat ve Felsefe Yayıncılık, Sayı:2, Mart
1999.
Ölmezoğulları,
Nalan; Ekonomik Sistemler ve
Küreselleşen Kapitalizm, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1999.
Özdemir,
Durmuş; “Küreselleşme, Ekonomik Büyüme ve Çok Uluslu Şirketler”, DOĞU BATI, Yıl:5, Sayı:18, Şubat, Mart
Nisan, 2002.
Seyidoğlu,
H.; Uluslararası İktisat: Teori Politika
ve Uygulama, 9.B.,Güzem Yayınları, İstanbul,1993.
Seyidoğlu,
H.; Ansiklopedik Ekonomik Terimler
Sözlüğü, 2.B., Kurtiş Matbaacılık, İstanbul,1999.
Seyidoğlu,H.;
Ekonomik Terimler Sözlüğü, Güzem
Yayınları, No:4, Ankara, Ocak 1992.
Stiglitz,
J.E.; “Capital Market Liberalization, Economic Growth and Instability”, World Development, 2000
TCMB,
Yıllık Rapor 1999, Ankara, 2000.
Tonak,
E. Ahmet; Küreselleşme; Emperyalizm,
Yerelcilik, İşçi Sınıfı, Derleyen:E. Ahmet Tonak, İmge Kitabevi Yayınları,
2. Baskı, Ankara, Ekim 2004.
Uras,
T.Güngör; Türkiye’de Yabancı Yatırımlar,
İTO Yayınları, İstanul, 1983.
Vernon,
Raymond, "International Investment and International Trade in Product
Life-Cycle", Quarterly Journal of Economics,
May 1996.
Yeldan,
Erinç; Küreselleşeme Sürecinde Türkiye
Ekonomisi Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim Yayınları, 10.Baskı,
İstanbul, 2004.
İnternet
Adresleri:
Karluk,
Rıdvan, ”Türkiye'de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Katkısı” http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar2/turkyabsermyat.doc,
Erişim tarihi: 06/02/2002, Aralık2003.
UNCTAD, "World
Investment Report 2001", New York, http://www.unctad.org/en/does/wir01ove_a4.en.pdf,
Erişim tarihi: 03.03.2002.