1923-2012 DÖNEMİNDE İÇ-DIŞ KRİZLER
VE TÜRKİYE EKONOMİSİNE YANSIMALARI
İÇİNDEKİLER
Giriş
1. Cumhuriyet Öncesi Dönem
2. 1923–50 Dönemi
3. 1950–60 Dönemi
4. 1960–80 Dönemi
5. 1980–2012 Dönemi
Değerlendirme ve Sonuç
Bölüm
Çalışma Soruları ve Cevapları
Kaynaklar
GİRİŞ
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden günümüze ekonomik
açıdan uzun vadeye yayılan istikrarlı gelişmeler sağlanamamıştır. Türkiye, daha
çok düşük profilli bir gelişme seyrinde ileri-geri hareketlerle yoluna devam
eden bir ülke konumundadır. Bu olumsuzluğun çok sayıda sebebi vardır. Bunların
önemli bir kısmı ülkenin iç yapısından kaynaklanmakla beraber, bir kısmı da dış
faktörlerle ilgilidir. Özellikle 20. yüzyılın ortalarında, çoğu ekonomi gibi,
Türkiye ekonomisi de dış dünya ile yakın ilişkili hâle gelmiştir. Dolayısıyla,
uluslararası krizlerin doğrudan ve/veya dolaylı etkileri olmuştur. Esasında,
dış dünyaya eklemlenme çabası içinde olan her ülke için bu doğal bir süreçtir.
Çünkü entegrasyonun nimetleri yanında zahmetleri de olmaktadır. Önemli olan,
kurulacak denge ile faydaların sayısının zararlardan daha fazla olmasını
sağlayabilmektir.[1]
Türkiye ekonomisinin fotoğrafının ortaya konmasında, dönemler
itibariyle yaşanan iç ve dış krizlerden bahsedilmesi önemli katkılar
sağlamaktadır. Böylece ekonomiye ilişkin daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak
mümkün hâle gelmektedir. Türkiye ekonomisinde, esasında, dönemlere ilişkin
farklı ayırımlar olmakla beraber, bu çalışmada genel özellikleri dikkate
alınarak; 1923–1950, 1950–1960, 1960–1980 ve 1980 sonrası olmak üzere dört alt
devre halinde incelemelerde bulunulmaktadır. Bu kapsamda bölüm, söz konusu
dönemler itibariyle Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik krizleri konu
edinmektedir.
Bir kaynağa göre, 1923-2002 döneminde Türkiye’de altısı
ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası değişimlerine sebep olan;
dördü ise nispeten daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı olan kriz
yaşanmıştır. İlk gruptaki krizler 1929–1931, 1958–1961, 1978–1981, 1988–1989,
1994 ve 1998–2002 dönemlerinde yaşanmışken; ikinci gruptaki krizler 1947, 1969,
1982 ve 1991 yıllarında meydana gelmiştir. Bu krizlerin kapsadığı yılların
toplamı yirmidir ve Cumhuriyet tarihinin dörtte birini oluşturmaktadır.
Özellikle II.Dünya Savaşı sonrası dönemde, Türkiye’nin yaşadığı krizlerin zaman
boyutu şaşırtıcı bir düzen içindedir. Türkiye neredeyse her on yılda bir,
dönemin sonuna doğru (on yılın 7. ve 9. yılı arası) şiddetli ya da hafif kriz
yaşamıştır. Yirmi yılda bir yaşanan ve 8. yılda başlayan krizler (1958, 1978,
1998) olağanüstü şiddette ve uzunlukta olmuştur.[2]
Doğrusu, bu gelenek 2000’li yıllar için de bozulmamıştır. Nitekim, 2007 ortası
itibariyle ABD’deki mortgage sistemi ile başlayan global krizin Türkiye’ye
belli ölçüde de olsa etkileri olmuştur. Bu çerçevede krizin Türkiye’ye
etkilerinin hissedildiği yıllar daha ziyade 2008-2009 yıllarıdır.
Bir diğer kaynağa göre, Türkiye’de 1923–2005 dönemi boyunca
15 ekonomik kriz yaşanmıştır. Bu çerçevede, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nı
takiben, Türkiye’de ortalama her beş yılda bir ekonomik kriz meydana gelmiştir.
Söz konusu ekonomik krizler şu tarihlerde oluşmuştur: 1929, 1948, 1954, 1958,
1969, 1974 Birinci Petrol Krizi, 1978, 1979–1980 İkinci Petrol Krizi, 1986,
1988–1989, 1991 Finansal Krizi, 1994 Finansal Krizi, 1998–1999, Kasım 2000,
Şubat 2001.[3]
Bunlara, yukarıda belirtilen geleneksel eğilim çerçevesinde, şiddeti sınırlı da
olsa 2008-2009 dönemi krizi de ilave edilebilir.
Zamana bağlı olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen
ekonomik krizlerin niteliğinde de birtakım değişmeler meydana gelmiştir. Bu
çerçevede, yeni bin yılın krizleri farklılık arz etmeye başlamıştır. Nitekim
Türkiye’de, 2000 yılı Kasım’ına kadarki krizlerde genelde kıtlıklar, yokluklar,
karaborsalar yaşanmıştır. Bu kapsamda; 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yıllarda
Türkiye’deki krizlerin temelinde döviz kıtlığı mevcuttur. Döviz stoklarının
tükenmesini takiben ithalât yapılamamış ve ağır fiyat kontrolleri ile mal
kıtlığı meydana gelmiş, karaborsalar oluşmuştur. Söz konusu krizlerde ekonomik
büyüme düşmüş fakat ekonomik gerileme kendisini çok fazla hissettirmemiştir.
Ancak, 2000 yılı sonrası krizler, Türkiye ekonomisini baştan sona etkilemekte
ve iyileşme süreci uzamaktadır.[4]
Bu bölüm, Türkiye ekonomisinin
1923–2012 dönemini konu edinmektedir. ‘Masabaşı’ niteliğindeki bu çalışmanın
kaynaklarını kitaplar, makaleler, raporlar ve ilgili istatistikler
oluşturmaktadır. Bu kapsamda, Osmanlı’nın son dönemine kısaca değinilerek
1923–1950, 1950–1960, 1960–1980 ve 1980–2012 dönemleri ele alınarak iktisadî
nitelikli iç-dış krizlere ilişkin analizlerde ve değerlendirmelerde
bulunulmaktadır. Krizler yanında, her bir dönemin temel iktisadî özelliklerine
ilişkin bilgiler de aktarılmaktadır. Belirtilmelidir ki, burada krizlere ilişkin genel bilgi
aktarımında bulunulmakta, fakat detaylı bir analiz yapılmamaktadır. Hacmi
gereği böyle derinlemesine bir çalışma, kitap bölümünün değil, ileride
hazırlanması düşünülen bir kitabın bizatihi konusu olabilir.
1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM
Cumhuriyet öncesi dönemde ülke ekonomisi ziraî bir yapıya
sahiptir. Ancak bu ziraî yapı da sağlam temeller üzerine kurulu değildir.
Nitekim, sermaye ve üretim teknikleri bakımından bazı eksiklikler söz konusudur.
Sermaye stoku zayıf olduğu gibi, üretimde ilkel ziraî aletlerin hâkimiyeti
vardır. Dahası, tarım işletmeleri küçük ve parçalanmış durumdadır. Öte yandan,
Cumhuriyet öncesi sınaî yapı da zayıftır.[5]
Bunların yanında, hizmet sektörü de çok farklı değildir.
Cumhuriyet’e doğru yaklaşılırken, var olan ekonomik
sorunların en önemlilerinden biri borçlardır. Osmanlı İmparatorluğu, 1850 yılı
itibariyle Avrupa ülkelerinden borç alma teşebbüslerinde bulunmaya başlamış ve
ilk borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştirmiştir. Zamanla, savaşlarla
bağlantılı olarak malî durumda meydana gelen kötüleşmeler borçlanmayı adeta
mecburî hâle getirmiştir. İlk iki borçlanmaya ilişkin bilgiler şöyledir:[6]
·
1854
Borçlanması: Kredi, beş milyon sterlin tutarında olup Bank of England ve Bank
of France garantörlüğünde temin edilmiştir. Tahvillerin ihraç bedeli %80, faiz
oranı %6, vadesi ise 33 yıldır. Kredinin teminatı olarak Mısır vergisinin bir
kısmı gösterilmiştir. Ancak bu kredinin sadece üç milyon sterlinlik kısmı
kullanılmıştır.
·
1855
Borçlanması: Bu kredi de beş milyon sterlin tutarında olup İngiltere ve Fransa
garantörlüğünde temin edilmiştir. Tahvillerin ihraç bedeli 102,5/8 (102 sterlin
12 şilin 6 peni), faiz oranı %4’tür. Kredinin teminatı olarak Mısır vergisinin
bakiyesi ile İzmir ve Suriye gümrüklerinin gelirleri gösterilmiştir.
Osmanlı borçlanması bunlarla sınırlı kalmamış, savaşların
sebep olduğu finansman ihtiyacı ve diğer kamu harcamalarındaki artışlar ile
bağlantılı olarak dış borçlanmaya devam edilmiştir. Bu borçların ödenmesinde
ciddi sıkıntılar baş göstermiş, nitekim önemli bir kısmı Cumhuriyet sonrasına
devredilmiştir.
2. 1923–50 DÖNEMİ
Genel karakteristikleri itibariyle dört alt dönem halinde
incelenen 1923–1950 arası için şu bilgiler verilebilir:[7]
1923–1929 alt döneminde Cumhuriyetin kuruluşu gibi, millî bir iktisat düzeni de
oluşturulmaya çalışılmıştır. 1929–1932 alt döneminde Dünya ekonomik bunalımı
yaşandığından, önceki döneme göre millî iktisada daha fazla öncelik verilmiş,
sıkı düzenlemelere gidilmiştir. 1933–1945 alt dönemi, devletin iktisadî hayata
sadece karıştığı ve onu düzenlediği değil, aynı zamanda bazı faaliyetleri
bizzat gerçekleştirdiği ve iktisadî işletmeler kurduğu ve sanayi alt yapısının
oluşturulmasına yönelik programlar niteliğinde olan ilk sanayi planlarının
hazırlandığı bir zaman dilimidir. 1946–1949 alt dönemi ise daha ziyade bir
geçiş devresi niteliğindedir. Nitekim devletçi ve müdahaleci bir iktisadî
düzenden özel girişimciliğin revaç bulduğu liberal bir düzene doğru değişim
süreci yaşanmıştır.
Bir görüşe göre 1923–1950, Türkiye ekonomisinin en düzenli
faaliyette bulunduğu dönemdir. Bu yıllarda, TL dünya ekonomisinde en değerli
para birimi konumundadır. Mesela 1923 yılında kişi başına düşen gelir meblağı
45 dolar olup, Avrupa ülkelerinin aynı dönemdeki kişi başına gelir meblağının
biraz altında seyretmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin 1923–1938 dönemi ortalama
yıllık büyüme hızı %7.9 olup, Cumhuriyet tarihinde 2004, 2005, 2010 ve 2011
yılları hariç (sırasıyla %9.4; %8.4; %9.2; %8.8)[8]
en yüksek orandır.[9]
1923-50 döneminin en belirgin iktisadî hadiselerinden biri,
1929 yılında ABD’de başlayarak tüm ekonomileri etkileyen, ‘Büyük İktisadî
Buhran (Great Economic Depression)’ olarak adlandırılan ve uzun yıllar
etkilerini hissettiren krizdir. Nitekim, 1929-1936 döneminde ABD’nin sanayi
üretimi yaklaşık %45 ve GSYİH’si %28 oranında azalmış, işsizlik oranı %25’lere
yükselmiştir. Aynı dönemde Avusturya, Almanya, Fransa, Çekoslovakya ve Polonya
ekonomileri derin boyutta; İskandinavya ülkeleri, İngiltere, İspanya, Romanya
ve Hollanda ise önemli seviyede zarar görmüştür.[10]
Krizin boyutuna ilişkin daha net bilgi sahibi olabilmek için sebep olduğu bazı
somut etkilerine bakmakta fayda vardır: Kriz sürecinde ABD’de 12 milyon kişi
işsiz kalmış; 20,000 şirket iflasa sürüklenmiş; 1.616 banka kapanmış ve her
yirmi çiftçiden biri toprağını kaybetmiştir.[11]
Dünya ekonomik krizinin temel sebebi, iktisatçıların da
tartışma konularından biridir. Ancak, bu hususta bir mutabakat yoktur. Mesela John
Maynard Keynes “yatırımcıların güvenindeki istikrarsızlık” derken, Milton
Friedman ve Anna Schwartz “1929-1933 döneminde ABD’de uygulanan daraltıcı para
politikasını sebep göstermiştir. Öte taraftan Charles Kindleberger “dünya
ölçeğinde bir ekonomik liderliğin olmayışını” dile getirirken, Peter Temin ise
“I.Dünya Savaşı’nın ertelenmiş bir sonucudur ve savaş sonrası süren
çatışmaların da krizin oluşumuna katkısı vardır” demiştir.[12]
Bu dönemde Türkiye’de meydana gelen iki iç ekonomik kriz
vardır:
1929 Krizi:
Cumhuriyet tarihinde karşılaşılan ilk kriz 1929 yılındadır.
1929’da yaşanan Büyük İktisadî Buhran, Türkiye’yi de etkilemiştir. Krizin
etkilerine, Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksidinin ödenmesi
gereken Osmanlı borçları da ilave olunca ciddi bir ‘kambiyo krizi’ yaşanmış,
TL’nin değeri düşmüştür.[13]
1948 Krizi:
İlk devalüasyon 1946 yılında, ihracatı artırmak amaçlı
yapılmasına rağmen arzu edilen gelişmeler sağlanamamıştır.
Tablo 18.1: Türkiye’nin 1944-48 Dönemi Dış
Ticaret Verileri (bin $, %)
Yıllar |
İhracat |
İthalât |
Denge |
||
(milyon $) |
(%) |
(milyon $) |
(%) |
(bin $) |
|
1944 |
177,9 |
-9.5 |
126,2 |
-18.7 |
51,7 |
1945 |
168,3 |
-5.4 |
96,9 |
-23.2 |
71,3 |
1946 |
214,6 |
27.5 |
118,9 |
22.6 |
95,7 |
1947 |
223,3 |
4.1 |
244,7 |
105.8 |
-21,3 |
1948 |
196,8 |
-11.9 |
275,1 |
12.4 |
-78,3 |
Kaynak: TÜİK, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).
Tablo 18.1’de yer aldığı üzere, 1946’da 214,6 milyon dolar
olan ihracat 1947’de %4.1’lik artışla 223,3 milyon dolara çıkmışken 1948’de
%11.9 oranında düşüşle 196,8 milyon dolara gerilemiştir. Aynı dönemde ithalât
ise artışını sürdürmüştür. Artış oranları 1947’de %105.8, 1948’de ise
%12.4’tür. Öte yandan, 1948 yılında döviz girdilerinde ciddi sorunlar baş
göstermiş, başta istihdamda olmak üzere birtakım olumsuzluklar meydana
gelmiştir.[14]
3. 1950–60 DÖNEMİ
1950–1960, iktisadî hayatta özel müteşebbisliğin esas
alındığı bir dönemdir. Bu devrede millî bir burjuvazi oluşturulmasına ve
güçlendirilmesine ağırlık verilmiş, ekonomik ilişkiler de dâhil olmak üzere dış
ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde, devlet işletmeciliğinin
sadece kamu hizmeti ile ve özel sektörün faaliyette bulunmak istemediği alanlar
ile sınırlanması hedeflenmiştir. Dahası, bunların dışında yeni kamu
işletmelerinin kurulmaması, var olanlarının özel kesime devredilmesi
planlanmıştır. Ancak, KİT’lerin hiçbiri satılmamakla beraber, mevcutlar
genişletilmiş, hatta yenileri kurulmuştur. Liberalizmin temel alındığı bu
dönemde, serbest rekabetçi politikaların uygulanması ancak 1954’e kadar mümkün
olabilmiş, bu yılı takiben belirli mallarda kıtlıkların başlamasıyla 1956’da
II.Dünya Savaşı döneminde uygulamaya konulan ‘Millî Korunma Kanunu’ tekrar
yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede devlet, iktisadî hayata yine müdahaleye
başlamıştır. Ekonomiye aşırı müdahaleleri takiben, 4 Ağustos 1958’de
‘stabilizasyon’ kararları alınmak durumunda kalınmıştır.[15]
1950’li yıllar, bazı iktisatçılarca henüz hazır olmayan bir
ekonomik yapılanma üzerine (IMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla) aşılanmak
istenen serbest piyasa ekonomisine geçişe bir örnek olarak
değerlendirilmektedir. Getirilmek istenen bütün ekonomik serbestlikler 1954
sonrasında olumsuz bir yapıya bürünmüş, günübirlik olmayacak ya da olmaması
gereken arızî ve hesapsız Hükümet kararları, ekonomiyi belli başlı tüketim
mallarında (kahve, mendil, röntgen filmi vb.) darlıklara sürüklemiş ve serbest
piyasa ekonomisi işleyemeden krizle sonuçlanmıştır.[16]
İzlenen stratejiler ve uygulanan politikalar çerçevesinde,
1950–1960 döneminin temel özellikleri şöyle sıralanabilir:[17]
·
Bu
dönem, Türkiye’nin dünya ekonomisine entegre oluşunda önemli bir evreyi
oluşturmaktadır. 1920’li yıllardaki üst yapı reformları, 1930’lu yıllardaki
sınaî tesisler, 1950’lerdeki tarımsal gelişmeler ve alt yapı yatırımları ile
1960’lara gelindiğinde Türkiye’nin dünyaya entegrasyonu kolaylaşmıştır.
·
Tarım
sektöründe önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu devrede tarımda hem makinalaşma
artmıştır hem de ekilebilir alanlar genişlemiştir.
·
Bu
dönemde yabancı sermayeye karşı yaklaşımda değişmeler meydana gelmiştir. Her ne
kadar hedeflenene ulaşılamamışsa da yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli
kanunî düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, başta ABD’den olmak üzere dış
yardımlarda önemli ölçüde artışlar olmuştur.
Bu devredeki dünya krizleri de şöyle sıralanabilir:[18]
1954 yılı:
Kore Savaşı’nı takip eden uzun yıllar boyunca hammadde ve
tarım ürünü fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri aleyhte seyretmiştir.
1958 yılı:
ABD ekonomisinin durgunluğa girmesi, Avrupa Ekonomik
Topluluğu paralarının konvertibiliteye geçmesi ve Roma Anlaşması’nın yürürlüğe
girmesi ile pazarlarda daralmalar meydana gelmiştir.
Türkiye’de 1950–60 döneminde meydana gelen krizler şöyledir:
1954 Krizi:
1953 yılından itibaren meydana gelen döviz sıkıntısı ve 1954
yılındaki kötü hasat sebebiyle ithalât imkânları daralmış, bu da içe dönük
sanayileşme yönünde baskıya yol açmıştır. Böylece, ithalâtta kısıntılara gidilmesi ve bazı malların ithal
ikamesi yoluyla elde edilmesi dönemi başlamıştır. Nitekim ithal ikameci
sanayileşme stratejisi, planlamaya ağırlık verilen 1960 sonrası dönemin ana
çatısını oluşturmuştur. 1960’lı yıllarda hızlı bir gelişme sağlayan ve 1970’li
yıllarda şiddetli bir krize sürüklenmesine yol açan bu strateji, planlı dönemin
ürünüdür.[19]
1955 Devalüasyonu:
Bozulan dış ticaret dengesinin tekrar sağlanabilmesi
maksadıyla 1955 yılında doların 2.30 TL’den 5.20 TL’ye çıkarıldığı bir
devalüasyon gerçekleştirilmiştir.[20]
Tablo 18.2’de de görüldüğü üzere, bu politika belli ölçüde işe yaramıştır.
Tablo
18.2: Türkiye’nin 1955-57 Dönemi Dış Ticaret Verileri (bin $, %)
Yıllar |
İhracat |
İthalât |
Dış Ticaret Dengesi |
||
(bin $) |
(%) |
(bin $) |
(%) |
(bin $) |
|
1955 |
313,346 |
-6.4 |
497,637 |
4.0 |
-184,291 |
1956 |
304,990 |
-2.7 |
407,340 |
-18.1 |
-102,350 |
1957 |
345,217 |
13.2 |
397,125 |
-2.5 |
-51,908 |
Kaynak:
TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).
1955’te 313,346,000 dolar olan ihracat, 1956’da 304,990,000
dolara düşmüş ancak 1957’de 345,217,000 dolara yükselmiştir. İthalâtta ise aynı
dönemde sürekli bir düşüş eğilimine girilmiş olup 1955’te 497,637,000 dolar
olan tutar, 1956’da ve 1957’de sırasıyla 407,340,000 dolara ve 397,125,000
dolara gerilemiştir (Bkz. Tablo 18.2).
1958 Krizi:[21]
1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline göre
ayarlanmış serbestleşme programı, 1958 krizinin hazırlayıcısı olmuştur. 1958’e
gelindiğinde vadesi dolmuş 256 milyon dolarlık dış borç mevcuttur. Ağustos
ayında IMF ile bir istikrar programı uygulamasına geçilmiş, bu kapsamda
devalüasyon yapılmıştır. Krizden çıkış amacıyla başvuruda bulunulan IMF’nin ve
OECD’nin Türkiye için hazırladığı ‘reçete’ ile bağlantılı olarak hükümetçe ‘4
Ağustos 1958 Kararları’ alınmıştır. Bu kararlara göre banka kredileri
durdurulacak, bütçe açık finansmanına son verilecek ve devalüasyon
yapılacaktır. Neticede, yüksek oranlı bir devalüasyonla 2.80 TL olan dolar
kuru, kademeli olarak 9 TL’ye kadar çıkarılmıştır. Başlangıçta TL %220 oranında
devalüe edilmiştir.[22]
Bütçe açığında da olumsuzluklar meydana gelmiştir. Nitekim, 1958’de 55.3 milyon
dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara yükselmiştir.
4. 1960–80 DÖNEMİ
1960–1980; önceki dönemin tersine, düşünce itibariyle
devletin iktisadî hayata müdahale ettiği, onu düzenlediği ve burada belli
ölçüde faaliyette bulunduğu bir devredir. Bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı
kurulmuş ve Beş Yıllık Kalkınma Planları (BYKP) hazırlanarak yürürlüğe
konulmuştur. Bu kapsamda, 1963-1967’de
I.BYKP, 1968-1972’de II.BYKP ve 1973-1977’de III.BYKP hayata geçirilmiştir. Bu
planların hedefleri ve elde edilen sonuçlar kıyaslandığında, genel olarak bir
uyumdan bahsedilebilir ancak, söz konusu dönemlerde önemli sorunlar
giderilememiş ve bunların maliyetleri topluma yansımıştır.[23]
1970’in en önemli olayı, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile
Türkiye arasındaki Gümrük Birliği ve diğer konular için katma protokolün
imzalanmasıdır. 1973’teki petrol krizi, 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı ve
Batı’nın bu harekat nedeniyle uygulayacağı ekonomik ambargo ile birleşince
Türkiye 1970’lerin sonuna doğru ciddi sıkıntılar içine sürüklenmiştir.[24]
Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir:[25]
1968 yılı:
Bretton Woods Sistemi kapsamında altının dolar değerinin,
1974 yılı:
Birinci Petrol Krizi’nin patlamasıyla dış ticaret hadleri
şiddetle aleyhe dönmüş; Alman markı ve İsviçre frankı, dolara karşı hızla değer
kazanmıştır.
1978 yılı:
“Petro-dolar’ları dolaşıma döndürme” politikasının sebep
olduğu aşırı kısa vadeli borçlanma, Türkiye ile birlikte Arjantin, Zaire ve
Peru gibi bazı gelişmekte olan ülkeleri (GOÜ) krize sürüklemiş, uluslararası
bankalar GOÜ’lere kredileri kısmış ve faizleri yükseltmiştir.
1979–1980 yılları:
Petrol fiyatları yükselmiş, ABD’de para arzının kısılması
dünya reel faiz hadlerini artırmış, tarım fiyatları düşmüştür.
Dünyada meydana gelen krizlerden doğrudan veya dolaylı
biçimde etkilenerek 1960–1980 döneminde Türkiye’de ortaya çıkan ekonomik
krizler şöyledir:[26]
1974 Birinci Petrol Krizi:
1974’te petrol fiyatlarının dört kat
artması, petrole bağımlı bir ülke olarak Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Aynı
yıl Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Batı ülkelerinin üstü örtülü ekonomik
ambargosu başlamıştır. Petrol fiyatlarındaki artış, ithal edilen sanayi
ürünlerinin fiyatlarını da yükseltmiştir. Öte yandan, dünyada petrol
tasarrufuna gidilirken Türkiye’de petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiş ve
bu da tüketimi artırmıştır. 769 milyon dolar olan dış ticaret açığı, 2.3 milyar
dolara kadar yükselmiştir. Yıl sonu itibariyle 303 milyon dolarlık rekor bütçe
açığı oluşmuştur. Turizm ve işçi gelirleri düşmüş, istihdam sorunu büyümüştür.
1978 Krizi:
Büyük meblağlarda düşük faizli kredi teminine gidilmiş ve
bunlar uygun olmayan şekillerde kullanılmış, önemli bir kısmı israf edilmiştir.
Borçlar bir yandan tüketimi ve ithalâtı artırırken, diğer yandan da sabit
yatırımları ve buna bağlı ithalât kalemlerini artırmıştır. Yurt dışına
alışveriş amaçlı geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca
değişik marka traktör ithalâtı ve gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu
borçlarla karşılanmıştır. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borç, 1977 yılında
10 milyar dolara yükselmiştir. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç
içindeki payı %52’ye ulaşmıştır.
1979–1980 İkinci Petrol Krizi:
OPEC üyeleri, petrol fiyatını 1979’da ve 1980’de tekrar
yükseltmiş ve böylece %150 oranında artış olmuş, bu şok Türkiye’de yoğun bir
ekonomik krizin yaşandığı devreye isabet etmiştir. İşsizlik oranı %20’lere
yaklaşmış, enflasyon oranı yükselişe geçmiştir. Pek çok temel tüketim
maddesinin karaborsası oluşmuş; benzin, tüp ve ampul gibi maddelerde kıtlık
başlamıştır.
1970-80 döneminde büyük-küçük çapta birçok devalüasyon
gerçekleştirilmiştir. 1975’te dolar 13.85 TL olmuştur. Bir süre sonra %25’lik
devalüasyon bunu takip etmiştir. 1 Mart 1978’deki devalüasyon ise %33 oranında
olup 19.25 TL olan dolar, 25 TL’ye yükselmiştir.[27]
10 Nisan 1979’daki devalüasyonla doların değeri 25 TL’den 26.50 TL’ye, 11
Haziran 1979’daki devalüasyonla da 47.10 TL’ye yükseltilmiştir.[28]
Alınan tüm tedbirlere rağmen ekonomideki kötü gidişe dur
denilememiştir. İç ve dış faktörler dolayısıyla Türkiye ekonomisi, 1979 yılında
krize girmiştir. Petrol fiyatlarındaki artışlar, dünya ekonomisinin girdiği
resesyon, ülke içinde uygulanan ithal ikameci politikalar gereği aşırı
değerlenmiş kur, negatif faiz gelirleri, ve döviz darboğazı dolayısıyla îmalât
sanayi üretiminde büyük oranda gerilemeler meydana gelmiş ve 1980’e
gelindiğinde yüksek oranlı enflasyon oluşmuştur.[29]
1980 yılına girerken Türkiye ekonomisinin genel durumu şöyle
bir görünüm arz etmektedir:[30]
·
Döviz
gelirlerinin yetersiz olması nedeniyle ithalât 1978 ve 1979 yıllarında
sırasıyla %35.2 ve %13.2 azalmıştır. Türkiye ekonomisinin ara ve yatırım
malları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olmasıyla GSMH 1979’da reel olarak
azalma göstermiştir.
·
İhracat
reel olarak 1979’da %20 gerilemiştir.
·
1979’da
ödenmeyen dış borçlar ertelenmiş, ekonominin kredibilitesi tükenme noktasına
varmış ve dış borç servis yükü %45.6’ya yükselmiştir.
·
Üretim
azalırken ve maliyetler yükselirken toplam harcamalar azalmamış, böylece enflasyon
hızı devam etmiş ve 1979’da %63.9’a ulaşmıştır.
·
Türkiye
ekonomisinin lokomotif görevini yapan tarım üretimi, ithal girdilerinin (gübre,
ilaç vs.) azalmasıyla tehdit altına girmiştir.
·
Sanayi sektörünün GSMH içinde payı, sabit fiyatlarla
1978’de %24.1 iken 1979’da %22.9’a düşmüştür.
·
İhracatın
ithalâtı karşılama oranı %45’e düşmüştür.
Bu sorunların giderilmesi ve ekonominin rehabilite edilmesi
için bazı köklü değişikliklere gidilmesi gerekmiştir. Çünkü 1980’e gelindiğinde
cari politikalarla krizin atlatılmasının imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Böylece
alınan 24 Ocak 1980 Kararları ile ekonomide yeni bir dönem başlatılmıştır.
5. 1980–2012 DÖNEMİ
1980 yılı Türkiye için dönüm noktası
olmuştur. Artık, ithal ikameci sanayileşme politikası bir tarafa bırakılarak,
ihracatın geliştirilmesi ve ekonominin dışa açılmasına yönelik gelişme
politikası benimsenmiştir. Bu amaçla ‘24 Ocak 1980 Kararları’ adıyla bir dizi
yeni tedbir yürürlüğe konmuştur.[31]
Bu kararların serbest piyasa ekonomisi düşüncesi çerçevesinde dayandığı temel
prensipler şöyle özetlenebilir:[32]
·
Özel
sektöre ağırlık vermek,
·
İthalâtı
serbestleştirerek ekonomiyi dış rekâbete açmak,
·
Ekonomiye
güvenin sağlanması ve uluslararası finans piyasaları ile bütünleşebilmek için
kambiyo işlemlerini serbestleştirmek,
·
Gerçek
maliyetlere dayanan bir üretim yapısı için; fiyatlara müdahale etmemek, faiz
oranlarını serbest bırakmak, reel gelişmeleri yansıtabilecek döviz kuru
politikası izlemek. Nitekim, 24 Ocak 1980 günü açıklanan istikrar tedbirleriyle
%48.9 oranında devalüasyon yapılmış ve 1 ABD Doları 47.10 TL’den 71.40 TL’ye
çıkarılmıştır.
24 Ocak Kararları ile başlatılan yeni strateji; politikalar,
kurumlar ve kanunî düzenlemeler olmak üzere üç kısımda özetlenebilir:[33]
1) Yeni strateji kapsamındaki politikalar ana başlıklar
itibariyle; ihracatın artırılması, fiyat sisteminin değiştirilmesi, yabancı
sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest bırakılmasıdır. Alınan
kararların etkinliğini sağlamak amacıyla, bu stratejiyi destekleyecek ve
uygulayacak bazı kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar; Yabancı Sermaye Dairesi,
Teşvik ve Uygulama Dairesi, Koordinasyon Kurulu ve Para ve Kredi Kurulu’dur.
2) 24 Ocak Kararları, bazı kanunî düzenlemelerle
desteklenmiştir. Bunlardan biri vergilerdir. Vergilemede daha kapsayıcı ve
gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmiştir. Diğeri, daha evvel devlete
devredilen bazı madenlerin özel kesime iadesidir. Başka bir düzenleme de sigara
tekelinin kaldırılması ve serbest bölgelerin kurulması yoluyla yabancı sermaye
girişinin ve ülkenin dış ticaret hacminin artırılmasıdır.
1980 sonrası dönemde, dünyada birçok
kriz yaşanmıştır. Küresel çapta ortaya çıkan olumsuzluklar şunlardır:[34]
1982 yılı:
Yüksek meblağlarda borçlu Latin Amerika ülkelerinin borç
ödeyemez duruma düşmesiyle dünyada ‘büyük borç krizi’ patlak vermiş, reel faiz
hadleri yükselmiştir.
1987 yılı:
Kasım ayında New York Borsası çökmüş; yaygın banka
iflaslarıyla ABD ekonomisi uzun süreli (1987–1991) durgunluğa girmiş; dolar,
Alman markı ve yen gibi güçlü paralar karşısında değer kaybetmiştir.
1990 yılı:
Tokyo Borsası çökmüş, Japonya’da finansal kırılganlık ortaya
çıkmış ve uzun süreli durgunluk/deflasyon süreci başlamıştır.
1990–1991 yılları:
Irak’a ambargo uygulanmış, bunu takiben Körfez Savaşı (Irak,
Kuveyt ve ABD arasında) sürecinde bölgeden turist ve sermaye kaçışı yaşanmış,
petrol fiyatları yükselmiş, bölgeye verilen kredilerin faizlerinde artışlar
meydana gelmiştir.
1992–1993 yılları:
Avrupa paraları aleyhine spekülasyon yapılmış ve bu
ülkelerin paraları devalüe edilmiştir. Parası değerlenen ABD’ye sermaye kaçışı
yaşanmış; ABD’de hızlı, AB’de yavaş büyüme meydana gelmiştir.
1994 yılı:
Meksika’yı takiben Brezilya’da ve Arjantin’de ekonomik kriz
yaşanmış, bunların paraları devalüe edilmiştir. Bu ülkelerin de dahil olduğu
GOÜ pazarlarından sermaye kaçışı yaşanmıştır. Çin’in para birimi yuan da
devalüe edilmiştir.
1997–1999 yılları:
Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya ülkelerinde kriz yaşanmış, bu
ülkelerden ve bunların bir kısmının da dahil olduğu GOÜ’lerden sermaye kaçışı
meydana gelmiştir. Kriz, başta bölgeyi olmak üzere dünyayı tehdit eder boyuta
varmış; petrol fiyatı düşmüş, ülke paralarında büyük çaplı devalüasyonlar
meydana gelmiş, dünya pazarları daralmıştır.
1998 yılı:
Asya krizi Rusya’ya sıçramış ve bu ülke moratoryum ilan
etmiştir. Bölgeden sermaye kaçışı başlamış, kredi faizleri yükselmiş, ruble
devalüe edilmiş, Rusya pazarı daralmıştır.
2000 yılı:
Dünya petrol fiyatları katlanarak artmış, Nasdaq’ta çöküş
başlamış, ABD’de durgunluk işaretleri belirmiş ve bu ülkeden sermaye kaçışı
başlamıştır.
2001 yılı:
Arjantin’de ekonomik kriz meydana gelmiş ve bu olumsuzluk
Latin Amerika’ya yayılmıştır. ABD’de 11 Eylül saldırılarıyla beraber savaş
emareleri belirmiş ve Nasdaq’daki çöküş diğer borsalara da yayılmıştır. ABD’de
büyük ölçekli şirketler iflas etmiş, geniş çapta yolsuzluklar meydana gelmiş ve
ekonomik durgunluk yayılmıştır.
2002 yılı:
ABD İngiltere ile birlikte Afganistan’ı
işgal etmiş, özellikle bölge ekonomilerinde olmak üzere dünyada tedirginlikler oluşmuştur.
Nasdaq’ta ve New York Borsası’nda çöküş yaşanmış, şirket yolsuzlukları ve
iflasları meydana gelmiş, Avrupa’da dolaşıma giren euro karşısında dolar değer
kaybetmiş, ABD’den sermaye çıkışı yaşanmıştır. Arjantin’de ekonomik çöküş
yaşanmış, kriz Uruguay’a ve diğer bölge ülkelerine sıçramıştır.
2003 yılı:
ABD ve İngiltere; İtalya, Japonya gibi
bazı ülkelerin de desteğini alarak Irak’ı işgal etmiş, bunun tüm dünyaya
olumsuz etkisi olmuştur. ABD’de bazı muhasebe-denetim ve teknoloji firmalarında
iflaslar yaşanmıştır.
2006 yılı:
Petrol fiyatlarında yükseliş trendine girilmiş, petrolün
varil fiyatı 100 doları geçmiştir. Bunun maliyetler üzerine olumsuz etkisi
olmuştur.
2007-2008 yılları:
ABD’de 2007 ortası itibariyle mortgage sisteminde
tıkanıklıklar meydana gelmiş ve ilgili sektörlerde durgunluklar yaşanmıştır.
Bunun finansal piyasalara olumsuz etkileri olmuş ve kriz global bir boyuta
ulaşmıştır. Ağırlıklı olarak kendisini 2008 yılında hissettiren global kriz
sürecinde meydana gelen somut bazı gelişmeler şöyle sıralanabilir:[35]
Başta ABD’de olmak üzere Avrupa’da birçok firma zor durumda kalmıştır. Morgan
Stanley, Citigroup ve ING bunlar arasındadır. Ayrıca, Bear Stearns iflas
noktasına gelmiş ve 2008 Mart ortasında JP Morgan Chase tarafından satın
alınmıştır. Fortis de BNP Paribas tarafından satın alınmıştır. Öte yandan
Merrill Lynch, Bank of America tarafından satın alınmış; 158 yıllık finans
kuruluşu Lehman Brothers iflasını istemiş; federal mortgage kuruluşları Fannie
Mae ve Freddie Mac ABD Hazinesi tarafından kamulaştırılmıştır. Citigrup’ta
olumsuzluklar yaşanmıştır. Nitekim Citi, 2008’in ilk beş ayı boyunca mortgage
krizinin etkilerini giderebilmek için 40 milyar dolar civarında harcama
yaptığını bildirmiştir. Kriz sürecinde tüm dünyada farklı sektörlerde çok
sayıda iflaslar meydana gelmiştir.
Mortgage sistemindeki tıkanıklıklarla başlayarak yayılan ve
halen de devam eden krizler silsilesi, başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş
ülke (GÜ) kökenlidir. Dolayısıyla buralarda meydana gelen olumsuzluklar, doğrudan
ve/veya dolaylı olarak gelişmekte olan ülkelere (GOÜ) yansımaktadır. 2007-2008
global krizi halen ülkeden ülkeye değişik seviyelerde olmak üzere etkilerini
sürdürmektedir. Makro bazda bakıldığında, GÜ’lere ve GOÜ’lere ilişkin şu
değerlendirmeleri yapmak mümkündür:
·
GÜ’lerde
ilk etapta para arzı daralması meydana gelmekte ve bu da faizleri
yükseltmektedir. Ayrıca sermaye piyasalarında hacim daralması yaşanmaktadır.
Bunlarla bağlantılı olarak yatırımlar kesintiye uğramakta, üretim daralmakta ve
istihdamda olumsuzluklar meydana gelmektedir.
·
GOÜ’lerde
ilk etki sıcak para üzerinedir. Krizler sebebiyle GOÜ’lerde sermaye çıkışları yaşanmakta, buna bağlı olarak faiz oranları ve
döviz kurlarında yükselmeler/devalüasyonlar gerçekleşmekte, borsalarda düşüşler
olmakta, dış ticaretin bileşimi olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca yabancı ve
yerli yatırımlarda, geleceğe yönelik karamsar beklentiler dolayısıyla,
azalmalar ve/veya ertelemeler meydana gelmektedir. Sonuçta üretim gerilemekte,
istihdam ve enflasyon sorunları baş göstermektedir.
2007-2008 krizinin ne zaman sona ereceğine ilişkin tahminde
bulunmak kolay görünmemektedir. Nitekim krizin ortaya çıktığı yıllarda kimileri
iyimserken, kimileri kötümser tablolar çizmekteydi. Mesela Citi yönetim kurulu
başkanı Win Bischoff 2008 Mayıs’ında yaptığı açıklamasında krizin en ağır
kısmının sona erdiğini dile getirmişti.[36]
Ancak bu tahmin, 2008’in üçüncü çeyreği itibariyle şiddetini artıran
olumsuzluklar zinciri ile hükmünü yitirmişti. Bir yandan, bazı finans piyasası
aktörleri ve akademisyenler, ABD yönetiminin mortgage krizini engellemeye
yönelik teşebbüste bulunacağına inandıklarını ifade ederek, Merkez
Bankası(FED)’nın büyük bir banka krizine müsaade etmeyeceğini belirtmişlerdi.[37]
Diğer yandan mesela Krugman, 2008 yılında, mortgage krizinin etkilerini 2010
yılına kadar sürdürebileceğini, 2011 yılına sarkmasının sürpriz olmayacağını
dile getirmekteydi.[38]
2007 ortasında ABD mortgage sistemi sorunlarıyla başlayan
kriz 2008 ve 2009 yıllarında global çapta yoğun şekilde kendisini hissettirirken,
2010-2011 döneminde ikinci safhaya girmiştir. Bu defa Avrupa orijinli ikinci
bir dalga ile karşılaşılmış olup, bu safha halen sürmektedir. Yunanistan başta
olmak üzere İspanya, Portekiz, İzlanda ve İtalya gibi Avrupa ülkeleri farklı
ölçülerde olmak üzere krizle iç içedirler. Söz konusu ülkeler, kurumsal
seviyede AB desteklerini beklemekle beraber tüm ülkelerin sorunlarının bu
şekilde giderilmesi kolay değildir. Dolayısıyla global krizin nihayete ermesine
ilişkin bir takvim tespiti, mevcut şartlarda mümkün görünmemektedir.
Türkiye’de 1980 sonrasında 24 Ocak 1980 Kararları ile
bağlantılı olarak ekonomide meydana gelen hızlı dışa açılma süreci kapsamında;
1981 Mayıs’ında bir taraftan esnek döviz kuru sistemine geçilirken, öte
taraftan 1980–1982 döneminde alınan birtakım kararlarla iç finansal
liberalizasyona geçilmiştir. Fakat bu süreç, hukukî alt yapı eksiklikleri
sebebiyle ortaya çıkan ‘bankerler krizi’ ile önemli ölçüde zedelenmiştir.
Özellikle Haziran 1984’te ve Ağustos 1989’da alınan iktisat politikası
kararları ile Türkiye’de vatandaşların döviz tevdiat hesabı (DTH)
açtırabilmelerine imkân sağlamak dâhil, bazı köklü dış finansal serbestleşme
tedbirleri yürürlüğe girmiştir. 1989 yılı sonrası kamu kesiminde oluşan büyük
açıklar, yüksek yurt içi faiz oranları, kısa vadeli sermaye girişlerindeki
hızlanmalar ve döviz kurlarındaki düşük oranlı artışlar, ekonomiyi daha fazla
‘sıcak para’ bağımlısı hâline getirmiştir. Kamu kesiminde Aralık 1993-Nisan
1994 döneminde iç borcun sürdürülemezliği açıkça belirmesine rağmen, benzer
politikalara devam edilmiştir. Neticede ekonomi, Kasım-Aralık 2000 ve
Şubat-Mart 2001 dönemlerinde şiddetli bankacılık ve döviz kuru krizleri ile
tıkanıklığa sürüklenmiştir.[39]
Türkiye, 1990’lı yıllarda sermaye hareketleriyle birlikte
mal-hizmet pazarlarını da tam manasıyla serbestleştirmiştir. Bu gelişme, Latin
Amerika ülkelerinin politikalarıyla benzerlik göstermektedir. Türkiye, 1990’dan
1997’ye kadar biri 1991, diğeri 1994’te olmak üzere iki kriz atlatmak pahasına,
ekonomisini büyütmüştür; ancak bunun karşılığında artan iç ve dış borçlar,
finansal kırılganlığı artırmıştır. Nitekim 1998’de yeniden girilen kriz
ortamında, 2000 yılında IMF’nin hatalı politikalarının ilavesiyle, 2001’de borç
toplamı GSMH’yi aşmıştır. Bu tarih itibariyle borçlar artarken, GSMH, 1990’lı
yılların başındaki seviyeye gerilemiştir.[40]
Bu gelişmeler çerçevesinde 1980–2012 döneminde Türkiye’de
meydana gelen krizler ve bunların somut bazı etkileri şöyledir:[41]
1986 Krizi:
Bütçe açıkları ve dış açıklar 1983 sonrası artmış, bu
nedenle 1986’da önemli bir ekonomik sarsıntı olmuş aynı yıl itibariyle dış
ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar (önceki yıla
göre %150 artış) olarak gerçekleşmiştir. 1986 yılında kamu harcamalarındaki
artış nedeniyle ekonomide dengesizlik yaşanmış ve TL devalüe edilmiştir.
1988-1989 Krizi:
Kamu açıkları artışı ve malî piyasalarda dalgalanma sonucu
faizler yükselmiş, döviz rezervleri azalmıştır. Türkiye, 1989 yılı itibariyle
dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri olmuştur. Dış borç stoku önemli
bir meblağa erişmiş, kısa vadeli borçların toplam borçlar içindeki payı %19’a
ulaşmıştır. Ticarî bankaların döviz açığı büyümüş, stagflasyon sürecine
girilmiştir. Yüksek meblağda dış ticaret açığı oluşmuştur.
Tablo
18.3: Türkiye’nin 1987-91 Dönemi Dış Ticaret Verileri
Yıllar |
İhracat |
İthalât |
Dış Ticaret Dengesi |
||
(milyar $) |
(%) |
(milyar $) |
(%) |
(milyar $) |
|
1987 |
10,190 |
36.7 |
14,157 |
27.5 |
-3.9 |
1988 |
11,662 |
14.4 |
14,335 |
1.3 |
-2.6 |
1989 |
11,624 |
-0.3 |
15,792 |
10.2 |
-4.1 |
1990 |
12,959 |
11.5 |
22,302 |
41.2 |
-9.3 |
1991 |
13,593 |
4.9 |
21,047 |
-5.6 |
-7.4 |
Kaynak:
TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).
Tablo 18.3’te görüldüğü üzere, 1988’de 2.6 dolar olan dış
ticaret açığı, 1989’da 4.1 milyar dolara, 1990’da ise 9.3 milyar dolara
yükselmiştir. Yani dış ticaret açığı, 1991 yılına kadar artan biçimde devam
etmiştir.
1991 Finansal Krizi:
1991 krizini tetikleyen faktör, Körfez Krizinde yaşanan
savaş sürecidir. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar dolar civarında
olup, bunun üç milyar dolarlık kısmı kısa vadelidir. Dış borç stoku sekiz
milyar dolara yaklaşmış, bu borçların kısa vadeli kısmı dört milyar dolara
ulaşmıştır. Cari işlemler açığı, tarihî bir sıçrama göstererek 2.6 milyar
dolara çıkmıştır. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken
ihracatı caydırmış, ithalâtı cazip hâle getirmiştir. Bu arada Körfez Savaşı
başlayınca, fizikî yakınlık dolayısıyla Türkiye riskli ülke konumuna gelmiş ve
sermayenin kaçışa geçmesiyle 2.6 milyar dolar civarında çıkış yaşanmış, bu da
ekonomide durgunluğa yol açmıştır. TÜFE %52.4 artarken TEFE (ÜFE) artışı %64’e
ulaşmıştır. Büyüme hızı %0.9’a düşmüştür.
Mart 1994 Krizi ve 5 Nisan 1994 Kararları:
Hazine, faizlerin düşürülmesi amacıyla piyasalar yerine
Merkez Bankası’ndan borçlanmaya yönelmiştir. Fakat Merkez Bankası’nın piyasaya
çıkardığı TL; döviz talebi oluşturmuş, döviz rezervleri hızla erimiştir.
Böylece bankalararası döviz piyasasında kurların artması dolayısıyla Merkez
Bankası TL’ye, dolara karşı %13.6 oranında, değer kaybettirmek zorunda kalmış
ve dolar 17 bin TL olmuştur. Serbest piyasada döviz fiyatları hızla artmış
(over-shooting); resmî kurlar 40 bin TL’ye yükselirken serbest piyasa dolar
kuru 45 bin TL’ye çıkmıştır. Netice itibariyle 1994 krizi patlak vermiştir.
Sorunu gidermek için 5 Nisan 1994’te tedbir paketi açıklanmıştır. Kriz
sürecinde faizleri düşürmek isteyen Hükûmet, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş
faiz oranlarında borçlanmak durumunda kalmış, üç ay vadeli hazine bonoları
yıllık net %50 faizle satışa çıkarılmıştır. Gecelik (overnight) faiz, yıl
içerisinde %64’ten %454’lere yükselmiştir. 1994 yılı sonunda enflasyon
%150’lere çıkmış, ekonomi %6.1 oranında küçülmüştür. 1993 yılında 173 milyar
dolar olan millî gelir, 1994 sonunda 132 milyar dolara gerilemiştir.[42]
1989-1994 dönemi krizlerine ilişkin incelemelerde dikkate
alınması gereken temel hususlardan biri sermaye hareketleridir. Türkiye, 1989
yılı ortalarında sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırmış ve
1990 yılı başında TL’yi konvertibl ilân ettiğini açıklamıştır. Böylece 1990
başından itibaren Türkiye’de belki de dünyanın en liberal kambiyo rejimine
geçilmiştir. Sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması,
kişiler ve kurumlar açısından bir özgürlük olarak nitelendirilmiş olmakla
birlikte birçok iktisadî politika tercihlerinin yapılamaz duruma gelinmesi gibi
bir riskle de karşı karşıya kalınmıştır. En önemlisi, faizlerin kontrol
edilebilme yeteneği elden kaçmıştır. Durum böyle olunca hükûmetin 1993 yılı
ortasından itibaren sermaye hareketlerine hiçbir kısıtlama getirmeden faizleri
kontrol etmeye çalışması, 1994 krizinin patlak vermesine sebep olmuş ve
bahsedilen kriz süreci yaşanmıştır. Ayrıca, kambiyo rejimi serbestisi, ihracatı
teşvik edebilmek ve ihraç ürünlerine düşük fiyatla pazar şansı oluşturabilmek
için kur ayarlayabilme imkânını da hükûmetin elinden almıştır.[43]
1994 Mart’ında başlayan krizin kontrol alınabilmesi
maksadıyla bir tedbirler paketi oluşturulmuştur. ‘5 Nisan 1994 Kararları’ şeklinde
adlandırılan tedbirlerin başlıcaları şöyledir:[44]
·
Kamu
açıkları düşürülmeye çalışılarak Merkez Bankası’nın parasal büyüklükler
üzerindeki kontrol gücü artırılacak ve malî piyasalarda istikrar sağlanacaktır.
·
Hazine
ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’ndan kredi kullanımlarına sınırlama
getirilerek, Merkez Bankası daha özerk bir yapıya kavuşturulacaktır.
·
Bir
yandan kamu gelirlerini artırıcı tedbirler yürürlüğe koyulurken, öte yandan
kamu harcamalarının kısıtlanması yönündeki tedbirler kapsamında açıkları
kapatmak maksadıyla borç alıp, faizini ödemek için tekrar borçlanma kısır
döngüsüne son verilecektir.
·
KİT
mal ve hizmet fiyatları, döviz kurundaki artışlar ve piyasa şartları dikkate
alınarak yeniden belirlenecek, fiyatlar önemli ölçüde arttırılacaktır.
·
Programın
gerektirdiği malî fedakârlığın toplumun tüm kesimlerine dengeli dağıtılabilmesi
için yeni vergi düzenlemeleri yapılacaktır.
·
Bütün
ekonomik değerlerin gerçek değerlerine getirilmesi ilkesi benimsenmiş olduğundan
kambiyo kurunda da reel kura dayalı politika izlenecektir.[45]
1994 krizinin temel özelliği, başlayan süreçlerin etkilerini
daha sonra da sürdürmesidir. Bunlar şöyle sıralanabilir: Kredi veren yabancı
bankalara ‘devlet garantisi’ verilerek ödenemeyen özel kredilerin devlet
tarafından üstlenilmesi ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yoluyla
devletin banka paniklerini önlemek için banka mevduatının garantörlüğünü
yapması.[46]
Bu iki gelişme ile, 1990’lı yılların ortaları itibariyle banka sayısı yükselmiş
fakat buna paralel olarak meydana gelen krizlerde batanların sayısı artmıştır.
Ayrıca; banka kurucularının kimliklerinin yeterince incelenmemesi, bankaların
öz sermaye yeterliğinin göz ardı edilmesi, yaptıkları işlemlerin incelenmemesi
veya ilgili raporların üst makamlarca dikkate alınmaması gibi diğer faktörler
de banka iflaslarının sebepleri arasındadır.
1997–1998 Krizi:
1997 Temmuz’unda Tayland’ın para birimi Baht’ı devalüe
ederek dalgalanmaya bırakmasıyla tetiklenen ve Güney Doğu Asya ülkelerine yayılan
finansal kriz, kısa sürede dünyayı etkisi altına almıştır. Güney Doğu Asya
ülkelerinden Rusya’ya, oradan Türkiye’ye ve Brezilya başta olmak üzere Latin
Amerika ülkelerine sıçrayan kriz, ciddi sorunlara sebep olmuştur. Krizden belli
oranda 1998 yılında etkilenen Türkiye’den önemli ölçüde yabancı yatırım kaçışı
olmuş, bu kapsamda altı hafta içinde altı milyar dolarlık sermaye çıkışı
yaşanmıştır. Döviz rezervleri 15 milyar dolar civarında azalmış, borsa endeksi
5,321 puandan 3,697 puana gerilemiştir.[47]
1998–1999 Krizi:
Bu kriz Türkiye’nin, enflasyonu düşürmek amacıyla
harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı döneme denk gelmiştir.
Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışıdır. Malî
kuruluşlar dışında bütün kesimler %5-6 oranlarında küçülmüştür. GSMH’de 1999’da
%6.4 düşüş olmuş (Bunun %1’lik kısmı Marmara Depremi’nden kaynaklanmaktadır),
TEFE (ÜFE) %63’e yükselmiş, reel faizler %37’ye ulaşmıştır. Dış borç stoku 103
milyar dolara çıkmış, iç borç stokunun GSMH’ye oranı %32’ye erişmiştir. Yüksek
faizli ve kısa vadeli borç birikimi, 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık
döndüremeyeceği noktaya sürüklemiş, Aralık 1999’da IMF ile stand-by anlaşması
imzalanmıştır.[48]
Kasım 2000 Krizi:
Bu krizde, döviz kurları aşırı oynamamakla beraber, ortalama
gecelik bileşik faiz oranı %19,000’lere tırmanmış, borsa endeksi 14,000 puandan
7,330’a kadar gerilemiştir. Yabancı yatırımcılar finansal piyasalardan
çekilmiştir. Döviz talebindeki artış, faizleri daha yükseklere çıkarmış, bu da
bankacılık sisteminde önemli boyutlarda para kaybına sebep olmuştur. Döviz
rezervleri üç hafta içinde 7 milyar dolar azalmıştır.[49]
1999 yılında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında
devreye giren istikrar programı, büyük çöküşün baş sorumlusu olarak
görülmektedir. Türkiye, Para Kurulu kapsamında döviz kurunun çapaya
bağlanmasıyla çıkmaz bir yola girmiş, cari işlemler açığı giderek büyümüş ve
yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkmıştır. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa
vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3 milyar dolara
yükselmiştir. Yabancı bankalar vadesi gelmeyen kredilerini geri çağırınca
gecelik faiz oranları aşırı biçimde artmış ve 22 Kasım 2000’de Türkiye ekonomi
tarihine ‘Kara Çarşamba’ olarak geçen para krizi ortaya çıkmıştır.[50]
Şubat 2001 Krizi:
1997 yılında başlayan Güney Doğu Asya Krizi, Türkiye’de
kendisini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettirmekle beraber, etkilerini en
derin boyutuyla 2001 yılında göstermiştir. 19 Şubat’ta patlak veren kriz,
ekonomide ciddi tahribata yol açmıştır. 680,000 TL olan dolar kuru, 1,300,000
TL’ye yükselmiştir. 28 milyar dolar olan döviz rezervi Mayıs ayında 18 milyar
dolar seviyesine gerilemiştir. Vatandaşların 38 milyar dolar olan DTH’ı kriz
sonrası 33 milyar dolara inmiştir. Kriz öncesi protesto edilen senetlerin aylık
miktarı 40 trilyon TL iken kriz sonrası 90 trilyon TL’ye çıkmıştır. Kriz
sürecinde çok sayıda işyeri kapanmış, işsizlerin sayısında belirgin biçimde
artış meydana gelmiştir.[51]
2000-2001 dönemi krizlerinde Türkiye finans ve bankacılık
sektörlerinde ciddi kırılmalar meydana gelmiştir. Söz konusu dönemde Bankacılık
Denetleme ve Düzenleme Kurumu (BDDK), 19 bankanın yönetimine el koymuş ve
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kapsamına almıştır. Bu bankaların, başta
yapısal olmak üzere çeşitli problemleri mevcuttur. Devredilen bankalar ve
bunların dışında kalan diğer yerli bankalar, malî yapılarını alt üst eden
faiz/kur/likidite riski ile karşı karşıya kalmışlardır. 2000-2001 döneminde
yaşanan iktisadî krizler, bankaların varlıklarının önemli kısmını oluşturan
devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) değerlerini düşürmüş, %7,500’lerle
ifade edilen faiz oranları ile bankalar tarafından piyasadan para talep edilmiş
ve/veya döviz borçları olan bankalar, sabit kurdan dalgalı kura geçilmesi
nedeniyle bir gün sonra farkıyla döviz borçları için %40 fazla ödeme
zorunluluğuyla karşılaşmıştır. Bu mecburiyet 06.09.2001 tarihi itibariyle
%100’lere kadar çıkarak sürmüştür. Bunun sonucunda kârlılık gerilemiş veya
negatif olmuş, bazı bankaların sermayeleri büyük ölçüde erimiş ve de bankalar
kredi verme fonksiyonlarını yerine getiremez olmuşlardır.[52]
2007-2008 Küresel Krizi:
2007 ortasındaki ABD kaynaklı mortgage sistemi sorunlarıyla
başlayan ve küresel niteliğe bürünen ekonomik krizden sonra 2010-2011
itibariyle bu defa Avrupa ülkeleri orijinli olmak üzere yeni bir global kriz
sürecine girilmiştir. Türkiye her ne kadar 2000-2001 dönemindeki kriz
tecrübelerinden hareketle nispeten daha sağlam iktisadî alt yapıya sahip olsa
da söz konusu global krizden belli seviyede etkilenmektedir. Bu çerçevede
olumsuz ve olumlu birtakım analizler yapmak mümkündür:[53]
·
Türkiye’de
2007 itibariyle ekonomide bir daralma süreci yaşanmıştır. Söz konusu dönemde
büyüme oranları incelendiğinde bazı olumsuzluklar meydana geldiği ortaya
çıkmaktadır.
Tablo
18.4: Türkiye’nin 2006-12 Dönemi Büyüme (GSYH) Oranları
(Üretim
yöntemine göre, 1998 temel fiyatlarıyla, %)
|
2006 |
2007 |
2008 |
2009 |
2010 |
2011 |
2012 |
Hedef
GSYH Oranı |
5.0 |
5.0 |
5.5 |
-3.6 |
6.8 |
4.5 |
3.2 |
Gerçekleşen
GSYH Oranı |
6.9 |
4.7 |
0.7 |
-4.8 |
9.2 |
8.8 |
2.2 |
Kaynak:
TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).
Türkiye ekonomisinin büyüme oranı 2006’da %6.9 iken, global
krizin ilk dalgasının meydana geldiği 2007 yılında %4.7, 2008’de ise %0.7
olarak gerçekleşmiştir. Türkiye ekonomisi 2009’da küçülmüştür. Bu düşüşler,
global krizin Türkiye ekonomisine yansıması olarak değerlendirilebilir (Bkz.
Tablo 18.4).
·
Ülke
gruplarına göre incelendiğinde, Türkiye’nin AB ile dış ticaretinde de birtakım
olumsuzluklar olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo
18. 5: Türkiye’nin 2011-12 Dönemi AB ile Dış Ticaret Verileri (milyar $, %)
|
2011 |
2012 |
Değişim |
||
Değer |
(%) Pay |
Değer |
(%) Pay |
(2012/2011) (%) |
|
İHRACAT |
|
||||
TR Genel
Toplamı |
134,9 |
100.0 |
152,4 |
100.0 |
13.0 |
AB
Ülkeleri |
62,3 |
46.2 |
59,2 |
38.8 |
-5.0 |
İTHALÂT |
|
||||
TR Genel
Toplam |
240,8 |
100.0 |
236,5 |
100.0 |
-1.8 |
AB
Ülkeleri |
91,1 |
37.8 |
87,4 |
37.0 |
-4.0 |
Kaynak:
TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).
Tablo 18.5’te yer aldığı üzere, 2012’de Türkiye ihracatının
%38.8’i AB ülkelerine; kalan kısmı ise diğer ülkelere yapılmıştır. Bu oran 2011
yılında %46.2 olup 2012’de %5 civarında bir düşüş meydana gelmiş olduğu
görülmektedir. 2012’de ithalâtın %37’si AB ülkelerinden; kalan kısmı diğer
ülkelerden gerçekleştirilmiştir. Bu oran da 2011 yılında %37.8 olup 2012’de %4
civarında bir düşüş meydana gelmiştir. Fark edileceği üzere, Türkiye’nin
başlıca ticaret ortağı sayılan AB ülkeleri ile işlem hacminde önceki yılda
beliren yavaşlama ve gerileme sinyalleri, 2012’de açık bir hâle gelmiştir.
Bunun, global krizin ikinci dalgası sayılabilecek olan Avrupa ülkeleri ekonomik
krizinin bir yansıması olduğu aşikârdır. Bu olumsuzluğun birkaç yıl daha
süreceği tahmin edilmektedir.
·
Öte
yandan sektörel açıdan incelendiğinde Türkiye ekonomisine ilişkin şu olumlu
görüntüye şahit olunmaktadır:[54]
Fiyatlar genel seviyesinde çok önemli artışlar yoktur hatta
düşüşler meydana gelmektedir. Dolarizasyon düşük seviyededir. Bankalar ve diğer
finansal kuruluşlar sıkı gözetim ve denetim altındadır. Faiz dışı fazla
verilmektedir. Merkezî idare borç stoku kritik seviyede değildir. Cari açığı
azaltmada etkili olan hizmetler ihracatı artmakta ve sermaye girişi devam
etmektedir. Mal ihracatı ve bunun içindeki ara malları meblağı artmaktadır.
Yani Türkiye ekonomisinin krizin etkilerini hafifletebilme potansiyeli
mevcuttur.
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
1923–2012 döneminde Türkiye ekonomisinde, olumlu
gelişmelerle beraber birçok olumsuzluk da yaşanmıştır. Bunlar, dönemler
itibariyle hedeflere ulaşılmasını zorlaştırmış veya engellemiştir. İç yapıdan
kaynaklanan olumsuzluklara ilaveten ülke dışından kaynaklanan krizler de
gelişim önünde birer ket niteliği arz etmiştir. Nitekim bu süre içinde iç ve
dış kaynaklı çok sayıda ekonomik kriz meydana gelmiş ve bunlar farklı
boyutlarda tahribata sebep olmuştur. Söz konusu tahribat sadece ekonomide
değil, aynı zamanda sosyal, siyasî, kültürel ve hukukî alanlarda da meydana
gelmiştir.
Krizlerin Türkiye ekonomisinde sebep olduğu tahribatın
boyutunun tam tespiti kolay değildir. Çünkü etkileri sadece kısa vadeli
değildir. Bununla beraber, ATO’nun 2005 yılında hazırladığı ‘Krizler Tarihi
Raporu’ndaki şu değerlendirmeler, özellikle iç krizlerin ekonomik maliyetine
ilişkin genel bir fikir elde edilmesini sağlamaktadır:
“Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama %4.8 büyüme
oranını tutturan Türkiye, 82 yılda 15 ekonomik krizle sarsıldı. Türkiye, 15 kez
krize girmeyip küçülme yıllarını ‘sıfır’ büyüme ile kapatmış olsaydı dahi,
bugün kişi başı millî geliri 4 bin 172 dolar değil, 12 bin 650 dolar olacaktı.
Türkiye’nin millî geliri de 299.5 milyar dolar yerine 902.4 milyar dolara
çıkacak ve Avrupa seviyesine yakın bir ekonomiye sahip olacaktı. Krizler
olmasaydı bugün Türkiye dünyanın 10. büyük ekonomisi olacaktı.”
Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre Türkiye 2012 yılında
789.2 milyar dolarlık GSYİH meblağıyla; ABD, Çin, Japonya, Almanya, Fransa,
İngiltere, Brezilya, Rusya Federasyonu, İtalya, Hindistan, Kanada, Avustralya,
İspanya, Meksika, Kuzey Kore ve Endonezya’nın ardından dünyanın 17.büyük
ekonomisine sahip bulunmaktadır. Kişi başına geliri ise 10,830 dolardır.[55]
Ortaya çıkan sonuç, Türkiye’nin 2012 yılı verilerine göre halen söz konusu
raporda 2005 yılı için yapılan hesaplamaların ve tahminlerin dahi altında
bulunduğudur. Bu da yine aynı rapordaki iddiayı doğrular niteliktedir. Yani
krizler, Türkiye’nin iktisadî gelişmesini yavaşlatmış ve refah seviyesinin yükselmesini
engelleyici bir mahiyet arz etmiştir.
Fakat belirtilmelidir ki, Türkiye ekonomisinin içine düştüğü
krizler; kısa vadenin ürünü olmayıp aynı zamanda çoğunlukla yapısal nitelikli
olduğundan, tedavileri de zaman almaktadır. Dahası, Türkiye’nin kendi iç
ekonomik sorunlarına ilaveten dünyada ortaya çıkan genel durgunluk devreleri de
iyileşme sürecini biraz daha ötelemektedir. Nitekim, 2013 yılı itibariyle genel
olarak dünyada geleceğe yönelik kısa-orta vadeli beklentilerin pek parlak
olmadığı bir ortamda, rehabilitasyon sürecinde olan Türkiye ve benzeri
ülkelerin, etki alanına girdikleri ekonomik krizlerden kısa vadede çıkmaları
beklenmemelidir. Ancak, başarı için bu ülkelerin tedavi edici politikalara daha
sıkı ve dikkatli bir şekilde devam etmeleri gerekmektedir.
Bu noktada iç-dış krizlere ilişkin bazı başlıklar altında
genel değerlendirmeler yapılarak, krizlerden çıkışa ilişkin teklifler
sunulacaktır.
Küresel Kriz Süreleri
Küresel nitelikli ekonomik krizler arasındaki süreler dikkat
çekici niteliktedir. 20.yüzyıl itibariyle meydana gelen krizler ele
alındığında, her bir kriz arasında tam olmasa da geometrik biçimde azalan zaman
aralıklarına şahit olunmaktadır. Esasında çok sayıda global ekonomik kriz
gerçekleşmekle beraber, bunların en derin nitelikli olanları incelendiğinde bu
durum teyit edilmektedir.
20.yüzyıl itibariyle meydana gelen küresel ölçekli ekonomik
krizlerden başlıcaları şöyledir:
a) 1929 Büyük İktisadî Buhranı
b) 1973 OPEC Petrol Krizi
c) 1997 Güney Doğu Asya Krizi
d) 2007-2008 ABD Mortgage Sistemi Kaynaklı Finansal Kriz
Söz konusu krizlerin arasındaki zaman dilimleri yaklaşık şu
şekildedir:
1) a ve b arasındaki süre: 44 yıl
2) b ve c arasındaki süre: 24 yıl
3) c ve d arasındaki süre: 11 yıl
Görüldüğü üzere giderek azalan süreler söz konusudur.
Dahası, bu zaman dilimleri yaklaşık olarak geometrik niteliklidir, yani bir
öncekinin yarısı civarındadır. Bu da gösteriyor ki uluslararası iktisadî
sistemi düzeltmeye yönelik köklü tedbirler alınmadığı takdirde, takip eden
kriz(ler) de çok uzak değildir.
Türev Kazançlar ve Global Finansal Kriz
Dünyada, 2007-2008’de ABD mortgage sistemi ve 2010-2011’de
Avrupa kaynaklı olarak ortaya çıkan krizler silsilesi etkilerini
sürdürmektedir. Açıktır ki bu krizlere sebep olan temel faktörlerin başında üretimle
doğrudan ilişkisi bulunmayan para, diğer tabiriyle sıcak para gelmektedir.
Durum böyle olunca, ilgili tedbirlerin alınması kaçınılmaz bir hâl almaktadır.
Bu çerçevede alınacak tedbirlerden biri türev yatırım
araçlarına getirilecek sınırlama olabilir. Özellikle üretimle doğrudan ilgisi
olmayan bütün türev finansal yatırım araçlarına dair böyle bir karar
alınabilir. Mesela ipoteğe dayalı gayri menkul kredi sistemi olan ve
müşteriler-bankalar arasındaki konut-iş yeri dolayısıyla alacak-verecek ilişkisine
dayalı ‘mortgage’ta çok sayıda türev yatırım aracı mevcuttur.
Doğrudan üretimle ilgisi olmayan, fakat söz konusu
alacak-verecek ilişkisi üzerine tesis edilmiş olan bu yeni yatırım araçları,
son Mortgage Krizi’nde görüldüğü üzere meydana gelen en küçük olumsuzlukta hem
bu araçları çıkaran kurumları, hem de bunları alanları iflasa
sürükleyebilmektedir. Dolayısıyla, gerekli tedbirlerin alınması hâlinde, benzer
nitelikli potansiyel krizler daha düşük maliyetle atlatılabilecektir. Bunun
için uluslararası kurumlar seviyesinde gerçekleştirilecek organizasyonlar
vasıtasıyla ülkeler arasında konuya dair mutabakat sağlanması ve ilgili
tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Global Krizin İkinci Dalgası ve Turizm
Türkiye de mevcut global krizler silsilesinden belli ölçüde
etkilenmiştir/etkilenmektedir. Türkiye’nin krizden etkilenmesinin temel
sebeplerinden biri Avrupa ülkeleri ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmindeki
düşüşle birebir ilişkilidir. Nitekim, satın alma gücü düşen Avrupa, haliyle
ticaret ortaklarında ve bu arada bunlardan biri olarak Türkiye’de olumsuz
etkilere yol açmaktadır. İktisat literatüründe ‘dış yansıma’ olarak ele alınan
olgunun kısmî bir versiyonuna şahit olunmaktadır. Peki Türkiye, dış ticarette oluşacak
kaybını nasıl telafi edebilir? Akla ilk gelen sektör, ki dış ticaret açığının
ve buna bağlı olarak cari açığın azaltılmasında da çok önemli rolü olan, turizm
sektörüdür. 2010, 2011 ve 2012 yılları gelirleri bunu daha net ifade edecektir:
Sırasıyla 16, 20 ve 21 milyar dolar.
Turizm, bilindiği üzere, sadece denizle sınırlı değildir.
Bunun yanında Akarsu-Rafting Turizmi, Av Turizmi, Botanik Turizmi, Dağcılık
Turizmi, Gençlik Turizmi, Golf Turizmi, Göl Turizmi, Hava Sporları Turizmi,
İnanç Turizmi, İpek Yolu Turizmi, Kış Turizmi, Kongre Turizmi, Kuş Gözlemciliği
Turizmi, Mağara Turizmi, Sağlık ve Termal Turizmi, Su Altı Dalış Turizmi, Yat
Turizmi, Yayla Turizmi ve benzeri turistik faaliyetler de icra edilmektedir.
Doğrusu, Türkiye tabiî ve tarihî yapısı itibariyle bunların tamamının
gerçekleştirilmesine elverişlidir. Dolayısıyla bu turistik potansiyelini
gerektiği ölçüde kullanabilirse, elde edeceği gelirle krizin ikinci dalgasını
da ilk dalgada olduğu gibi nispeten hafif ölçüde atlatabilecektir.
BÖLÜM ÇALIŞMA SORULARI
1. Türkiye’nin ekonomik krizleri
hakkında aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yapılamaz?
A)
Ekonomik
krizlerin sosyo-kültürel ve siyasî etkileri de olmaktadır.
B)
Krizlerin
temelinde ekonomideki yapısal sorunların büyük etkisi vardır.
C)
Dış
krizler, iç krizleri belli ölçülerde etkilemektedir.
D)
Dünyada
ortaya çıkan genel durgunluk devreleri krizlerden çıkışı geciktirmektedir.
E)
Krizler,
kısa bir vadenin sonucudur.
2. Aşağıdakilerden hangisi
Cumhuriyet öncesinin ekonomik yapı özellikleri arasında değildir?
A)
Ziraî
niteliktedir.
B)
Ziraî
işletmeler küçük ve parçalanmış durumdadır.
C)
Sınaî
yapı zayıftır.
D)
Hizmet
sektörü gelişmiştir.
E)
Bazı
büyük şehirlerde yerleşik hafif sanayi mevcuttur.
3. Osmanlı İmparatorluğu’nda dış borçlanmayla
ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
A)
Temel
borçlanma sebepleri, savaşların ve diğer kamu harcamalarının finansmanıdır.
B)
Dış
borçların tamamı zamanında geri ödenmiştir.
C)
İlk
borçlanma fikri Rusya’nın Kırım’ı işgal ettiği 1783 yılında ortaya atılmıştır.
D)
1850
yılı itibariyle Avrupa ülkelerinden borç alma teşebbüslerinde bulunulmuştur.
E)
İlk
borçlanma 1854 yılında Avrupa ülkelerinden gerçekleştirilmiştir.
4. Aşağıdakilerden hangisi
iktisatçılar tarafından 1929 Büyük İktisadî Buhranı için dile getirilen
sebepler arasında yer almaz?
A)
Para
politikasıyla desteklenmeyen maliye politikası
B)
Yatırımcıların
güvenindeki istikrarsızlık
C)
1929-33
döneminde ABD’de uygulanan daraltıcı para politikası
D)
Dünya
ölçeğinde bir ekonomik liderliğin olmayışı
E)
I.Dünya
Savaşı ve ertesinde süren çatışmalar
5. Aşağıdakilerden hangisi 1923–50
dönemi gelişmelerinden değildir?
A)
İzmir
İktisat Kongresi’nin toplanması
B)
KİT’lerin
özelleştirilmesi
C)
Devlet
tekellerinin oluşturulması
D)
Merkez
Bankası’nın kurulması
E)
Âli
İktisat Meclisi’nin oluşturulması
6. Türkiye’nin 1944-48 dönemi dış ticaret verileri şöyledir.
Tablodaki verilerden hareketle, 1946’daki ilk devalüasyon hakkında ne
söylenebilir?
Yıllar |
İhracat |
İthalât |
Dış
Ticaret Dengesi |
Dış
Ticaret Hacmi |
İhracatın
İthalâtı Karşılama
Oranı |
||
|
(milyon
$) |
(%) |
(milyon
$) |
(%) |
(milyon
$) |
(milyon
$) |
(%) |
1944 |
178 |
-9.5 |
126 |
-18.7 |
52 |
304 |
141.0 |
1945 |
168 |
-5.4 |
97 |
-23.2 |
71 |
265 |
173.5 |
1946 |
215 |
27.5 |
119 |
22.6 |
96 |
333 |
180.5 |
1947 |
223 |
4.1 |
245 |
105.8 |
-21 |
468 |
91.3 |
1948 |
197 |
-11.9 |
275 |
12.4 |
-78 |
472 |
71.5 |
A)
1946’ya
kıyasla 1947’de ithalât %105.8 oranında arttığından devalüasyon başarısızdır.
B)
1947’ye
kıyasla 1948’in ihracatı %11.9 azaldığından devalüasyon başarılıdır.
C)
1945’e
kıyasla 1946’nın ihracatı %27.5 oranında arttığından devalüasyon başarısızdır.
D)
1947’ye
kıyasla 1948’in ithalâtı %12.4 arttığından devalüasyon başarılıdır.
E)
1944’e
kıyasla 1945’in ihracatı %5.4 oranında azaldığından devalüasyon başarısızdır.
7. Aşağıdakilerden hangisi 1950–60 döneminin
özellikleri arasında değildir?
A)
Millî Korunma Kanunu yürürlüğe girmiş, devlet iktisadî
hayata müdahale etmiştir.
B)
Tarımda hem makinalaşma artmıştır hem de ekilebilir
alanlar genişlemiştir.
C)
Yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli kanunî
düzenlemeler yapılmıştır.
D)
Dış
yardımlarda önemli ölçüde artışlar olmuştur.
E)
KİT’lerin
bir kısmı özelleştirilmiştir.
8. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’de 1960–80 dönemi gelişmeleri arasında yer almaz?
A)
İthal
ikameci sanayileşme stratejisi izlenmiştir.
B)
Beş
Yıllık Kalkınma Planları uygulanmaya başlanmıştır.
C)
Kıbrıs harekâtını takiben Batı ülkeleri örtülü ekonomik
ambargo uygulamıştır.
D)
İhracata
dönük sanayileşme stratejisi izlenmiştir.
E)
Petrole
sübvansiyon uygulamasına geçilmiştir.
9. 1974’te I.Petrol Krizi’ni takiben Türkiye ekonomisinde
aşağıdakilerden hangisi meydana gelmemiştir?
A)
İthal
edilen sanayi ürünlerinin fiyatları yükselmiştir.
B)
Petrole
sübvansiyon uygulamasına geçilmiştir.
C)
Petrol
tüketimi azalmıştır.
D)
Dış
ticaret açığı büyük oranda artmıştır.
E)
Yüksek
tutarda bütçe açığı oluşmuştur.
10. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’de 1980 öncesi krizlerin özellikleri arasında sayılamaz?
A)
Döviz
kıtlığı meydana gelmesi
B)
İthalâtın
yapılamaz hâle gelişi
C)
Mal
kıtlığını takiben karaborsaların oluşması
D)
Enerjide
kıtlıklar meydana gelmesi
E)
İhracatın
yapılamaması
11. Aşağıdakilerden hangisi 24 Ocak
Kararları’nın alınmasının sebepleri arasında değildir?
A)
Esnek
döviz kur sisteminin uygulanması
B)
Ödemeler
dengesi krizinin oluşması
C)
Üretimde
gerilemeler meydana gelmesi
D)
Hızlı
bir enflasyon süreci yaşanması
E)
Dış
borç temininin zorlaşması
12. Aşağıdakilerden hangisi 24 Ocak
Kararları kapsamındaki politik, kurumsal ve kanunî düzenlemelerden değildir?
A)
Faizlerin
serbest bırakılması
B)
Yabancı
sermaye girişine engeller getirilmesi
C)
Vergilemede
daha kapsayıcı ve gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmesi
D)
Devlete
devredilmiş olan bazı madenlerin özel kesime iadesi
E)
Teşvik
ve Uygulama Dairesi’nin kurulması
13. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’yi 5 Nisan 1994 Kararları’na götüren sebeplerden değildir?
A)
Hazine’nin,
faizlerin düşürülmesi maksadıyla, piyasalar yerine Merkez Bankası’ndan
borçlanması
B)
Merkez
Bankası’nın TL arzının, döviz talebine sebep olması ve rezervlerin hızla
erimesi
C)
Döviz
kurunun hükûmet tarafından serbestçe ayarlanabiliyor olması
D)
Bankalar
arası döviz piyasasında kurların artması ve Merkez Bankası’nın devalüasyona
gitmesi
E)
Sermaye
hareketlerine hiçbir kısıtlama getirmeden faizlerin kontrol edilmeye
çalışılması
14. Aşağıdakilerden hangisi 5 Nisan
1994’te alınan tedbirler arasında bulunmamaktadır?
A)
Kamu
açıklarının düşürülmesi
B)
Merkez
Bankası’nın parasal büyüklükler üzerindeki kontrol gücünün artırılması
C)
Hazinenin
Merkez Bankası’ndan kredi kullanımının sınırlanması
D)
KİT
mal ve hizmet fiyatlarının düşürülmesi
E)
Reel
kur politikası izlenmesi
15. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’de 1999–2001 dönemi krizlerine girilmesinin sebepleri arasında yer
almaz?
A)
Yüksek
büyüme oranları
B)
Kamu
kesiminde oluşan büyük açıklar
C)
Yüksek
yurt içi faiz oranları
D)
Kısa
vadeli sermaye girişlerindeki hızlanmalar
E)
İç-dış
borçlarda meydana gelen artışlar
16. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’de 1995–2001 dönemi bankacılık krizlerinin sebeplerinden değildir?
A)
Kredi
veren yabancı bankalara ‘devlet garantisi’ verilmesi
B)
Devletin
banka mevduatının garantörlüğünü yapmaması
C)
Bankaların
yaptığı işlemlerin yeterince incelenmemesi
D)
Banka
kurucularının ehliyetlerinin yeterince sorgulanmaması
E)
Bankaların
öz sermaye yeterliğinin göz ardı edilmesi
17. Aşağıdakilerden hangisi
Türkiye’de 2000–01 dönemi bankacılık kriz sürecinde yaşanmamıştır?
A)
BDDK,
19 bankanın yönetimine el koymuş ve TMSF’ye devretmiştir.
B)
Devredilen
bankalar ve diğer yerli bankalar, faiz/kur/likidite riski ile karşı karşıya
kalmıştır.
C)
Dalgalı
kurdan sabit kura geçilmesi dolayısıyla bazı bankaların döviz borçları
artmıştır.
D)
Bankaların
varlıklarının önemli bir kısmını oluşturan DİBS’in değerleri düşmüştür.
E)
Bankalar,
piyasadan %7,500’lü faiz oranlarıyla para talep etmiştir.
18. Aşağıdakilerden hangisi 2007-08
dönemi global kriz başlangıcında yaşananlar arasında değildir?
A)
Bear
Stearns iflas noktasına gelmiş ve JP Morgan Chase tarafından satın alınmıştır.
B)
Fortis,
BNP Paribas tarafından satın alınmıştır.
C)
Merrill
Lynch, Bank of America tarafından satın alınmıştır.
D)
158
yıllık finans kuruluşu Lehman Brothers iflasını istemiştir.
E)
ABD
federal mortgage kuruluşları Fannie Mae ve Freddie Mac özelleştirilmiştir.
19. Aşağıdakilerden hangisi 2007-08
global krizinin gelişmekte olan ülkelere etkileri arasında sayılamaz?
A)
Sermaye
çıkışları yaşanması
B)
Faiz
oranlarının yükselmesi
C)
Revalüasyon
gerçekleşmesi
D)
Reel
yabancı yatırımların azalması
E)
Yerli
yatırımların azalması
20. Türkiye’nin
2011-12 Dönemi AB ile dış ticaret verileri aşağıdaki gibidir:
|
2011 |
2012 |
Değişim |
||
(bin $) |
(%) |
(bin $) |
(%) |
(12/11) (%) |
|
AB
ülkelerine ihracat |
62,347,441 |
46.2 |
59,199,225 |
38.8 |
-5.0 |
AB
ülkelerinden ithalât |
91,128,441 |
37.8 |
87,447,648 |
37.0 |
-4.0 |
Tablodaki
verilerden hareketle, ‘2010-11 döneminde global krizin Avrupa kaynaklı ikinci
dalgasının muhtemel etkileri dikkate alınarak’ Türkiye-AB dış ticareti hakkında
aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
A)
Türkiye’nin
AB ülkelerine ihracatı 2011’e kıyasla 2012’de %5 gerilemiştir
B)
2012’de
Türkiye ihracatının %38.8’i AB ülkelerine; kalan kısmı diğer ülkelere
yapılmıştır
C)
2011
yılında Türkiye ihracatının %46.2’si AB ülkelerine yapılmıştır
D)
2012’de
ithalâtın %37’si AB ülkelerinden; kalan kısmı diğer ülkelerden
gerçekleştirilmiştir
E)
2011’de
AB’den gerçekleştirilen ithalât, Türkiye toplamının %37.8’i oranındadır
CEVAPLAR
1 |
E |
2 |
D |
3 |
B |
4 |
A |
5 |
B |
6 |
A |
7 |
E |
8 |
D |
9 |
C |
10 |
E |
11 |
A |
12 |
B |
13 |
C |
14 |
D |
15 |
A |
16 |
B |
17 |
C |
18 |
E |
19 |
C |
20 |
A |
* Yrd. Doç. Dr. Mehmet Behzat Ekinci
Mardin Artuklu Üniversitesi, İİBF,
İktisat.
** “Türkiye Ekonomisinde İç-Dış Krizler ve Yansımaları: 1923’ten
Günümüze”, Osmanlı’dan İkibinli Yıllara Türkiye’nin Ekonomik Tarihi: Tarihsel
ve Sektörel Analiz, Editörler: M. Dikkaya, A. Üzümcü, D. Özyakışır, Savaş
Yayınevi, Ankara, 2013, 545-575.
KAYNAKLAR
Akar,
Şevket Kamil; Al, Hüseyin (2003), Osmanlı Dış Borçları ve Gözetim
Komisyonları (1854-1856), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul.
Alkin, Erdoğan (1990), Uluslararası
Ekonomik İlişkiler, Filiz Yayınevi, İstanbul.
Ankara
Ticaret Odası (ATO) (2013), “Krizler Tarihi Raporu-
Başkaya,
Fikret (1986), Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24
Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, Ankara.
Bocutoğlu,
Ersan (2011), Makro İktisat; Teoriler ve Politikalar, 8.Baskı, Murathan
Yayınevi, Trabzon.
Çelebi,
Esat (2001), “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş
Üniversitesi Dergisi, 2:2, s.15-28.
Çelik,
Faik; Ekinci, Mehmet Behzat (2002), “Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin
Önlenmesinde Risk Yönetiminin Yetersizliği ve Stratejik Bir Yaklaşım”, Active,
Sayı: 2, s.14-20.
Çobanoğlu,
Şevki (1992), Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi,
2.Baskı, Uhud Yayınları, İstanbul.
Doğan, Özer
(1995), “1990’dan Önce ve Sonra Ekonominin Performansı: Konvertibilitenin
Bilançosu”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 5, s.28-30.
Dura, Cihan
(1991), Türkiye Ekonomisi, Erciyes Üniversitesi Yayını, No: 19, Kayseri.
Ekinci,
Mehmet Behzat (2008), “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve
İstatistikler İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği:
1923-2007, Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion
Kitabevi, Ankara, s.239-280.
Ekinci,
Mehmet Behzat (2009). “Global Kriz, Türev Kazançlar ve Yeni Finansal Düzen”, Çekirdek,
ASKON Yayını, Sayı: 2, s.12-16.
Ekinci,
Mehmet Behzat (2013). “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”,
http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.
Erez, Yalım
(1994), “5 Nisan Kararları ve Kur Politikası”, Ekonomik Forum, TOBB
Yayını, Sayı: 6, s.4-8.
History
Learning Site (2013), “Wall Street Crash of 1929 and its aftermath”, http://www.historylearningsite.co.uk/wall_street_crash.htm, Erişim tarihi: 12.07.2013.
Kazgan,
Gülten (2013), “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929–2001): Nedenleri ve Sonuçları
Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc, Erişim tarihi: 07.07.2013.
Kibritçioğlu,
Aykut (2001), “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükûmetler; 1969-
Kuyucuklu, Nazif (1993), Türkiye
İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul.
Morrissey,
Janet (2008), “How Bad Will the Mortgage Crisis Get?”, http://www.time.com/time/business/article/0,8599,1714725,00.html, Erişim tarihi: 19.02.2008.
Parasız, M.
İlker (1995), Kriz Ekonomisi, Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede
Ünlü İstikrar Programları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Yayınları, Bursa.
Serin,
Vildan (1987), Para Politikası, Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul.
Taylor,
Peter; Miller, Robert (2008), “Citi Chairman Sir Win Bischoff Says Worst of
Crisis is Over”, http://www.telegraph.co.uk/money/main.jhtml?view=DETAILS&grid=&xml=/money/2008/05/06/bcnciti106.xml, Erişim tarihi: 06.05.2008.
The World
Bank (2013), “Data; GDP”, http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD?order=wbapi_data_value_2012+wbapi_data_value+wbapi_data_value-last&sort=desc, Erişim tarihi: 13.07.2013.
TÜİK
(2013), “Temel İstatistikler; Dış Ticaret”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.
TÜİK
(2013), “Temel İstatistikler; Ulusal Hesaplar”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.
Yang, Jia
Lynn (2013), “How Bad is the Mortgage Crisis Going to Get?”, http://money.cnn.com/2008/03/14/news/economy/krugman_subprime.fortune/index.htm?postversion=2008031705, Erişim tarihi: 13.07.2013.
Yıldırım,
Kemal; Karaman, Doğan; Taşdemir, Murat (2013), Makro Ekonomi, 11.Baskı,
Seçkin Yayınları, Ankara.
Yıldız,
Rıfat (1987), Konvertibilite, Atatürk Üniversitesi Yayını, No: 639,
Erzurum.
Dipnotlar
[1] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve İstatistikler İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği: 1923-2007, Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion Kitabevi, Ankara, 2008, s.239.
[2] Gülten Kazgan, “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929–2001): Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc, Erişim tarihi: 07.07.2013.
[3] Ankara Ticaret Odası (ATO), “Krizler
Tarihi Raporu-
[4] Esat Çelebi, “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2:2, 2001, s.20.
[5] Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993, s.155.
[6] Şevket Kamil Akar, Hüseyin Al, Osmanlı Dış Borçları ve Gözetim Komisyonları (1854-1856), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2003, s.3-11.
[7] Kuyucuklu, a.g.e., s.160-195.
[8] TÜİK, “Temel İstatistikler; Ulusal Hesaplar”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.
[9] Çelebi, a.g.m., s.15.
[10] Ersan Bocutoğlu, Makro İktisat; Teoriler ve Politikalar, 8.Baskı, Murathan Yayınevi, Trabzon, 2011, s.6.
[11] History Learning Site, “Wall Street Crash of 1929 and its aftermath”, http://www.historylearningsite.co.uk/wall_street_crash.htm, Erişim tarihi: 12.07.2013.
[12] Kemal Yıldırım, Doğan Karaman, Murat Taşdemir, Makro Ekonomi, 11.Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2013, s.13-14.
[13] ATO, a.g.e., s.1.
[14] Çelebi, a.g.m., s.20.
[15] Kuyucuklu, a.g.e., s.196.
[16] Kazgan, a.g.e., s.2.
[17] Fikret Başkaya, Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, Ankara, 1986, s.134-137.
[18] Kazgan, a.g.e., s.2.
[19] Başkaya, a.g.e., s.137-143.
[20] Erdoğan Alkin, Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Filiz Yayınevi, İstanbul, 1990, s.13.
[21] ATO, a.g.e., s.1.
[22] Alkin, a.g.e., s.13.
[23] Kuyucuklu, a.g.e., s.199.
[24] Alkin, a.g.e., s.16.
[25] Kazgan, a.g.e., s.2.
[26] ATO, a.g.e., s.1-2.
[27] Alkin, a.g.e., s.16.
[28] Şevki Çobanoğlu, Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, 2.Baskı, Uhud Yayınları, İstanbul, 1992, s.40-41.
[29] Vildan Serin, Para Politikası, Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1987, s.376.
[30] Rıfat Yıldız, Konvertibilite, Atatürk Üniversitesi Yayını, No: 639, Erzurum, 1987, s.200.
[31] Cihan Dura, Türkiye Ekonomisi, Erciyes Üniversitesi Yayını, No: 19, Kayseri, 1991, s.202.
[32] Yıldız, a.g.e., s.201.
[33] Başkaya, a.g.e., s.183-202.
[34] Kazgan, a.g.e., s.2-3.
[35] Mehmet Behzat Ekinci, “Global Kriz, Türev Kazançlar ve Yeni Finansal Düzen”, Çekirdek, ASKON Yayını, Sayı: 2, 2009, s.13.
[36] Peter Taylor, Robert Miller. “Citi Chairman Sir Win Bischoff Says Worst of Crisis is Over”, http://www.telegraph.co.uk/money/main.jhtml?view=DETAILS&grid=&xml=/money/2008/05/06/bcnciti106.xml, Erişim tarihi: 06.05.2008.
[37] Janet Morrissey, “How Bad Will the Mortgage Crisis Get?”, http://www.time.com/time/business/article/0,8599,1714725,00.html, Erişim tarihi: 19.02.2008.
[38] Jia Lynn Yang, “How Bad is the Mortgage Crisis Going to Get?”, http://money.cnn.com/2008/03/14/news/economy/krugman_subprime.fortune/index.htm?postversion=2008031705, Erişim tarihi: 13.07.2013.
[39] Aykut Kibritçioğlu, “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükûmetler; 1969-2001”, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, 1:41, 2001, s.177-178.
[40] Kazgan, a.g.e., s.7.
[41] ATO, a.g.e., s.2.
[42] Çelebi, a.g.m., s.21.
[43] Özer Doğan, “1990’dan Önce ve Sonra Ekonominin Performansı: Konvertibilitenin Bilançosu”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 5, 1995, s.28.
[44] M. İlker Parasız, Kriz Ekonomisi, Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Programları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Yayınları, Bursa, 1995, s.174-186.
[45] Yalım Erez, “5 Nisan Kararları ve Kur Politikası”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 6, 1994, s.8.
[46] Kazgan, a.g.e., s.9.
[47] Çelebi, a.g.m., s.22.
[48] ATO, a.g.e., s.2.
[49] Çelebi, a.g.m., s.22.
[50] ATO, a.g.e., s.2.
[51] Çelebi, a.g.m., s.23.
[52] Faik Çelik ve Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin Önlenmesinde Risk Yönetiminin Yetersizliği ve Stratejik Bir Yaklaşım”, Active, Sayı: 2, 2002, s.14.
[53] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”, http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.
[54] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”, http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.
[55] The World Bank, “Data; GDP”, http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD?order=wbapi_data_value_2012+wbapi_data_value+wbapi_data_value-last&sort=desc, Erişim tarihi: 13.07.2013.