AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

1923-2012 DÖNEMİNDE İÇ-DIŞ KRİZLER VE TÜRKİYE EKONOMİSİNE YANSIMALARI

 

 

İÇİNDEKİLER

Giriş

 

1. Cumhuriyet Öncesi Dönem

2. 1923–50 Dönemi

3. 1950–60 Dönemi

4. 1960–80 Dönemi

5. 1980–2012 Dönemi

 

Değerlendirme ve Sonuç

Bölüm Çalışma Soruları ve Cevapları

Kaynaklar

 

 

GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden günümüze ekonomik açıdan uzun vadeye yayılan istikrarlı gelişmeler sağlanamamıştır. Türkiye, daha çok düşük profilli bir gelişme seyrinde ileri-geri hareketlerle yoluna devam eden bir ülke konumundadır. Bu olumsuzluğun çok sayıda sebebi vardır. Bunların önemli bir kısmı ülkenin iç yapısından kaynaklanmakla beraber, bir kısmı da dış faktörlerle ilgilidir. Özellikle 20. yüzyılın ortalarında, çoğu ekonomi gibi, Türkiye ekonomisi de dış dünya ile yakın ilişkili hâle gelmiştir. Dolayısıyla, uluslararası krizlerin doğrudan ve/veya dolaylı etkileri olmuştur. Esasında, dış dünyaya eklemlenme çabası içinde olan her ülke için bu doğal bir süreçtir. Çünkü entegrasyonun nimetleri yanında zahmetleri de olmaktadır. Önemli olan, kurulacak denge ile faydaların sayısının zararlardan daha fazla olmasını sağlayabilmektir.[1]

 

Türkiye ekonomisinin fotoğrafının ortaya konmasında, dönemler itibariyle yaşanan iç ve dış krizlerden bahsedilmesi önemli katkılar sağlamaktadır. Böylece ekonomiye ilişkin daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak mümkün hâle gelmektedir. Türkiye ekonomisinde, esasında, dönemlere ilişkin farklı ayırımlar olmakla beraber, bu çalışmada genel özellikleri dikkate alınarak; 1923–1950, 1950–1960, 1960–1980 ve 1980 sonrası olmak üzere dört alt devre halinde incelemelerde bulunulmaktadır. Bu kapsamda bölüm, söz konusu dönemler itibariyle Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik krizleri konu edinmektedir.

 

Bir kaynağa göre, 1923-2002 döneminde Türkiye’de altısı ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası değişimlerine sebep olan; dördü ise nispeten daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı olan kriz yaşanmıştır. İlk gruptaki krizler 1929–1931, 1958–1961, 1978–1981, 1988–1989, 1994 ve 1998–2002 dönemlerinde yaşanmışken; ikinci gruptaki krizler 1947, 1969, 1982 ve 1991 yıllarında meydana gelmiştir. Bu krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve Cumhuriyet tarihinin dörtte birini oluşturmaktadır. Özellikle II.Dünya Savaşı sonrası dönemde, Türkiye’nin yaşadığı krizlerin zaman boyutu şaşırtıcı bir düzen içindedir. Türkiye neredeyse her on yılda bir, dönemin sonuna doğru (on yılın 7. ve 9. yılı arası) şiddetli ya da hafif kriz yaşamıştır. Yirmi yılda bir yaşanan ve 8. yılda başlayan krizler (1958, 1978, 1998) olağanüstü şiddette ve uzunlukta olmuştur.[2] Doğrusu, bu gelenek 2000’li yıllar için de bozulmamıştır. Nitekim, 2007 ortası itibariyle ABD’deki mortgage sistemi ile başlayan global krizin Türkiye’ye belli ölçüde de olsa etkileri olmuştur. Bu çerçevede krizin Türkiye’ye etkilerinin hissedildiği yıllar daha ziyade 2008-2009 yıllarıdır.

 

Bir diğer kaynağa göre, Türkiye’de 1923–2005 dönemi boyunca 15 ekonomik kriz yaşanmıştır. Bu çerçevede, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nı takiben, Türkiye’de ortalama her beş yılda bir ekonomik kriz meydana gelmiştir. Söz konusu ekonomik krizler şu tarihlerde oluşmuştur: 1929, 1948, 1954, 1958, 1969, 1974 Birinci Petrol Krizi, 1978, 1979–1980 İkinci Petrol Krizi, 1986, 1988–1989, 1991 Finansal Krizi, 1994 Finansal Krizi, 1998–1999, Kasım 2000, Şubat 2001.[3] Bunlara, yukarıda belirtilen geleneksel eğilim çerçevesinde, şiddeti sınırlı da olsa 2008-2009 dönemi krizi de ilave edilebilir.

 

Zamana bağlı olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen ekonomik krizlerin niteliğinde de birtakım değişmeler meydana gelmiştir. Bu çerçevede, yeni bin yılın krizleri farklılık arz etmeye başlamıştır. Nitekim Türkiye’de, 2000 yılı Kasım’ına kadarki krizlerde genelde kıtlıklar, yokluklar, karaborsalar yaşanmıştır. Bu kapsamda; 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye’deki krizlerin temelinde döviz kıtlığı mevcuttur. Döviz stoklarının tükenmesini takiben ithalât yapılamamış ve ağır fiyat kontrolleri ile mal kıtlığı meydana gelmiş, karaborsalar oluşmuştur. Söz konusu krizlerde ekonomik büyüme düşmüş fakat ekonomik gerileme kendisini çok fazla hissettirmemiştir. Ancak, 2000 yılı sonrası krizler, Türkiye ekonomisini baştan sona etkilemekte ve iyileşme süreci uzamaktadır.[4]

 

Bu bölüm, Türkiye ekonomisinin 1923–2012 dönemini konu edinmektedir. ‘Masabaşı’ niteliğindeki bu çalışmanın kaynaklarını kitaplar, makaleler, raporlar ve ilgili istatistikler oluşturmaktadır. Bu kapsamda, Osmanlı’nın son dönemine kısaca değinilerek 1923–1950, 1950–1960, 1960–1980 ve 1980–2012 dönemleri ele alınarak iktisadî nitelikli iç-dış krizlere ilişkin analizlerde ve değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Krizler yanında, her bir dönemin temel iktisadî özelliklerine ilişkin bilgiler de aktarılmaktadır. Belirtilmelidir ki, burada krizlere ilişkin genel bilgi aktarımında bulunulmakta, fakat detaylı bir analiz yapılmamaktadır. Hacmi gereği böyle derinlemesine bir çalışma, kitap bölümünün değil, ileride hazırlanması düşünülen bir kitabın bizatihi konusu olabilir.

 

 

1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM

Cumhuriyet öncesi dönemde ülke ekonomisi ziraî bir yapıya sahiptir. Ancak bu ziraî yapı da sağlam temeller üzerine kurulu değildir. Nitekim, sermaye ve üretim teknikleri bakımından bazı eksiklikler söz konusudur. Sermaye stoku zayıf olduğu gibi, üretimde ilkel ziraî aletlerin hâkimiyeti vardır. Dahası, tarım işletmeleri küçük ve parçalanmış durumdadır. Öte yandan, Cumhuriyet öncesi sınaî yapı da zayıftır.[5] Bunların yanında, hizmet sektörü de çok farklı değildir.

 

Cumhuriyet’e doğru yaklaşılırken, var olan ekonomik sorunların en önemlilerinden biri borçlardır. Osmanlı İmparatorluğu, 1850 yılı itibariyle Avrupa ülkelerinden borç alma teşebbüslerinde bulunmaya başlamış ve ilk borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştirmiştir. Zamanla, savaşlarla bağlantılı olarak malî durumda meydana gelen kötüleşmeler borçlanmayı adeta mecburî hâle getirmiştir. İlk iki borçlanmaya ilişkin bilgiler şöyledir:[6]

·        1854 Borçlanması: Kredi, beş milyon sterlin tutarında olup Bank of England ve Bank of France garantörlüğünde temin edilmiştir. Tahvillerin ihraç bedeli %80, faiz oranı %6, vadesi ise 33 yıldır. Kredinin teminatı olarak Mısır vergisinin bir kısmı gösterilmiştir. Ancak bu kredinin sadece üç milyon sterlinlik kısmı kullanılmıştır.

·        1855 Borçlanması: Bu kredi de beş milyon sterlin tutarında olup İngiltere ve Fransa garantörlüğünde temin edilmiştir. Tahvillerin ihraç bedeli 102,5/8 (102 sterlin 12 şilin 6 peni), faiz oranı %4’tür. Kredinin teminatı olarak Mısır vergisinin bakiyesi ile İzmir ve Suriye gümrüklerinin gelirleri gösterilmiştir.

Osmanlı borçlanması bunlarla sınırlı kalmamış, savaşların sebep olduğu finansman ihtiyacı ve diğer kamu harcamalarındaki artışlar ile bağlantılı olarak dış borçlanmaya devam edilmiştir. Bu borçların ödenmesinde ciddi sıkıntılar baş göstermiş, nitekim önemli bir kısmı Cumhuriyet sonrasına devredilmiştir.

 

 

2. 1923–50 DÖNEMİ

Genel karakteristikleri itibariyle dört alt dönem halinde incelenen 1923–1950 arası için şu bilgiler verilebilir:[7] 1923–1929 alt döneminde Cumhuriyetin kuruluşu gibi, millî bir iktisat düzeni de oluşturulmaya çalışılmıştır. 1929–1932 alt döneminde Dünya ekonomik bunalımı yaşandığından, önceki döneme göre millî iktisada daha fazla öncelik verilmiş, sıkı düzenlemelere gidilmiştir. 1933–1945 alt dönemi, devletin iktisadî hayata sadece karıştığı ve onu düzenlediği değil, aynı zamanda bazı faaliyetleri bizzat gerçekleştirdiği ve iktisadî işletmeler kurduğu ve sanayi alt yapısının oluşturulmasına yönelik programlar niteliğinde olan ilk sanayi planlarının hazırlandığı bir zaman dilimidir. 1946–1949 alt dönemi ise daha ziyade bir geçiş devresi niteliğindedir. Nitekim devletçi ve müdahaleci bir iktisadî düzenden özel girişimciliğin revaç bulduğu liberal bir düzene doğru değişim süreci yaşanmıştır.

 

Bir görüşe göre 1923–1950, Türkiye ekonomisinin en düzenli faaliyette bulunduğu dönemdir. Bu yıllarda, TL dünya ekonomisinde en değerli para birimi konumundadır. Mesela 1923 yılında kişi başına düşen gelir meblağı 45 dolar olup, Avrupa ülkelerinin aynı dönemdeki kişi başına gelir meblağının biraz altında seyretmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin 1923–1938 dönemi ortalama yıllık büyüme hızı %7.9 olup, Cumhuriyet tarihinde 2004, 2005, 2010 ve 2011 yılları hariç (sırasıyla %9.4; %8.4; %9.2; %8.8)[8] en yüksek orandır.[9]

 

1923-50 döneminin en belirgin iktisadî hadiselerinden biri, 1929 yılında ABD’de başlayarak tüm ekonomileri etkileyen, ‘Büyük İktisadî Buhran (Great Economic Depression)’ olarak adlandırılan ve uzun yıllar etkilerini hissettiren krizdir. Nitekim, 1929-1936 döneminde ABD’nin sanayi üretimi yaklaşık %45 ve GSYİH’si %28 oranında azalmış, işsizlik oranı %25’lere yükselmiştir. Aynı dönemde Avusturya, Almanya, Fransa, Çekoslovakya ve Polonya ekonomileri derin boyutta; İskandinavya ülkeleri, İngiltere, İspanya, Romanya ve Hollanda ise önemli seviyede zarar görmüştür.[10] Krizin boyutuna ilişkin daha net bilgi sahibi olabilmek için sebep olduğu bazı somut etkilerine bakmakta fayda vardır: Kriz sürecinde ABD’de 12 milyon kişi işsiz kalmış; 20,000 şirket iflasa sürüklenmiş; 1.616 banka kapanmış ve her yirmi çiftçiden biri toprağını kaybetmiştir.[11]

 

Dünya ekonomik krizinin temel sebebi, iktisatçıların da tartışma konularından biridir. Ancak, bu hususta bir mutabakat yoktur. Mesela John Maynard Keynes “yatırımcıların güvenindeki istikrarsızlık” derken, Milton Friedman ve Anna Schwartz “1929-1933 döneminde ABD’de uygulanan daraltıcı para politikasını sebep göstermiştir. Öte taraftan Charles Kindleberger “dünya ölçeğinde bir ekonomik liderliğin olmayışını” dile getirirken, Peter Temin ise “I.Dünya Savaşı’nın ertelenmiş bir sonucudur ve savaş sonrası süren çatışmaların da krizin oluşumuna katkısı vardır” demiştir.[12]

 

Bu dönemde Türkiye’de meydana gelen iki iç ekonomik kriz vardır:

1929 Krizi:

Cumhuriyet tarihinde karşılaşılan ilk kriz 1929 yılındadır. 1929’da yaşanan Büyük İktisadî Buhran, Türkiye’yi de etkilemiştir. Krizin etkilerine, Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksidinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da ilave olunca ciddi bir ‘kambiyo krizi’ yaşanmış, TL’nin değeri düşmüştür.[13]

 

1948 Krizi:

İlk devalüasyon 1946 yılında, ihracatı artırmak amaçlı yapılmasına rağmen arzu edilen gelişmeler sağlanamamıştır.

 

Tablo 18.1: Türkiye’nin 1944-48 Dönemi Dış Ticaret Verileri (bin $, %)

Yıllar

İhracat

İthalât

Denge

(milyon $)

(%)

(milyon $)

(%)

(bin $)

1944

177,9

-9.5

126,2

-18.7

51,7

1945

168,3

-5.4

96,9

-23.2

71,3

1946

214,6

27.5

118,9

22.6

95,7

1947

223,3

4.1

244,7

105.8

-21,3

1948

196,8

-11.9

275,1

12.4

-78,3

Kaynak: TÜİK, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).

 

Tablo 18.1’de yer aldığı üzere, 1946’da 214,6 milyon dolar olan ihracat 1947’de %4.1’lik artışla 223,3 milyon dolara çıkmışken 1948’de %11.9 oranında düşüşle 196,8 milyon dolara gerilemiştir. Aynı dönemde ithalât ise artışını sürdürmüştür. Artış oranları 1947’de %105.8, 1948’de ise %12.4’tür. Öte yandan, 1948 yılında döviz girdilerinde ciddi sorunlar baş göstermiş, başta istihdamda olmak üzere birtakım olumsuzluklar meydana gelmiştir.[14]

 

 

3. 1950–60 DÖNEMİ

1950–1960, iktisadî hayatta özel müteşebbisliğin esas alındığı bir dönemdir. Bu devrede millî bir burjuvazi oluşturulmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmiş, ekonomik ilişkiler de dâhil olmak üzere dış ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde, devlet işletmeciliğinin sadece kamu hizmeti ile ve özel sektörün faaliyette bulunmak istemediği alanlar ile sınırlanması hedeflenmiştir. Dahası, bunların dışında yeni kamu işletmelerinin kurulmaması, var olanlarının özel kesime devredilmesi planlanmıştır. Ancak, KİT’lerin hiçbiri satılmamakla beraber, mevcutlar genişletilmiş, hatta yenileri kurulmuştur. Liberalizmin temel alındığı bu dönemde, serbest rekabetçi politikaların uygulanması ancak 1954’e kadar mümkün olabilmiş, bu yılı takiben belirli mallarda kıtlıkların başlamasıyla 1956’da II.Dünya Savaşı döneminde uygulamaya konulan ‘Millî Korunma Kanunu’ tekrar yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede devlet, iktisadî hayata yine müdahaleye başlamıştır. Ekonomiye aşırı müdahaleleri takiben, 4 Ağustos 1958’de ‘stabilizasyon’ kararları alınmak durumunda kalınmıştır.[15]

 

1950’li yıllar, bazı iktisatçılarca henüz hazır olmayan bir ekonomik yapılanma üzerine (IMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla) aşılanmak istenen serbest piyasa ekonomisine geçişe bir örnek olarak değerlendirilmektedir. Getirilmek istenen bütün ekonomik serbestlikler 1954 sonrasında olumsuz bir yapıya bürünmüş, günübirlik olmayacak ya da olmaması gereken arızî ve hesapsız Hükümet kararları, ekonomiyi belli başlı tüketim mallarında (kahve, mendil, röntgen filmi vb.) darlıklara sürüklemiş ve serbest piyasa ekonomisi işleyemeden krizle sonuçlanmıştır.[16]

 

İzlenen stratejiler ve uygulanan politikalar çerçevesinde, 1950–1960 döneminin temel özellikleri şöyle sıralanabilir:[17]

·        Bu dönem, Türkiye’nin dünya ekonomisine entegre oluşunda önemli bir evreyi oluşturmaktadır. 1920’li yıllardaki üst yapı reformları, 1930’lu yıllardaki sınaî tesisler, 1950’lerdeki tarımsal gelişmeler ve alt yapı yatırımları ile 1960’lara gelindiğinde Türkiye’nin dünyaya entegrasyonu kolaylaşmıştır.

·        Tarım sektöründe önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu devrede tarımda hem makinalaşma artmıştır hem de ekilebilir alanlar genişlemiştir.

·        Bu dönemde yabancı sermayeye karşı yaklaşımda değişmeler meydana gelmiştir. Her ne kadar hedeflenene ulaşılamamışsa da yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli kanunî düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, başta ABD’den olmak üzere dış yardımlarda önemli ölçüde artışlar olmuştur.

 

Bu devredeki dünya krizleri de şöyle sıralanabilir:[18]

1954 yılı:

Kore Savaşı’nı takip eden uzun yıllar boyunca hammadde ve tarım ürünü fiyatları düşmüş, dış ticaret hadleri aleyhte seyretmiştir.

 

1958 yılı:

ABD ekonomisinin durgunluğa girmesi, Avrupa Ekonomik Topluluğu paralarının konvertibiliteye geçmesi ve Roma Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile pazarlarda daralmalar meydana gelmiştir.

 

Türkiye’de 1950–60 döneminde meydana gelen krizler şöyledir:

1954 Krizi:

1953 yılından itibaren meydana gelen döviz sıkıntısı ve 1954 yılındaki kötü hasat sebebiyle ithalât imkânları daralmış, bu da içe dönük sanayileşme yönünde baskıya yol açmıştır. Böylece, ithalâtta kısıntılara gidilmesi ve bazı malların ithal ikamesi yoluyla elde edilmesi dönemi başlamıştır. Nitekim ithal ikameci sanayileşme stratejisi, planlamaya ağırlık verilen 1960 sonrası dönemin ana çatısını oluşturmuştur. 1960’lı yıllarda hızlı bir gelişme sağlayan ve 1970’li yıllarda şiddetli bir krize sürüklenmesine yol açan bu strateji, planlı dönemin ürünüdür.[19]

 

1955 Devalüasyonu:

Bozulan dış ticaret dengesinin tekrar sağlanabilmesi maksadıyla 1955 yılında doların 2.30 TL’den 5.20 TL’ye çıkarıldığı bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir.[20] Tablo 18.2’de de görüldüğü üzere, bu politika belli ölçüde işe yaramıştır.

 

Tablo 18.2: Türkiye’nin 1955-57 Dönemi Dış Ticaret Verileri (bin $, %)

Yıllar

İhracat

İthalât

Dış Ticaret Dengesi

(bin $)

(%)

(bin $)

(%)

(bin $)

1955

313,346

-6.4

497,637

4.0

-184,291

1956

304,990

-2.7

407,340

-18.1

-102,350

1957

345,217

13.2

397,125

-2.5

-51,908

Kaynak: TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).

 

1955’te 313,346,000 dolar olan ihracat, 1956’da 304,990,000 dolara düşmüş ancak 1957’de 345,217,000 dolara yükselmiştir. İthalâtta ise aynı dönemde sürekli bir düşüş eğilimine girilmiş olup 1955’te 497,637,000 dolar olan tutar, 1956’da ve 1957’de sırasıyla 407,340,000 dolara ve 397,125,000 dolara gerilemiştir (Bkz. Tablo 18.2).

 

1958 Krizi:[21]

1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline göre ayarlanmış serbestleşme programı, 1958 krizinin hazırlayıcısı olmuştur. 1958’e gelindiğinde vadesi dolmuş 256 milyon dolarlık dış borç mevcuttur. Ağustos ayında IMF ile bir istikrar programı uygulamasına geçilmiş, bu kapsamda devalüasyon yapılmıştır. Krizden çıkış amacıyla başvuruda bulunulan IMF’nin ve OECD’nin Türkiye için hazırladığı ‘reçete’ ile bağlantılı olarak hükümetçe ‘4 Ağustos 1958 Kararları’ alınmıştır. Bu kararlara göre banka kredileri durdurulacak, bütçe açık finansmanına son verilecek ve devalüasyon yapılacaktır. Neticede, yüksek oranlı bir devalüasyonla 2.80 TL olan dolar kuru, kademeli olarak 9 TL’ye kadar çıkarılmıştır. Başlangıçta TL %220 oranında devalüe edilmiştir.[22] Bütçe açığında da olumsuzluklar meydana gelmiştir. Nitekim, 1958’de 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara yükselmiştir.

 

 

4. 1960–80 DÖNEMİ

1960–1980; önceki dönemin tersine, düşünce itibariyle devletin iktisadî hayata müdahale ettiği, onu düzenlediği ve burada belli ölçüde faaliyette bulunduğu bir devredir. Bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve Beş Yıllık Kalkınma Planları (BYKP) hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu kapsamda, 1963-1967’de I.BYKP, 1968-1972’de II.BYKP ve 1973-1977’de III.BYKP hayata geçirilmiştir. Bu planların hedefleri ve elde edilen sonuçlar kıyaslandığında, genel olarak bir uyumdan bahsedilebilir ancak, söz konusu dönemlerde önemli sorunlar giderilememiş ve bunların maliyetleri topluma yansımıştır.[23]

 

1970’in en önemli olayı, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği ve diğer konular için katma protokolün imzalanmasıdır. 1973’teki petrol krizi, 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı ve Batı’nın bu harekat nedeniyle uygulayacağı ekonomik ambargo ile birleşince Türkiye 1970’lerin sonuna doğru ciddi sıkıntılar içine sürüklenmiştir.[24]

 

Bu devredeki dünya krizleri şöyle sıralanabilir:[25]

1968 yılı:

Bretton Woods Sistemi kapsamında altının dolar değerinin, 1 ons eşit 35 dolarda kalmayacağı anlaşılınca dolar aleyhine spekülasyon giderek şiddetlenmiştir.

 

1974 yılı:

Birinci Petrol Krizi’nin patlamasıyla dış ticaret hadleri şiddetle aleyhe dönmüş; Alman markı ve İsviçre frankı, dolara karşı hızla değer kazanmıştır.

 

1978 yılı:

“Petro-dolar’ları dolaşıma döndürme” politikasının sebep olduğu aşırı kısa vadeli borçlanma, Türkiye ile birlikte Arjantin, Zaire ve Peru gibi bazı gelişmekte olan ülkeleri (GOÜ) krize sürüklemiş, uluslararası bankalar GOÜ’lere kredileri kısmış ve faizleri yükseltmiştir.

 

1979–1980 yılları:

Petrol fiyatları yükselmiş, ABD’de para arzının kısılması dünya reel faiz hadlerini artırmış, tarım fiyatları düşmüştür.

Dünyada meydana gelen krizlerden doğrudan veya dolaylı biçimde etkilenerek 1960–1980 döneminde Türkiye’de ortaya çıkan ekonomik krizler şöyledir:[26]

 

1974 Birinci Petrol Krizi:

1974’te petrol fiyatlarının dört kat artması, petrole bağımlı bir ülke olarak Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Batı ülkelerinin üstü örtülü ekonomik ambargosu başlamıştır. Petrol fiyatlarındaki artış, ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da yükseltmiştir. Öte yandan, dünyada petrol tasarrufuna gidilirken Türkiye’de petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiş ve bu da tüketimi artırmıştır. 769 milyon dolar olan dış ticaret açığı, 2.3 milyar dolara kadar yükselmiştir. Yıl sonu itibariyle 303 milyon dolarlık rekor bütçe açığı oluşmuştur. Turizm ve işçi gelirleri düşmüş, istihdam sorunu büyümüştür.

 

1978 Krizi:

Büyük meblağlarda düşük faizli kredi teminine gidilmiş ve bunlar uygun olmayan şekillerde kullanılmış, önemli bir kısmı israf edilmiştir. Borçlar bir yandan tüketimi ve ithalâtı artırırken, diğer yandan da sabit yatırımları ve buna bağlı ithalât kalemlerini artırmıştır. Yurt dışına alışveriş amaçlı geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalâtı ve gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılanmıştır. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borç, 1977 yılında 10 milyar dolara yükselmiştir. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı %52’ye ulaşmıştır.

 

1979–1980 İkinci Petrol Krizi:

OPEC üyeleri, petrol fiyatını 1979’da ve 1980’de tekrar yükseltmiş ve böylece %150 oranında artış olmuş, bu şok Türkiye’de yoğun bir ekonomik krizin yaşandığı devreye isabet etmiştir. İşsizlik oranı %20’lere yaklaşmış, enflasyon oranı yükselişe geçmiştir. Pek çok temel tüketim maddesinin karaborsası oluşmuş; benzin, tüp ve ampul gibi maddelerde kıtlık başlamıştır.

 

1970-80 döneminde büyük-küçük çapta birçok devalüasyon gerçekleştirilmiştir. 1975’te dolar 13.85 TL olmuştur. Bir süre sonra %25’lik devalüasyon bunu takip etmiştir. 1 Mart 1978’deki devalüasyon ise %33 oranında olup 19.25 TL olan dolar, 25 TL’ye yükselmiştir.[27] 10 Nisan 1979’daki devalüasyonla doların değeri 25 TL’den 26.50 TL’ye, 11 Haziran 1979’daki devalüasyonla da 47.10 TL’ye yükseltilmiştir.[28]

 

Alınan tüm tedbirlere rağmen ekonomideki kötü gidişe dur denilememiştir. İç ve dış faktörler dolayısıyla Türkiye ekonomisi, 1979 yılında krize girmiştir. Petrol fiyatlarındaki artışlar, dünya ekonomisinin girdiği resesyon, ülke içinde uygulanan ithal ikameci politikalar gereği aşırı değerlenmiş kur, negatif faiz gelirleri, ve döviz darboğazı dolayısıyla îmalât sanayi üretiminde büyük oranda gerilemeler meydana gelmiş ve 1980’e gelindiğinde yüksek oranlı enflasyon oluşmuştur.[29]

 

1980 yılına girerken Türkiye ekonomisinin genel durumu şöyle bir görünüm arz etmektedir:[30]

·        Döviz gelirlerinin yetersiz olması nedeniyle ithalât 1978 ve 1979 yıllarında sırasıyla %35.2 ve %13.2 azalmıştır. Türkiye ekonomisinin ara ve yatırım malları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olmasıyla GSMH 1979’da reel olarak azalma göstermiştir.

·        İhracat reel olarak 1979’da %20 gerilemiştir.

·        1979’da ödenmeyen dış borçlar ertelenmiş, ekonominin kredibilitesi tükenme noktasına varmış ve dış borç servis yükü %45.6’ya yükselmiştir.

·        Üretim azalırken ve maliyetler yükselirken toplam harcamalar azalmamış, böylece enflasyon hızı devam etmiş ve 1979’da %63.9’a ulaşmıştır.

·        Türkiye ekonomisinin lokomotif görevini yapan tarım üretimi, ithal girdilerinin (gübre, ilaç vs.) azalmasıyla tehdit altına girmiştir.

·        Sanayi sektörünün GSMH içinde payı, sabit fiyatlarla 1978’de %24.1 iken 1979’da %22.9’a düşmüştür.

·        İhracatın ithalâtı karşılama oranı %45’e düşmüştür.

Bu sorunların giderilmesi ve ekonominin rehabilite edilmesi için bazı köklü değişikliklere gidilmesi gerekmiştir. Çünkü 1980’e gelindiğinde cari politikalarla krizin atlatılmasının imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Böylece alınan 24 Ocak 1980 Kararları ile ekonomide yeni bir dönem başlatılmıştır.

 

 

5. 1980–2012 DÖNEMİ

1980 yılı Türkiye için dönüm noktası olmuştur. Artık, ithal ikameci sanayileşme politikası bir tarafa bırakılarak, ihracatın geliştirilmesi ve ekonominin dışa açılmasına yönelik gelişme politikası benimsenmiştir. Bu amaçla ‘24 Ocak 1980 Kararları’ adıyla bir dizi yeni tedbir yürürlüğe konmuştur.[31] Bu kararların serbest piyasa ekonomisi düşüncesi çerçevesinde dayandığı temel prensipler şöyle özetlenebilir:[32]

·        Özel sektöre ağırlık vermek,

·        İthalâtı serbestleştirerek ekonomiyi dış rekâbete açmak,

·        Ekonomiye güvenin sağlanması ve uluslararası finans piyasaları ile bütünleşebilmek için kambiyo işlemlerini serbestleştirmek,

·        Gerçek maliyetlere dayanan bir üretim yapısı için; fiyatlara müdahale etmemek, faiz oranlarını serbest bırakmak, reel gelişmeleri yansıtabilecek döviz kuru politikası izlemek. Nitekim, 24 Ocak 1980 günü açıklanan istikrar tedbirleriyle %48.9 oranında devalüasyon yapılmış ve 1 ABD Doları 47.10 TL’den 71.40 TL’ye çıkarılmıştır.

 

24 Ocak Kararları ile başlatılan yeni strateji; politikalar, kurumlar ve kanunî düzenlemeler olmak üzere üç kısımda özetlenebilir:[33]

1) Yeni strateji kapsamındaki politikalar ana başlıklar itibariyle; ihracatın artırılması, fiyat sisteminin değiştirilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest bırakılmasıdır. Alınan kararların etkinliğini sağlamak amacıyla, bu stratejiyi destekleyecek ve uygulayacak bazı kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar; Yabancı Sermaye Dairesi, Teşvik ve Uygulama Dairesi, Koordinasyon Kurulu ve Para ve Kredi Kurulu’dur.

2) 24 Ocak Kararları, bazı kanunî düzenlemelerle desteklenmiştir. Bunlardan biri vergilerdir. Vergilemede daha kapsayıcı ve gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmiştir. Diğeri, daha evvel devlete devredilen bazı madenlerin özel kesime iadesidir. Başka bir düzenleme de sigara tekelinin kaldırılması ve serbest bölgelerin kurulması yoluyla yabancı sermaye girişinin ve ülkenin dış ticaret hacminin artırılmasıdır.

 

1980 sonrası dönemde, dünyada birçok kriz yaşanmıştır. Küresel çapta ortaya çıkan olumsuzluklar şunlardır:[34]

1982 yılı:

Yüksek meblağlarda borçlu Latin Amerika ülkelerinin borç ödeyemez duruma düşmesiyle dünyada ‘büyük borç krizi’ patlak vermiş, reel faiz hadleri yükselmiştir.

 

1987 yılı:

Kasım ayında New York Borsası çökmüş; yaygın banka iflaslarıyla ABD ekonomisi uzun süreli (1987–1991) durgunluğa girmiş; dolar, Alman markı ve yen gibi güçlü paralar karşısında değer kaybetmiştir.

 

1990 yılı:

Tokyo Borsası çökmüş, Japonya’da finansal kırılganlık ortaya çıkmış ve uzun süreli durgunluk/deflasyon süreci başlamıştır.

 

1990–1991 yılları:

Irak’a ambargo uygulanmış, bunu takiben Körfez Savaşı (Irak, Kuveyt ve ABD arasında) sürecinde bölgeden turist ve sermaye kaçışı yaşanmış, petrol fiyatları yükselmiş, bölgeye verilen kredilerin faizlerinde artışlar meydana gelmiştir.

 

1992–1993 yılları:

Avrupa paraları aleyhine spekülasyon yapılmış ve bu ülkelerin paraları devalüe edilmiştir. Parası değerlenen ABD’ye sermaye kaçışı yaşanmış; ABD’de hızlı, AB’de yavaş büyüme meydana gelmiştir.

 

1994 yılı:

Meksika’yı takiben Brezilya’da ve Arjantin’de ekonomik kriz yaşanmış, bunların paraları devalüe edilmiştir. Bu ülkelerin de dahil olduğu GOÜ pazarlarından sermaye kaçışı yaşanmıştır. Çin’in para birimi yuan da devalüe edilmiştir.

 

1997–1999 yılları:

Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya ülkelerinde kriz yaşanmış, bu ülkelerden ve bunların bir kısmının da dahil olduğu GOÜ’lerden sermaye kaçışı meydana gelmiştir. Kriz, başta bölgeyi olmak üzere dünyayı tehdit eder boyuta varmış; petrol fiyatı düşmüş, ülke paralarında büyük çaplı devalüasyonlar meydana gelmiş, dünya pazarları daralmıştır.

 

1998 yılı:

Asya krizi Rusya’ya sıçramış ve bu ülke moratoryum ilan etmiştir. Bölgeden sermaye kaçışı başlamış, kredi faizleri yükselmiş, ruble devalüe edilmiş, Rusya pazarı daralmıştır.

 

2000 yılı:

Dünya petrol fiyatları katlanarak artmış, Nasdaq’ta çöküş başlamış, ABD’de durgunluk işaretleri belirmiş ve bu ülkeden sermaye kaçışı başlamıştır.

 

2001 yılı:

Arjantin’de ekonomik kriz meydana gelmiş ve bu olumsuzluk Latin Amerika’ya yayılmıştır. ABD’de 11 Eylül saldırılarıyla beraber savaş emareleri belirmiş ve Nasdaq’daki çöküş diğer borsalara da yayılmıştır. ABD’de büyük ölçekli şirketler iflas etmiş, geniş çapta yolsuzluklar meydana gelmiş ve ekonomik durgunluk yayılmıştır.

 

2002 yılı:

ABD İngiltere ile birlikte Afganistan’ı işgal etmiş, özellikle bölge ekonomilerinde olmak üzere dünyada tedirginlikler oluşmuştur. Nasdaq’ta ve New York Borsası’nda çöküş yaşanmış, şirket yolsuzlukları ve iflasları meydana gelmiş, Avrupa’da dolaşıma giren euro karşısında dolar değer kaybetmiş, ABD’den sermaye çıkışı yaşanmıştır. Arjantin’de ekonomik çöküş yaşanmış, kriz Uruguay’a ve diğer bölge ülkelerine sıçramıştır.

 

2003 yılı:

ABD ve İngiltere; İtalya, Japonya gibi bazı ülkelerin de desteğini alarak Irak’ı işgal etmiş, bunun tüm dünyaya olumsuz etkisi olmuştur. ABD’de bazı muhasebe-denetim ve teknoloji firmalarında iflaslar yaşanmıştır.

 

2006 yılı:

Petrol fiyatlarında yükseliş trendine girilmiş, petrolün varil fiyatı 100 doları geçmiştir. Bunun maliyetler üzerine olumsuz etkisi olmuştur.

 

2007-2008 yılları:

ABD’de 2007 ortası itibariyle mortgage sisteminde tıkanıklıklar meydana gelmiş ve ilgili sektörlerde durgunluklar yaşanmıştır. Bunun finansal piyasalara olumsuz etkileri olmuş ve kriz global bir boyuta ulaşmıştır. Ağırlıklı olarak kendisini 2008 yılında hissettiren global kriz sürecinde meydana gelen somut bazı gelişmeler şöyle sıralanabilir:[35] Başta ABD’de olmak üzere Avrupa’da birçok firma zor durumda kalmıştır. Morgan Stanley, Citigroup ve ING bunlar arasındadır. Ayrıca, Bear Stearns iflas noktasına gelmiş ve 2008 Mart ortasında JP Morgan Chase tarafından satın alınmıştır. Fortis de BNP Paribas tarafından satın alınmıştır. Öte yandan Merrill Lynch, Bank of America tarafından satın alınmış; 158 yıllık finans kuruluşu Lehman Brothers iflasını istemiş; federal mortgage kuruluşları Fannie Mae ve Freddie Mac ABD Hazinesi tarafından kamulaştırılmıştır. Citigrup’ta olumsuzluklar yaşanmıştır. Nitekim Citi, 2008’in ilk beş ayı boyunca mortgage krizinin etkilerini giderebilmek için 40 milyar dolar civarında harcama yaptığını bildirmiştir. Kriz sürecinde tüm dünyada farklı sektörlerde çok sayıda iflaslar meydana gelmiştir.

 

Mortgage sistemindeki tıkanıklıklarla başlayarak yayılan ve halen de devam eden krizler silsilesi, başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ülke (GÜ) kökenlidir. Dolayısıyla buralarda meydana gelen olumsuzluklar, doğrudan ve/veya dolaylı olarak gelişmekte olan ülkelere (GOÜ) yansımaktadır. 2007-2008 global krizi halen ülkeden ülkeye değişik seviyelerde olmak üzere etkilerini sürdürmektedir. Makro bazda bakıldığında, GÜ’lere ve GOÜ’lere ilişkin şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:

·        GÜ’lerde ilk etapta para arzı daralması meydana gelmekte ve bu da faizleri yükseltmektedir. Ayrıca sermaye piyasalarında hacim daralması yaşanmaktadır. Bunlarla bağlantılı olarak yatırımlar kesintiye uğramakta, üretim daralmakta ve istihdamda olumsuzluklar meydana gelmektedir.

·        GOÜ’lerde ilk etki sıcak para üzerinedir. Krizler sebebiyle GOÜ’lerde sermaye çıkışları yaşanmakta, buna bağlı olarak faiz oranları ve döviz kurlarında yükselmeler/devalüasyonlar gerçekleşmekte, borsalarda düşüşler olmakta, dış ticaretin bileşimi olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca yabancı ve yerli yatırımlarda, geleceğe yönelik karamsar beklentiler dolayısıyla, azalmalar ve/veya ertelemeler meydana gelmektedir. Sonuçta üretim gerilemekte, istihdam ve enflasyon sorunları baş göstermektedir.

 

2007-2008 krizinin ne zaman sona ereceğine ilişkin tahminde bulunmak kolay görünmemektedir. Nitekim krizin ortaya çıktığı yıllarda kimileri iyimserken, kimileri kötümser tablolar çizmekteydi. Mesela Citi yönetim kurulu başkanı Win Bischoff 2008 Mayıs’ında yaptığı açıklamasında krizin en ağır kısmının sona erdiğini dile getirmişti.[36] Ancak bu tahmin, 2008’in üçüncü çeyreği itibariyle şiddetini artıran olumsuzluklar zinciri ile hükmünü yitirmişti. Bir yandan, bazı finans piyasası aktörleri ve akademisyenler, ABD yönetiminin mortgage krizini engellemeye yönelik teşebbüste bulunacağına inandıklarını ifade ederek, Merkez Bankası(FED)’nın büyük bir banka krizine müsaade etmeyeceğini belirtmişlerdi.[37] Diğer yandan mesela Krugman, 2008 yılında, mortgage krizinin etkilerini 2010 yılına kadar sürdürebileceğini, 2011 yılına sarkmasının sürpriz olmayacağını dile getirmekteydi.[38]

 

2007 ortasında ABD mortgage sistemi sorunlarıyla başlayan kriz 2008 ve 2009 yıllarında global çapta yoğun şekilde kendisini hissettirirken, 2010-2011 döneminde ikinci safhaya girmiştir. Bu defa Avrupa orijinli ikinci bir dalga ile karşılaşılmış olup, bu safha halen sürmektedir. Yunanistan başta olmak üzere İspanya, Portekiz, İzlanda ve İtalya gibi Avrupa ülkeleri farklı ölçülerde olmak üzere krizle iç içedirler. Söz konusu ülkeler, kurumsal seviyede AB desteklerini beklemekle beraber tüm ülkelerin sorunlarının bu şekilde giderilmesi kolay değildir. Dolayısıyla global krizin nihayete ermesine ilişkin bir takvim tespiti, mevcut şartlarda mümkün görünmemektedir.

 

Türkiye’de 1980 sonrasında 24 Ocak 1980 Kararları ile bağlantılı olarak ekonomide meydana gelen hızlı dışa açılma süreci kapsamında; 1981 Mayıs’ında bir taraftan esnek döviz kuru sistemine geçilirken, öte taraftan 1980–1982 döneminde alınan birtakım kararlarla iç finansal liberalizasyona geçilmiştir. Fakat bu süreç, hukukî alt yapı eksiklikleri sebebiyle ortaya çıkan ‘bankerler krizi’ ile önemli ölçüde zedelenmiştir. Özellikle Haziran 1984’te ve Ağustos 1989’da alınan iktisat politikası kararları ile Türkiye’de vatandaşların döviz tevdiat hesabı (DTH) açtırabilmelerine imkân sağlamak dâhil, bazı köklü dış finansal serbestleşme tedbirleri yürürlüğe girmiştir. 1989 yılı sonrası kamu kesiminde oluşan büyük açıklar, yüksek yurt içi faiz oranları, kısa vadeli sermaye girişlerindeki hızlanmalar ve döviz kurlarındaki düşük oranlı artışlar, ekonomiyi daha fazla ‘sıcak para’ bağımlısı hâline getirmiştir. Kamu kesiminde Aralık 1993-Nisan 1994 döneminde iç borcun sürdürülemezliği açıkça belirmesine rağmen, benzer politikalara devam edilmiştir. Neticede ekonomi, Kasım-Aralık 2000 ve Şubat-Mart 2001 dönemlerinde şiddetli bankacılık ve döviz kuru krizleri ile tıkanıklığa sürüklenmiştir.[39]

 

Türkiye, 1990’lı yıllarda sermaye hareketleriyle birlikte mal-hizmet pazarlarını da tam manasıyla serbestleştirmiştir. Bu gelişme, Latin Amerika ülkelerinin politikalarıyla benzerlik göstermektedir. Türkiye, 1990’dan 1997’ye kadar biri 1991, diğeri 1994’te olmak üzere iki kriz atlatmak pahasına, ekonomisini büyütmüştür; ancak bunun karşılığında artan iç ve dış borçlar, finansal kırılganlığı artırmıştır. Nitekim 1998’de yeniden girilen kriz ortamında, 2000 yılında IMF’nin hatalı politikalarının ilavesiyle, 2001’de borç toplamı GSMH’yi aşmıştır. Bu tarih itibariyle borçlar artarken, GSMH, 1990’lı yılların başındaki seviyeye gerilemiştir.[40]

 

Bu gelişmeler çerçevesinde 1980–2012 döneminde Türkiye’de meydana gelen krizler ve bunların somut bazı etkileri şöyledir:[41]

1986 Krizi:

Bütçe açıkları ve dış açıklar 1983 sonrası artmış, bu nedenle 1986’da önemli bir ekonomik sarsıntı olmuş aynı yıl itibariyle dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar (önceki yıla göre %150 artış) olarak gerçekleşmiştir. 1986 yılında kamu harcamalarındaki artış nedeniyle ekonomide dengesizlik yaşanmış ve TL devalüe edilmiştir.

 

1988-1989 Krizi:

Kamu açıkları artışı ve malî piyasalarda dalgalanma sonucu faizler yükselmiş, döviz rezervleri azalmıştır. Türkiye, 1989 yılı itibariyle dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri olmuştur. Dış borç stoku önemli bir meblağa erişmiş, kısa vadeli borçların toplam borçlar içindeki payı %19’a ulaşmıştır. Ticarî bankaların döviz açığı büyümüş, stagflasyon sürecine girilmiştir. Yüksek meblağda dış ticaret açığı oluşmuştur.

 

Tablo 18.3: Türkiye’nin 1987-91 Dönemi Dış Ticaret Verileri

Yıllar

İhracat

İthalât

Dış Ticaret Dengesi

(milyar $)

(%)

(milyar $)

(%)

(milyar $)

1987

10,190

36.7

14,157

27.5

-3.9

1988

11,662

14.4

14,335

1.3

-2.6

1989

11,624

-0.3

15,792

10.2

-4.1

1990

12,959

11.5

22,302

41.2

-9.3

1991

13,593

4.9

21,047

-5.6

-7.4

Kaynak: TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).

 

Tablo 18.3’te görüldüğü üzere, 1988’de 2.6 dolar olan dış ticaret açığı, 1989’da 4.1 milyar dolara, 1990’da ise 9.3 milyar dolara yükselmiştir. Yani dış ticaret açığı, 1991 yılına kadar artan biçimde devam etmiştir.

 

1991 Finansal Krizi:

1991 krizini tetikleyen faktör, Körfez Krizinde yaşanan savaş sürecidir. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar dolar civarında olup, bunun üç milyar dolarlık kısmı kısa vadelidir. Dış borç stoku sekiz milyar dolara yaklaşmış, bu borçların kısa vadeli kısmı dört milyar dolara ulaşmıştır. Cari işlemler açığı, tarihî bir sıçrama göstererek 2.6 milyar dolara çıkmıştır. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken ihracatı caydırmış, ithalâtı cazip hâle getirmiştir. Bu arada Körfez Savaşı başlayınca, fizikî yakınlık dolayısıyla Türkiye riskli ülke konumuna gelmiş ve sermayenin kaçışa geçmesiyle 2.6 milyar dolar civarında çıkış yaşanmış, bu da ekonomide durgunluğa yol açmıştır. TÜFE %52.4 artarken TEFE (ÜFE) artışı %64’e ulaşmıştır. Büyüme hızı %0.9’a düşmüştür.

 

Mart 1994 Krizi ve 5 Nisan 1994 Kararları:

Hazine, faizlerin düşürülmesi amacıyla piyasalar yerine Merkez Bankası’ndan borçlanmaya yönelmiştir. Fakat Merkez Bankası’nın piyasaya çıkardığı TL; döviz talebi oluşturmuş, döviz rezervleri hızla erimiştir. Böylece bankalararası döviz piyasasında kurların artması dolayısıyla Merkez Bankası TL’ye, dolara karşı %13.6 oranında, değer kaybettirmek zorunda kalmış ve dolar 17 bin TL olmuştur. Serbest piyasada döviz fiyatları hızla artmış (over-shooting); resmî kurlar 40 bin TL’ye yükselirken serbest piyasa dolar kuru 45 bin TL’ye çıkmıştır. Netice itibariyle 1994 krizi patlak vermiştir. Sorunu gidermek için 5 Nisan 1994’te tedbir paketi açıklanmıştır. Kriz sürecinde faizleri düşürmek isteyen Hükûmet, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş faiz oranlarında borçlanmak durumunda kalmış, üç ay vadeli hazine bonoları yıllık net %50 faizle satışa çıkarılmıştır. Gecelik (overnight) faiz, yıl içerisinde %64’ten %454’lere yükselmiştir. 1994 yılı sonunda enflasyon %150’lere çıkmış, ekonomi %6.1 oranında küçülmüştür. 1993 yılında 173 milyar dolar olan millî gelir, 1994 sonunda 132 milyar dolara gerilemiştir.[42]

 

1989-1994 dönemi krizlerine ilişkin incelemelerde dikkate alınması gereken temel hususlardan biri sermaye hareketleridir. Türkiye, 1989 yılı ortalarında sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırmış ve 1990 yılı başında TL’yi konvertibl ilân ettiğini açıklamıştır. Böylece 1990 başından itibaren Türkiye’de belki de dünyanın en liberal kambiyo rejimine geçilmiştir. Sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, kişiler ve kurumlar açısından bir özgürlük olarak nitelendirilmiş olmakla birlikte birçok iktisadî politika tercihlerinin yapılamaz duruma gelinmesi gibi bir riskle de karşı karşıya kalınmıştır. En önemlisi, faizlerin kontrol edilebilme yeteneği elden kaçmıştır. Durum böyle olunca hükûmetin 1993 yılı ortasından itibaren sermaye hareketlerine hiçbir kısıtlama getirmeden faizleri kontrol etmeye çalışması, 1994 krizinin patlak vermesine sebep olmuş ve bahsedilen kriz süreci yaşanmıştır. Ayrıca, kambiyo rejimi serbestisi, ihracatı teşvik edebilmek ve ihraç ürünlerine düşük fiyatla pazar şansı oluşturabilmek için kur ayarlayabilme imkânını da hükûmetin elinden almıştır.[43]

 

1994 Mart’ında başlayan krizin kontrol alınabilmesi maksadıyla bir tedbirler paketi oluşturulmuştur. ‘5 Nisan 1994 Kararları’ şeklinde adlandırılan tedbirlerin başlıcaları şöyledir:[44]

·        Kamu açıkları düşürülmeye çalışılarak Merkez Bankası’nın parasal büyüklükler üzerindeki kontrol gücü artırılacak ve malî piyasalarda istikrar sağlanacaktır.

·        Hazine ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’ndan kredi kullanımlarına sınırlama getirilerek, Merkez Bankası daha özerk bir yapıya kavuşturulacaktır.

·        Bir yandan kamu gelirlerini artırıcı tedbirler yürürlüğe koyulurken, öte yandan kamu harcamalarının kısıtlanması yönündeki tedbirler kapsamında açıkları kapatmak maksadıyla borç alıp, faizini ödemek için tekrar borçlanma kısır döngüsüne son verilecektir.

·        KİT mal ve hizmet fiyatları, döviz kurundaki artışlar ve piyasa şartları dikkate alınarak yeniden belirlenecek, fiyatlar önemli ölçüde arttırılacaktır.

·        Programın gerektirdiği malî fedakârlığın toplumun tüm kesimlerine dengeli dağıtılabilmesi için yeni vergi düzenlemeleri yapılacaktır.

·        Bütün ekonomik değerlerin gerçek değerlerine getirilmesi ilkesi benimsenmiş olduğundan kambiyo kurunda da reel kura dayalı politika izlenecektir.[45]

 

1994 krizinin temel özelliği, başlayan süreçlerin etkilerini daha sonra da sürdürmesidir. Bunlar şöyle sıralanabilir: Kredi veren yabancı bankalara ‘devlet garantisi’ verilerek ödenemeyen özel kredilerin devlet tarafından üstlenilmesi ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yoluyla devletin banka paniklerini önlemek için banka mevduatının garantörlüğünü yapması.[46] Bu iki gelişme ile, 1990’lı yılların ortaları itibariyle banka sayısı yükselmiş fakat buna paralel olarak meydana gelen krizlerde batanların sayısı artmıştır. Ayrıca; banka kurucularının kimliklerinin yeterince incelenmemesi, bankaların öz sermaye yeterliğinin göz ardı edilmesi, yaptıkları işlemlerin incelenmemesi veya ilgili raporların üst makamlarca dikkate alınmaması gibi diğer faktörler de banka iflaslarının sebepleri arasındadır.

 

1997–1998 Krizi:

1997 Temmuz’unda Tayland’ın para birimi Baht’ı devalüe ederek dalgalanmaya bırakmasıyla tetiklenen ve Güney Doğu Asya ülkelerine yayılan finansal kriz, kısa sürede dünyayı etkisi altına almıştır. Güney Doğu Asya ülkelerinden Rusya’ya, oradan Türkiye’ye ve Brezilya başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerine sıçrayan kriz, ciddi sorunlara sebep olmuştur. Krizden belli oranda 1998 yılında etkilenen Türkiye’den önemli ölçüde yabancı yatırım kaçışı olmuş, bu kapsamda altı hafta içinde altı milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşanmıştır. Döviz rezervleri 15 milyar dolar civarında azalmış, borsa endeksi 5,321 puandan 3,697 puana gerilemiştir.[47]

 

1998–1999 Krizi:

Bu kriz Türkiye’nin, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı döneme denk gelmiştir. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışıdır. Malî kuruluşlar dışında bütün kesimler %5-6 oranlarında küçülmüştür. GSMH’de 1999’da %6.4 düşüş olmuş (Bunun %1’lik kısmı Marmara Depremi’nden kaynaklanmaktadır), TEFE (ÜFE) %63’e yükselmiş, reel faizler %37’ye ulaşmıştır. Dış borç stoku 103 milyar dolara çıkmış, iç borç stokunun GSMH’ye oranı %32’ye erişmiştir. Yüksek faizli ve kısa vadeli borç birikimi, 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremeyeceği noktaya sürüklemiş, Aralık 1999’da IMF ile stand-by anlaşması imzalanmıştır.[48]

 

Kasım 2000 Krizi:

Bu krizde, döviz kurları aşırı oynamamakla beraber, ortalama gecelik bileşik faiz oranı %19,000’lere tırmanmış, borsa endeksi 14,000 puandan 7,330’a kadar gerilemiştir. Yabancı yatırımcılar finansal piyasalardan çekilmiştir. Döviz talebindeki artış, faizleri daha yükseklere çıkarmış, bu da bankacılık sisteminde önemli boyutlarda para kaybına sebep olmuştur. Döviz rezervleri üç hafta içinde 7 milyar dolar azalmıştır.[49] 1999 yılında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı, büyük çöküşün baş sorumlusu olarak görülmektedir. Türkiye, Para Kurulu kapsamında döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz bir yola girmiş, cari işlemler açığı giderek büyümüş ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkmıştır. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3 milyar dolara yükselmiştir. Yabancı bankalar vadesi gelmeyen kredilerini geri çağırınca gecelik faiz oranları aşırı biçimde artmış ve 22 Kasım 2000’de Türkiye ekonomi tarihine ‘Kara Çarşamba’ olarak geçen para krizi ortaya çıkmıştır.[50]

 

Şubat 2001 Krizi:

1997 yılında başlayan Güney Doğu Asya Krizi, Türkiye’de kendisini ağırlıklı olarak 1999 yılında hissettirmekle beraber, etkilerini en derin boyutuyla 2001 yılında göstermiştir. 19 Şubat’ta patlak veren kriz, ekonomide ciddi tahribata yol açmıştır. 680,000 TL olan dolar kuru, 1,300,000 TL’ye yükselmiştir. 28 milyar dolar olan döviz rezervi Mayıs ayında 18 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. Vatandaşların 38 milyar dolar olan DTH’ı kriz sonrası 33 milyar dolara inmiştir. Kriz öncesi protesto edilen senetlerin aylık miktarı 40 trilyon TL iken kriz sonrası 90 trilyon TL’ye çıkmıştır. Kriz sürecinde çok sayıda işyeri kapanmış, işsizlerin sayısında belirgin biçimde artış meydana gelmiştir.[51]

 

2000-2001 dönemi krizlerinde Türkiye finans ve bankacılık sektörlerinde ciddi kırılmalar meydana gelmiştir. Söz konusu dönemde Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu (BDDK), 19 bankanın yönetimine el koymuş ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kapsamına almıştır. Bu bankaların, başta yapısal olmak üzere çeşitli problemleri mevcuttur. Devredilen bankalar ve bunların dışında kalan diğer yerli bankalar, malî yapılarını alt üst eden faiz/kur/likidite riski ile karşı karşıya kalmışlardır. 2000-2001 döneminde yaşanan iktisadî krizler, bankaların varlıklarının önemli kısmını oluşturan devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) değerlerini düşürmüş, %7,500’lerle ifade edilen faiz oranları ile bankalar tarafından piyasadan para talep edilmiş ve/veya döviz borçları olan bankalar, sabit kurdan dalgalı kura geçilmesi nedeniyle bir gün sonra farkıyla döviz borçları için %40 fazla ödeme zorunluluğuyla karşılaşmıştır. Bu mecburiyet 06.09.2001 tarihi itibariyle %100’lere kadar çıkarak sürmüştür. Bunun sonucunda kârlılık gerilemiş veya negatif olmuş, bazı bankaların sermayeleri büyük ölçüde erimiş ve de bankalar kredi verme fonksiyonlarını yerine getiremez olmuşlardır.[52]

 

2007-2008 Küresel Krizi:

2007 ortasındaki ABD kaynaklı mortgage sistemi sorunlarıyla başlayan ve küresel niteliğe bürünen ekonomik krizden sonra 2010-2011 itibariyle bu defa Avrupa ülkeleri orijinli olmak üzere yeni bir global kriz sürecine girilmiştir. Türkiye her ne kadar 2000-2001 dönemindeki kriz tecrübelerinden hareketle nispeten daha sağlam iktisadî alt yapıya sahip olsa da söz konusu global krizden belli seviyede etkilenmektedir. Bu çerçevede olumsuz ve olumlu birtakım analizler yapmak mümkündür:[53]

·          Türkiye’de 2007 itibariyle ekonomide bir daralma süreci yaşanmıştır. Söz konusu dönemde büyüme oranları incelendiğinde bazı olumsuzluklar meydana geldiği ortaya çıkmaktadır.

 

Tablo 18.4: Türkiye’nin 2006-12 Dönemi Büyüme (GSYH) Oranları

(Üretim yöntemine göre, 1998 temel fiyatlarıyla, %)

 

2006

2007

2008

2009

2010

2011

2012

Hedef GSYH Oranı

5.0

5.0

5.5

-3.6

6.8

4.5

3.2

Gerçekleşen GSYH Oranı

6.9

4.7

0.7

-4.8

9.2

8.8

2.2

Kaynak: TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).

 

Türkiye ekonomisinin büyüme oranı 2006’da %6.9 iken, global krizin ilk dalgasının meydana geldiği 2007 yılında %4.7, 2008’de ise %0.7 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye ekonomisi 2009’da küçülmüştür. Bu düşüşler, global krizin Türkiye ekonomisine yansıması olarak değerlendirilebilir (Bkz. Tablo 18.4).

·          Ülke gruplarına göre incelendiğinde, Türkiye’nin AB ile dış ticaretinde de birtakım olumsuzluklar olduğu anlaşılmaktadır.

 

Tablo 18. 5: Türkiye’nin 2011-12 Dönemi AB ile Dış Ticaret Verileri (milyar $, %)

 

2011

2012

Değişim

Değer

(%) Pay

Değer

(%) Pay

(2012/2011) (%)

İHRACAT

 

TR Genel Toplamı

134,9

100.0

152,4

100.0

13.0

AB Ülkeleri

62,3

46.2

59,2

38.8

-5.0

İTHALÂT

 

TR Genel Toplam

240,8

100.0

236,5

100.0

-1.8

AB Ülkeleri

91,1

37.8

87,4

37.0

-4.0

Kaynak: TÜİK (2013), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (13.07.2013).

 

Tablo 18.5’te yer aldığı üzere, 2012’de Türkiye ihracatının %38.8’i AB ülkelerine; kalan kısmı ise diğer ülkelere yapılmıştır. Bu oran 2011 yılında %46.2 olup 2012’de %5 civarında bir düşüş meydana gelmiş olduğu görülmektedir. 2012’de ithalâtın %37’si AB ülkelerinden; kalan kısmı diğer ülkelerden gerçekleştirilmiştir. Bu oran da 2011 yılında %37.8 olup 2012’de %4 civarında bir düşüş meydana gelmiştir. Fark edileceği üzere, Türkiye’nin başlıca ticaret ortağı sayılan AB ülkeleri ile işlem hacminde önceki yılda beliren yavaşlama ve gerileme sinyalleri, 2012’de açık bir hâle gelmiştir. Bunun, global krizin ikinci dalgası sayılabilecek olan Avrupa ülkeleri ekonomik krizinin bir yansıması olduğu aşikârdır. Bu olumsuzluğun birkaç yıl daha süreceği tahmin edilmektedir.

·          Öte yandan sektörel açıdan incelendiğinde Türkiye ekonomisine ilişkin şu olumlu görüntüye şahit olunmaktadır:[54]

Fiyatlar genel seviyesinde çok önemli artışlar yoktur hatta düşüşler meydana gelmektedir. Dolarizasyon düşük seviyededir. Bankalar ve diğer finansal kuruluşlar sıkı gözetim ve denetim altındadır. Faiz dışı fazla verilmektedir. Merkezî idare borç stoku kritik seviyede değildir. Cari açığı azaltmada etkili olan hizmetler ihracatı artmakta ve sermaye girişi devam etmektedir. Mal ihracatı ve bunun içindeki ara malları meblağı artmaktadır. Yani Türkiye ekonomisinin krizin etkilerini hafifletebilme potansiyeli mevcuttur.

 

 

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

1923–2012 döneminde Türkiye ekonomisinde, olumlu gelişmelerle beraber birçok olumsuzluk da yaşanmıştır. Bunlar, dönemler itibariyle hedeflere ulaşılmasını zorlaştırmış veya engellemiştir. İç yapıdan kaynaklanan olumsuzluklara ilaveten ülke dışından kaynaklanan krizler de gelişim önünde birer ket niteliği arz etmiştir. Nitekim bu süre içinde iç ve dış kaynaklı çok sayıda ekonomik kriz meydana gelmiş ve bunlar farklı boyutlarda tahribata sebep olmuştur. Söz konusu tahribat sadece ekonomide değil, aynı zamanda sosyal, siyasî, kültürel ve hukukî alanlarda da meydana gelmiştir.

 

Krizlerin Türkiye ekonomisinde sebep olduğu tahribatın boyutunun tam tespiti kolay değildir. Çünkü etkileri sadece kısa vadeli değildir. Bununla beraber, ATO’nun 2005 yılında hazırladığı ‘Krizler Tarihi Raporu’ndaki şu değerlendirmeler, özellikle iç krizlerin ekonomik maliyetine ilişkin genel bir fikir elde edilmesini sağlamaktadır:

“Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama %4.8 büyüme oranını tutturan Türkiye, 82 yılda 15 ekonomik krizle sarsıldı. Türkiye, 15 kez krize girmeyip küçülme yıllarını ‘sıfır’ büyüme ile kapatmış olsaydı dahi, bugün kişi başı millî geliri 4 bin 172 dolar değil, 12 bin 650 dolar olacaktı. Türkiye’nin millî geliri de 299.5 milyar dolar yerine 902.4 milyar dolara çıkacak ve Avrupa seviyesine yakın bir ekonomiye sahip olacaktı. Krizler olmasaydı bugün Türkiye dünyanın 10. büyük ekonomisi olacaktı.”

 

Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre Türkiye 2012 yılında 789.2 milyar dolarlık GSYİH meblağıyla; ABD, Çin, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Brezilya, Rusya Federasyonu, İtalya, Hindistan, Kanada, Avustralya, İspanya, Meksika, Kuzey Kore ve Endonezya’nın ardından dünyanın 17.büyük ekonomisine sahip bulunmaktadır. Kişi başına geliri ise 10,830 dolardır.[55] Ortaya çıkan sonuç, Türkiye’nin 2012 yılı verilerine göre halen söz konusu raporda 2005 yılı için yapılan hesaplamaların ve tahminlerin dahi altında bulunduğudur. Bu da yine aynı rapordaki iddiayı doğrular niteliktedir. Yani krizler, Türkiye’nin iktisadî gelişmesini yavaşlatmış ve refah seviyesinin yükselmesini engelleyici bir mahiyet arz etmiştir.

 

Fakat belirtilmelidir ki, Türkiye ekonomisinin içine düştüğü krizler; kısa vadenin ürünü olmayıp aynı zamanda çoğunlukla yapısal nitelikli olduğundan, tedavileri de zaman almaktadır. Dahası, Türkiye’nin kendi iç ekonomik sorunlarına ilaveten dünyada ortaya çıkan genel durgunluk devreleri de iyileşme sürecini biraz daha ötelemektedir. Nitekim, 2013 yılı itibariyle genel olarak dünyada geleceğe yönelik kısa-orta vadeli beklentilerin pek parlak olmadığı bir ortamda, rehabilitasyon sürecinde olan Türkiye ve benzeri ülkelerin, etki alanına girdikleri ekonomik krizlerden kısa vadede çıkmaları beklenmemelidir. Ancak, başarı için bu ülkelerin tedavi edici politikalara daha sıkı ve dikkatli bir şekilde devam etmeleri gerekmektedir.

 

Bu noktada iç-dış krizlere ilişkin bazı başlıklar altında genel değerlendirmeler yapılarak, krizlerden çıkışa ilişkin teklifler sunulacaktır.

 

Küresel Kriz Süreleri

Küresel nitelikli ekonomik krizler arasındaki süreler dikkat çekici niteliktedir. 20.yüzyıl itibariyle meydana gelen krizler ele alındığında, her bir kriz arasında tam olmasa da geometrik biçimde azalan zaman aralıklarına şahit olunmaktadır. Esasında çok sayıda global ekonomik kriz gerçekleşmekle beraber, bunların en derin nitelikli olanları incelendiğinde bu durum teyit edilmektedir.

 

20.yüzyıl itibariyle meydana gelen küresel ölçekli ekonomik krizlerden başlıcaları şöyledir:

a) 1929 Büyük İktisadî Buhranı

b) 1973 OPEC Petrol Krizi

c) 1997 Güney Doğu Asya Krizi

d) 2007-2008 ABD Mortgage Sistemi Kaynaklı Finansal Kriz

 

Söz konusu krizlerin arasındaki zaman dilimleri yaklaşık şu şekildedir:

1) a ve b arasındaki süre: 44 yıl

2) b ve c arasındaki süre: 24 yıl

3) c ve d arasındaki süre: 11 yıl

 

Görüldüğü üzere giderek azalan süreler söz konusudur. Dahası, bu zaman dilimleri yaklaşık olarak geometrik niteliklidir, yani bir öncekinin yarısı civarındadır. Bu da gösteriyor ki uluslararası iktisadî sistemi düzeltmeye yönelik köklü tedbirler alınmadığı takdirde, takip eden kriz(ler) de çok uzak değildir.

 

Türev Kazançlar ve Global Finansal Kriz

Dünyada, 2007-2008’de ABD mortgage sistemi ve 2010-2011’de Avrupa kaynaklı olarak ortaya çıkan krizler silsilesi etkilerini sürdürmektedir. Açıktır ki bu krizlere sebep olan temel faktörlerin başında üretimle doğrudan ilişkisi bulunmayan para, diğer tabiriyle sıcak para gelmektedir. Durum böyle olunca, ilgili tedbirlerin alınması kaçınılmaz bir hâl almaktadır.

 

Bu çerçevede alınacak tedbirlerden biri türev yatırım araçlarına getirilecek sınırlama olabilir. Özellikle üretimle doğrudan ilgisi olmayan bütün türev finansal yatırım araçlarına dair böyle bir karar alınabilir. Mesela ipoteğe dayalı gayri menkul kredi sistemi olan ve müşteriler-bankalar arasındaki konut-iş yeri dolayısıyla alacak-verecek ilişkisine dayalı ‘mortgage’ta çok sayıda türev yatırım aracı mevcuttur.

 

Doğrudan üretimle ilgisi olmayan, fakat söz konusu alacak-verecek ilişkisi üzerine tesis edilmiş olan bu yeni yatırım araçları, son Mortgage Krizi’nde görüldüğü üzere meydana gelen en küçük olumsuzlukta hem bu araçları çıkaran kurumları, hem de bunları alanları iflasa sürükleyebilmektedir. Dolayısıyla, gerekli tedbirlerin alınması hâlinde, benzer nitelikli potansiyel krizler daha düşük maliyetle atlatılabilecektir. Bunun için uluslararası kurumlar seviyesinde gerçekleştirilecek organizasyonlar vasıtasıyla ülkeler arasında konuya dair mutabakat sağlanması ve ilgili tedbirlerin alınması gerekmektedir.

 

Global Krizin İkinci Dalgası ve Turizm

Türkiye de mevcut global krizler silsilesinden belli ölçüde etkilenmiştir/etkilenmektedir. Türkiye’nin krizden etkilenmesinin temel sebeplerinden biri Avrupa ülkeleri ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmindeki düşüşle birebir ilişkilidir. Nitekim, satın alma gücü düşen Avrupa, haliyle ticaret ortaklarında ve bu arada bunlardan biri olarak Türkiye’de olumsuz etkilere yol açmaktadır. İktisat literatüründe ‘dış yansıma’ olarak ele alınan olgunun kısmî bir versiyonuna şahit olunmaktadır. Peki Türkiye, dış ticarette oluşacak kaybını nasıl telafi edebilir? Akla ilk gelen sektör, ki dış ticaret açığının ve buna bağlı olarak cari açığın azaltılmasında da çok önemli rolü olan, turizm sektörüdür. 2010, 2011 ve 2012 yılları gelirleri bunu daha net ifade edecektir: Sırasıyla 16, 20 ve 21 milyar dolar.

 

Turizm, bilindiği üzere, sadece denizle sınırlı değildir. Bunun yanında Akarsu-Rafting Turizmi, Av Turizmi, Botanik Turizmi, Dağcılık Turizmi, Gençlik Turizmi, Golf Turizmi, Göl Turizmi, Hava Sporları Turizmi, İnanç Turizmi, İpek Yolu Turizmi, Kış Turizmi, Kongre Turizmi, Kuş Gözlemciliği Turizmi, Mağara Turizmi, Sağlık ve Termal Turizmi, Su Altı Dalış Turizmi, Yat Turizmi, Yayla Turizmi ve benzeri turistik faaliyetler de icra edilmektedir. Doğrusu, Türkiye tabiî ve tarihî yapısı itibariyle bunların tamamının gerçekleştirilmesine elverişlidir. Dolayısıyla bu turistik potansiyelini gerektiği ölçüde kullanabilirse, elde edeceği gelirle krizin ikinci dalgasını da ilk dalgada olduğu gibi nispeten hafif ölçüde atlatabilecektir.

 

 

BÖLÜM ÇALIŞMA SORULARI

 

1. Türkiye’nin ekonomik krizleri hakkında aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yapılamaz?

A)                                       Ekonomik krizlerin sosyo-kültürel ve siyasî etkileri de olmaktadır.

B)                                       Krizlerin temelinde ekonomideki yapısal sorunların büyük etkisi vardır.

C)                                       Dış krizler, iç krizleri belli ölçülerde etkilemektedir.

D)                                       Dünyada ortaya çıkan genel durgunluk devreleri krizlerden çıkışı geciktirmektedir.

E)                                       Krizler, kısa bir vadenin sonucudur.

 

2. Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet öncesinin ekonomik yapı özellikleri arasında değildir?

A)    Ziraî niteliktedir.

B)    Ziraî işletmeler küçük ve parçalanmış durumdadır.

C)    Sınaî yapı zayıftır.

D)    Hizmet sektörü gelişmiştir.

E)    Bazı büyük şehirlerde yerleşik hafif sanayi mevcuttur.

 

3. Osmanlı İmparatorluğu’nda dış borçlanmayla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A)    Temel borçlanma sebepleri, savaşların ve diğer kamu harcamalarının finansmanıdır.

B)    Dış borçların tamamı zamanında geri ödenmiştir.

C)    İlk borçlanma fikri Rusya’nın Kırım’ı işgal ettiği 1783 yılında ortaya atılmıştır.

D)    1850 yılı itibariyle Avrupa ülkelerinden borç alma teşebbüslerinde bulunulmuştur.

E)    İlk borçlanma 1854 yılında Avrupa ülkelerinden gerçekleştirilmiştir.

 

4. Aşağıdakilerden hangisi iktisatçılar tarafından 1929 Büyük İktisadî Buhranı için dile getirilen sebepler arasında yer almaz?

A)    Para politikasıyla desteklenmeyen maliye politikası

B)    Yatırımcıların güvenindeki istikrarsızlık

C)    1929-33 döneminde ABD’de uygulanan daraltıcı para politikası

D)    Dünya ölçeğinde bir ekonomik liderliğin olmayışı

E)    I.Dünya Savaşı ve ertesinde süren çatışmalar

 

5. Aşağıdakilerden hangisi 1923–50 dönemi gelişmelerinden değildir?

A)    İzmir İktisat Kongresi’nin toplanması

B)    KİT’lerin özelleştirilmesi

C)    Devlet tekellerinin oluşturulması

D)    Merkez Bankası’nın kurulması

E)    Âli İktisat Meclisi’nin oluşturulması

 

6. Türkiye’nin 1944-48 dönemi dış ticaret verileri şöyledir. Tablodaki verilerden hareketle, 1946’daki ilk devalüasyon hakkında ne söylenebilir?

Yıllar

İhracat

 

İthalât

 

Dış Ticaret

Dengesi

Dış Ticaret

Hacmi

İhracatın İthalâtı

Karşılama Oranı

 

(milyon $)

(%)

(milyon $)

(%)

(milyon $)

(milyon $)

(%)

1944

178

-9.5

126

-18.7

52

304

141.0

1945

168

-5.4

97

-23.2

71

265

173.5

1946

215

27.5

119

22.6

96

333

180.5

1947

223

4.1

245

105.8

-21

468

91.3

1948

197

-11.9

275

12.4

-78

472

71.5

A)    1946’ya kıyasla 1947’de ithalât %105.8 oranında arttığından devalüasyon başarısızdır.

B)    1947’ye kıyasla 1948’in ihracatı %11.9 azaldığından devalüasyon başarılıdır.

C)    1945’e kıyasla 1946’nın ihracatı %27.5 oranında arttığından devalüasyon başarısızdır.

D)    1947’ye kıyasla 1948’in ithalâtı %12.4 arttığından devalüasyon başarılıdır.

E)    1944’e kıyasla 1945’in ihracatı %5.4 oranında azaldığından devalüasyon başarısızdır.

 

7. Aşağıdakilerden hangisi 1950–60 döneminin özellikleri arasında değildir?

A)                                                            Millî Korunma Kanunu yürürlüğe girmiş, devlet iktisadî hayata müdahale etmiştir.

B)                                                            Tarımda hem makinalaşma artmıştır hem de ekilebilir alanlar genişlemiştir.

C)                                                           Yabancı sermayeyi teşvik etmek için önemli kanunî düzenlemeler yapılmıştır.

D)                                       Dış yardımlarda önemli ölçüde artışlar olmuştur.

E)                                       KİT’lerin bir kısmı özelleştirilmiştir.

 

8. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 1960–80 dönemi gelişmeleri arasında yer almaz?

A)                                       İthal ikameci sanayileşme stratejisi izlenmiştir.

B)                                       Beş Yıllık Kalkınma Planları uygulanmaya başlanmıştır.

C)                                                           Kıbrıs harekâtını takiben Batı ülkeleri örtülü ekonomik ambargo uygulamıştır.

D)                                       İhracata dönük sanayileşme stratejisi izlenmiştir.

E)                                       Petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiştir.

 

9. 1974’te I.Petrol Krizi’ni takiben Türkiye ekonomisinde aşağıdakilerden hangisi meydana gelmemiştir?

A)       İthal edilen sanayi ürünlerinin fiyatları yükselmiştir.

B)       Petrole sübvansiyon uygulamasına geçilmiştir.

C)       Petrol tüketimi azalmıştır.

D)       Dış ticaret açığı büyük oranda artmıştır.

E)       Yüksek tutarda bütçe açığı oluşmuştur.

 

10. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 1980 öncesi krizlerin özellikleri arasında sayılamaz?

A)    Döviz kıtlığı meydana gelmesi

B)    İthalâtın yapılamaz hâle gelişi

C)    Mal kıtlığını takiben karaborsaların oluşması

D)    Enerjide kıtlıklar meydana gelmesi

E)    İhracatın yapılamaması

 

11. Aşağıdakilerden hangisi 24 Ocak Kararları’nın alınmasının sebepleri arasında değildir?

A)    Esnek döviz kur sisteminin uygulanması

B)    Ödemeler dengesi krizinin oluşması

C)    Üretimde gerilemeler meydana gelmesi

D)    Hızlı bir enflasyon süreci yaşanması

E)    Dış borç temininin zorlaşması

 

12. Aşağıdakilerden hangisi 24 Ocak Kararları kapsamındaki politik, kurumsal ve kanunî düzenlemelerden değildir?

A)                                       Faizlerin serbest bırakılması

B)                                       Yabancı sermaye girişine engeller getirilmesi

C)                                       Vergilemede daha kapsayıcı ve gelirleri artırıcı düzenlemelere gidilmesi

D)                                       Devlete devredilmiş olan bazı madenlerin özel kesime iadesi

E)                                       Teşvik ve Uygulama Dairesi’nin kurulması

 

13. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’yi 5 Nisan 1994 Kararları’na götüren sebeplerden değildir?

A)     Hazine’nin, faizlerin düşürülmesi maksadıyla, piyasalar yerine Merkez Bankası’ndan borçlanması

B)     Merkez Bankası’nın TL arzının, döviz talebine sebep olması ve rezervlerin hızla erimesi

C)    Döviz kurunun hükûmet tarafından serbestçe ayarlanabiliyor olması

D)    Bankalar arası döviz piyasasında kurların artması ve Merkez Bankası’nın devalüasyona gitmesi

E)     Sermaye hareketlerine hiçbir kısıtlama getirmeden faizlerin kontrol edilmeye çalışılması

 

14. Aşağıdakilerden hangisi 5 Nisan 1994’te alınan tedbirler arasında bulunmamaktadır?

A)     Kamu açıklarının düşürülmesi

B)     Merkez Bankası’nın parasal büyüklükler üzerindeki kontrol gücünün artırılması

C)    Hazinenin Merkez Bankası’ndan kredi kullanımının sınırlanması

D)    KİT mal ve hizmet fiyatlarının düşürülmesi

E)     Reel kur politikası izlenmesi

 

15. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 1999–2001 dönemi krizlerine girilmesinin sebepleri arasında yer almaz?

A)    Yüksek büyüme oranları

B)    Kamu kesiminde oluşan büyük açıklar

C)    Yüksek yurt içi faiz oranları

D)    Kısa vadeli sermaye girişlerindeki hızlanmalar

E)    İç-dış borçlarda meydana gelen artışlar

 

16. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 1995–2001 dönemi bankacılık krizlerinin sebeplerinden değildir?

A)                                       Kredi veren yabancı bankalara ‘devlet garantisi’ verilmesi

B)                                       Devletin banka mevduatının garantörlüğünü yapmaması

C)                                       Bankaların yaptığı işlemlerin yeterince incelenmemesi

D)                                       Banka kurucularının ehliyetlerinin yeterince sorgulanmaması

E)                                       Bankaların öz sermaye yeterliğinin göz ardı edilmesi

 

17. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 2000–01 dönemi bankacılık kriz sürecinde yaşanmamıştır?

A)    BDDK, 19 bankanın yönetimine el koymuş ve TMSF’ye devretmiştir.

B)    Devredilen bankalar ve diğer yerli bankalar, faiz/kur/likidite riski ile karşı karşıya kalmıştır.

C)    Dalgalı kurdan sabit kura geçilmesi dolayısıyla bazı bankaların döviz borçları artmıştır.

D)    Bankaların varlıklarının önemli bir kısmını oluşturan DİBS’in değerleri düşmüştür.

E)    Bankalar, piyasadan %7,500’lü faiz oranlarıyla para talep etmiştir.

 

18. Aşağıdakilerden hangisi 2007-08 dönemi global kriz başlangıcında yaşananlar arasında değildir?

A)    Bear Stearns iflas noktasına gelmiş ve JP Morgan Chase tarafından satın alınmıştır.

B)    Fortis, BNP Paribas tarafından satın alınmıştır.

C)    Merrill Lynch, Bank of America tarafından satın alınmıştır.

D)    158 yıllık finans kuruluşu Lehman Brothers iflasını istemiştir.

E)    ABD federal mortgage kuruluşları Fannie Mae ve Freddie Mac özelleştirilmiştir.

 

19. Aşağıdakilerden hangisi 2007-08 global krizinin gelişmekte olan ülkelere etkileri arasında sayılamaz?

A)    Sermaye çıkışları yaşanması

B)    Faiz oranlarının yükselmesi

C)    Revalüasyon gerçekleşmesi

D)    Reel yabancı yatırımların azalması

E)    Yerli yatırımların azalması

 

20. Türkiye’nin 2011-12 Dönemi AB ile dış ticaret verileri aşağıdaki gibidir:

 

2011

2012

Değişim

(bin $)

(%)

(bin $)

(%)

(12/11) (%)

AB ülkelerine ihracat

62,347,441

46.2

59,199,225

38.8

-5.0

AB ülkelerinden ithalât

91,128,441

37.8

87,447,648

37.0

-4.0

Tablodaki verilerden hareketle, ‘2010-11 döneminde global krizin Avrupa kaynaklı ikinci dalgasının muhtemel etkileri dikkate alınarak’ Türkiye-AB dış ticareti hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

A)    Türkiye’nin AB ülkelerine ihracatı 2011’e kıyasla 2012’de %5 gerilemiştir

B)    2012’de Türkiye ihracatının %38.8’i AB ülkelerine; kalan kısmı diğer ülkelere yapılmıştır

C)    2011 yılında Türkiye ihracatının %46.2’si AB ülkelerine yapılmıştır

D)    2012’de ithalâtın %37’si AB ülkelerinden; kalan kısmı diğer ülkelerden gerçekleştirilmiştir

E)    2011’de AB’den gerçekleştirilen ithalât, Türkiye toplamının %37.8’i oranındadır

 

 

 

CEVAPLAR

1

E

2

D

3

B

4

A

5

B

6

A

7

E

8

D

9

C

10

E

11

A

12

B

13

C

14

D

15

A

16

B

17

C

18

E

19

C

20

A

 

 

* Yrd. Doç. Dr. Mehmet Behzat Ekinci

Mardin Artuklu Üniversitesi, İİBF, İktisat.

mbekinci(at)akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

** “Türkiye Ekonomisinde İç-Dış Krizler ve Yansımaları: 1923’ten Günümüze”, Osmanlı’dan İkibinli Yıllara Türkiye’nin Ekonomik Tarihi: Tarihsel ve Sektörel Analiz, Editörler: M. Dikkaya, A. Üzümcü, D. Özyakışır, Savaş Yayınevi, Ankara, 2013, 545-575.

 

 

KAYNAKLAR

Akar, Şevket Kamil; Al, Hüseyin (2003), Osmanlı Dış Borçları ve Gözetim Komisyonları (1854-1856), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul.

 

Alkin, Erdoğan (1990), Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Filiz Yayınevi, İstanbul.

 

Ankara Ticaret Odası (ATO) (2013), “Krizler Tarihi Raporu-2005”, Ankara, http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316, Erişim tarihi: 08.08.2013.

 

Başkaya, Fikret (1986), Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, Ankara.

 

Bocutoğlu, Ersan (2011), Makro İktisat; Teoriler ve Politikalar, 8.Baskı, Murathan Yayınevi, Trabzon.

 

Çelebi, Esat (2001), “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2:2, s.15-28.

 

Çelik, Faik; Ekinci, Mehmet Behzat (2002), “Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin Önlenmesinde Risk Yönetiminin Yetersizliği ve Stratejik Bir Yaklaşım”, Active, Sayı: 2, s.14-20.

 

Çobanoğlu, Şevki (1992), Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, 2.Baskı, Uhud Yayınları, İstanbul.

 

Doğan, Özer (1995), “1990’dan Önce ve Sonra Ekonominin Performansı: Konvertibilitenin Bilançosu”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 5, s.28-30.

 

Dura, Cihan (1991), Türkiye Ekonomisi, Erciyes Üniversitesi Yayını, No: 19, Kayseri.

 

Ekinci, Mehmet Behzat (2008), “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve İstatistikler İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği: 1923-2007, Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion Kitabevi, Ankara, s.239-280.

 

Ekinci, Mehmet Behzat (2009). “Global Kriz, Türev Kazançlar ve Yeni Finansal Düzen”, Çekirdek, ASKON Yayını, Sayı: 2, s.12-16.

 

Ekinci, Mehmet Behzat (2013). “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”, http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.

 

Erez, Yalım (1994), “5 Nisan Kararları ve Kur Politikası”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 6, s.4-8.

 

History Learning Site (2013), “Wall Street Crash of 1929 and its aftermath”, http://www.historylearningsite.co.uk/wall_street_crash.htm, Erişim tarihi: 12.07.2013.

 

Kazgan, Gülten (2013), “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929–2001): Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc, Erişim tarihi: 07.07.2013.

 

Kibritçioğlu, Aykut (2001), “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükûmetler; 1969-2001”, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, 1:41, s.174-182.

 

Kuyucuklu, Nazif (1993), Türkiye İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul.

 

Morrissey, Janet (2008), “How Bad Will the Mortgage Crisis Get?”, http://www.time.com/time/business/article/0,8599,1714725,00.html, Erişim tarihi: 19.02.2008.

 

Parasız, M. İlker (1995), Kriz Ekonomisi, Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Programları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Yayınları, Bursa.

 

Serin, Vildan (1987), Para Politikası, Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul.

 

Taylor, Peter; Miller, Robert (2008), “Citi Chairman Sir Win Bischoff Says Worst of Crisis is Over”, http://www.telegraph.co.uk/money/main.jhtml?view=DETAILS&grid=&xml=/money/2008/05/06/bcnciti106.xml, Erişim tarihi: 06.05.2008.

 

The World Bank (2013), “Data; GDP”, http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD?order=wbapi_data_value_2012+wbapi_data_value+wbapi_data_value-last&sort=desc, Erişim tarihi: 13.07.2013.

 

TÜİK (2013), “Temel İstatistikler; Dış Ticaret”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.

 

TÜİK (2013), “Temel İstatistikler; Ulusal Hesaplar”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.

 

Yang, Jia Lynn (2013), “How Bad is the Mortgage Crisis Going to Get?”, http://money.cnn.com/2008/03/14/news/economy/krugman_subprime.fortune/index.htm?postversion=2008031705, Erişim tarihi: 13.07.2013.

 

Yıldırım, Kemal; Karaman, Doğan; Taşdemir, Murat (2013), Makro Ekonomi, 11.Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara.

 

Yıldız, Rıfat (1987), Konvertibilite, Atatürk Üniversitesi Yayını, No: 639, Erzurum.

 



 

Dipnotlar

[1] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye’de 1923-2006 Döneminde İktisadî Krizler ve İstatistikler İtibariyle Sektörel Analizler”, Türkiye’nin Ekonomi Politiği: 1923-2007, Editörler: Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır, Adem Üzümcü, Orion Kitabevi, Ankara, 2008, s.239.

[2] Gülten Kazgan, “Türkiye’de Ekonomik Krizler (1929–2001): Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdeleme”, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/turkiye.doc, Erişim tarihi: 07.07.2013.

[3] Ankara Ticaret Odası (ATO), “Krizler Tarihi Raporu-2005”, Ankara, http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316, Erişim tarihi: 08.08.2013.

[4] Esat Çelebi, “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2:2, 2001, s.20.

[5] Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993, s.155.

[6] Şevket Kamil Akar, Hüseyin Al, Osmanlı Dış Borçları ve Gözetim Komisyonları (1854-1856), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2003, s.3-11.

[7] Kuyucuklu, a.g.e., s.160-195.

[8] TÜİK, “Temel İstatistikler; Ulusal Hesaplar”, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Erişim tarihi: 13.07.2013.

[9] Çelebi, a.g.m., s.15.

[10] Ersan Bocutoğlu, Makro İktisat; Teoriler ve Politikalar, 8.Baskı, Murathan Yayınevi, Trabzon, 2011, s.6.

[11] History Learning Site, “Wall Street Crash of 1929 and its aftermath”, http://www.historylearningsite.co.uk/wall_street_crash.htm, Erişim tarihi: 12.07.2013.

[12] Kemal Yıldırım, Doğan Karaman, Murat Taşdemir, Makro Ekonomi, 11.Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2013, s.13-14.

[13] ATO, a.g.e., s.1.

[14] Çelebi, a.g.m., s.20.

[15] Kuyucuklu, a.g.e., s.196.

[16] Kazgan, a.g.e., s.2.

[17] Fikret Başkaya, Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, Ankara, 1986, s.134-137.

[18] Kazgan, a.g.e., s.2.

[19] Başkaya, a.g.e., s.137-143.

[20] Erdoğan Alkin, Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Filiz Yayınevi, İstanbul, 1990, s.13.

[21] ATO, a.g.e., s.1.

[22] Alkin, a.g.e., s.13.

[23] Kuyucuklu, a.g.e., s.199.

[24] Alkin, a.g.e., s.16.

[25] Kazgan, a.g.e., s.2.

[26] ATO, a.g.e., s.1-2.

[27] Alkin, a.g.e., s.16.

[28] Şevki Çobanoğlu, Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, 2.Baskı, Uhud Yayınları, İstanbul, 1992, s.40-41.

[29] Vildan Serin, Para Politikası, Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1987, s.376.

[30] Rıfat Yıldız, Konvertibilite, Atatürk Üniversitesi Yayını, No: 639, Erzurum, 1987, s.200.

[31] Cihan Dura, Türkiye Ekonomisi, Erciyes Üniversitesi Yayını, No: 19, Kayseri, 1991, s.202.

[32] Yıldız, a.g.e., s.201.

[33] Başkaya, a.g.e., s.183-202.

[34] Kazgan, a.g.e., s.2-3.

[35] Mehmet Behzat Ekinci, “Global Kriz, Türev Kazançlar ve Yeni Finansal Düzen”, Çekirdek, ASKON Yayını, Sayı: 2, 2009, s.13.

[36] Peter Taylor, Robert Miller. “Citi Chairman Sir Win Bischoff Says Worst of Crisis is Over”, http://www.telegraph.co.uk/money/main.jhtml?view=DETAILS&grid=&xml=/money/2008/05/06/bcnciti106.xml, Erişim tarihi: 06.05.2008.

[37] Janet Morrissey, “How Bad Will the Mortgage Crisis Get?”, http://www.time.com/time/business/article/0,8599,1714725,00.html, Erişim tarihi: 19.02.2008.

[38] Jia Lynn Yang, “How Bad is the Mortgage Crisis Going to Get?”, http://money.cnn.com/2008/03/14/news/economy/krugman_subprime.fortune/index.htm?postversion=2008031705, Erişim tarihi: 13.07.2013.

[39] Aykut Kibritçioğlu, “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükûmetler; 1969-2001”, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, 1:41, 2001, s.177-178.

[40] Kazgan, a.g.e., s.7.

[41] ATO, a.g.e., s.2.

[42] Çelebi, a.g.m., s.21.

[43] Özer Doğan, “1990’dan Önce ve Sonra Ekonominin Performansı: Konvertibilitenin Bilançosu”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 5, 1995, s.28.

[44] M. İlker Parasız, Kriz Ekonomisi, Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Programları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Yayınları, Bursa, 1995, s.174-186.

[45] Yalım Erez, “5 Nisan Kararları ve Kur Politikası”, Ekonomik Forum, TOBB Yayını, Sayı: 6, 1994, s.8.

[46] Kazgan, a.g.e., s.9.

[47] Çelebi, a.g.m., s.22.

[48] ATO, a.g.e., s.2.

[49] Çelebi, a.g.m., s.22.

[50] ATO, a.g.e., s.2.

[51] Çelebi, a.g.m., s.23.

[52] Faik Çelik ve Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin Önlenmesinde Risk Yönetiminin Yetersizliği ve Stratejik Bir Yaklaşım”, Active, Sayı: 2, 2002, s.14.

[53] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”, http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.

[54] Mehmet Behzat Ekinci, “Türkiye Ekonomisinin 2012 Yılına İlişkin Değerlendirme”, http://www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_sektorel/2012.htm, Erişim tarihi: 13.07.2013.