AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

ÜLKELERİN KRİZ SÜRECİNDE IMF’NİN KONUMU VE TÜRKİYE’DE DURUM

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

Giriş

 

1. Teklifin Doğrudan Reddi: MALEZYA

2. Teklifin Reddedilmemesi Fakat Uygulanmaması: RUSYA

3. Teklifin Kabulü ve Uygulanması: TÜRKİYE

 

Sonuç

 

 

 

Giriş

            Hemen her ülke, zaman zaman finansal açıdan sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Ülkelerin böyle bir durumdan, yani krizden kurtulmak maksadıyla müracaat ettikleri farklı alternatifleri mevcuttur. Bu alternatiflere ilişkin temel bir sıralama yapmak gerekirse şunları belirtmek mümkündür:

·         Öz kaynaklardan istifade etmek.

·         Yabancı kaynaklardan istifade etmek.

 

            Ülkeler, içine düştükleri krizlerden kendi kaynaklarıyla çıkamamaları halinde, yabancı kaynaklara müracaat ederek sorunlarını gidermeye çalışmaktadır. Nitekim, ağırlıklı olarak ikinci yol gerçekleştirilmektedir.

 

            Uluslararası Para Fonu (IMF) da bu hususta müracaat edilen temel kurumların başında gelmektedir. İşlerlik kazandığı 1946 Mayıs’ından bu yana, finansal krize yakalanan birçok ülkenin ana müracaat kaynaklarından biri olan IMF, bu durumdaki bir ülkeye, uygulanmasını istediği programı karşılığında kaynak tahsis edeceğini ifade etmekte ve bunu tespit edilen bir takvim çerçevesinde kullandırmaktadır. Böylece söz konusu ülkeyi içinde bulunduğu darboğazdan kurtarmaya çalışmaktadır.

 

            Temel işleyiş mekanizması bu şekilde olan IMF’nin, fonksiyonunu icra etmesine ilişkin farklı yaklaşımlar mevcuttur. Bu yaklaşımlar, uygulamada ortaya çıkan sonuçlarla şekillenmektedir. Bu çerçevede, kimilerine göre IMF gerekli ve faydalı bir kurumdur; kimilerine göre ise tam tersi geçerlidir.

 

            Ülkemizde, “IMF’siz olmaz” düşüncesi uzun yıllar geçerliliğini muhafaza etmiştir. Nitekim, her krize girilişinde IMF’ye müracaat edilerek finansal destek talebinde bulunulması ve defalarca bu kuruluşun programının uygulanması, bu durumu teyit etmektedir. Nitekim, IMF’nin ülkemizde son uygulanan programı (17.stand-by düzenlemesi) 22 Aralık 1999 ve 22 Aralık 2002 dönemindedir.

 

            Acaba krize girilmesi durumunda ülkeler mutlaka IMF ve benzeri uluslararası kuruluşlarla irtibata geçerek ve bunların plan programını uygulayarak mı krizden çıkabilir? Bu hususta tek çıkar yol bu mudur? Alternatif yollara müracaat edilebilmesi de mümkün değil midir?

 

            Genel kanaat, IMF’nin tek kurtarıcı olduğu yönündedir. Dolayısıyla yukarıda da bahsettiğimiz gibi, her kriz sonrasında bu kuruluşla mutabakat sonrası ortaya konan reçetelerin uygulanmasına çalışılmıştır. Çünkü IMF olmaksızın, kendi imkânlarıyla ayakta durabilen ülke örneklerine çok uzun bir süre rastlanamamıştır. Ancak, son global finansal kriz sonrasında, bu kanaatin meşru zeminini kaybettiğine şahit olunmuştur.

 

            Temmuz 1997’de Güney Doğu Asya’da başlayıp oradan dünyaya yayılan finansal kriz sürecinde birçok ülke zarar görmüştür. Zarar gören ülkelerden bir kısmı klasik hareket tarzını tercih etmiş ve tekrar IMF’ye müracaat etmiştir. Türkiye bu ülkeler grubuna verilebilecek en belirgin örneklerden biridir. Bunun yanında kimi ülkeler ise IMF’ye müracaat etmeden, bizzat kaynaklarıyla krizin yaralarını sarma tercihinde bulunmuştur. Bu gruba örnek olarak da Malezya’yı ve Rusya’yı vermek mümkündür.

 

            Malezya ve Rusya, sırasıyla 1997 ve 1998 yıllarında yakalandıkları finansal krizlerden, kendi imkânlarını kullanarak çıkmayı başarabilmiştir/başarmaktadır. Çıkış sırasında uyguladıkları reçeteler, kendi yapılarına uygun nitelikler arz etmektedir. Burada, her iki ülkeye ilişkin analizler yer almaktadır. Öncelikle ülkelerle ilgili kısa bilgiler verilmekte, müteakiben kriz sürecindeki hareket tarzları hakkında bilgi verilmektedir.

 

 

1. Teklifin Doğrudan Reddi: MALEZYA

            Malezya, 1990’lı yıllar itibariyle büyük meblağda yabancı yatırım ve sermaye girişi sağlamış bir ülkedir. 1990-2000 döneminde ülkeye 55 milyar dolar civarında doğrudan yabancı yatırım yapıldığı ifade edilmektedir. Bu süreçte alt yapı yatırımlarına girişilmiş, bağlantılı olarak ekonomide yüksek oranlı büyüme sağlanmıştır. Ancak, bu olumlu gelişmelere karşılık bazı ciddi sorunlar da meydana gelmiştir. Yurt dışından sendikasyon kredisi vb. kaynaklar temin eden Malezya bankaları, bu süreçte yanlış kullandırmalar yapmıştır. Ayrıca, geri dönüşlerinin uzun vadeli olması dolayısıyla alt yapı yatırımları, ekonomide sunî bir şişkinliğe sebep olmuştur. Benzer şekilde, sermaye piyasasında da bazı olumsuzluklar yaşanmıştır.

 

            1997 Temmuz’unda, uluslararası para spekülatörlerinin Tayland’da başlattıkları Güney Doğu Asya krizi, bölgedeki diğer ülkelere ve bu arada Malezya’ya da sıçramıştır. Gözle görülür bir ekonomik büyüme ivmesi yakalamış olmakla beraber, ekonomisinin yapısal olarak sağlam bir zemine sahip olmayışı dolayısıyla Malezya da bu krizden ciddi manada zarar görmüştür. Bu çerçevede, milli para olan Ringitt, yüksek oranlı bir devalüasyona tâbi tutulmuş, bankacılık piyasasında çalkantılar yaşanmış ve sermaye piyasasında büyük olumsuzluklar gerçekleşmiştir.

 

            Güney Doğu Asya’da başlayan kriz sonrası sahneye çıkan IMF, global bir krizi engellemek maksadıyla ülkelere teklif paketleri sunmuştur. Bu kapsamda, Malezya’ya da şartlı ekonomik yardım paketi teklif etmiştir. Bununla beraber Malezya, söz konusu teklifi kabul etmemiş ve kendi yapısına uygun bir ekonomik program izleyerek iki yıllık sürede krizden çıkmayı başarabilmiştir. Malezya, tek bir reçeteden oluşan bir programdan ziyade, birçok reçete içeren bir “krizle mücadele programı” uygulamıştır. Bu çerçevede şu tedbirlere müracaat edildiği ifade edilmektedir:


[1]

·         Kriz ortaya çıkınca, sermaye hareketlerine kontrol getirerek, yurt dışına sermaye ihracını önemli ölçüde sınırlandıran hükûmet, vatandaşlara kişi başına 2 bin dolar, işletmelere de büyüklüklerine göre 1 ila 10 milyon dolar arasında, yurt dışına döviz çıkarma sınırlaması getirerek, döviz rezervlerinin erimesinin ve borsanın çökmesinin önüne geçmiştir.

·         Sermaye kontrolleri kapsamında, kriz döneminde yurt dışına çıkış yapmak isteyen yabancı sermayenin uzun vadeli sermaye çıkışlarına tedricî vergi yükümlülükleri getirilmiştir.

·         Döviz ticaretinde büyük oranlı sınırlandırmaya gidilmiştir. Nitekim, Başbakan Mahathir Muhammed’in konuya ilişkin şu beyanatı, uygulanan politikanın ciddiyetini ifade etmektedir: “Döviz ticareti ahlaksızcadır ve durdurulmalıdır.” “40 yıldır sağladığımız ekonomik kazanımları, Soros gibi bir geri zekalı, 2-3 günde yıkıp geçiyor. Buna izin veremeyiz.”

·         Ülkede faaliyet gösteren 56 bankanın malî yapılarını güçlendirmek için tedbirler alınmış ve bankaların kendi aralarında birleşerek banka sayısının 6 ay içinde 10’a indirilmesi kararı alınmıştır.

·         Bankalara kritik malî bilgileri açıklamalarına ilişkin mecburiyet getirilmiştir.

·         Faiz oranlarının yükseltilmesi yoluyla, kredi hacmindeki artış, %75 oranında aşağı çekilmiştir.

·         Federal hükûmet harcamaları, %18 oranında azaltılmıştır.

·         Büyük savunma projeleri, 2 yıl süreyle tehir edilmiştir.

·         Kamu kuruluşlarının yurt dışından ithalat ve borçlanma imkânları sınırlandırılmıştır.

·         Büyüme oranının düşmesi sağlanarak ekonominin havası alınmaya çalışılmıştır.

·         Cari işlemler açığının azaltılması yönünde çaba sarf edilmiştir.

·         Tüketim malları, sermaye malları ve inşaat malzemelerinin ithalatından alınan gümrük vergisi artırılmıştır.

·         Kurumlar vergisi oranı, %30’dan %28’e indirilmiştir.

·         Petrolden alınan vergiler, %40’tan %38’e düşürülmüştür.

·         Ağır makinelerin ithalatı sınırlandırılmıştır.

·         %30’luk girdi katma değeri olan ürünlerin ihracatına, gelir vergisi muafiyeti getirilmiştir.

·         Yabancılara emlak satışındaki sınırlamalar hafifletilmiştir.

·         IMF yerine, Malezya’da büyük yatırımları bulunan Japonya’dan iyi şartlarda malî yardım alınmıştır.

·         Özellikle emekli yabancı uyrukluların ellerindeki sermaye ile Malezya’ya yerleşmelerini temin etme maksadına yönelik tedbirler alınmıştır.

·         Halktan da kamu kuruluşları gibi tasarrufta bulunmaları talebinde bulunulmuştur.

 

            IMF olmaksızın, kendi beşerî ve iktisadî kaynaklarını kullanan Malezya, bu tedbirlerden hareketle ekonomisini krizden kurtarma başarısını gösterebilmiştir. Böylece Malezya, bir ülkenin IMF ve benzeri uluslararası kuruluşların müdahalesi/desteği olmaksızın kendi imkânlarıyla da ciddi sorunların altından kalkabilme potansiyeline sahip olabileceği konusunda iyi bir örnek olmuştur.

 

 

2. Teklifin Reddedilmemesi Fakat Uygulanmaması: RUSYA

            1997 Temmuz’unda Güney Doğu Asya başlayan kriz, 1998 Ağustos’unda Rusya’yı da etkisi altına almış ve ülkenin finansal sistemi çöküntüye uğramıştır. Finansal krize düşen her ülke gibi, Rusya’da da hemen tüm sektörlerde ciddi bir çalkantı meydana gelmiştir. Ulusal para birimi Ruble değer kaybına uğramış, çok sayıda banka batmış, yüksek bütçe açığı oluşmuş ve borçlar ödenemez hale gelmiştir. Neticede kriz, uluslararası piyasalarda güven kaybına uğramış bir Rusya ortaya çıkarmıştır.

 

            Rusya, içine düştüğü durumdan kurtulmak maksadıyla kendine has politikalar izlemiştir. Malezya gibi IMF’yi tamamen reddeden bir tutum sergilememiştir fakat söz konusu kuruluşa başvurup kendi ülkesi için bir program oluşturulması talebinde de bulunmamıştır. Neticede, kendi imkânlarından hareketle ve kendine has ekonomik-politik tedbirlerle krizin ağır yaralarını sararak nispeten düzlüğe çıkmayı başarabilmiştir.

 

            2003’ün üçüncü çeyreği itibariyle Rusya’ya bakıldığında, beş yıl öncesine nazaran iyileşmiş bir Rusya ile karşılaşılmaktadır. Nitekim bu ülkede, büyüme hızı %6 üstüne çıkmış, bütçe açığı fazla vermiş, enflasyon oranı %10’lara düşmüş, cari açık fazlaya dönüşmüş ve döviz rezervleri 60 milyar doları aşmıştır. Görüleceği üzere, Rusya da 1998 yılında yakalandığı ağır krizden kurtulmayı başarmıştır. Tamamen düzlüğe çıktıkları ifade edilemez belki, ama krizin ağır devresini atlattıkları aşikârdır. Bu başarının şu gelişmeler sayesinde olduğu ifade edilmektedir:[2]

·         Rusya, zengin tabii kaynaklara sahip olan bir ülkedir. Sahip olduğu zengin petrol kaynağı, krizden çıkışında önemli bir pay sahibi olmuştur. Petrol ve petrol ürünleri fiyatlarında son dört yılda meydana gelen artışlar, ekstra bir gelir elde etmelerine imkân sağlamıştır. Nitekim söz konusu fiyat artışları, 100 milyar dolar civarında ek bir gelir sağlamış ve bunun ülke bütçesine, ödemeler dengesine, enflasyona, borç ödeme gücüne ve döviz kuru seviyesine olumlu katkısı olmuştur.

·         Döviz kuru seviyesi, bir çok gelişen ülkede olduğu gibi, Rusya’da da çok önemli bir makro ekonomik araç niteliği arz etmektedir. Bunun bilincinde olan Rusya yöneticileri, bir dolar karşılığı 7 rubleden kısa sürede 30 rubleye düşen paralarının bu seviyesini, son dört yılda koruyabilmiştir. Ruble’nin değer kazanması sonucu doğması muhtemel risklerden garantileri mevcut olup, bunlar da petrol ve ürünlerinin yükselen fiyatları ile ihracatlarının giderek artmasıdır.

·         Devletin yönetim kalitesi, Putin’in iş başına geçmesinden sonra iyileşmiştir. Karar mekanizmaları hızlanmıştır. Yolsuzluklara ve kaçaklara karşı izlenen politikalar, bu olumsuzlukları azaltıcı etki göstermiştir. Bu da artan kamu gelirlerinin bütçeye sağlıklı bir şekilde girmesine sebep olmuştur.

·         Büyüme oranlarında artışlar meydana gelmiştir. Bunun, halkın hayat standardı seviyesine olumlu yönde etkisi olmuştur. Sıkıntılar tümüyle giderilebilecek nitelikte olmasa bile gelir seviyeleri düşmemiştir. Reel ücretlerde 1999 yılında ortaya çıkan %20’lik gerileme, 2000 yılında telafi edilmiştir. Son üç yılda, ücretlerde %10 reel artış gerçekleşmiştir.

·         Ülkenin ekonomi yönetimini temsil edenler, uluslararası müzakere, panel ve toplantılarda sıkça görülmüşlerdir. Giderek artan bir performans ile politikalarını anlatmışlar ve bu noktada olumlu puan almışlardır. Bunun ülkeye olan güvenin nispeten de olsa tesisinde önemli bir payının olduğu ifade edilebilir.

 

            Rusya, halihazırda, krizden tamamen kurtulmuş bir ülke değildir. Ancak, çıkış tarihindeki durumu ile kıyaslandığında çok daha iyi bir safhada olduğu aşikârdır. Ve bunu IMF’ye dayanarak da sağlamış değildir. Fakat krizden kendi imkânları ile, kendi beşerî sermayesi ile büyük kısmı itibariyle çıkabilmiştir. Bu süreç halihazırda devam etmektedir.

 

 

3. Teklifin Kabulü ve Uygulanması: TÜRKİYE

            Gelelim Türkiye’ye... Ülkemiz de Malezya ve Rusya’dan çok farklı bir süreç yaşamamıştır. 1997 krizi, kendini 1999 yılında hissettirmeye başlamış ve 2001 yılına kadar şiddetini artırarak devam etmiştir. Ancak 2002 itibariyle nispi bir düzelme trendine girilebilmiştir.

 

            Temel olarak incelendiğinde, finansal kriz yaşayan tüm ülkelerde aynı olumsuzluklar mevcuttur. Bu çerçevede; reel ve finansal kesim arasında iyi bir ilişki yoktur, finansal kesimde ciddi olumsuzluklar vardır, kamu maliyesinde önemli sorunlar vardır ve dış ticari ilişkilerde de olumlu bir tablo yoktur. Krizi yaşayan her ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu sorunlar aynen varlığını göstermiştir.

 

            Malezya ve Rusya örneklerine bakıldığında; bu ülkelerin sorunları Türkiye’ninkilerle aynı benzerliği göstermekle beraber, bu olumsuzluklara çözüm bulma noktasında aralarında önemli bir fark olduğu ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki; Malezya ve Rusya IMF’den finansal destek talebinde bulunmadan, kendi imkânları ile krizlerini hafifletme ve olumsuzluklarını giderme yolunu tercih ederken, Türkiye her zaman yaptığı gibi direkt olarak IMF’den destek talebinde bulunmuştur.

 

            Bununla beraber, belirtilmelidir ki, söz konusu ülkelerle Türkiye arasında sahip olunan kaynaklar açısından birtakım farklılıklar olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Fakat, Türkiye’nin de tamamıyla çaresiz ve krizden çıkışı sağlayacak kaynaklara ve imkânlara sahip olmadığı şeklinde bir kanaat, hatalı olacaktır. O halde Türkiye de bu hususta öz maddi kaynaklarının ve imkânlarının bilincinde olmalı ve benzeri krizlere yakalanması halinde, bunlardan istifade ederek yaralarını sarabilmeyi öğrenmelidir.

 

 

Sonuç

            Belirtilmelidir ki IMF, bir dünya gerçeğidir. Varlığının inkarı da adilce bir davranış olmaz. Zaten, kendisine müracaat edilmediği takdirde, krizde bulunan bir ülkeye giderek cebren bir program uygulayacak bir kurum konumunda da değildir. Ancak, ifade edilmek istenen, IMF’nin politikalarının, uygulandıkları ülke bünyelerine uygunluk arz etme noktasında birtakım ciddi sorunlarla karşılaşıldığıdır. Dolayısıyla varlığı kimi açılardan, faydadan ziyade zarara sebebiyet verebilmektedir.

 

            Eğer bir ülke, kendi kaynak ve imkânlarıyla yaşadığı krizlerden çıkabilme gücüne sahipse, IMF vb. uluslararası kuruluşlara müracaat etme yerine, önce kendi kendine çıkışı denemelidir. Bu potansiyeli taşıdığımız kanaatine sahip olan her kişi ve kuruluş gibi, Türkiye’nin kendi kaynak ve imkânlarıyla krizlerden çıkabileceği düşüncesindeyiz. Dolayısıyla her kriz sonrasında IMF’ye müracaat etme gibi bir mükellefiyetimiz yoktur. Nitekim, Malezya ve Rusya tecrübeleri göstermiştir ki IMF’ye “hayır” demek, her zaman “şer”le neticelenmemektedir.

 

 

* Mehmet Behzat Ekinci,

İstanbul, İktisat, Doktora.

mbekinci@akademiktisat.net

http://www.akademiktisat.net

** Askon Bülten, “IMF’ye ‘Hayır!’ Demek”, Temmuz Eylül 2003, ss.26-28.

 

 

 



KAYNAKLAR

[1] Ömer BOLAT, “IMF’ye Hayır Diyebilmek: Malezya Tecrübesi”, Röportaj, Çerçeve, Sayı:27, 2001, s.73-74.

[2] Gazi ERÇEL, “Rusya Krizinin 5.Yıldönümü”, Dünya, 03.09.2003, s.9.

 

 

 

Sayfa Başı