AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

KAMU TERCİHİ TEORİSİNDE KARAR ALMA SÜRECİ VE BU SÜRECİ ETKİLEYEN AKTÖRLER

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

1) GİRİŞ

 

2) KAMU KESİMİNİN BAŞARISIZLIĞI VE KAMU TERCİHİ

2.1) Kamu Kesiminin Başarısızlığı Teorisi ve Kamu Tercihi

2.1.1) Kamu Kesiminin Başarısız Olmasının Nedenleri

2.2) Kamu Ekonomisinin Yeniden Tanımlanması ve Devletin Rolü

2.2.1) Devletin Büyümesinin Nedenleri

2.2.2) Devletin Büyümesinin Ortaya Çıkardığı Olumsuz Sonuçlar

 

3) POLİTİK KARAR ALMA SÜRECİ VE KAMU TERCİHİ

3.1) Kamusal Karar Alma Mekanizması (Siyasal Süreç)

3.2) Demokratik Sistemlerde Siyasal Sürecin Yapısı ve Unsurları

3.2.1) Seçmenler

3.2.2) Siyasal Partiler

3.2.3) Bürokrasi

3.2.4) Baskı Grupları

3.3) Politik Sürecin İşleyişi

 

4) KAMUSAL KARAR ALMA SÜRECİNDE YENİ BİR YAKLAŞIM: YÖNETİŞİM

4.1) Genel Olarak Yönetişim

4.2) Kamu Tercihi ve Yönetişim

4.3) Türkiye ve Yönetişim

4.4) Yönetişime Yöneltilen Eleştiriler

 

5) DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

 

 

 

1) GİRİŞ

            Kamu tercihi teorisini, politika biliminin  ekonomik analizi olarak tanımlamak mümkündür. Kamu tercihi, politik süreçte alınan karar ve uygulamaları ekonomi biliminin araç, yöntem ve varsayımlara dayalı olarak açıklayan bir disiplindir. Yani kam tercihi teorisinde, politika biliminin konuları iktisat biliminin araç ve yöntemleri tahlil edilmektedir. Kamu tercihi teorisi, Politikanın Ekonomi, Yeni Politik İktisat, Kolektif Karar Alma Teorisi gibi isimlerle de anılmaktadır. Bu teorinin öncülüğünü 1986 Nobel ödüllü iktisatçı James Buchanan’dır. Kamu tercihi teorisinde Buchanan’dan sonra gelen isim Gordon Tullock’dur.[1] “Geleneksel kamu tercihi ve ekonomik analizler veri kurallar içinden alternatifleri seçen bireyler ile ilgilenmiştir ve (…) belirlenen sınırları vurgulamıştır.”[2] Kolektif davranışların amacı genel isteklerin tatminidir.

 

            Seçmenlerin ve sorunların çok sayıda olması nedeniyle doğrudan demokrasi imkansızdır ve temsilciler bazı anlamlarla seçilirler. Kamu tercihi temsili demokrasinin üç noktasından yansıtılır: temsilcilerin hem iş yerlerindeki, hem de seçilmek için yaptıkları seçim kampanyaları süresindeki davranışları; seçmenlerin temsilciler seçme yönündeki davranışları ve temsili demokrasinin özellikleri. Seçmenler gibi temsilciler de kendi faydalarını maksimize etmekte rasyonel ekonomik insan olarak varsayılır.[3]

 

            Kamu tercihi teorisinde ilgili analizler yapılırken belli ilkelere uyulmaktadır. Bu ilkelere[4] kısaca değinelim:

 

Metodolojik Bireyselcilik (Metodological Individualizm) İlkesi: Buna göre toplumda tüm sosyal ve bireysel kararlar birey tercihlerine göre belirlenir. Tüm kamusal kararların belirleyicisi bireysel tercihlerdir.

 

Rasyonalite ve Maksimand İlkesi: Kamu tercihi teorisine göre bireyler rasyonel ve tutarlı tercihlere sahiptir. Bireyler kamusal kararların alınmasında, özel ekonomideki gibi rasyonel davranırlar. Bu ilke bağlamında, kamu tercihi teorisi kamu kesimindeki amacın kamu yararını en çoklaştırmak olduğu tezine karşı çıkar. Kamusal karar sürecinde herkes bulunduğu konuma göre kendi çıkarını en çoklaştıracak tercihlerde bulunur. Özel tercihlerde olduğu gibi kamusal tercihlerde de özel çıkar mefhumu geçerlidir. Bu bağlamda, seçmenler faydalarını; siyasal partiler oylarını; bürokratlar bütçelerini; çıkar grupları ise rantlarını en çoklaştırmak isterler.

 

Politik Mübadele İlkesi (catallaxy): Kamu tercihi teorisine göre politik karar alma süreci bu süreçte yer alanlar arasında bir politik mübadeledir. Özel ekonomideki “piyasa mübadelesinde” olduğu gibi kamu ekonomisinde de politik mübadele geçerlidir. Buchanan, bu ilkeyi, “bireysel çıkarın mevcut olması durumunda başka bir çıkar söz konusu değildir” diyerek özetlemiştir.

 

Tekrar belirtmek gerekirse kamu tercihi, politik sürecin iktisadî mantıkla irdelenmesidir.

 

 

 

2) KAMU KESİMİNİN BAŞARISIZLIĞI VE KAMU TERCİHİ

            Demokratik siyasal rejimlerde kararlar halk tarafından alınır. Kararların alınma biçimi rejimin kendi özelliklerine göre değişebilmektedir. Ancak, şu bir gerçektir ki, kararların alınmasında halkın katılımın sağlanması açısından kullanılan en basit ve en yaygın yöntem seçim yöntemidir. Seçim yöntemi ile seçmenler tercihlerini ortaya koymaktadırlar. Ancak günümüzde, doğrudan demokrasi çeşitli nedenlerle uygulanamamaktadır. Doğrudan demokrasi yerine temsili demokrasi uygulanmaktadır. Temsili demokrasilerde kararlar doğrudan halk tarafından değil, halkın seçtiği temsilciler tarafından alınmaktadır.

 

            Kamu tercihi teorisi devletin başarısızlığı teorisini ortaya koymaya çalışır. 1950’li yıllardaki refah ekonomisi ise dayanağını piyasanın başarısızlığı teorisi ilkelerinden bulmaktadır. 1960’lı yılların geleneksel düşüncesi ile karşılaştırıldığında, piyasanın başarısızlığından dolayı politikanın piyasaya müdahale etmesi gerektiği artık kabul görmemeye başladı. Devlet müdahalesinin sınırlandırılmasındaki temel nokta uzun vadede alternatif demokratik rejimler altında öngörülen fayda ve maliyetlerin düşünülmesi olayıdır.[5]

 

 

2.1) Kamu Kesiminin Başarısızlığı Teorisi ve Kamu Tercihi

            Keynezyen iktisadî düşünce ile birlikte 1930’lardan sonra piyasa ekonomisinin milli ekonomide başarısız olduğu görüşü kabul görmeye başlamıştır. Piyasa başarısızlığı teorisine göre, devletin ekonomik rasyoneli başlıca şu hususlara dayanmaktadır:[6]

·         Tam rekabet modelinin gerçekleştirilememesi,

·         Kamusal mallar,

·         Dışsal ekonomiler,

·         İçsel ekonomiler.

 

            Piyasa başarısızlığı teorisine göre bu olgulardan dolayı devletin ekonomiye müdahalesi bir zorunluluktur.Kamu tercihi iktisatçıları ise 1960’lı yıllardan itibaren kamu ekonomisinin de piyasa gibi ekonomisi gibi kendi başına optimumu sağlamaktan uzak olduğunu açıklamışlardır. Bu iktisatçılara göre bazı nedenlerden dolayı kamu ekonomisi başarısızlığa uğramaktadır[7]. Bu nedenleri tek tek açıklayalım.

 

 

2.1.1) Kamu Kesiminin Başarısız Olmasının Nedenleri

a) Rasyonel Seçmenlerin Bilgisizliği: Seçmenler kamusal mal ve hizmet talebinde bulunurlarken bilgisizdirler. Bu bilgisizlik toplumdaki bireylerin eğitim ve kültür düzeylerinin türdeş olmamasından kaynaklanır. Seçmenlerin, bilgiye ulaşmak için yeterli imkanlarının olmaması ve çeşitli vasıtalarla yanlış bilgilendirilmesi de seçmenlerin yanlış kararlar vermesinde etkilidir.

 

b) Rasyonel Seçmenlerin İlgisizliği: Piyasa ekonomisindeki bireyin aksine, kamu ekonomisinde bireyler mal hizmet tercihlerinde derinlemesine bir araştırma yapma ihtiyacı duymazlar. Çünkü kamu hizmetlerinin arzı ile bireylerin talepleri arasında yakın ilişki bulunmadığından, bireyler oylama mekanizması aracılığı ile kararlarını açıklarlarken ihmalkar davranmaktadırlar. Kamu tercihi yazınında bu duruma bedavacı sorunu  denilmektedir.Yani seçmen, oylamada bulunsa da bulunmasa da kendisine hizmet arz edileceğinin bilincindedir. Seçmenlerin ilgisizliği hususunda bir diğer etken de seçmenlerin karar alma sürecine katılıp katılmamalarının bu süreci etkilemeyeceği görüşüne sahip olmalarıdır.

 

c) Rant Kollama: Baskı gruplarının siyasal iktidarı etkilemesi sonucunda halkın tercihleri ile bağdaşmayan kararlar ortaya çıkmaktadır.

 

d) Oy Ticareti: Bu kurala göre milletvekilleri, oyları en üst düzeye çıkarmak için kendi seçim bölgelerine daha fazla hizmet götürmeye çabalarlar. Hizmet kayırmacılığı denilen bu politik yozlaşma durumu kamu kesiminin en iyi düzeyinden sapmasına yol açar.

 

e) Politik Miyopluk: Kamu tercihi iktisatçılarına göre politikacıların amacı seçilebilmeyi garanti edecek politikaların yürürlüğe konmasıdır. Uzun vadeli ekonomik politikalar yerine böyle kısa vadeli politikaların yürürlüğe konması akılcı bir tercih değildir. Bu duruma politik miyopluk denilmektedir. Kamu harcamalarının vergi dışı gelirler ile finanse edilmesi politik miyopluğa örnek teşkil etmektedir. Yani politikacılar, böyle davranarak aslında olmayan kamu kaynaklarını politik kaygılarla savurganca harcamaktadırlar.

 

f) Oybirliği İlkesinin Gerçekleştirilememesi: Kamu tercihi iktisatçılarına göre politik karar alma sürecinde oy birliği ilkesinin gerçekleştirilememesi pareto optimalinin oluşmasını engellemektedir. Bilindiği gibi pareto optimali, toplumda bir kimsenin refahını azaltmadan diğer insanların refahını arttırmak veya en azından azalmamasını sağlamaktır.

 

            Kamu tercihi iktisatçılarının hareket noktası, toplumda oy birliği olunca kamusal hizmet taleplerinin de aynı yönde olacağıdır. Biz bu düşünceye katılmamaktayız. Zira kamusal hizmetler sınırlıdır. Bu nedenle sınırlı hizmetlere talep ne olursa olsun belli bir hizmet türünün dışına çıkılamayacaktır. İkinci olarak, kamusal kararlarda seçim yöntemi ile hizmetler arasında bir tercih değil, hizmete karar verenler arasında bir tercih yapılmaktadır. Bu nedenle farklı politikacılara oy veren bireylerin kamusal hizmet tercihleri aynı olabilmektedir. Yani oy birliği olması durumunda tüm kamusal talepler aynı yönde olmayabilecektir. Ayrıca, seçmenler seçim sürecinde kararlarını verirken her zaman akılcı davranmamaktadırlar. Yani, ‘çoğunluk her zaman doğruya yönelmez’.

 

            Pareto optimumuna ulaşmak için oy birliği olmasına gerek olmadığı kanaatindeyiz. Çoğulculuk ilkesinin, yani çoğunluğun istekleri yerine getirilirken azınlığın da haklarının korunması ilkesi, gerçek manada uygulanması durumunda oy birliği gerçekleştirilmeden pareto optimumuna ulaşılabilir.

 

g) Kamusal Mal ve Hizmetlerin Bir Bütün Şeklinde Sunulması: Kamusal tercihlerin bir bütün halinde sunuluyor olması dolaysısıyla kamusal mallar gerçek toplum tercihlerine yansıtmazlar.

 

h) Ortanca Seçmen Teorisi: Politikacılar oylarını en çoklaştırmak için ortanca seçmenleri memnun etme yoluna gidecektir. Bu durumu politik miyopluk durumu ile bağdaştırdığımızda kamusal hizmet arzının ortanca seçmenler tarafından yönlendirildiğini söyleyebiliriz.

 

            Ortanca seçmen olayına “yüzer- gezer oy” sahibi seçmenleri de dahil etmek gerekir. Bu gruba giren seçmenlerin belli politik görüşleri ya yoktur, ya da çok zayıftır. Bu nedenle seçim sürecinde kendisine en fazla somut faydayı(elbise, gıda,vs) sağlayan partiye yönelmektedirler. Bu seçmenlerin sayıları toplumda arttığı zaman politik süreci etkileme potansiyelleri de artmaktadır. Dolayısıyla, bilinçli olmayan bir kesinin kamu hizmet arzını etkilemesi söz konusu olabilmektedir. Bu da kamu kesiminin en iyi düzeyinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

 

            Bu konu ile ilgili olarak siyaset bilimi literatüründe oldukça yeni bir kavram olan mediokrasi kavramına değinmek gerekir. Kelime anlamı ortanın iktidarı olan mediokrasi kavramı vasat geniş kitlelerin iktidarını ifade etmektedir. Demokratik yapılarda, eğitimsiz, ilgisiz geniş kitlelerin tercihlerinin politik sürece yansıması bir yozlaşma olarak görülmektedir. Günümüzde demokrasinin yerini mediokrasinin aldığı yönünde düşünceler bulunmaktadır.[8]

 

 

2.2) Kamu Ekonomisinin Yeniden Tanımlanması ve Devletin Rolü

            Kamu tercihi iktisatçılarına göre devletin büyümesinin iki nedeni vardır. Bunlar homo ekonomikus ve maksimand yaklaşımı ile Keynezyen iktisat ve demokrasidir.

 

 

2.2.1) Devletin Büyümesinin Nedenleri

a) Homo Ekonomikus ve Maksimand Yaklaşımı: Devletin işlevlerinin genişlemesi ile siyasal karar alma sürecinde rol alan kimselerin, çıkarlarını arttırmaları söz konusudur. Kamusal hizmetlerin talebinin genişlemesi kamu sektörünün büyümesinin ilk nedenidir. Kamusal malların arzını düzenleyen siyasal iktidar, oylarını en çoklaştırmak için bürokrasiye bütçenin hacmini genişletme emri verir. Bürokrasi, bütçesini büyütmek yoluyla kendi çıkarlarını(yüksek maaş, mevki, geniş özlük hakları, vs) en çoklaştırmış olur.

 

            Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, politik süreçte politikacı- bürokrat- seçmen arasındaki bu tür ilişkiden dolayı kamu ekonomisinin genişlemesinin finansmanı vergi gibi olağan kamu gelirleri ile değil, borçlanma gibi gelirlerle karşılanır. Bunda, “kamu harcamalarının seçmen için bir nimet, vergilerin ise bir külfet olması” [9] etkilidir. Yani, politikacı seçmene kısa vadede en az yük ile en fazla hizmeti sunma yoluna gitmektedir.

 

            Devletin büyümesinde bir başka husus ise, devletin büyümesi sonucu çıkar gruplarının bu suni ranttan faydalanmak için rant kolamsı sonucunda da devlet faaliyetlerinin genişlemesidir.[10]

 

b) Keynezyen İktisat ve Demokrasi: Kamu tercihi iktisatçılarına göre devletin büyümesinde Keynezyen iktisadın da önemli bir rolü vardır. Keynezyen iktisatta devlete müdahale rolünün biçilmiş olması devletin büyümesine sebep olmaktadır. Ayrıca, Keynezyen iktisatta siyasal karar alıcılara borçlanma ve emisyon gibi vergi dışı gelirler ile harcama yapma imkanı sağlanmış olması devleti genişletici bir etki doğurmuştur.

 

            Kamu tercihi yaklaşımında devletin büyümesi “Leviathan devlet” olarak adlandırılmakta, böylelikle aşırı büyümüş bir devlet canavara benzetilmektedir. Buchanan, devleti “koruyucu devlet” ve “üretken devlet” olarak ikiye ayırmıştır. Buchanan’a göre Koruyucu Devlet, anayasal bir sözleşme ile bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla oluşturulmuştur. Koruyucu devlet daha sonra Üretken Devlet durumuna gelmiştir. Üretken devlet, vatandaşlarına sadece emniyet ve asayiş hizmetleri ile adalet hizmetleri sunmakla yetinmemiş bunun dışında diğer kamusal mal ve hizmetleri(alt yapı hizmetleri, eğitim, sağlık v.s.) de sunmaya başlamıştır. Buchanan’a göre, günümüzde üretken devletin görev ve fonksiyonlarının genişlemesi Leviathan (aşırı büyümüş devlet) tehlikesini de beraberinde getirmiştir.[11]

 

 

2.2.2) Devletin Büyümesinin Ortaya Çıkardığı Olumsuz Sonuçlar

            Kamu tercihi yazınında Leviathan olarak adlandırılmış olan aşırı büyümüş devletin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar iki başlık altında toplanmaktadır. Bunlar, ekonomik yozlaşma ve politik yozlaşmadır:

 

a) Ekonomik Yozlaşma: kamu tercihi iktisatçılarına göre politikacıların tekrar seçilebilmek ve oylarını en çoklaştırmak için kamu harcamalarını arttırma ve vergileri indirmek veya gereği kadar arttırmama eğilimleri iktisadî sorunların ve ekonomik yapıdaki yozlaşmaların temelini oluştur. İktidar partileri bu kez sunu olarak oluşturdukları bu sorunla mücadele etmek durumunda kalır. Yani partiler meydana getirdikleri seçim ekonomisinin olumsuz sonuçları ile yine kendileri uğraşırlar

 

Aşırı büyümüş devletin ortaya çıkardığı ekonomik sorunlar şu şekilde sıralanabilir:[12]

·         Gelir ile orantısız harcama yapılması sonucu ortaya çıkan bütçe açıkları,

·         Bütçe açıklarının vergi dışı kaynaklarla sağlanması sonucu borç yükünün artış göstermesi,

·         Emisyona başvurulması sonucu enflasyonist etkilerin baş göstermesi,

·         Vergi yükünün orta vadede artmasının verimlilik üzerindeki olumsuz etkilerinin ortay çıkması,

·         Vergi yükünün artması neticesinde toplumda vergi ahlakının bozulması,

·         Vergi yükünün artmasının toplam yatırımları sekteye uğratması sonucu stagflasyon sürecinin baş göstermesi.

 

b) Politik Yozlaşma: Devletin büyümesi politikacının ve bürokratın güç ve yetkilerini arttırır. Ayrıca çıkar grupları, rant kollama faaliyetlerini arttırırlar. Politik yozlaşmanın genel olarak iki nedeni vardır. Bunlar, devletin, daha doğru bir ifadeyle devleti yönetenlerin güç ve yetkilerinin sınırlandırılmamış olması ve siyasal süreçte rol alan aktörlerin(siyasetçiler, bürokratlar, çıkar ve baskı grupları ve seçmenler) esasen kendi özel çıkarlarının peşinde koşmalarıdır. Önemle belirtmek gerekir ki seçim sistemi ve oylama mekanizmasının varlığı, devleti yönetenlerin sahip oldukları siyasal güç ve yetkileri sorumsuzca kullanmalarına ve suiistimal etmelerine engel teşkil etmeyebilir. Siyasetçiler için en iyi politikalar, seçimi kazandıracak politikalardır. Bu bakımdan ellerinde bulunan malî ve parasal araçları uzun vadede ekonomik ve siyasal yaşam üzerinde tahripkar sonuçlar doğuracağını bile bile kullanmaktan kaçınmayabilirler. Kısaca sınırsız siyasal güç, ya da sınırsız demokrasi, siyasal yozlaşmaların kaynağını oluşturmaktadır.[13] Vatandaşlar sahip oldukları güç ve yetkileri, oylama mekanizması aracılığıyla diğer bazı kimselere, yani yöneticilere devredebilirler. Ancak bu yöneticilerin güç ve yetkilerinin sınırlarının olmaması anlamına gelmez.

 

            Bir başka husus, siyasal karar alma sürecinde çok sıkça "kamu çıkarı", "toplumun iyiliği", "ülke menfaati", " toplum menfaati" gibi ne anlama geldikleri tam olarak bilinmeyen oldukça muğlak kavramlardan söz edilmektedir. Oysa siyasetçilerin ve bürokratların da nihayetinde bir insan olduğu, gözden kaçırılmaktadır. Siyasetçilerin, siyasal karar ve uygulamalarda kendi çıkarlarının peşinde koşmayacağını varsaymak büyük bir hata ve yanılgıdır.[14]

 

            Devletin büyümesi sonucu ortaya çıkabilecek politik yozlaşma türleri olarak, rüşvet, adam kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, politik yandaşlık(partizanlık) ve rant kollama sayılabilir.[15]

 

            Kamu tercihi iktisatçıları iyi bir toplumsal düzenin temel ilkelerinin anayasalarda belirlenmesi ve devletin "siyasal" ve "ekonomik" hak, yetki, görev ve sorumluluklarının çerçevesinin yine anayasalarda açıkça ve sınırları ile birlikte tespit edilmesini savunmaktadırlar. Kamu tercihi ve anayasal iktisat teorisine göre, bireylerin "siyasal" ve "ekonomik" hak ve özgürlükleri ancak devletin "siyasal" ve "ekonomik" hak ve yetkilerinin sınırlandırılması ile mümkündür. Kısaca, kamu tercihi teorisi ve anayasal iktisat yaklaşımına göre siyasal yozlaşmaların ortadan kaldırılması için devletin güç ve yetkilerinin, görev ve fonksiyonlarının sınırlandırılması büyük önem taşımaktadır. Bu çağdaş iktisadî düşüncede, devletin özellikle "ekonomik" alandaki güç ve yetkilerinin Ekonomik Anayasa içerisinde düzenlenmesi ve sınırlandırılması önem taşımaktadır.[16] Ekonomik Anayasa ile, devletin borçlanma, para basma, harcama, vergileme gibi yetkileri ile bütçe denkliği, devletin hakemlik görevi gibi konularda bir takım sınırlayıcı düzenlemeler yapılması öngörülür.

 

 

 

3) POLİTİK KARAR ALMA SÜRECİ VE KAMU TERCİHİ

            Kamu ekonomisinde alınan kararların toplum tercihlerine dayanması gerekir. Bunun gerçekleşmesi, siyasal süreç olarak adlandırılan karar alma sürecinin iyi işlemesine bağlıdır. Belirtmek gerekir ki bu söylemimizi ve bundan sonraki söylemlerimizi demokratik siyasal rejim varlığına dayandırmaktayız. Zira demokratik olmayan yapılanmalarda kamusal kararların alınmasında kamuoyunun önemi yoktur.

 

            Demokratik rejimlerde halkın siyasal sürece katılması çeşitli şekillerde olabilmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun en basit ve en temel yöntemi seçimdir. Seçim haricinde, siyasal partilere girerek doğrudan katılım, demokratik kitle hareketleri yoluyla siyasal süreci etkileme, baskı grupları aracılığı ile siyasal kararlara etkide bulunma gibi çeşitli meşru yöntemler de bulunmaktadır.

 

 

3.1) Kamusal Karar Alma Mekanizması (Siyasal Süreç)

            Milli ekonominin iki yönünü oluşturan kamu ekonomisi ve özel ekonomide hizmetlerin ve malların arz ve talebinin belirlenmesi farklı yöntemlerle olmaktadır. Piyasa ekonomisinde arz ve talebi düzenleyen fiyat mekanizmasıdır. Kamu ekonomisinde ise arz ve talep fiyat mekanizması ile belirlenemez. Bunun nedeni yukarıda açıkladığımız bedavacı sorundur. Yani, birey kamusal mallara olan tercihlerini açıklamasa da bundan faydalanacaktır.

 

            Kamu ekonomisinde üretilecek hizmetlerin bileşimi fiyat  süreci yerine “siyasal süreç” ile belirlenmektedir[17]. Piyasa ekonomisinde mal ve hizmetlere ayrı ayrı olan tercihler, üretilecek mal ve hizmetin belirleyicisi iken; kamu ekonomisinde kamusal mal ve hizmetlere olan taleplerin ayrı ayrı belirtilmesi bir anlam ifade etmemektedir. Bunun nedeni kamu ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin bireysel talebe göre değil, bir bütün olarak sunulmasıdır. Bundan dolayı kamu ekonomisinde üretilecek mal ve hizmetlerin temel belirleyicisi bireysel talep değil, toplumsal taleptir. Ancak toplumsal talep bireylerin taleplerine ayrı ayrı cevap verecek değildir. Bireysel talep ile toplumsal talep arasındaki temel fark budur. Bireysel talep ile toplumsal talep arsındaki bir başka fark da maliyet açısından dır. Kamu ekonomisinde hizmettin maliyetini(vergiyi) karşılayanlar ile hizmetten faydalananlar arasında bire bir, bir bağıntı yoktur.

 

            Siyasal süreç her devletin örgütlenme yapısına göre farklı unsurlardan oluşur. Demokratik yapılanmalarda kamusal kararlar doğrudan doğruya halk tarafından veya halkın temsilcileri tarafından alınır.

 

            Demokrasinin başlıca üç biçimi vardır. Bunlar, doğrudan demokrasi, temsili demokrasi ve yarı doğrudan demokrasidir. Doğrudan demokrasilerde egemenliğin sahibi olan halk bunu bizzat kendisi doğrudan kullanır. Doğrudan demokrasilerde kararlar bizzat halk tarafından alınır. Daha çok teorik bir uygulama olan doğrudan demokrasi ekseriyetle nüfusu az olan yerlerde uygulanabilmektedir. Temsili demokrasilerde ise egemenliğin sahibi olan halk, karar lama yetkisini teknik nedenlerden dolayı temsilcilerine devretmiştir. Bu teknik nedenlerin başında nüfusun kalabalık olması gelmektedir. Temsili demokraside halk temsilcilerini seçer ve temsillere kendi adına karar alma yetkisi verir. Yarı doğrudan demokrasi ise doğrudan demokrasi ve temsili demokrasinin bileşiminden meydan gelir. Böyle bir sitemde kararlar ağırlıklı olarak halk temsilcileri tarafından alınmakla birlikte halk da bazı hallerde kararların alınmasına doğrudan katılabilmektedirler. Yarı doğrudan demokrasilerde halkın yasam işlemlerine katılması üç araç vasıtasıyla olur: Referandum, halkın kanun teklifi(halk teşebbüsü) ve halk vetosudur.

 

 

3.2) Demokratik Sistemlerde Siyasal Sürecin Yapısı ve Unsurları

            Demokratik rejimlerde egemenliğin sahibi halk olarak kabul edildiğinden kamusal kararların da çoğunlukla halk tarafından alınması gerekmektedir. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, başta nüfusun kalabalık olması nedeniyle halkın kararlara doğrudan katılması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle temsili demokratik rejimler çoğunluktadır.

 

            Demokratik süreç, kamu ekonomisinde en iyi düzeyine ulaşmak için asgari şarttır. Kamusal tercihler, bireysel tercihlerden oluşmaktadır. Kamu ekonomisinde sonuçlar, bireylerin tercihlerinin tatmin edilmesiyle (pareto kriteri ile) ölçülmektedir. Demokratik süreç (oylama süreci) olmadan birey tercihleri bilinemez ve bireylerin hak ve özgürlükleri korunamaz.[18]

 

            Temsili demokrasilerde halk temsilcilerinin aldıkları kararlarda her zaman halkın genel eğilimlerini yansıtmaları mümkün olmamaktadır. Bunun başta gelen nedeni milletvekillerinin baskı gruplarının etkisi altında kalmalarıdır. Bunun haricinde “özel beklentilerle” seçilmiş milletvekillerinin “genel kararlar” alıyor olması da bu sapmada etkilidir. Yani bireysel tercihlerle toplumsal tercihler arasındaki fark da etkilidir.

 

            Demokratik sistem zorla kabul ettirilmiş kamu kararlarını ihtiva edebilir. Halen Amerika’da seçmenlere karşı direkt sorumlu olmayan yargı sisteminin, kendi tercih ve isteklerine uygun politikaları empoze ettikleri bilinmektedir. Aynı şekilde bürokratlar da kendi tercihlerine uygun politikaları empoze edebilirler. Bununla birlikte yargı ve bürokrasinin gücü sınırlandırıldığında demokrasiden sapmalar kısmen de olsa ortadan kaldırılabilir[19].

 

            Kamusal kaynakların tahsisinde bu aktörler kendi çıkarlarını öne çıkararak kamusal kaynaklardan yararlanmak istemektedirler.

 

            Demokratik sistemlerde siyasal süreç dört unsurdan oluşmaktadır. Bunlar, seçmenler, siyasal partiler, bürokrasi ve baskı gruplarıdır.

 

 

3.2.1) Seçmenler

            Demokratik yapılanma içersinde bireylerin karar alma sürecine katılmaları çeşitli yollarla olmaktadır. Bu yollardan en basiti oylama yöntemidir. Oylama (seçim) ile bireyler kendi değerlendirmelerine göre kendileri için hayırlı gördükleri siyasal partiye oy verirler. Halk tarafından yönetim formülünde ifadesini bulan klasik demokrasi teorisi, bütün ergin yurttaşların hür ve eşit iradeleriyle toplum yönetimine katılmaları anlayışına dayanır. Teorik durum bu olmakla birlikte, uygulamada bundan sapmalar görülmektedir.

 

            Siyasal tercih özgürlüğü konusunda yapılan çalışmalar, siyasal tercih özgürlüğünün bir sınırı olduğunu ve birçok kimsenin siyasal tercihlerini başkalarına göre ayarladıklarını(örneğin evli kadınların genellikle eşlerinin tercihlerini benimsemeleri veya kişilerin bağlı oldukları sosyal grubun tutumlarına uymaları) göstermektedir. Ayrıca çeşitli sosyal baskılar da birey iradesi üzerinde etki oluşturmaktadır. Öte  yandan siyasal tercihler her zaman akılcı bir düşünce temeline dayanmamaktadır. Politik alandaki tutum ve davranışlara, akıl ve bilgiden ziyade duygusal etkenlerin, gelenek ve alışanlıkların yön verdiği ileri sürülmektedir. Özellikle kültür düzeyi düşük toplum kesimlerinde kendi çıkarlarına uymayan siyasal tercihler yapıldığı gözlemlenmektedir. Örneğin, işçi sınıfının bir bölümünün sağ partilere oy vermesi gibi.[20]

 

            Bireyler seçmen olma dışında, parti, dernek ve benzeri örgütlenmelere üye olarak, grev, boykot, gösteri yapma gibi değişik eylemlerle politik sürece katılabilirler. Seçmenlerin siyasal karar alma sürecine katılmaları genlikle bir çıkara dayalıdır. Eğer seçmenler, seçime katılma sonucu elde edecekleri faydanın kendileri için artı bir anlam ifade ettiğine kanaat getirirlerse seçime katılacaklardır. Burada elde edilecek faydaya karşılık karşılaştırılan maliyet seçmenin seçime katılması sonucu katlanmayı umduğu maliyettir. “Vatandaşlara uygulanacak politikalar hakkında genel bir bilgi verilmesi ve vatandaşların bilgilenmiş bir şekilde seçimlere katılması kişisel özgürlükleri koruduğu gibi demokrasiyi de korur.”[21]

 

            Çıkar kavramı dışında, seçmenlerin siyasal karar alma sürecine katılmaları başka hususlara da bağlıdır. Bunlar, siyasal iktidarın oy kullanmayan seçmenlere cezai yaptırım uygulaması, siyasal partilerin oy kullanan seçmenleri mükafatlandırması, seçmenin oy kullanmayı bir vatandaşlık görevi olarak telakki etmesi ve benzeri hususlardır.[22]

 

            Seçmenlerin, siyasal sürece katılımında göz önünde tutulması gereken hususlardan birisi, modern demokratik toplumlarda vatandaşların karşısına çıkan sorunları gittikçe daha karmaşık ve teknik hale gelmesidir. Seçmenler bilgi ve kavrayışlarını aşan bu sorunlar üzerinde doğrudan doğruya karar almaya çağırılmayıp, sadece karar alacak olanları seçmekle yetinmektedirler. “Günümüzün partiler demokrasisinde semenler parti adaylarının ve programlarının saptanmasında söz sahibi değillerdir. Böyle bir durumda seçmenlerden beklenen, partilerin belirlediği aday listeleri arasında bir tercih yapmaktır. Bütün bu olgular, halk tarafından yönetim formülünün pratikte geçerli olmadığını, demokrasilerde halkın kendi kendisini yönetmediğini ortaya koyar. Böyle bir demokrasi modeli yeryüzünde henüz gerçekleşmemiştir ve gerçekleşeceği de oldukça şüphelidir.”[23]

 

            “Seçmen tercihlerinin akılcı olması, uygulanacak politika seçenekleri konusunda doğru bilgilendirilmesine bağlıdır. Ancak bu sayede seçmen tercihlerinden toplumsal tercihlere ulaşılabilir.”[24] Ancak, seçmenlerin davranışları üzerinde yapılan deneysel çalışmalar onların konuyla tamamen ilgilenmediklerini göstermektedir.

 

            Belirtmek gerekir ki, demokratik sürece halkın katılmasının sınırlı oluşu, kişilerin siyasal tercih özgürlüğünün tam olarak bulunmayışı, seçim yoluyla ve diğer yollardan siyasal katılmanın hiçbir değer taşımadığı anlamına gelmez. Aksine, demokratik işleyiş sorumlu bir iktidarın ortay çıkmasını sağlar. Siyasal katılma ile bireyler bir ölçüde de olsa siyasal iktidarı kontrol etmektedirler. Bu da, demokratik rejimi otoriter ve totaliter rejimlerden ayıran temel farklardan birisidir. Genel olarak baktığımızda, demokratik yapılanma teorinin ön gördüğü biçimde halkın tam anlamıyla bağımsız ve akılcı bir iradeyle toplum yönetiminde pay sahibi olduğu varsayımını doğrulamamaktadır.[25]

 

            Tüm bu söylediklerimizi toparlayacak olursak, en katılımcı siyasal model olan demokrasinin bireylerin siyasal sürece katılmalarını tam anlamıyla gerçekleştirmediğini, ancak bunun hiçbir işe de yaramadığı anlamına gelmediğini söyleyebiliriz. Demokratik sürecin uygulamada teorik açılımına mümkün olduğu kadar yaklaşması toplumda katılımcı demokrasiye olan inancın mümkün olduğu kadar yaygınlaşmasına bağlıdır.

 

 

3.2.2) Siyasal Partiler

            Siyasal karar alma sürecinde, günümüzde siyasal partilerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Siyasal hayatın dinamik öğeleri olan (gerçek manada) siyasal partiler bireysel tercihlerin siyasal sisteme topluca aktarılması için bir araç vazifesi görmektedir. Gerçek manada siyasal partiden kastımız, demokratik bir yapılanma içerisinde serbest bir şekilde faaliyette bulunan siyasî partilerdir. Yoksa, otoriter devletlerde bulunan tek parti konumuz açısından bize bir anlam ifade etmemektedir.

 

            Siyasal parti, “bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacında olan sürekli bir örgüte sahip kuruluşlardır”[26] şeklinde tanımlamak mümkündür. Siyasal partileri, baskı gruplarından ayırt eden temel unsur, siyasal iktidarı ele geçirme amacıdır. Siyasal partilerin temel işlevi toplumdaki çeşitli çıkarların ve istemlerin birleştirilmesini ve sisteme kanalize edilmesini sağlamaktır. Bunun haricinde, siyasal partiler iktidar ile halk arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Yani, aynı zamanda bir seçmen olan bireyleri siyasal sürece katılım konusunda harekete geçirerek bireylerin siyasal sosyalleşmesini sağlarlar. Siyasal partilerin bir diğer işlevi ise, yönetici kadroların seçilmesini sağlamaktır. Bu işlev hemen her siyasal partide(tek partide de) bulunmaktadır. Bu haliyle siyasal partiler yöneticilerin siyasal manada yetiştiği bir okul vazifesi görmektedirler. Siyasal partilerin bir işlevi olarak bahsedebileceğimiz bir başka husus ise siyasal partilerin yönetme işlevidir. Siyasal partiler iktidarda iken devleti yönetirler. Bu olayın karşı boyutu olarak, muhalefette bulundukları zaman ise siyasal erki denetlerler.[27]

 

            Demokratik sistemlerde kamusal kararların alınmasında önemli rol oynayan siyasal partiler konusunda Downs şöyle düşünmektedir. Siyasal partiler marjinal vergi artışı nedeniyle kaybedilen oy sayısını, kamu harcamalarındaki artış nedeniyle kazanılan oy sayısına eşitlemeye çalışırlar. Yani, siyasal partiler bir kamu harcamasına, bundan yararlananların getirdiği marjinal oy sayısının bunun finansmanının sebep olduğu marjinal oy kaybına eşit olduğu miktarda devam ederler.[28] Bu tespitin uygulamada geçerli olmayacağı durumlar vardır. Zira kanaatimizce bu saptamanın geçerli olmadığı veya kısmen geçerli olduğu durumlardan birisi de seçmenlerin politik kör olduğu durumdur. Politik körlüğü, gerekli bir kültür düzeyine sahip olmayan seçmenlerin akılcı davranmayarak beli bir partiye körü körüne destek verme olarak tanımlayabiliriz. Ülkemizde pek sık rastlanan bu gibi durumlarda seçmenler, desteklediği siyasal iktidarın iyi icraatlarını övme, yanlış icraatlarını ise gömemezlikten gelme eğilimindedirler.

 

            Siyasal partiler iktidara gelebilmek için programlarında oylarını en çoklaştıracak politikalara yer vermek durumundadır. Programlarında toplum üyelerinin çoğunlunu ilgilendiren sorunlar yer almalıdır. İktidara geldiklerinde ise bu programı uygulamak durumundadırlar. Siyasal etiğin böyle gerektirmesine karşın, çoğu zaman parti programları göstermelik bir belgeden öteye geçememektedir. Siyasal partilerin programları karşılaştırıldığında içeriğin çoğunlukla temenniden ibaret olduğu ve hemen tüm parti programlarının birbirine yakınlık arz ettiği göze çarpmaktadır. Bazı partilerin diğerlerinden konu olarak farklı birkaç özgün politikası bulunabilmektedir.

 

            Siyasal partiler vaat ettikleri politikaları uygulamadıkları takdirde bir daha ki seçimde seçilememe riski ile karşı karşıyadır. Bu nedenle siyasal partiler yapmaları gereken temel icraatlar yanında vitrine hitap eden icraatlar da yapmaktadırlar. Zira, seçim dönemlerinde görülen göze hitap eden çalışmalar(kaldırım yenilenmesi, vb) bu türden çalışmalardır. Takdir edileceği gibi, bu tür faaliyetler için yapılan harcamalar israftan başka bir şey değildir. 

 

            İktidar partileri siyasal süreçte karar alma yetkisine sahip iken, muhalefet partileri kararların alınmasında doğrudan bir role sahip değillerdir. Ancak kendi seçmenlerini memnun edecek muhalefet politikası izleyerek iktidardaki partinin kararlarını etkileyebilirler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi siyasal karar alma sürecinde en önemli rol siyasal partilere düşmektedir. Zira, seçmenlerin çoğunlukla münferit oyları ile siyasal süreci etkilemeleri mümkün değildir.

 

            Bazen bir parti oldukça büyük bir oranda seçmen tercihleri sonucunda iktidara gelebilir. İktidara gelen siyasal partinin çoğunluğun tercihleri doğrultusunda partizanca tutumlar içine girerek sadece kendi seçim bölgelerine hizmet götürmesi demokrasinin zedelenmesi ve toplumda ayrıcalıklı kesimlerin doğmasına neden olacaktır.[29]

 

 

3.2.3) Bürokrasi

            Bürokrasi, siyasal karar mekanizmasının aldığı kararları uygulayan uzman kadrodur. Bürokrasinin, kamusal karar sürecinde uzmanlığa sahip olması dolayısıyla bir uygulayıcı görevi görmesi yanında aranılan bir danışman konumundadır. Bürokrasinin uzmanlığa sahip olması ve sürekliliği politikacılara karşı bir üstünlük sağlamaktadır.

 

            Demokratik yapılanmalarda bütçe üzerindeki temel kararları politikacılar vermesine karşın, bu kararların ayrıntılandırılması ve uygulanması bürokratlar tarafından yapılmaktadır.

 

            Bürokrasisine politik karar alma mekanizmasında etkinliğin sağlanması yönünden önemli görevler düşmektedir. Çünkü seçmenler kamusal mal ve hizmetlerine karşı ihtiyaçların derecesini tayin edebildikleri halde, bürokratlar detayları saptayabilmektedirler.[30]

 

Bürokrasinin demokrasi açısından taşıdığı bazı olumsuzluklar vardır:[31]

·         Bürokrasi toplumda önemli güç eşitsizlikleri ya da dengesizlikleri meydana getirmektedir. Çünkü, bürokrasi onu elinde tutan çok az kişiye toplumda ve devlette başkalarına oranla daha çok güç kullanma imkanı vermektedir. Bürokratik gücün artması aynı zamanda siyasî gelişmeyi de tehlikeye sokar.

·         Bürokrasi, siyasî egemenliğini arttırmak ya da baskıcı bir devlet yönetimi oluşturmak isteyen siyasî seçkinlerin aleti olabilir. Öte yandan, bürokrasi seçimle gelen siyasal iktidarın denetiminden çıkabilir. Askerî bürokrasiyi denetleyemeyen siyasî iktidarların zaman zaman askerî darbelere maruz kalmaları buna örnek teşkil eder.

·         Bürokrasi siyasî açıdan tarafsız bir organ olması gerekirken, idarî gücü ve yeteneği sebebiyle bundan sapmaktadır.

 

Bürokrasinin,demokrasi açısından saydığımız bu sakıncalarına karşın demokrasiye katkıları da söz konusudur:[32]

·         Bürokrasi, demokratik bir toplumda siyasî bozulmayı ya da yolsuzluğu azaltır ve demokratik işlemlerin korunmasında bekçilik görevi yapar. Kurumların kararları standart kurallara göre alındığından kanun önünde eşitlik ilkesi temin edilmiş olmaktadır.

·         Teorik olarak, bürokratik personel politikası teknik niteliklere dayanacağı için işe girmedeki eşitsizlikler büyük ölçüde azalabilir. Ancak, uygulama burada belirtilmiş olan sakıncalı durumla sık sık karşılaşılmaktadır.

·         Siyasal süreçteki her aktör gibi bürokrasi de fayda en çoklaştırması peşindedir. Bürokrasinin amacı, bürosunu genişletmektir. Yani,daha büyük bir bütçe ve dolaysıyla daha iyi imkanlar, daha fazla nüfuz, daha fazla itibar şeklinde sıralanabilecek çıkarlar gözetmektedirler. Onlara konulan sınır dahilinde bürokratlar, kamu harcamalarını genişletme eğilimindedirler. “Bürokrat, kamu fonlarından pay kapmak için diğer bürokratlarla rekabet eder. Bürokratik rekabet piyasa rekabetinin yerine geçer.”[33]

 

 

3.2.4) Baskı Grupları

            Siyasetle birlikte var olagelmiş, zamanla çeşitli şekillerle kendisini siyasal arenada göstermiş, günümüzde ise demokratik yapılanmalar içerisinde en belirgin şekliyle tezahür etmiş olan baskı grupları siyasî alanda faaliyette bulunan yapılanmalardır. Kavramsal açıdan çıkar grubu ve baskı grubu arasındaki farklara değinmek gerekir. Çıkar grupları, ortak bir çıkar etrafında birleşmiş sosyal gruplardır. Baskı grupları ise, çıkar gruplarının özel bir durumunu teşkil etmekte olup, kendi çıkarları için siyasal iktidarı çeşitli yöntemlerle etkilemeye çalışan çıkar gruplarıdır. Yani, çıkar grubu ile baskı grubu arasındaki temel fark, siyasal iktidarı etkileme olayıdır. Bir çıkar grubu, kendi ortak çıkarları için siyasal iktidarı etkilemeye çalıştığı zaman bir baskı grubu kimliği kazanmış olur. Modern demokrasilerde baskı gruplarının bulunmadığı ve bunların siyasete karışmadıkları bir toplum bulmak çok zordur. Baskı gruplarının siyaset dışında kalmaları, siyasî partilerle ilişki kurmamaları mümkün olmamaktadır.[34] Baskı gruplarının siyasal faaliyetleri ülkenin kendine özel koşullarına göre değişik düzeylerde gerçekleşebilmektedir.

 

            Baskı grupları, siyasal iktidarı etkilemeye çalıştıkları için bunların faaliyetleri siyasal bir nitelik taşımaktadır[35]. Siyasal bir faaliyette bulunan baskı grupları, yine siyasal bir faaliyette bulunana siyasal partilerden, siyasal iktidarı etkileme ve ele geçirme noktalarında ayrılmaktadır. Baskı gruplarının amacı siyasal iktidarı etkileyerek ondan ödünler koparmak iken, siyasal partilerin temel hedefi siyasal iktidarı ele geçirmektir. Yani, bu haliyle baskı gruplarının temel amacı “rant kollamaktır”[36]. Devletin ekonomik ve sosyal görevlerinin çoğalması günümüzde baskı gruplarının faaliyetlerini ve siyasal ağırlıklarını daha da arttırmış bulunmaktadır. Modern demokrasilerde ara grupların, yan tabakaların olmadığı ve bu tabakaların siyasete karışmadıkları bir toplum oluşturmak, bir ütopyadır. Siyasal rejimi kökten değiştirmedikçe bu mümkün değildir. Baskı grupları için ‘politika yapmamak’ demek dileklerini siyasal karar mekanizmasına dış görünüşü itibariyle, tamamen ‘teknik biçimde’ sunmak demektir. Bazı baskı grupları, tarafsızlık ve partiler üstü olmak adı altında dolaylı biçimde siyasete karışmakta ve kendi lehlerine olacak siyasal partiyi ya da adayı desteklemektedirler.[37]

 

            Siyasetle hiç meşgul olmayan, bunu tüzük ve sair beyanlarıyla da ilan eden grupların dahi çıkarlarını gerçekleştirmek için birçok siyasal yollardan yararlanarak kamu idareleri üzerinde etkili olmaya çalıştıkları sık sık görülür. Özellikle, devletin sosyal ve ekonomik görevlerinin arttığı zamanlarda özel işletmelerin çıkarına dokunan hükûmet faaliyetleri ilgili gruplarca yakından izlenmektedir.[38]

 

            Baskı grupları, siyasal arenada bireylerin tek başlarına etkin olamamaları sebebiyle, örgütlü olarak faaliyette bulunma gereksinimlerinin ürünüdür. Bireyler, beraber hareket ederek bu süreçte daha etkin olabilmektedirler. “Seçmenlerden bir kısmının ortak çıkarlarını elde edebilmek için birlikte hareket etmeleri, diğer seçmenlerin daha az miktarda kamusal mal ve hizmetlerden yararlanmalarına yol açmaktadır.”[39]

 

            Baskı grupları da siyasî partiler gibi siyaset sahnesinde önemli bir yer edinmişlerdir. Bu güçlü konumlarından dolayı kimi yazarlar tarafından baskı grupları “üçüncü meclis”, “anonim imparatorluk”, “görünmez hükûmet” gibi adlarla anılmaktadırlar. Eleştiriler çoğu zaman baskı grubu istekleri ile toplum çıkarlarının bağdamadığı yönünde toplanmaktadır. Bu grupların siyasal partiler gibi seçmen karşısında sorumluluk taşımamaları nedeniyle, sorumsuz bazı grupların kararların alınmasına etki etmesinin demokratik işleyiş açısından iyi olmadığı belirtilmektedir[40]

 

            Baskı grupları, demokratik süreçte temsil ettikleri sosyal grupların isteklerini siyasal iktidara ulaştırması yönüyle demokrasiye işlerlik kazandırmaktadır. Böylelikle, çeşitli toplum kesimleri isteklerini siyasal iktidara sürekli olarak bildirme şansına sahip olmaktadır. Şöyle ki, sadece seçim zamanlarında değil de normal zamanlarda da bu istekler baskı grupları aracılığı ile siyasal iktidara iletilmektedir. Seçmenler bu yöntemle, temsilcisi olan siyasal iktidarla devamlı olarak iletişim halinde bulunabilmektedir. Ve ayrıca, parlamentoda temsil edilmeyen kimi gruplar da böylelikle isteklerini siteme iletebilmektedirler. Yani baskı grupları siyasal iktidara bu yönüyle aydınlatıcı bir rol oynamaktadır. Ancak teorik olarak durum bu olmakla beraber uygulamada durum böyle değildir. Bu işlevin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için ,eksiksiz, tüm toplum kesimlerinin örgütlenmiş ve belli bir düzeyde etkinlik gösterebilecek güce erişmiş olması gerekir. Baskı gruplarının çok etkin çalıştığı ülkelerde bile tüm toplum kesimleri belirttiğimiz anlamda bir yapıda değildir. Ülkelerin kendi özel durumlarına göre baskı grupları çeşitli düzeylerde etkinlik göstermektedirler.

 

            Baskı gruplarının bir diğer işlevi ise siyasal iktidar için bir denetim mekanizması vazifesi görmesidir. Siyasal iktidar baskı gruplarının kendisiyle sürekli ilişki içersinde olması dolayısıyla her istediğini yapmamaktadır. Yani siyasal iktidar, böyle bir durumda istese de halktan/çeşitli toplum kesimlerinden kopuk bir yapı izleyememektedir. Bu anlamda baskı grupları halk kesimleri ile siyasal iktidar arasında bir köprü görevi görmektedir, bir dengeleyici olmaktadır. Böylelikle hem siyasal partilerin tekeline karşı bir ağırlık oluşturulmuş olur hem de siyasal katılımın yaygınlaşması ve genişlemesi gibi bir sonuç ortaya çıkar. Ancak uygulamada bundan sapmalar olmaktadır. Bugün gerek ülkemizde ve gerekse diğer ülkelerde baskı gruplarının işlerliğini gözlemlediğimizde güçlü baskı gruplarının siyasal iktidarı kendi istekleri doğrultusunda rahatça yönlendirdiğini ve bunun neticesinde alınan kararların ise çoğunlukla toplumdaki seçkin bir kesimin lehine olduğunu görmekteyiz. Bu güçlü baskı gruplarına ülkemizde TÜSİAD örnek olarak verilebilir.

 

            Baskı gruplarının siyasî partilerin üstünde yer alması, kollektif kararların tüketici veya seçmenlerin tercihlerini yansıtmasını önlemektedir. Çünkü baskı grupları belirli seçmenlerin çıkarlarıyla ilgili olduğu halde, siyasî partiler daha geniş bir seçmen kitlesinin çıkarlarını temsil etmektedir. Bu nedenle, baskı gruplarının başarılı olmaları, geniş seçmen kitlesinin daha az kamu malı tüketimine yol açmaktadır. Veya bu durumda politik karar alma sürecinin maliyeti geniş halk tabakalarına yansıtılmaktadır.[41] Çıkar gruplarının talepleri yasaya uygun olarak temsilciler ya da kamuda çalışan memurlar tarafından yerine getirilir.

 

            “Baskı grupları yaptıkları faaliyetlerle, siyasal yollardan sık sık yararlanıp, yalnız program ve teknik bilim ışığı altında hizmet etmesi gereken kamu yönetiminin bir kesimin çıkarına daha fazla hizmet etmesine sebep olmaktadır”.[42] Yapılan bu açıklamalardan, baskı gruplarının toplumda siyasal sürecin işlemesine önemli katkılarının olması yanında, politik yozlaşmaya yol açıyor olmasının en önemli sakıncalarından birisi olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

 

 

3.3) Politik Sürecin İşleyişi

            Tekrar belirtmek gerekir ki, kamu tercihi yaklaşımı, politikanın ekonomi bilimi kavramlarının kullanılarak incelenmesidir. Biz de burada, politik süreci kamu tercihi yaklaşımına göre açıklamaya çalışacağız.

            Politik süreçte yer alan aktörler arasında bir etkileşim vardır. Bu etkileşim neticesinde politik süreç ortaya çıkar. Yani, aktörler arasındaki etkileşimle kamusal kararlar alınır. Bu etkileşimin düzeyi çeşitli unsurlara göre değişiklik gösterebilmektedir.

 

Siyasal süreçte yer alna aktörler arasındaki etkileşimi şekilde gösterebiliriz:

 

            Siyasal iktidar ile seçmenler arasındaki ilişki oy ile kamusal hizmetlerden yararlanma arasında değişir. Siyasal iktidar daha fazla oy alabilmek için kamusal hizmet artırımında veya vaadinde bulunur. Yani siyasal iktidar ile seçmenler arasında, bu anlamda, oy ve kamusal hizmet değişimi vardır. Ancak, bu aşamada kamusal hizmetlerin maliyeti düşünülmez. Burada söz konusu olan kamu hizmetlerinin maliyeti büyük ölçüde vergilerle karşılanacağı için kamusal hizmet vaadinde bulunan parti bunu gündeme getirmez. Siyasal iktidar ile “kemikleşmiş oy” olarak adlandırılan seçmen kesimleri arasında daha değişik bir münasebet vardır. Zira, ilgili siyasal parti bu seçmen kesimin isteklerine daha duyarlı olacaktır.

 

            Siyasal iktidar, muhalefet partisi ve seçmenler arasındaki ilişkiye bakacak olursak, muhalefet partisi kendi oylarını arttırmak için iktidar partisinin eksiklerini gündeme getirir ve seçmenlerin beklentilerine uygun politika vaadinde bulunur. Seçmenlerin hoşnutsuz olduğu politikalar, muhalefet için önemli bir kozdur. Muhalefetin bu vaatlerine karşılık seçmenler bir daha ki seçimlerde muhalefet partisini destekleyeceklerini vaat ederler. ‘İktidar olmak yıpratır’ sözü bir ölçüde bu savı desteklemektedir. Uygulamada da belli bir süreç sonunda genellikle muhalefet partileri öne çıkmaktadırlar.[43]

 

            Bürokrasi, siyasal iktidara bilgi sunmada tekelci konumdadır. Bürokrasinin amacı, kendi imkanlarını genişletmektir. Bu durum bütçenin büyümesini gerektir. Uzmanlardan oluşan bürokratik kesimin bu isteklerini karşılamak siyasal iktidara düşmektedir. Siyasal iktidar bu isteklerin yerine getirdiği oranda bürokrasi ile olan işi o derece kolaylaşacaktır. Seçmenler ise, kamu kesiminde doğrudan muhatap oldukları bürokrasiden fayda sağlamak eğilimindedirler. Böylelikle, devlet hizmetlerinden en fazla faydayı sağlamak isterler.

 

 

Şekil 1: Politik Süreçte Aktörler Arası Etkileşim.

 

   Metin Kutusu: Rant dağıtmaMetin Kutusu: LobicilikMetin Kutusu: Kamu hizmetlerinden yararlanama(fayda maksimizasyonuMetin Kutusu: Kendi seçim bölgesindeki seçmenlere yönelik politikalar (popülizm)

 

Kaynak: Aktan, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, s.: 332.

 

 

            Siyasal süreçteki dikkate değer bir etkileşim ise siyasal iktidar ile baskı grupları arasındadır. Baskı grupları, siyasal iktidarı etkileyerek kendi tercihlerinin kamusal tercih haline gelmesine çalışırlar. Bunu için kendilerine çıkar sağlayacak olan partiyi destekleme eğilimindedirler. Bu destek çoğunlukla malî destektir. Siyasal iktidar yaptığı belli düzenlemeler neticesinde ortaya bir “yapay kıtlık” çıkar. Bu kıtlık bir ranta sebep olur. Bu rantın dağıtılmasında bakı grupları önemli rol oynarlar. Kendilerine bu ranttan en fazla faydayı sağlamayı yeğlerler. Seçmenler ise kendi çıkarlarına hizmet eden gruplar içerisinde yer alabilirler.[44] 

 

            Kamusal karar alma sürecine ilişkin olarak şimdiye kadar anlattıklarımızla bir ölçüde bağlantılı ve günümüzde yeni yeni gelişmeye başlayan bir yönetim anlayışı olan yönetişim konusuna değinmekte fayda görüyoruz.

 

 

 

4) KAMUSAL KARAR ALMA SÜRECİNDE YENİ BİR YAKLAŞIM: YÖNETİŞİM

            Küreselleşme süreci ile gerek kamu yönetimi ve gerekse özel sektör yönetimi yapılanmasını ilgilendiren ve literatürde yeni olmasına karşın oldukça tartışılan bir kavram olan yönetişime(governance) değinmek de fayda vardır.

 

 

4.1) Genel Olarak Yönetişim

            Kısaca, “hep birlikte yönetim” olarak ifade edilen yönetişim kavramı, “kamu yönetimi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan karmaşık bir sistem ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler ağı ve karşılıklı etkileşimlerini ifade etmek için kullanılmaktadır.”[45]  Burada merkezî yönetim yerel yönetim kuruluşlarından başka, sivil toplum örgütleri, özel girişimciler ve kar amacı gütmeyen kuruluşları kapsayan geniş bir aktörler yelpazesinin varlığı ve bunların yönetim sistemine dahil edilmesi söz konusu olmaktadır. Yönetişim, toplumu yönlendirmek ve yönetmek konusunda sorumluluk dengesinin devletten sivil topluma doğru kaymakta olduğuna işaret etmektedir. Başka bir ifade ile, yönetişim, kamu yönetimini, devletin ve siyasal iktidarın faaliyetleri ile sınırlandırmakta, bunlarla birlikte özel sektör ve sivil toplum örgütlerini de yönetimin vazgeçilmez aktörleri olarak kabul etmektedir. Yani, çok aktörlü bir yönetim söz konusudur.

 

            Yönetişim kavramı 20. yüzyılın sonlarına doğru, uluslararası malî teknik kuruluşların(Dünya Bankası başta olmak üzere) öncülüğünde gelişmekte olan ülkeler için geliştirilen bir reform stratejisine dönüşmüştür.[46] İyi yönetişimin ilkeleri de, genel yönetişim literatürü ile büyük benzerlikler göstermektedir. Bunları, çok partili demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü, kamu yönetiminde verimlilik, sorumluluk ve açıklık, pazar ekonomisi ve fakirlikle savaş şeklinde özetlenebilir. İyi yönetişim, bir anlamda Yeni Kamu Yönetimi anlayışının gelişmekte olan ülkelere göre yeniden düzenlenmiş şeklidir. Yeni Kamu Yönetimi anlayışı 1980’lerden itibaren ortaya çıkmış olup amacı devleti klasik işlevlerine getirmek, vatandaşların devlet ve kamu yönetimi karşısındaki konumunu ve yönetime katılma olanaklarını geliştirmekti. Kamu yönetiminin verimli işlemesi için gerekli alt yapının az gelişmiş ülkelerde olmadığı, özellikle iyi işleyen bir pazar ekonomisi ve demokratik idarenin Yeni Kamu Yönetimi anlayışı için gerekli olduğu belirtilmiştir.[47]

 

            Yaptığımız açıklamalardan da anlaşıldığı gibi yönetişim kavramı, nihayetinde pazar ekonomisine yönelik olup, ona işlerlik kazandırma yolunda atılmış bir adımdır.

 

 

4.2) Kamu Tercihi ve Yönetişim

            Yönetişim kavramını kamu tercihi ile birlikte değerlendirdiğimizde, amaçlar açısından her iki açılımın kesiştiğini görürüz. Ancak yer yer ayrıldığı noktalar da bulunmaktadır. Her iki yapılanmada da temel hedef devletin küçültülmesi ve siyasal iktidarın yetkilerinin daraltılmasıdır. Kamu tercihinde siyasal iktidarın yetkilerinin sınırlandırılması anayasal düzenlemelerle yapılırken, yönetişim stratejisinde siyasal iktidarın yetkileri toplumdaki çeşitli gruplarla paylaştırılarak daraltılmaktadır. Kamu tercihi ve yönetişim stratejilerindeki, siyasal iktidarın yetkilerinin daraltılması açısından ortaya çıkan bu yöntem farkı her iki düşünce siteminde bir ayrılığa yol açmaktadır. Yönetişim stratejisinde siyasal iktidarın yetkileri piyasaya ve sivil toplum örgütlerine bırakılmalıdır. Oysa kamu tercihi yaklaşımında baskı gruplarının giriştiği faaliyetler siyasal yozlaşmanın bir nedeni olarak görülmektedir. Oysa yönetişim stratejinde devlet yetkilerinin bir kısmının sivil toplum kuruluşlarına bırakılması demokratik bir gerekliliktir. Her iki düşünce sisteminde kamunun yetkileri özel sektöre bırakılmalıdır anlayışı geçerlidir. Burada özelleştirme gündeme gelmektedir.   

 

            Her iki düşünce sisteminde de özel sektörün ve nihayetinde piyasa ekonomisinin işlerliği nihai hedeftir. Zira her iki düşünce siteminin çıkış noktası devletin büyümesinin ortaya çıkardığı sorunlardır. Hatta her iki düşünce sitemi aynı zamanda (1980’lerin başı) ortaya çıkmıştır.

 

 

4.3) Türkiye ve Yönetişim

            Yukarıda bahsetmiş olduğumuz gibi yönetişim stratejisi uluslararası malî kuruluşların az gelişmiş ülkeler için öngördüğü bir stratejidir. Türkiye de bu uluslar arası kuruluşlarla olan uzun dönemli münasebeti dolayısıyla yönetişim anlayışının ortaya çıktığı zamandan bu yana az çok bundan etkilenmiştir.

 

            Özellikle Avrupa Birliği’ne giriş çalışmaları kapsamında bu yönde belli çalışmalar yapılmaktadır. Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları kapsamında yapılan ve yapılması planlanan düzenlemelerde yönetişim hususu göze çarpmaktadır.

 

AB müktesebatındaki yönetişim ilkelerine baktığımızda, bunların;

·         Saydamlık,

·         Vatandaşlara karşı sorumluluk ve hesap verme yükümlülüğü,

·         Katılımcılık,

·         Devletin rolünde değişim(üretici devlet yerine düzenleyici devlet),

·         Adem- i merkeziyetçilik

olarak sıralandığını görürüz.[48] Saydamlıktan kasıt özellikle malî yapının saydam olmasıdır. Kamu malî sisteminin uluslararası normlara uygun olarak denetiminin yapılması öngörülmektedir. Bu kapsamda idarî açıdan bağımsız bir yolsuzlukla mücadele biriminin oluşturulması ve denetim işlevinin Sayıştay’ın bağımsızlığını garanti edecek şekilde gerçekleştirilmesi tasarlanmaktadır. Burada bahsedilen bağımsız idarî otoriteler yönetişim hususunun gerçekleştirildiği bir uygumla olarak göze çarpmaktadır. Bununla ilgili ayrıntılı açıklamaya çalışmanın ileriki kısmında, yönetişime eleştiriler bölümünde değineceğiz.

 

            Katılımcılık ilkesinin alt açımları olarak sosyal diyalogun sağlanması amacıyla bir Ekonomik ve Sosyal Konsey kuruması ile bölgesel eşitsizliklerin giderilmesine yönelik ulusal politikayı ortaya koyacak bir kalkınma planının hazırlıklarının ilgili tüm kesimlerin katılımı ile hazırlanması gözükmektedir. Hep birlikte yönetim şeklinde ifade edilen yönetişim anlayışı, Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulması ile tezahür edecektir. Zira, Ekonomik ve Sosyal konsey’ler bilindiği gibi, baskı gruplarının ve siyasal iktidarın temsilcilerinden oluşan bir meclis mahiyetindedir. Ayrıca, ilgili kalkınma planının hazırlanmasında ilgili tüm kesimlerin katılımı hususu bir yönetişim uygulamasıdır.

 

            Üretici devlet yerine düzenleyici devlet ilkesi ile düzenleyici kurumların bağımsızlığının garanti altına alınması ve bankacılık, sigortacılık ve menkul kıymetler alanında özerk düzenleme kurullarının oluşturulmasını öngörmektedir. Görüldüğü gibi bu ilke de özerk kurullara görev yüklemektedir. Adem- i merkeziyetçilik ilkesi ile bütçesel ve malî işlerde merkezî olmayan bir işleyiş sistemi kurulması öngörülmektedir. Ayrıca, bu adem-i merkeziyetçilik ilkesi, hizmeti vatandaşa en yakın birimin görmesi anlamına gelen sübsidiyarite ilkesini de beraberinde getirmektedir.

 

            Türkiye ve yönetişim konusunda yaptığımız bu kısa açıklamalardan sonra yönetişim anlayışına yöneltilen eleştirilere değinelim.

 

 

4.4) Yönetişime Yöneltilen Eleştiriler

            Yönetişim anlayışına yöneltilen eleştirilerin başında bu anlayış ile idarenin(kamu yönetiminin) bütünlüğünün bozulduğu ve bozulan bu bütünlük üzerinde halk iradesinin gerçekleştirilemediği gelmektedir.

 

            Özellikle bağımsız idarî otoritelerin idarî bütünlüğü parçaladığı söylenmektedir. Bunu şekil ile ifade edelim.

 

Şekil 2: Yönetişimin Uygulanma Şekli.

 

Bağımsız İdarî Otoriteler

Sermaye       Sivil Toplum Örgütleri

                                                           (Sendikalar, gönüllü kuruluşlar, sermaye örgütleri, vs)

 

 

            Yönetişim anlayışının idarenin bütünlüğünü paraladığını savunanlara göre bağımsız idarî otoriteler kamu yönetimi bütünlüğü dışındadır. Bunlar üzerinde yasama ve yürütme denetimi yoktur. Bu kurulların denetimi şekildeki gibi olmaktadır. Burada idare devre dışıdır. Denetim çoğunlukla sermaye tarafından yapılmaktadır. Halk iradesi devre dışı bırakılmıştır. Sivil toplum örgütleri ise bu süreçte yeterince etkili olmadıklarından sermaye kesiminin denetimi bu özerk kurullar üzerinde oldukça belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu kurullar, hassas sektörlerde faaliyet göstermektedirler. Örneğin, bankacılık, sermaye piyasası, enerji piyasası, şeker piyasası, telekomünikasyon sektörü bu sektörlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla bu sektörler üzerinde faaliyet gösteren bu kurullar üzerinde halk iradesi olmadığından kamu yararı ilkesi sarsılmış olmaktadır.

 

            Kavramsal açıdan değerlendirildiğinde bu düşünce kendi içinde doğrudur. Fakat, ortaya kamuda bütünlüğün bozulması ve orta vadede beraberinde getireceği sorunlar mı yoksa kamu da etkinlik mi? sorunsalı çıkmaktadır.

 

            Ülkemizde bu kurullardan 15 tane bulunmaktadır ve yukarıda da belirttiğimiz gibi AB sürecinde bunlara yenilerinin eklenmesi de düşünülmektedir. Bu kurullar şunlardır. Sermaye piyasası Kurulu(1984), Radyo Televizyon Üst Kurulu(1994), Rekabet Kurulu(1994), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu(1999), Telekomünikasyon Kurulu(2001), Şeker Piyasası Kurulu(2001), Enerji Piyasası Kurulu(2001), Sigorta Kurulu, Tütün Piyasası Kurulu(2001), Kamu İhale Kurulu(2001), Transit Boru Hatları Kurulu, Doğalgaz ve Petrol Piyasası Kurulu, Endüstri Bölgeleri Kurulu(2001), Para Piyasası Kurulu.

 

            Yönetişim anlayışına yöneltilen bir başka eleştiri ise yönetişimin küresel pazar için yeni bir strateji[49] olduğu yönündedir. Yönetişim, Dünya bankası’nın 1989’da Afrika’da var olan durumu bir yönetişim krizi olarak tanımlamasından sonra güncelleşen ve  diğer uluslararası finans kuruluşlarınca da benimsenen bir kavram oldu. Bu tarihten itibaren, yönetişim kavramı gerek ulusal ve gerekse uluslararası karar alma süreçlerinde demokratik mekanizmaların yaşama geçirilmesini destekleyen bir politikanın adı gibi değerlendirilmeye başlandı. Yönetişimin temel unsurları olarak ‘şeffaflık’, ‘hesap verme’, ‘hukuk devleti’, ‘katılım’ gibi değerler ön plan geçirildi ve hem ulusal hem de uluslararası politikaların bu kavramlar etrafında yeniden biçimlendirildiği düşüncesi yaygınlaştı. Bu haliyle yönetişim, gelişmekte olan ülkelerin uluslar arası finans kuruluşları aracılığıyla, küresel kapitalist pazara daha fazla bağımlı kılınmasını meşrulaştırdığı bir araçtır.[50]

 

 

 

5) DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

            Politika biliminin ekonomik analizi olan kamu tercihi teorisinde politik karar alma sürecini inceledik. Kolektif karar alma bilimi olarak da adlandırılan kamu tercihi teorisi mikro ekonomi yöntemi ile karar alma sürecini analiz etmektedir. Bu süreç içerisinde belli varsayımlardan hareket edilmektedir. Bu varsayımlardan temel olanlar bireylerin homo-economicus olduğu, politik sürecin bir mübadele olduğudur. Politik süreç bu kurallara göre işlemektedir. Bu kuralların politik süreçte var olduğunun kabul edilmesi politik sürecin “piyasa benzeri” bir işleyişe sahip olduğunu göstermektedir. Piyasa benzeri, bu işleyiş içerisinde her aktör kendi çıkarını en çoklaştırmak için çabalamaktadır. Bu ise doğal olarak belli sorunları beraberinde getirmektedir.

 

            Kamu tercihi teorisi kamunun başarısız olduğunu savunmaktadır. Bunun çeşitli gerekçeleri bulunmaktadır. Kamunun başarısız olmasında devletin büyümesinin önemli bir rolü bulunmaktadır. Devletin görevi, bu nedenle yeniden tanımlanmalıdır. Zira küçük devlet daha etkin çalışmaktadır. Devletin büyümesi beraberinde politik yozlaşma ve ekonomik yozlaşmayı getirmektedir. Bunun önüne geçmek için, belirtildiği gibi, devlet küçültülmeli, asli görevlerini yerine getirerek piyasanın işleyişine karışmamalıdır.

 

            Kamusal karar alma süreci, kolektif malların arzının belirlenmesi sürecidir. Yani, toplumun bütününe yönelik olarak sunulan mal ve hizmetlerin miktarının tespiti politik karar alma süreci sonunda belli olmaktadır. Diğer siyasal rejimler bir yana demokratik yapılanmalarda politik kararalar halk tarafından alınmaktadır. Günümüzde, çeşitli nedenlerle temsili demokrasi uygulanmaktadır. Bu sebeplerin başında nüfusun kalabalık olması gelmektedir. Temsili demokrasilerde kararlar doğrudan halk tarafından değil, onun seçtiği temsilcileri tarafından alınmaktadır.

 

            Bu demokratik karar alma sürecinde rol oynayan aktörler seçmenler, siyasî partiler, bürokrasi ve baskı gruplarıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, bu aktörlerin her bir kendi çıkarını en çoklaştırmak ister. Seçmenler kendilerine sunulacak hizmeti, siyasî partiler oylarını ve dolaysısıyla siyasal kazanımlarını, bürokrasi olanak ve itibarını, baskı grupları ise menfaatleri en çoklaştırmak isterler. Her aktör, bu çıkarını elde etmek için farklı zamanlarda farklı biçimlerde siyasal sürece katılırlar. Adı geçen aktörlerin bu faaliyetleri siyasal ve ekonomik yozlaşmaya yol açar. Bu yozlaşmayı tam manasıyla ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ancak, önemli ölçüde azaltılabilir. Bunun başlıca çaresi devletin küçültülmesi ve daha etkin hale getirilmesidir.

 

            Kamu tercihi benzer bir nitelik gösteren yönetişim anlayışı da kamu kesiminin küçültülüp etkinleştirilmesi gerektiğini öne sürer. Günümüzde devletin etkinliği tartışılan konulardan birisidir. Bu konuda çare olarak üzerinde uzlaşılan hususların başında devletin küçültülüp asli işlevlerine geri döndürülmesi gelmektedir.

 

            Kamu kesimi performansı ve etkinliğine ilişkin yapılan değerlendirmelere baktığımızda daha sosyal bir devlet ve beraberinde daha iyi bir gelir dağılımı mı yoksa daha küçük fakat daha etkin bir devlet mi olması gerekir sorunu ortaya çıkmaktadır. Tabii böyle bir seçim yapmak ülkelerin kendi tercihlerine kalmış bir durumdur. Ancak, şu an dünyada genel eğilim devletin daha küçük ve daha etkin olması yönündedir. Kanaatimizce, böyle bir şeye karar verilirken ilk önce göz önünde tutulması gereken husus ülkenin kendi sosyo- ekonomik koşullarıdır. Bu koşullar göz önüne alınarak uygun bir tercih yapılmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz. 

 

 

* Ersin Kaplan,

Dokuz Eylül, Maliye, Yüksek Lisans Programı.

ersinkaplan1@yahoo.com

http://www.akademiktisat.net

 

 

 



DİPNOT - REFERANS

[1] Aktan C.C., “Kamu Tercihi”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/kamu-tercihi.htm.

[2] Johnson, David B., “Anayasal İktisat” , çev.: Şimşek, Hayal Ayça, www.canaktan.org, 11/03/04.

[3] Mueller, Denis C, “Kamu Tercihi Teorisi” , çev.: Ahundzade N. ve Musayev G., www.canaktan.org, 11/03/04.

[4] Aktan C. C. agm.

[5] Buchanan, James M., Anayasal Demokrasi, Bireysel Özgürlük ve Politik Eşitlik”, çev. Odabaş Hakkı ve Gülşen Abdulkadir, www.canaktan.org, 11/03/04.

[6] Aktan C.C. , Politik İktisat, Anadolu Matbaacılık, İzmir 2000, s: 105.

[7] Aktan, age., s: 107.

[8] www.milliyet.com.tr/2002/10/17/yazar/dundar.html - 25k.

[9] Aktan,Coşkun Can, “Yolsuzluklarla Mücadelede Anayasal İktisat Perspektifi”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/anayasal-iktisat-perspektifi.pdf,11/03/04.

[10] Aktan, Politik İktisat, s: 110.

[11] Aktan, Coşkun Can, “James M. Buchanan’ın Politik İktisada Katkıları”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/aktan-buchanan-katkilari.pdf, 11/03/04.

[12] Aktan, Politik İktisat, s. :113.

[13] Aktan, “Yolsuzluklarla Mücadelede Anayasal İktisat Perspektifi”.

[14] Aktan, “Yolsuzluklarla Mücadelede Anayasal İktisat Perspektifi”.

[15] Aktan, Politik İktisat, s.114.

[16] Aktan, “Yolsuzluklarla Mücadelede Anayasal İktisat Perspektifi”.

[17] Aktan Coşkun Can, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, Anadolu Matbaacılık, İzmir 2001, s.324.

[18] Sirkin, Gerald, “Devletin Başarısızlının Anatomisi”, çev. C.Can Aktan, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/aktan-irkin-devletin-basarisizligi.pdf  11/03/2004.

[19] Sirkin, Gerald, age., 11/03/2004.

[20] Kapani, Münci. Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara 1998, s.138.

[21] Sakal, Mustafa, “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/sakal-siyasal-karar-alma.pdf, 11/03/2004.

[22] Aktan C.Can ve Dileyici, Dilek, “Kamu Ekonomisinde Oylama ve Karar Alma Yöntemleri”, Kamu tercihi ve Anayasal İktisat Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Şubat-Mart 2001.

[23] Kapani, age. s.139.

[24] Aktan, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, s.328.

[25] Kapani, age., s.140.

[26] Kapani, age., s.160.

[27] Kapani, age., s.165-167.

[28] Aktan ve Dileyici, agm.

[29] Sakal, Mustafa, “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”.

[30] Sakal, “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”.

[31] Eryılmaz, Bilal. Kamu Yönetimi, İstanbul 2000, s.214.

[32] Eryılmaz, age. ,s.216.

[33] Aktan, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, s.:330.

[34] Kuzu, Burhan., “Kamu Yönetiminde Baskı Gruplarının Rolü ve Memleketimizdeki Duruma Kısa Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fak. Dergisi., Yıl.: 1988, Cilt.: XL, Sayı.:1-4, s.102.

[35] AY Hakan,  Vergi Politikası ve Baskı Grupları, İrfan Kültür Merkezi Yayınları, İzmir 1998, s.8.

[36] Aktan, C.Can, “Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri”, www.canaktan.org/din-ahlak/ahlak/yolsuzlukla-mucadele-stratejileri/tum-yazilar/tesvik kollama.pdf++%22bask%C4%B1+gruplar%C4%B1%22&hl=tr&ie=UTF-8, 11/03/2004.

[37] Daver, Bülent., Siyaset Bilimine Giriş, Sevinç Matbaası, Ankara, tarihsiz, s.:243.

[38] Güzeliş, İsmail, İdarede Baskı Grupları, İstanbul, 1964, s.25.

[39] Sakal, Mustafa, “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”.

[40] KAPANİ, age., s.208-209.

[41] Sakal, “Siyasal Karar Alma Sürecinde Rol Alan Aktörler ve Rolleri”.

[42] Güzeliş, age., s.26.

[43] Aktan, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, s.333.

[44] Aktan, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, s.334.

[45] Eryılmaz, age., s.28.

[46] Eryılmaz, age., s.29.

[47] Eryılmaz, age.,s.29.

[48] AB ve Yönetişim, Bilgisayar sunumu, www.abgs.gov.tr, 20/03/2004.

[49] Çulha Zabcı, Filiz, “Dünya Bankası’nın Küresel Pazar İçin Yeni Stratejisi: Yönetişim”, SBF Dergisi, Sayı 57/3, Temmuz-Eylül 2002, s.151-178.

[50] Çulha Zabcı, agm.

 

 

 

KAYNAKLAR

●AKTAN, Coşkun Can; Politik İktisat, Anadolu Matbaası, İzmir 2000.

●AKTAN, Coşkun Can; Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, Anadolu Matbaacılık, İzmir 2001

●AKTAN, Coşkun Can; “Kamu Tercihi”,

www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/kamu-tercihi.htm, 11/03/2004.

● AKTAN, Coşkun Can ve DİLEYİCİ, Dilek; “Kamu Ekonomisinde Karar Alma ve Oylama Yöntemleri”, Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Dergisi, Yıl:1, Sayı: 1, Ocak- Şubat- Mart 2001.

● AKTAN, Coşkun Can; “Yolsuzluklarla Mücadelede Anayasal İktisat Perspektifi”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/anayasal-iktisat perspektifi.pdf, 11/03/04.

● ALFONSO, Antonio, SCHUKNECHT, Ludger ve TANZİ, Vito; “Pubic Sector Efficiency: An International Comparison”, ECB Working Paper, No.242, July 2003, www.ecb.int, 30/03/2004.

● AY, Hakan; Vergi Politikası ve Baskı Grupları, İrfan Kültür Merkezi Yayınları, İzmir 1998, s.8.

● BUCHANAN, James M.; “Anayasal Demokrasi, Bireysel Özgürlük ve Politik Eşitlik”, çev. Odabaş Hakkı ve Gülşen Abdulkadir, www.canaktan.org, 11/03/04.

● ÇULHA ZABCI, Filiz; “Dünya Bankası’nın Küresel Pazar İçin Yeni Stratejisi: Yönetişim”,  SBF Dergisi, Sayı 57/3, Temmuz-Eylül 2002.

● DAVER, Bülent; Siyaset Bilimine Giriş, Sevinç Matbaası, Ankara, tarihsiz.

● ERYILMAZ, Bilal; Kamu Yönetimi, İstanbul 2000.

● GÜZELİŞ, İsmail; İdarede Baskı Grupları, İstanbul, 1964.

● JOHNSON, David B.; “Anayasal İktisat” , çev.: Şimşek, Hayal Ayça, www.canaktan.org, 11/03/04.

● KAPANİ, Münci; Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara 1998.

● KUZU, Burhan; “Kamu Yönetiminde Baskı Gruplarının Rolü ve Memleketimizdeki Duruma Kısa Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fak. Dergisi, Yıl: 1988, Cilt: XL, Sayı:1-4.

● MUELLER, Denis C.; “Kamu Tercihi Teorisi” , çev.: Ahundzade N. ve Musayev G., www.canaktan.org, 11/03/04.

● SAKAL, Mustafa; “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/sakal-siyasal-karar-alma.pdf, 11/03/2004.

● SİRKİN, Gerald; “Devletin Başarısızlının Anatomisi”, çev. C.Can Aktan, www.canaktan.org/ekonomi/anayasal_iktisat/aktan-irkin-devletin-basarisizligi.pdf, 11/03/2004.

● www.abgs.gov.tr    20/03/2004.

●www.milliyet.com.tr  20/03/2004.

 

 

 

Sayfa Başı