AKADEM<İ>KTİSAT

 

 

ÇOK ORTAKLI ŞİRKET (ÇOŞ) MODELİ ÇERÇEVESİNDE KONYA HOLDİNGLERİ

 

 

İÇİNDEKİLER:

 

GİRİŞ

 

1. TARİHTE KONYA VE ŞİRKETLEŞME

2. GÜNÜMÜZDE KONYA’DA ŞİRKETLERİN DURUMU

3. KONYA’DA HOLDİNGLEŞME SÜRECİ

4. HOLDİNGLERİN YA DA ÇOŞ MODELİNİN DURUMU VE SORUNLARI

5. BU MODELE DESTEK VEREN GURBETÇİ KÜÇÜK YATIRIMCILAR

6. BAZI TEKLİFLER

 

SONUÇ

 

 

 

GİRİŞ

            Kısa bir süre önce yaşanan holdingleşeme furyası bugün artık bir “holding gate” skandalına dönüşmek üzeredir. Onbinlerce mağduru ile kamuoyunun üzerine eğilmesi gereken bir konudur. Son nokta henüz konulmadığı için modelin ülke ekonomisi için bir kazanç haline dönüştürülmesi imkanı hala mevcuttur. Bu konuda temeli 2000 yılında yaptığımız bir çalışmaya dayanan yazımız aşağıdadır.

 

            Niçin Konya, niçin holdingleşme? diye başlıyor bir çok kişi soruya. Bu bir tesadüf değildir. Modelin tutunması ve geleceği için bazı konuların objektif, şeffaf ve açık yürekli bir bakış ile gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ama önce şu holdinglerin kategorize edilmesine bir eleştiri getirelim. Her şeyden önce “İslâmî Holding” ifadesi bir art niyetin değilse büyük bir yanlışlığın eseri olmalı diye düşünüyorum ve bu ifadenin kullanılmamasını öneriyorum. Çünkü;

·       Holdingler arasında İslâm ile alakası olmadığı halde para toplayabilmek için İslâmcı görünen ve insanların inançlarını suistimal edenler olduğu gibi,

·       İslâm olduğu halde ömrünce görmediği kadar parayı toplayınca şaşıranlar, yanlışa sapanlar da mevcut.

·       Birilerinin sırtından köşe dönmeyi marifet sayan insanların çoğaldığı toplumumuzda bunların olmasını normal bile karşılayabiliriz ama “islami holding” ifadesi ile “İslâmî” kavramına saygısızlık ederek, özünde, sözünde ve icraatında samimi olan ve vatana hizmeti ön plana almış iyi niyetli girişimcilere ve holdinglere de haksızlık etmiş oluruz.

 

            Bu sebeple sanki bir de İslâmî olmayan holding modeli varmış izlenimi veren İslâmî holding kavramı yerine Çok Ortaklı Şirketler (ÇOŞ), Gurbetçi Holdingler ya da Dövizci Holdingler hatta bu holdinglerin bir kısmını daha iyi ifade edecek şekilde Gecekondu Holdingler demek daha anlamlı olacaktır kanaatindeyim.

 

 

1. TARİHTE KONYA VE ŞİRKETLEŞME

            Konya’da holdingleşme tesadüfen başlayıveren bir akım değil tersine temellerini tarihte bulan bir modeldir. Tarıma dayalı gelişmenin ve son 150 yıldır birikime zarar verecek bir doğal afetin olmaması Konya’da zenginliğin sürekli birikmesi yeni iş alanları açılmasını hızlandırmış ve bu şirketleşme de yeni yapılanma gereklerini doğurmuştur. Tarihe kısaca bir göz attığımız zaman bunu bugünkü şartları oluşturan temelleri görebiliriz:

·       Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde bazı etnik grupların milliyetçilik akımlarının etkisi ile Osmanlıdan bağımsızlık ilan ettikleri dönemde başlayan millî sanayi, millî ekonomi hamlesinin yapıldığı dönemde Konya, İstanbul’un ardından en çok millî – çok ortaklı şirketin kurulduğu vilayettir. İnsanlar mahsulünü, besisini, yününü, halısını getirip sermaye olarak koymuş ve halk şirketleri oluşmuştur. 1908-1918 yılları arasında millî ekonomi hamlesi kapsamında kurulan 129 adet “Osmanlı Anonim Şirketinin” 19 adedi ve Osmanlının ilk Bankası Konya’da kurulmuştur[1] ve Türk-Anadolu sermayesinin ilk holding örneği bu bankadır. Buna ek olarak Karaman ve Akşehir’de kurulan bankalar ile birlikte Konya’da kurulan banka sayısı bu dönemde 4’e ulaşmıştır.[2]

·       Ayrıca 1897 yılı Osmanlı Devleti istatistiklerine göre imparatorluk sınırları dahilinde en çok ziraat, ticaret ve sanayi odası bulunan şehirlerden biri Konya vilayetidir, diğerleri Edirne, Kastamonu ve Trabzon’dur.[3]

·       Aynı şekilde bugün de T.C. sınırlarında KOBİ lerin en çok yoğunlaştığı 4 şehirden biri Konya’dır, diğerleri Edirne, Gaziantep ve Denizli’dir.[4]

 

 

2. GÜNÜMÜZDE KONYA’DA ŞİRKETLERİN DURUMU

            Tarıma dayalı ekonominin desteği  ile birlikte tarımda makineleşme Konya’da demir çelik, metal işleme, otomotiv ve makine imalatı konularında yatırımları artırmış ve sanayinin gelişmesini hızlandırmıştır. Zaman içerisinde Konya ekonomisinin belli konularda uzmanlaşması yanında geniş bir yelpazede farklı sektörlerde de üretim yapar hale gelmesi Konya’nın girişimcilik ve sanayileşme yapısındaki farkını ortaya koymakla beraber gelişme potansiyelini de artırmaktadır.

 

            Ancak şirketlerin neredeyse tamamına yakını küçük aile şirketleri olduğu için Konya son 10 yıla kadar henüz dikey bir gelişmeyi başlatamamış, ekonomi vasat bir döngü içinde devam edegelmiş Konya’nın bu potansiyeli atıl kalmaya mahkum olmuştur. Bunun aşılmasında Holdingleşme modelinin büyük rol alacağını söylemek kehanet olmazdı elbette.

 

            Bu durumu anlamak için Konya ekonomisine hakim olan küçük aile şirketlerin çoğunun taşıdığı sorunları analiz etmekte fayda olacaktır. Bu sorunlardan üç büyükler şunlardır:

a-      Öz sermaye yetersizliği,

b-      Kalifiye eleman yetersizliği,

c-      Kalifiye işveren- patron yetersizliği.

 

Bunları açarsak;

            Öz sermaye yetersizliği, mali ve teşvik mevzuatı sorunları, KOBİ’ lerin teşviklerden yararlanma oranı şirket sayısı itibarı ile %5-7 civarındadır. Bu şirketler aktif ve profesyonel bir finans yönetimi uygulamadıkları için ve özellikle de inanç gereği banka kredisi almadıkları için mali piyasaların arz ettiği imkanlarından faydalanamazlar. Bu durum onları kendi yağı ile kavrulan, olan ile yetinmek zorunda kalan ve atak yapamayan bir konuma sokmaktadır.

 

            Türkiye çapında KOBİ’lerin toplam şirket sayısının %98’ini, imalat şirketlerinin ise %99,4’sini teşkil ettiğini ve Konya’nın Türkiye’deki KOBİ’lerin en çok bulunduğu ilk 4 şehir arasında olduğunu hatırlarsak durumu daha iyi kavramış oluruz.

 

            Kalifiye eleman yetersizliği, eğitim politikalarının sanayi gerekleri ve ekonomik şartlara uyumlaştırılamamasından ve sanayi-okul işbirliğinin yetersiz kalması sebebi ile ülke genelinde de çözülememiş bir sorundur. Okullarımızın yetiştirdiği insan gücü aranan vasıfları taşımadığı gibi, aranan vasıfları taşıyan iş gücü ve beyin gücü yetiştirilmesinde de büyük eksikler vardır. Bu durum ciddi bir güç israfı demektir. Konya’da diğer potansiyel sahibi fakat atıl Anadolu şehirlerimiz gibi bu sıkıntıdan payını almaktadır.

 

            Ayrıca büyük birkaç şehre akan beyin göçü de kalifiye eleman sorununu körüklemektedir. Bu göçün ters dönmesi aslında ülke ekonomisinin kalkınma hızını artıracaktır.

 

            Kalifiye işveren-patron yetersizliği, burada ölçü işverenlerimizin ne kadar zengin ya da büyük olduğu, nasıl bir lüks evde oturduğu, nasıl bir arabaya  bindiği ya da kaç muhafız ile gezdiği değildir... Genellikle görülen yapısal benzerlikler şunlardır:

·       Takım ruhuna, kurumsallaşmaya ve profesyonelleşmeye imkan vermeyen ağalık duygusunun hakim olduğu işveren tipi çoğunluktadır. 

·       O yaptı ben de yapayım anlayışı ile teknik ve alt yapı gereklerini tamamlamadan yatırımlarına yön verirler

·       Eğitime, elemana, insana ve profesyonele yatırım yapmazlar, değer vermezler,

·       İyi bir yatırımcı, üretici olarak en iyi teknolojilere yatırım yapmaya çalışırlar

·       İyi bir pazarlamacı-satıcı, ekip yöneticisi, koordinatör değildir.

·       Ortaklık ve işbirliği kültürü gelişmemiştir, baba-oğul-kardeş bile kendi arasında anlaşamazlar, ayrılıp şirketleri parçalar ve daha verimsiz kılarlar

 

Bunların dışında ama bunların da etkisi ile şirketlerimizde görülen diğer sorunları da şöyle sıralayabiliriz:

·         Yurt dışı pazarlarına açılamazlar,

·         Yeni pazar ve yeni ürün geliştiremezler,

·         Sahip oldukları kaynakları yeterince etkin ve verimli kullanamazlar,

·         Bilgiye ulaşmak ve kullanmakta zorluk çekerler,

·         Yorganı ayağına göre uzatmanın yollarını aramak yerine dededen-babadan kalan ayağını yorganına göre uzat politikasını benimserler.

 

 

3. KONYA’DA HOLDİNGLEŞME SÜRECİ

            Paranın ve rekabetin sınır tanımadığı global ekonomide devletçi ve tekelci yaklaşımlar girişimciliği zayıflatmış, KOBİ lerin hayatta kalma şansları azalmıştır. Zamanla daralan pazarları ve çekilen ortak sıkıntıları çoğu Konya’da olmak üzere bazı Anadolu şehirlerindeki şirketleri 1+1=3 eder mantığı ile birleşme zeminde buluşturmuştur. Bu yapılanma holding şeklinde gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, Çok Ortaklı Şirket Modeli (ÇOŞ) bir çok şirketin sorunlarına çözüm olabileceği gibi güçlü organizasyonlar Konya’nın dikey büyümesini ve dolayısıyla Türkiye’nin kalkınmasını sağlayabilecektir. Holdingleşme sayesinde;

·         Finans ihtiyacı halkın tasarrufları ile karşılanmış (keser misali hep kendine yontan) banka-kredi çarkına girmeden mali sorunların çözülmesi mümkün olmuştur.

·         Yeni yatırımlar ve ARGE çalışmalarına kaynak ve ortam sağlanmıştır.

·         Atıl kaynakların canlandırılması ve ekonomiye kazandırılması sağlanmıştır.

·         Üretim, istihdam ve ihracat artmış global ekonomiye katılım sağlanmıştır.

·         Profesyonel yönetim ve kurumsallaşma gerekliliği kabul edilmiştir. İstenilen ve yeterli ölçüler de başarılı olmasa bile bu yönde Konya dışından bir miktar tersine beyin göçü sağlanmıştır.

·         Holdingler sayesinde Konya ekonomisi canlanmıştır. Konya son 10 yılda ülke çapında en hızlı gelişen şehirler arasına girmiş, yeni sanayi odaklarından birisi haline gelmiştir.[5]

·         Yurt dışı pazarlarda rekabet gücü artmıştır.

·         Yurt dışında atıl duran işçi tasarruflarının Türkiye’ye transferini sağlayarak ülke ekonomisine ciddi miktarda döviz sağlamışlardır. Şimdiye kadar gelen dövizin 5-7 mr USD civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam IMFnin bir sürü dayatmadan sonra 3 yılda vereceği borcun iki katıdır (2000 yılı itibarı ile).

 

 

4. HOLDİNGLERİN YA DA ÇOŞ MODELİNİN DURUMU VE SORUNLARI

            Benzer şekillerde oluşan ve sayıları 1980’lerin başında 322 yi bulan işçi şirketlerinin bugün hepsi yok olmuş ya da vasfını kaybetmişlerdir.[6] Buna rağmen geçmiş hataların unutularak yeniden benzer bir şirketleşmenin başlamış olması iyi değerlendirilmeli, teşvik edilmelidir. Aynı şekilde her ile en az 10 ÇOŞ ve Türkiye’ye 500 ÇOŞ daha lazımdır. Yurt dışındaki tasarruf birikimimiz bunu taşıyacak güçtedir.

 

            Maalesef ülkemizi yöneten kadrolar geçmişten ders almamışlar ve son 10 yılın en önemli yabancı sermaye girişi fırsatını da harcamışlardır. Geçmişin unutularak aynı hatalara düşülmesini engellemek lazımdır. Sistemin devamı küçük yatırımcının güveninin devamına bu da menfaatlerinin korunmasını sağlayacak şeffaf mekanizmaların çalıştırılmasına bağlıdır. Halâ geç kalınmış değildir.

 

            Holdinglerde yaşanan temel sorunlar, yukarıda saydığımız aile şirketlerindeki işletme sorunlarının kısmen yansımasıdır. Holdinglerde görülen bu sorunların çözülmesi gerekir;

·         Holdingler aile şirketlerinde görülen sermaye yetersizliği ve buna bağlı sorunları çözmeyi başarmıştır ancak hala

·         Kurumsal bir yapıya geçilememiş, prensip, ekip hakimiyeti yerine şahıs hakimiyeti devam etmektedir.

·         Ellerindeki finansal imkanları yerinde ve etkin kullanamamışlardır.

·         Verimlilik ve karlılık olması gerektiği orana ulaşamamıştır.

·         Konya ve Ülke ekonomisine yapmaları gereken etkiyi henüz yapamamışlar hatta bir kaç holding istisna olmakla birlikte tasarrufların yanlış yatırımlar veya harcamalar ile zayi olmasına bile sebep olmuşlardır.

 

 

5. BU MODELE DESTEK VEREN GURBETÇİ KÜÇÜK YATIRIMCILAR

Bu kesimi iyi anlamak lazımdır. Çünkü söz konusu yatırımcılar:

·       Sadece güvene dayalı olarak parasını Türkiye’ye göndermektedir. Gurbetçidir, kazandığını vatanında harcamak için biriktirmiş, harcayarak hayat standardını yükseltmek yerine biriktirip bu güne kadar ihmal edilmiş bir kitle olduğu için önüne ilk çıkan holding girişimlerine hiç bir devlet (!) güvencesi olmadan sadece manevi güvene ve umuda dayalı olarak verip Türkiye ye göndermiştir.

·       Türkiye’de üretilmeyen, ithal edilen, teknoloji yoğun, ihracat şansı yüksek ürünler konusunda ve İstihdam sorununa çözüm olacak yatırımların konuşulmasından ayrı bir heyecan duyarlar.

·       Bir çoğu param batacaksa bile vatanımda batsın diyecek kadar yürekli vatansever insanlardır, tamahkarları da az değildir.

·       Birikimlerini inançları gereği bankalara yatırmadıkları için kayıt dışında kalmış tasarruflarının ortaya çıkması ile vergi ve mali sorunlardan korktuklarından dolayı ortaklıklarının kayıt altına alınmasından endişe duymaktadırlar.

·       Bazı holdingler bunu ortaklarının SPK ya kayıt olmayı istememelerini sağlamak için kendi menfaatleri yönünde kullanmışlardır. SPK nın siyasi müdahale ya da sermaye savaşı görünümünde davranması da bu kesime haklı bir tedirginlik vermekte ve bu endişe kendine zemin bulmaktadır.Bu inanışı kırmak ve fırsat vermemek gerekir.

·       Bu durum kontrol zorluğu ile birlikte Holdingler arasındaki çürüklerin ayrılmasını imkansızlaştırmaktadır, yatırımcı gurbetçinin güvende olmasını tehlikeye sokmaktadır.

·       Ancak şu bir gerçektir ki; Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olan mali kaynak yurt dışında ve yurt içinde vatandaşımızın yastığı altında kayıt dışında fazlası ile mevcuttur.

·       Yaşanan krizlerin en önemli sebeplerinden birisi de belirsizlik ve güvensizlik nedeni ile tasarrufların ekonomiye kanalize edilememesidir.

·       Bu tasarrufları (ki; Avrupa’daki Türklerin tasarrufu 50-100 milyar USD olarak tahmin ediliyor) hem de dış kaynaklı borç niteliğinde olmadan ülke ekonomisine kazandırmak mümkündür. Kısır siyasi endişeler ile böyle bir kaynağı kaçırmak üzere olduğumuz ısrarla dikkate alınması gereken bir gerçektir.

·       Öyle ki; Commerzbank Almanya’da inançlarından dolayı paralarını bankaya yatırmayan vatandaşlarının inançlarına saygı duyduklarını ifade ederek onların inançlarına uygun bir bankacılık birimi oluşturmaya başladılar bile.[7]

 

 

6. BAZI TEKLİFLER

1.      Devlet, çürükleri ayıklayıcı, art niyetli yaklaşımları engelleyici önlemler almalıdır. “Sahtekar” girişimcileri hapse atmakla birlikte, öncelikli olarak hodingzedelerin “çalınan” paralarını ortaya çıkarmak ve “iyi niyetli-masum” girişimcileri korumaya yönelik bir yaklaşım içinde olmalıdır.

2.      SPK yüzlerce sayfa mevzuatına rağmen uygulama açısından son derece yetersiz kalmaktadır. Türkiye gibi büyük ve dinamik bir ekonomide SPK’nın merkezi bir idare sisteminde kalması hatadır ve israftır. Dandik bankaların bile en ücra köşelerde şube açtığı ülkemizde SPK (veya IMKB) niçin önemli bazı bölgelerde “yerel menkul kıymet borsaları” kurmuyor? Bu tür ÇOŞ girişimlerinin teşvik edilmesi için belli başlı şehirlerde “özel statülü” yerel menkul kıymet borsaları kurulmalıdır. Bunların IMKB yapısında veya NASDAQ taklidi olmaları gerekmez.

3.      Bu borsalar holding bünyesine girmek istemeyen KOBİ’lerin de fon toplayabileceği yapıda olmalıdır.

4.      Bölgesel borsaların temel işlevi “küçük yatırımcının yanıltılmasını önleyen ve spekülatörlerden koruyan bir denetim mekanizmasından” fazla olmamalıdır. Yastık altından para toplamak isteyen “şirketler her türlü faaliyeti konusunda serbest bırakılmalı, sadece ortakların doğru bilgilendirilmesi ile yöneticilerin “şahsi” davranışlarının engellenmesi” temel hedef olmalıdır. Bunun dışında yapılacak uygulamalar, bürokrasiyi artıracağı gibi, ekonomiyi yakından bilmeyen küçük yatırımcılara itici gelebilir.

5.      Küçük yatırımcının ve gurbetçinin güvenini sağlamak için gerekli tedbirler alınmalıdır.

6.      Holdingleri kurumsallaşma, pazarlama ve özellikle de ihracat için yönlendirici ve teşvik edici politikalar ile desteklemek en önemli sorunların çözümünü sağlayacaktır.

7.      Aynı şekilde yurt içindeki vatandaşın kayıt dışı olduğu tahmin edilen altın iddiharı 70 milyar Dolar civarında (Avrupa’daki Türklerin tasarrufu ise 50-100 milyar USD) olduğu tahmin edilmektedir. Bu kaynağın ekonomiye kazandırılması gerekir.

8.      Gelir harcama, harcama üretim, üretim de büyüme demektir. Bunları bir hakem vasfı ile ayarlamak ve sistemin kesintisiz ve güvenli çalışmasını sağlamak devletin asıl görevidir. Sahaya inip rekabet etmek ya da tekel olmak,  görevini zora sokacağı gibi sisteme zarar verir.

9.      Devlet bu görevini ülke için taş üstüne taş koyan herkesi sevmek lazımdır, taşları renklerine göre ayırmak duvarı zayıflatır ilkesi ile art niyetli ve samimiyetsiz girişimleri ayıklamayı temel alan politikalar ile desteklemelidir.

10.  Devletimiz, “devletin ve hukukun varlık sebebi; vatandaşın ihtiyaç ve isteklerine meşru yollardan en uygun ve kolay şekilde ulaşmasını sağlamak olmalıdır” fikrini benimsemelidir.

 

 

SONUÇ

1.      Kayıt dışında kalan kaynağın ekonomiye kazandırılması sayesinde kişi başına düşen gelirimizi beş yıl içerisinde 2 katına, ihracatı da 100 milyar dolara çıkarmamız mümkündür.

2.      ÇOŞ modeli ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliğine de bir çözüm olacaktır. Sermayenin ve ekonominin tabana yayılmasını bu şekilde hızlandırılmalıdır. Zamanla piyasalar kendi mekanizmalarını olgunlaştıracaklardır.

3.      Bu model sayesinde sermayenin tabana yayılması, reel ekonomiyi güçlendirecektir.

4.      Başarısız olan (olmak zorunda kalan) sistemden mağdur olan özellikle gurbetçi yatırımcıların sisteme ve devlete güveni tazelenecek, yeni kaynaklar sağlanacaktır.

5.      Bu sayede ülkenin ihtiyacı olan sermaye, kimsenin şart ve dayatmasına maruz kalmadan “borç” olarak değil “özkaynak” olarak sağlanmış olacaktır.

6.      Türkiye’nin ekonomik özgürlüğü artacaktır.

 

Devletten beklediğimiz şey; farklı girişim ve düşünceleri zarar verir korkusu ile bloke etmek yerine güçlü Türkiye gerçeği içinde harmanlanıp ülkemizin yapı taşlarından biri olabilmesini sağlayacak platformlar oluşturması ve gerekli düzenlemeleri yapmasıdır.

 

 

* Yılmaz Sandıkçı,

Selçuk, Uluslararası İktisat-İktisadî Kalkınma, Yüksek Lisans Programı.

yilmaztr@ttnet.net.tr, biko@kobi-tr.com, http://www.yilmaz.sandikci.name

http://www.akademiktisat.net

** Dünya, 07 Şubat 2001.

 

 

 



KAYNAKLAR

[1] Konya Ticaret Odası Dergisi İpek Yolu, Eylül 1999, s12.

[2] Konya Ticaret Odası Dergisi İpek Yolu, Ekim 1999, s.18.

[3] TOBB Dergisi, Ekonomik Forum, Ekim 1998, s.72.

[4] Konya Ticaret Odası Dergisi İpek Yolu, Şubat 1999, s.36.

[5] Capital, Ekim 2000 s.214.

[6] Yeni Dosya, Haz.-Tem 1997 s.38.

[7] MAG NTV Magazin, Mayıs 2000, s.26.

 

 

 

Sayfa Başı