UZUN DÖNEMDE MALİYE VE
PARA POLİTİKALARININ ETKİLERİ
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ
1.
MAKROEKONOMİK POLİTİKALARIN UZUN DÖNEMDE REEL GSYİH ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2. MALİYE
POLİTİKASININ HASILA PAYLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1.
Tüketim, Yatırım ve Net İhracatın Faiz Oranına Duyarlılığı
2.2. Kamu
Harcamaları:
2.3. Bütçe
Açığı ve Ticaret Açığı
2.4. Diğer
Maliye Politikası Değişiklikleri
2.5. Uzun
Dönem Varsayımının Önemi
2.6.
Uygulamada Yeni Araştırma (5 Trilyonluk Ekonomiyi Yönetmek)
3. PARA
PİYASASI VE FİYAT DÜZEYİ
3.1. Para
Talebi
3.2. Para
Arzı:
3.3. Para
Piyasasında Denge
4.
ENFLASYON
*
Uygulamada Yeni Araştırma
ÖZET:
KLASİK BÖLÜNME
GİRİŞ
Uzun dönem
büyüme modeli, para ve maliye politikalarının etkilerini değerlendirmede
faydalıdır; bunun için on yıl veya daha fazlası idealdir ve çoğu uygulamada en
azından üç yıllık bir süre gerekmektedir. Mesela; 80’li yıllar boyunca
Amerika’da uygulanan maliye politikası, 60’lı yıllardakine göre daha
genişlemecidir. 80’li yıllarda federal açık GSYİH’nin ortalama %4’ü iken; 60’lı
yıllarda bu oran %1’dir. Acaba bu farkın faiz oranları üstündeki etkisi neydi?
Ya kurlar üzerindeki etkisi? Ve ticaret dengesi üzerindeki etkisi? Tam istihdam
modeli bu önemli sorulara güzel cevaplar verebilir. Uzun dönem maliye
politikasının bir başka konusu ise Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin yok
oluşundaki dramatik değişiklikleri yansıtan 90’lı yıllardaki savunma
harcamalarının beklenen azalışıdır.
Bu bölümde,
para politikasının önemli özelliklerine de değineceğiz. Odaklanacağımız nokta
ise uzun dönemdir ve ekonomideki potansiyel hareketlenmelerle ilgilenmeyeceğiz.
Mesela; Amerika’da para artışı, 80’lere göre 70’li yıllarda daha fazlaydı. Uzun
dönem büyüme modeli, bu değişikliğin ekonomi üzerindeki etkisinin 80’lere göre
70’lerde daha yüksek bir enflasyon oranı olarak ortaya çıkacağına işaret
etmektedir. Gerçekten de enflasyon, 80’li yıllara göre 70’lerde daha yüksektir.
1. MAKROEKONOMİK POLİTİKALARIN
UZUN DÖNEMDE REEL GSYİH ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Maliye
politikası, tanımı gereği, kamu harcamalarındaki değişiklikleri (G), vergileri
(T), özel sektöre yapılan transfer ödemelerini (F) ve kamu borç faiz
ödemelerini (N) içerir. Bu dört kalemin herhangi birinde meydana gelen değişme,
federal bütçe açığında değişmelere sebep olur. Federal bütçe açığı, basitçe,
toplam harcamalardan vergilerin çıkarılması şeklinde tanımlanır:
Bütçe açığı = G + T + N – T (5-1)
Maliye
politikası, başkanca ve kongrece belirlenir. Son yıllarda maliye politikasının
başlıca hedefi, federal bütçe açığını azaltmaya yönelik tedbirlerin
araştırılması olmuştur. Buradaki amaçlarımızdan bir tanesi, bunun uzun dönemde
neden iyi bir politika olduğunu anlamak olacaktır.
Para
politikası, para azındaki değişmeleri içerir. Amerika’daki para arzı, Federal
Rezerv Sistemi’nce (the Fed: A.B.D. Merkez Bankası) kontrol edilmektedir. Fed,
1913’te kongrece kurulmuş olup ülkenin merkez bankasıdır. Para ve maliye
politikaları arasında önemli etkileşimler mevcuttur. Bu, kongrenin, başkanın ve
Fed’in tüm para ve maliye politikalarının belirlenmesinde veya kısaca
makroekonomik politikaların belirlenmesinde ortak bir role sahip oldukları
anlamına gelmektedir. Para ve maliye politikalarının uzun dönemde üretim
üzerindeki etkileri nelerdir? Biliyoruz ki son derece esnek fiyatlarla uzun
dönem büyüme modelinde; GSYİH, potansiyel GSYİH’ye eşittir ve bundan dolayı üç
üretken faktör olan emek, sermaye ve teknolojinin sadece arzına bağlıdır. Eğer
bu modelde, para ve maliye politikaları GSYİH’yi etkileme durumundalarsa; bu üç
faktörden birini veya daha fazlasını etkilemelidirler.
Öncelikle,
kamu harcamalarının potansiyel GSYİH üzerindeki etkilerini, maliye
politikasının anahtar bir öğesi olarak kabul edelim. Kamu harcamalarındaki bir
değişme, nükleer füzelerle ilgili savunma harcamalarındaki bir azalışta olduğu
gibi, üç üretken faktörün arzı üzerinde kısa sürede çok önemli bir etkiye sebep
olmaz. Eğer hükûmet daha az füze üretmeye karar verirse, emek arzını azaltmaya
yönelik herhangi bir eğilim olmayacaktır veya R ve D (Research and Development:
Araştırma ve Geliştirme: Ar-Ge) harcamalarında bir azalma olmaması durumunda da
teknolojik know-how’da bir değişiklik olmayacaktır. Eğer ekonomide füze üretimindeki
azalma dolayısıyla meydana gelen açığı kapatmak için özel yatırımlarda bir
miktar artış varsa, söz konusu artış, sonuç olarak özel sermayeyi artıracaktır.
Bununla birlikte, sermaye arzındaki bu artış, mevcut sermaye stokuyla az
ilişkili olacaktır ve bir süre için (birkaç yıl) GSYİH üzerinde üzerinde
farkedilir derecede etkiye sahip olmayacaktır.
Peki maliye
politikasının diğer ana unsurlarının etkilerinde durum nasıldır? Vergi
oranlarındaki değişmelerin işçilerin motivasyonu üzerinde ne tür etkilere yol
açtığı malumdur. Mesela; vergi oranlarındaki bir azalış, çalışma dürtüsünü
harekete geçirecek ve dolayısıyla emek arzını artıracaktır. GSYİH böylece
artacaktır. Bununla birlikte, çalışma dürtüsünü etkilemeyen fakat sadece vergi
gelirlerini artıran bir vergi değişikliği, emek arzını etkilemeyecektir. (5-1)
eşitliğinde tanımlandığı gibi, bütçe hesaplamasında görünen “T”, vergi
gelirlerini ifade eder. Tüketiciler tarafından devlete ödenen vergi
gelirlerindeki bir artış, tüketim için mevcut olan geliri azaltacaktır ve
böylece tüketimi azaltacaktır. Eğer sonuç olarak yatırımlar artarsa, o zaman
sermaye stoku artacak ve reel GSYİH artacaktır. Fakat, GSYİH üzerindeki etki,
birkaç yıl için nispî olarak küçük olacaktır. Yatırımlar veya çalışma dürtüsünü
etkilemeyen kamu transferleri veya faiz ödemelerindeki değişiklikler, reel
GSYİH üzerinde hiçbir etkiye sahip olmayacaktır.
Benzer
sebeplerden dolayı, para arzındaki bir artış üretken faktörleri
etkilemeyecektir. Çalışma dürtüsünü değiştirmek veya daha üretken olmak için
para arzında (nakit para ve bankalardaki mevduat) bir artış beklemenin bir
anlamı yoktur. Son derece esnek fiyatlarla uzun dönem büyüme modelinde para
arzındaki bir artış, GSYİH’yi değiştirmeyecektir. Fakat daha fazla parayla
sürekli bir şekilde aynı miktarda malın alınması durumunda fiyatlar
yükselecektir. Dolayısıyla para politikası, enflasyon oranını artırabilir. Bazı
iktisatçılar, daha yüksek enflasyon oranının üretkenliği azalttığını ve
dolayısıyla GSYİH’yi azalttığını düşünmektedirler. Eğer böyle ise, para
politikası enflasyon oranını etkileyerek reel GSYİH’yi etkilemektedir.
MAKROEKONOMİK POLİTİKA
VE UZUN DÖNEMDE GSYİH
1. Uzun dönemde, GSYİH sadece üç üretken faktöre yani emek, sermaye ve
teknolojik know-how’a bağlıdır.
2. Maliye politikası, bu üç faktörün arzını değiştirmedikçe, uzun dönemde
GSYİH’yi etkilemeyecektir.
3. Para politikasındaki bir değişiklik, fiyatlar seviyesini etkileyecektir.
Daha yüksek enflasyon, uzun dönemde reel GSYİH’yi azaltmaktadır.
2. MALİYE POLİTİKASININ HASILA PAYLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Hasıla unsurları, basit muhasebe özdeşliği kullanılarak
şöyle sunulabilir:
Y = C + I + X + G Gelir
Özdeşliği (5-2)
C + I + X } Kamusal olmayan harcamalar
G } Kamu harcamaları
Y:GSYİH
C:Tüketim
I:Yatırım
X:Net ihracat
G:Kamu harcamaları
Bu dört faktörün hepsi de reel bakımdan ölçülür.
GSYİH’den
amortisman, dolaylı vergiler ve diğer kesin kalemleri çıkardığımızda geliri
elde ederiz. GSYİH ve gelir arasındaki bu fark önemlidir. Şimdilik, analizi
basitleştirmek için gelirin ve GSYİH’nin aynı olduğunu farz edeceğiz. Bu,
amortisman ve dolaylı vergilemenin olmadığını ifade eder. Böyle olursa, 5-2 özdeşliğinin sol tarafındaki Y değişkeni
hem GSYİH’yi hem de geliri ifade eder. Özdeşlik; gelirin tüketim, yatırım, net
ihracat ve kamu harcamalarının toplamına eşit olduğunu belirtir. Bundan dolayı,
“gelir özdeşliği” olarak adlandırılır. Çünkü GSYİH gelire eşittir.
Tartışmalarımızda bu kavramları sık sık birbirinin yerine kullanacağız.
Karışıklığı engellemek için GSYİH (veya basitçe hasıla) ve gelirin aynı değeri
aldıklarını ve Y sembolü ile temsil edildiğini hatırda tutunuz.
Maliye
politikasıyla ilgili uzun dönem sorunların çoğu, bir hasıla payı olarak, kamu
harcamalarındaki değişimin etkilerini içerir. Mesela; eğer kamu harcamalarının,
90’lı yıllarda GSYİH’nin %15’inden %20 daha fazla olması durumunda ne olacağını
öğrenmek isteyebiliriz. Veya GSYİH’nin bir payı olarak bütçe açığının 90’lı
yıllarda, 80’li yıllarda olduğu gibi %4 yerine %1 olması durumunda bunun faiz oranlarında
ne gibi bir değişikliğe yol açacağını bilmek isteyebiliriz. 5-2 özdeşliği,
eşitliğin her iki tarafının da Y’ye bölünmesiyle yeniden yazılabilir ve
GSYİH’nin payları açısından yeniden yorumlanabilir. Bu durumda şunu elde
ederiz:
1 = C / Y + I / Y + X / Y + G / Y (5-3)
Diğer bir deyişle, farklı harcama unsurlarının paylarının
toplamı 1’e eşit olmalıdır.
Şimdi de
5-3 özdeşliğini, maliye politikası değiştiğinde hasıla unsurlarına ne olduğunu
belirlemek için kullanmak istiyoruz. Eşitliğe kısa bir bakış sonrası şunu
görüyoruz. GSYİH’nin bir payı olarak, kamu harcamalarındaki bir değişme, karşı
yönde olmak üzere, GSYİH’nin bir payı olarak kamusal olmayan harcamalarda aynı
miktarda bir değişmeye sebep olmalıdır. Mesela; kamu harcamalarında, GSYİH’nin
%3’ü oranında meydana gelen bir azalma, kamusal olmayan harcamalarda GSYİH’nin
%3’ü oranında bir artışa yol açmalıdır. Kamu harcamalarında, GSYİH’nin %3’ü
oranındaki bir artış, kamusal olmayan harcamalarda GSYİH’nin %3’ü oranında bir
azalma olması gerektiğini ifade eder. Bu açık bir aritmetik işlemdir. Aynı
zamanda açık bir mantık işlemidir.
Tüketim,
yatırım ve net ihracat, tek tek ne kadar artar? C, I ve X, kamu harcamalarında
GSYİH’nin %3’ü oranında bir artış olması durumunda, tek başlarına GSYİH’nin
%1’i oranında artar mı? Yoksa yüzdelik başka kombinasyonlar mı oluşur? Cevabı,
bu kalemlerin her birinin faiz oranlarına ne kadar duyarlı olduğuna bağlıdır.
2.1. Tüketim, Yatırım
ve Net İhracatın Faiz Oranına Duyarlılığı
Tüketim,
yatırım ve net ihracattaki bir değişme, uzun dönem büyüme modelinde neye sebep
olur? Böyle bir değişikliğin olması gerektiğini göstermek için basitçe
aritmetik ve mantık kullandık. Ekonomik mekanizma, faiz oranlarını içerir. Faiz
oranlarındaki bir artış; yatırım, net ihracat ve tüketimi azaltma eğilimlidir.
Faiz oranlarındaki azalış ise tersi bir etkiye sahiptir. İleride, tüketim ve
özellikle yatırım ve net ihracatın niçin faiz oranlarıyla negatif bağlantılı
olduğunu ayrıntılı olarak göstereceğiz. Maliye politikasındaki değişmelere
eşlik eden faiz oranlarındaki bu değişmeler, kamusal olmayan hasıla
unsurlarında değişimlere sebep olur.
Tüketim,
yatırım ve net ihracat niçin faiz oranıyla negatif ilişkilidir? Önce tüketimi
dikkate alalım. Tüketim, hane halkının yaptığı harcamalardır. Yüksek faiz
oranları, tüketicinin bir otomobilin veya diğer dayanıklı malların tüketiminin
finansmanı için daha fazla ödeme yapması gerektiği anlamına gelir. Bu yüksek
finansman maliyetleri, tüketimi caydırır. Mesela; bir otomobil kredisi ile
ilgili daha yüksek geri ödeme, otomobilin satın alımını caydırır. Yüksek faiz
oranları, benzer sebeplerle yatırımı da caydırır. Yatırımın, firmalar
tarafından makine ve teçhizata yapılan harcamalar olduğunu hatırlayınız. Yüksek
faiz oranları, firmaların yatırımlarını finanse etmek için daha fazla ödemede
bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yüksek faiz oranları,
yatırımları da caydırıcı nitelik taşır.
Faiz
oranları ve net ihracat arasındaki ilişki, daha karmaşık olup iki aşamayı
içerir:
Birincisi; döviz kurlarının, Amerikan mallarıyla
kıyaslandığında, yabancı malların nasıl pahalı olduğunu ortaya koymasıdır.
Kurlar arttığında, yerli mallarla kıyaslandığında yabancı mallar ucuzlar.
Bundan dolayı, daha yüksek kur oranlarında, Amerikalılar daha fazla ithal etmek
ister ve yabancılar da daha az Amerikan malı ister. Amerika’nın ihracatının
azalması ve ithalatının artması durumunda, net ihracat (ihracat eksi ithalat)
azalır. Diğer bir deyişle, yüksek döviz kuru net ihracatı azaltır.
Şimdi de ikinci aşamaya bakalım;
Amerika’daki yüksek kurlar, Amerika’nın aktiflerini finansal yatırım açısından
daha cazip hâle getirir ve doların değerini artırır. Bundan dolayı, yüksek faiz
oranı, yüksek döviz kuru ile birlikte gerçekleşme eğilimlidir. Bu iki aşamayı
birleştirecek olursak; yüksek faiz oranlarının, döviz kurunu yükselterek net
ihracatı azaltma eğiliminde olduğunu görürüz.
Grafik 5-1,
faiz oranı ile tüketim, yatırım, ve net ihracat arasındaki üç negatif ilişkiyi
göstermektedir. Diyagramda, tüketim ilişkisinin eğiminin, yatırım ve net
ihracattakine göre daha düşük olduğuna dikkat ediniz. Bunlar, tüketimin faiz
oranlarına olan duyarlılığının, yatırım ve net ihracattakilere göre daha az
olduğunu yansıtan tarihi gözlemlerdir. Grafik 5-1’in alt panelinin; tüketim,
yatırım ve net ihracat paylarının toplamı olduğuna ve bunun kamusal olmayan
toplam payın faiz oranıyla nasıl negatif ilişkili olduğunu gösterdiğine de
dikkat ediniz. Ana çıktı öğelerinin faiz oranı duyarlılığını ortaya çıkardıktan
sonra, şimdi de kamu harcamalarındaki değişmelerin ve çıktı kompozisyonundaki
diğer malî hareketlerin etkilerini ortaya koyma işlemlerine geçebiliriz.
(GRAFİK 5-1) : Tüketim, yatırım ve net ihracatın faiz oranı
duyarlılığı:
Tüketim, yatırım ve net ihracat
paylarının tümü, faiz oranıyla (R) negatif bağlantılıdır. Bundan dolayı, bu
payların toplamı, faiz oranıyla negatif ilişkilidir. En alt panel, yukarıdaki
üç panelin basitçe toplanmış halidir. Tüketimin, yatırım ve ihracatta olduğu kadar
faiz oranına duyarlı olmadığına dikkat ediniz. Tüketim grafiği daha yataydır.
2.2. Kamu Harcamaları:
Kamu
harcamaları düştüğünde, kamusal olmayan harcamaların arttığını biliyoruz.
Grafik 5-2, kamusal olmayan harcamaların, faiz oranlarında bir artış olması
durumunda; tüketimde, yatırımda ve net ihracatta nasıl bir artışa yol açtığını
göstermektedir. Alt panel; düşük faiz oranlarının, kamusal olmayan daha büyük
miktarda harcamalarla birlikte olması gerektiğini göstermektedir. Bu panel,
aynı zamanda faiz oranlarının ne kadar düşmesi gerektiği hakkında bilgi de
vermektedir. Üstteki üç panel, bu durumda tüketimin, yatırımın ve net ihracatın
tek tek ne kadar artış göstereceğini belirlemek için kullanılabilir. Grafik
5-2’ye göre tüketim, yatırımda olduğundan daha az duyarlıdır. Net ihracat
artar; çünkü düşük faiz oranları, döviz kurlarında düşüşe sebep olur.
(GRAFİK 5-2) : Kamu harcamalarındaki azalmanın etkileri:
GSYİH’nin kamusal
olmayan payı, GSYİH’nin kamusal payı düştükçe aynı miktarda artmalıdır. Bu
artış, faiz oranlarında düşüşlere sebep olur. Faiz oranlarındaki düşüş, döviz
kurlarının düşmesine neden olur.
2.3. Bütçe Açığı ve
Ticaret Açığı
Bu
analizin, bütçe açığı ve ticaret açığı arasındaki yakın ilişkiyi tasvir
ettiğine dikkat ediniz. GSYİH’nin bir payı olarak kamu harcamalarındaki
kesinti, “5-1” özdeşliğinde de açık olduğu gibi, GSYİH’nin bir payı olarak,
bütçe açığını azaltacaktır. Fakat, görmüş olduğumuz gibi, kamu harcamalarındaki
kesinti, ticaret açığını (net ihracat artışı) da azaltır. Yani, hükûmetin bütçe
açığını azaltmaya yönelik teşebbüsü, ticaret açığını azaltmaktadır.
1980’li
yıllardaki uygulamalar, bu analize geçerlilik sağlamaktadır. 80’li yılların
başlarında, Amerika’nın bütçe açığı arttıkça ticaret açığı da artmıştır.
1987’den başlayarak, GSYİH’nin bir parçası olarak bütçe açığı azalmaya
başladığında, ticaret açığı da azalmaya başladı. Doların durumuna baktığımızda
ise; 80’li yılların başlarında bütçe açığı arttıkça dolar kuru çok yüksek
seviyelere çıktı. Daha sonra, bütçe açığı azalmaya başlayınca dolar da hızlı
bir şekilde düştü. Tüm bu modeller, uzun dönem büyüme modeliyle ve Grafik
5-2’deki analizlerle uyumludur.
2.4. Diğer Maliye
Politikası Değişiklikleri
Uzun
dönemde, maliye politikası değişikliklerinin diğer türlerinin analizi, kamu
harcamalarındaki düşüşle ilgili yukarıda yapılan analize çok benzer. Kamu
harcamalarındaki bir artışın analizi, kamu harcamalarındaki bir düşüşün sadece
tersi şeklinde yapılır. Bu durumda, faiz oranları, kaynakların hükûmetçe daha
fazla kullanımını sağlama amacıyla; tüketime, yatırıma ve net ihracata olan
talebi baskı altına almak için yükselir. “Crowding out” (dışlama etkisi)
terimi, bu süreci açıklamak için kullanılmaktadır. Yani, yüksek kamu
harcamaları, yatırımı ve net ihracatı engeller. Eğer uzun dönem büyüme
modelinde tüketim faiz oranına bağlı değilse; bir dolarlık kamu harcaması,
yatırımda ve net ihracatta bir dolarlık azalmaya yol açar. Bu, kısa dönem
analizinde kullanılan toplam modele büyük bir tezat oluşturur. Bu analizde,
yüksek kamu harcamaları, GSYİH’yi artırır ve böylece bir dolar karşılığında,
yatırımda ve net ihracatta bir dolardan daha az azalmaya sebep olur.
Vergilerdeki
değişmeler, tüketimi etkiler. Mesela; yüksek vergiler, insanlar daha az
tüketeceğinden, tüketimi azaltır. Fakat tüketimde azaltma, potansiyel GSYİH’yi
etkilemez. Çünkü, üç üretken faktörün arzı değişmez. Dolayısıyla, tüketimdeki
azalma, net ihracatta ve yatırımda artışa yol açmalıdır. Bu etkiler, şekil
5-2’ye benzer bir diyagram üzerinde gösterilebilir. Bölümün sonunda bu etkiler,
bir alıştırma şeklinde verilmiştir.
2.5. Uzun Dönem
Varsayımının Önemi
Uzun
dönemle ilgili varsayımın, bu hesaplamaların neresine uygun olduğu sorulabilir.
Açık bir şekilde, hasıla payları hem uzun hem de kısa dönemde 1’e tekabül eder.
Cevap şudur: Uzun dönem varsayımı; faiz oranları yanında diğer etkenlerin,
GSYİH’deki harcama paylarını etkilemediğini farz eder.
Mesela;
sonraki başlıklarda da göstereceğimiz gibi, eğer kamu harcamalarını bir anda
GSYİH’nin %3’ü kadar azaltacak olursak, muhtemelen %3’ten fazla olmak üzere
reel GSYİH’nin kendisi kısa dönemde düşecektir. Reel GSYİH’deki bir düşüş;
işletmeler, satışlarının düştüğünü gördükçe yatırımlarda da sert düşüşlere
sebep olacaktır. GSYİH’deki yatırım payı, artıştan ziyade düşecektir. Bu
bölümdeki sonuçlar, kısa dönemde uygulandıkları takdirde, politika yapıcılarını
eksik yönlendirecek ve sonuçların hepsi yanlış olacaktır. Uzun dönem varsayımı,
ekonomiyi uzun dönem potansiyel büyüme süreci içinde izlemeye imkân sağlar.
Dolayısıyla GSYİH’de keskin hareketler olmayacaktır.
Tabii ki
GSYİH’deki farklı harcama unsurlarının paylarındaki değişmeler, üretken
faktörlerin arzlarındaki değişiklikler sayesinde, potansiyel GSYİH’de etkilere
sahip olacaktır. Fakat tüm bu etkiler, zamana yayılacak ve böylece pay
analizimizi daha doğru ve güvenilir hâle getirecektir.
Kısa dönem
ve uzun dönem arasındaki ilişki, reel GSYİH ile potansiyel GSYİH arasındaki
farklı yönlerin incelenmesinden sonra daha da netleşecektir. O zaman göreceğiz
ki, bu basit pay hesaplamaları sayesinde elde edilen sonuçlar, daha karmaşık
toplam modellerle elde edilecek olan uzun dönem hesaplamalarıyla tamamen
benzerdir.
MALİYE POLİTİKASI VE
HASILA KOMPOZİSYONU
1. Uzun dönem büyüme modelinde; kamu harcamalarındaki bir artış, faiz
oranlarını artırır ve yatırım ile net ihracatı azaltır. (Crowding out :
Dışlama) Döviz kuru da artar. Eğer tüketim, faiz oranına duyarlı ise, tüketim
malları üretimi de düşer.
2. Bütçe açığı ve ticaret açığı yakın ilişkilidir. Kamu harcamalarında
bütçe açığını düşüren bir azalma, ticaret açığını da düşürür.
3. Kamu harcamalarındaki artışa eşlik eden yatırımın dışlama etkisi,
sonuçta ekonomide sermaye stokunun daha az hızla büyümesine sebep olur. Bu,
ekonominin potansiyel GSYİH’sini düşürür.
4.
Faiz oranı, maliye politikası
analizinin anahtar faktörüdür. Tüketim ve özellikle yatırım ve net ihracat,
yüksek faiz oranlarınca negatif bir şekilde etkilenir.
2.6. Uygulamada Yeni Araştırma (5
Trilyonluk Ekonomiyi Yönetmek)
Grafik 5-1
ve 5-2, dikkate alınan politikaların karmaşıklığını verdiği için çok basit
görünebilir. Bu, uzun dönem çatısının güzel yanıdır. Uzun dönem çatısı,
GSYİH’nin; tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracat gibi kullanım
alanları arasında tahsisi ile ilgili sonuçların ortaya konması için ayrıntılı
eşitlik sistemlerini gerektirmez. O, eğer GSYİH’nin büyük bir kısmını hükûmet
kullanıyorsa, özel sektörün nasıl daha az kullanması gerektiğini gösterir. Faiz
oranları, dışlama etkisine yol açanın yatırım, tüketim veya net ihracattan
hangisinin olduğunun belirlenmesinde rol oynar.
Amerikan
Teşebbüs Enstitüsü’nden ve Ekonomi Danışmanları Kurulu’nun eski başkanı olan
Herbert Stein, federal bütçenin analizi için bir çatı teklifinde bulunmuştur.
Bu bütçe, GSYİH’nin farklı unsurlarının farklı kullanımlara tahsisi fikrine
dayanmaktadır. O, federal bütçe politikasının, basitçe bütçelenen federal
harcamalardan ziyade, “GSYİH Bütçelemesi” gibi daha geniş bir şekilde ele
alınması gerektiğini ifade etmektedir. “5 Trilyonluk Ekonomiyi İdare Etmek”
adını taşıyan kitabı, bu konudaki tekliflerini ayrıntılı bir şekilde ele
almaktadır.
Stein’in
temel bakışı, federal bütçe ile ilgili kararın iki gözleme dayalı olması
gerektiği şeklindedir.
1.
Ulusal
öncelikleri ortaya koymak,
2.
Bütçe
ile bu öncelikler arasındaki ilişkinin gözlenmesi.
Açıktır ki,
insanlar önceliklerle ilgili olarak çok farklı bakış açılarına sahip
olacaklardır. Biri bunu politik kampanyalar çerçevesinde değerlendirebilir ve
1992 başkanlık seçim kampanyasını da buna dahil edebilir. Kimilerine göre de
sağlık sigortası daha önceliklidir. Diğerleri daha fazla yol, köprü veya fiber
kablo telefon hatlarına ihtiyacımız olduğunu düşünebilir. İnsanlar, soğuk
savaşın kötü sonuçları dolayısıyla savunma harcamaları ile ilgili farklı bakış
açılarına sahip olabilir. Bazıları da yoksul insanlar için yeteri kadar harcama
yapılmadığı ile ilgileniyor olabilir.
Fakat
insanlar, bütçe politikasının, söz konusu amaçları gerçekleştirmede, etkinliği
ile ilgili farklı görüşlere de sahiptir. Burada, uzun dönem ekonomik analizi,
hem çalışma, tasarruf, yatırım ve icat dürtülerinin; hem de GSYİH’nin farklı
kullanımlara tahsisini sağlayan mekanizmayı analiz etmede çok yararlı olabilir.
Stein’in
tekliflerinin nasıl işe yarayacağını görmek için, kitabındaki rakamları dikkate
alınız.
GSYİH’NİN 80 VE 86
YILLARI PAYLARI (%)
|
||
|
1980 |
1986 |
Savunma |
5 |
7 |
Eğitim |
6 |
6 |
Tüketim |
64 |
67 |
Sağlık |
9 |
11 |
Yoksullar
tarafından |
2 |
2 |
Yoksul olmayanlarca |
53 |
55 |
Yatırım |
19 |
14 |
Diğer kamu |
6 |
6 |
TOPLAM |
100 |
100 |
Stein,
yatırım payını hesaplarken, Amerika’daki yabancı tasarrufları özel
yatırımlardan çıkarmaktadır. Tabloda, net ihracatla ilgili hiçbir girişin
olmamasının sebebi budur. O, yatırım kaleminde yer almaktadır. Stein, hükûmet
muhasebecileri G içinde değerlendiriyor olmasına rağmen; yol, okul vb. kamu
tarafından yapılan yatırımları da yatırım kalemi içinde değerlendirmektedir.
“Diğer kamu harcamaları”, bundan dolayı temel olarak savunma dışı kamu
tüketiminden oluşur. Stein, sağlık dışı harcamaları da yoksullarca ve yoksul
olmayanlarca tüketilen paylar şeklinde iki kısma ayırmaktadır. Tablolar, 1980’li
yılların başıyla kıyaslandığında, 80’li yılların ortaları ile ilgili temel üç
gerçeği de ortaya koymaktadır:
1.
Savunma
harcamaları fazladır.
2.
Tüketim
fazladır
3.
Yatırım
çok düşüktür.
Stein’in
Amerika’daki yabancı tasarrufları, yatırımın genel tanımından çıkardığını
hatırlayınız. Yabancı tasarruflar, 1980’lerde ticaret açığı büyüdükçe, dramatik
bir şekilde artmaktadır. Yoksulların sağlık dışı harcamaları, GSYİH’nin bir
payı olarak, hiç artmamıştır.
Şimdi de
1990’lardaki GSYİH bütçelemesi için, Stein’in yaklaşımını kullanarak iki
opsiyonu göz önünde bulunduralım. Bir tek yıla uygun bakış için:
1997 YILINDA GSYİH
PAYLARI İÇİN OPSİYONLAR (%)
|
||
|
1. Opsiyon |
2. Opsiyon |
Savunma |
5 |
3 |
Eğitim |
7 |
8 |
Tüketim |
65 |
64 |
Sağlık |
10 |
10 |
Yoksullar
tarafından |
2 |
3 |
Yoksul
olmayanlarca |
53 |
52 |
Yatırım |
17 |
19 |
Diğer kamu |
6 |
6 |
TOPLAM |
100 |
100 |
1980’li yılların ortaları ile
kıyaslandığında, her iki opsiyon da soğuk savaşın bitişini yansıtırcasına, daha
düşük savunma harcamalarını içermektedir. Bir numaralı opsiyon için savunma
payı, 80’dekinin aynısıdır. İki no.lu opsiyonun savunma payı daha düşüktür. Her
iki opsiyon da daha fazla yatırım harcamasına sahiptir. Bu, 80’lerde
Amerika’daki ulusal tasarrufun çok düşük olduğu konusundaki genel konsensüsü
yansıtır. İki no.lu opsiyon, daha çok yatırım yönlüdür. Diğer farklar tüketim
harcamaları ve dağıtımı ile ilgilidir. Bu iki opsiyon –ve aslında daha fazla
ihtimaller- arasında seçim yapmak, politik sistemimiz ve hükûmetimizin bir
işlevidir. Özellikle 80’li yılların ortalarındaki paylarla kıyaslandığında; bu
opsiyonlar, ekonomik politikalarda önemli farklılıkları temsil eder ve Birleşik
Devletler’in ekonomisinin değerlendirilmesinde çok derin etkilere sahip olur.
1980’li yılların sonlarının harcama kompozisyonundaki seviyelerden, bu
opsiyonlardan herhangi birine olan kayma, faiz ve kurlardaki değişmeleri
içerir. Grafik 5-1’deki model, bunun nasıl meydana geleceği ve faiz ile kur
oranının ne kadar değişeceği konusunda bilgi verebilir. Basit uzun dönem
modelin daha pratik uygulamasını düşünmek, çok zordur.
3. PARA PİYASASI VE FİYAT DÜZEYİ
Önceki
başlıkta; reel faiz oranı, tüketim, yatırım ve net ihracat dengesini
belirledik. Maliye politikasının bu değişkenleri nasıl etkilediğini gösterdik.
Uzun dönemdeki önemli diğer bir makroekonomik değişken olan fiyat seviyesi ise
belirlenmeyi beklemektedir. Fiyat seviyesini açıklamak için, paraya olan talebi
ve para arzını dikkate almamız gerekir. Uzun dönem büyüme modelinde fiyat
seviyesi, para talebinin para arzına eşitlenmesi ile belirlenir.
3.1. Para Talebi
Paradan
bahsettiğimiz zaman, zihnimizde çok özel bir anlam vardır. Para, Fed tarafından
tanzim edilen nakit –mesela; madeni para ve dolar hesapları- ile halkın
bankalarda tuttuğu cari hesap balanslarıdır. Para, malların satılması ve satın
alımını kolaylaştırmak için kullanılır. Mal aldığımızda, genellikle nakit veya
bir çekle ödeme yaparız. Para; ortak fon, bono, hisse senedi ve diğer
şekillerde daha büyük miktarlarda tutulan serveti içermez. Servetin bu türleri
de dolarla ölçülüyor olmasına rağmen, mal alımında ödeme için kullanılmazlar.
Para talebiyle ilgili üç temel öneri, makroekonomik açıdan önemlidir.
1. İnsanlar, faiz oranları yüksek olduğunda daha az para tutmak isterler ve
tersi şekilde...
Bu, para
talebi ile faiz oranı (R) arasında negatif bir ilişkinin varlığı anlamına
gelmektedir. İnsanlar, günlük harcamalarını ve aylık hesaplarını karşılamak
için işlem amaçlı olarak para tutarlar. Fakat servetlerini tasarruf mevduatı ve
bono gibi şekillerde muhafaza ederek daha yüksek getiri elde edebilirler. Nakit
para, faiz sağlamaz. Birçok cari hesap ise faiz sağlamasına rağmen oran,
servetin diğer şekillerindekilere göre düşüktür. Bundan dolayı, insanlar işlem
amaçlı para kullanımında tutumlu davranma eğilimindedirler. Bunu yapmanın
yaygın bir yolu, nakit elde etmek için yüksek faizli tasarruf hesabından sık
sık para çekmeye gitmek veya basit bir şekilde fonları daha düşük faizli cari
hesaba transfer etmektir. Bankaya çok sık gitmekle, tasarruf hesabından her
seferinde küçük bir miktar çekilebilir. Bu, ortalama, küçük meblağda nakit veya
cari hesabın bireylerce tutuluyor olduğu anlamına gelmektedir. Mesela; siz
bankaya her ay yerine her hafta, nakit almak veya böylece ortalama olarak küçük
meblağda nakit tutmak için gidebilirsiniz.
Ne kadar
tasarruf gerçekleşeceği, faiz oranlarına bağlıdır. Faiz oranı (R), bir tüketicinin
veya firmanın, servetinin daha fazlasını, hiçbir faiz getirisi olmayan nakit
yerine tam faiz getirisi olan, veya tam faizden daha az ödemenin yapıldığı cari
hesap şekillerinde tutarak ne kadar kazanabileceklerini ifade eder. Açıkça,
para diğer şekillerde tutularak ne kadar daha fazla kazanç sağlanırsa (faiz
oranı “R” daha yüksektir.) bir fert o kadar daha az parayı elinde tutmak
isteyecektir.
2. İnsanlar, gelir arttıkça daha fazla para tutmak isterler ve tersi
şekilde...
Bir aile ne
kadar daha fazla gelir elde ederse o kadar daha fazla harcama yapıyor olacaktır
ve işlem amaçlı daha fazla paraya ihtiyaç duyacaktır. Gelir arttığı zaman,
işlem amaçlı para talebi artar. Mal alım-satımı için daha fazla paraya ihtiyaç
duyulacaktır.
Bu, gelir
(Y) ve para talebi arasında pozitif bir ilişki olduğu anlamındadır. Ekonomide
gelir arttıkça ortalama, her ailenin geliri artar ve tüm ekonomide para talebi
artar.
3. İnsanlar, fiyat seviyesi yükseldikçe daha fazla para tutmak isterler ve
tersi şekilde...
İnsanlar,
fiyat seviyesi yükselirse, reel gelirleri artmasa bile, işlemlerini
gerçekleştirmek için daha fazla dolara ihtiyaç duyacaklardır. Yüksek bir fiyat
seviyesinde, mallar ve hizmetler daha pahalı olacaktır ve bunlara ödeme yapmak
için daha fazla paraya ihtiyaç olacak veya çekler, daha büyük meblağlarda
yazılacaktır. Bu, para talebinin fiyat seviyesinin artan bir fonksiyonu olduğu
anlamına gelir.
Bu üç temel
düşünceyi özetleyecek olursak para talebi; negatif olarak faiz oranına (R),
pozitif olarak gelire (Y) ve yine pozitif olarak fiyat seviyesine (P) bağlıdır.
Para talebinde bu üç değişkenin etkilerini özetleyen cebirsel ilişki, aşağıdaki
eşitlikte verilmiştir.
M = ( K . Y – h . R ) P (5-4)
M - Firma ve
tüketiciler tarafından talep edilen para miktarı.
P - Fiyat
seviyesi
R - Faiz oranı
Y - GSYİH¨
k ve h - Pozitif
katsayılar
k - Gelir
arttığında para talebinin ne kadar arttığını ölçen katsayı
h - Faiz
oranı arttığında, para talebinde ne kadar düşüş olduğunu ölçen
katsayı
5-4
eşitliği, “para talep fonksiyonu” olarak adlandırılır. Fonksiyon, daha önce
tüketim ve yatırım taleplerinde kullandığımız eşitlikten çok daha karmaşık
cebirsel bir ifadedir. Para talep fonksiyonu, para talebinin üç değişkene (R,
P, Y) bağlı olduğunu göstermektedir. Tüketim ve yatırım fonksiyonlarının her
biri ise sadece tek değişkene bağlıdır.
Örnek:
K=1583 ve h=1000 ise, 5-4 eşitliği şu şekildedir:
M=(1583Y-1000R)P
Eğer gelir (Y) 6 trilyon $ ise, faiz oranı %5’tir ve fiyat
seviyesi (P) 1’dir. Bu durumda para talebi 900 milyar $’a eşittir. Gelirde 10
milyar $’lık bir artış, para talebini 1 milyar 583 milyon $ kadar artıracaktır.
Faiz oranlarında %1’lik artış, para talebini 10 milyar $ kadar azaltacaktır.
3.2. Para Arzı:
Fed, para
arz seviyesini tespit eder. Burada, Fed’in para arzını belirli bir düzeyde
tespit ettiğini farz edeceğiz.
Aynı
zamanda para arzı ile talebinin de eşit olduğunu varsayacağız. Bu sebeple, para
arzını temsil etmesi için yeni bir sembol vermeyeceğiz. M değişkeni, para arz
ve talebinin her ikisini de ifade etmektedir. Bunlar sürekli eşit olduğundan,
bu ifade çok az karmaşaya sebep olabilir. (Y sembolünün gelir ve GSYİH
değişkenlerinin ikisini de temsil ettiğini hatırlayınız.)
Para
talebi, para arzına nasıl eşit olmaktadır? Talebin arzdan daha fazla olduğunu
düşününüz. Para arzı Fed tarafından sabit tutulduğundan; para talebi, her
ikisinin eşit olabilmesi için düşmelidir. Para talebi; faiz oranlarındaki bir
artış, gelir seviyesindeki bir düşüş veya fiyat seviyesindeki bir düşüş
tarafından ayarlanabilir. Mesela; faiz oranındaki bir artış, insanların daha az
para talep etmesine neden olur. Prensip olarak tüm üç değişken hareket
edebilir, fakat uzun dönem modelinde gelir ve faiz oranı, para piyasası dışında
belirlenir. Bundan dolayı, sadece fiyat seviyesi değişerek para piyasasını
dengeye getirebilir.
PARA VE FAİZ ORANI
1. Para, nakit ve cari hesaplardaki bakiye toplamına eşittir.
2. Faiz oranı yükselince, gelir düşünce veya fiyat seviyesi düşünce para
talebi de azalır.
3. Fed, para arzını belirler.
3.3. Para Piyasasında
Denge
Ekonominin
uzun dönem büyüme modeli sürecinde olduğunu, GSYİH’nin potansiyel Y’de olduğunu
ve faiz oranının da grafik 5-2’de belirlendiği gibi R değerinde olduğunu
varsaymaya devam ediyoruz. Bu durumda para talebi şöyledir:
M = ( k . Y
– h . R ) P (5-5)
Para
talebi, fiyat düzeyiyle orantılıdır. P %10 oranında artarsa, insanlar %10 daha
fazla para tutmak isteyeceklerdir. Para arzı Fed tarafından sabitlenmiştir.
Fiyat seviyesi, grafik 5-3’te gösterildiği gibi, para talebini para arzına
eşitlemektedir.
(GRAFİK 5-3) Para Piyasasında Fiyat Düzeyinin Belirlenmesi:
En üstte, para talebi,
fiyat seviyesiyle pozitif ilişkilidir. Para arzı Fed tarafından sabitlenmiştir.
Denge, arzın ve talebin kesiştiği noktada oluşur. İkinci grafikte, para arzı
arttıkça fiyat seviyesi de aynı oranda artmaktadır. Alt grafikte ise,
potansiyel GSYİH arttıkça fiyat seviyesi düşmektedir.
Para piyasasını anlaşılır hâle getiren fiyat seviyesi için
cebirsel ifade şöyledir:
M
P = ----------------------- (5-6)
K . Y – h . R
Fed, para arzını (M) %10 oranında artırınca fiyat seviyesi
de aynı oranda yükselir. Para arttıkça, satın alma gücü de düşer ve fiyat
seviyesi yükselir. Potansiyel GSYİH artarsa ve para stoku aynı seviyede
kalırsa, fiyat düzeyi düşer. Ekonomi daha yüksek miktarda mal ve hizmet
ürettikçe para daha değerli hâle gelir. Kamu harcamaları veya diğer bazı talep
belirleyicileri düşerse, denge faiz oranı (R) düşer ve para talebindeki artışı
düzenlemek için fiyat seviyesi de düşer.
Uzun dönem
büyüme modelinde, para politikası çok basit bir konudur. Fiyat düzeyi para
stoku ile orantılıdır. Para arzı çıktı veya faiz oranı üzerinde hiçbir etkiye
sahip değildir. Bu özellik, “paranın yansızlığı” olarak bilinir. Para stoku
çıktısı gibi reel değişkenlerin bağımsızlığı ile ilgili diğer bir terim de
“klasik bölünme”dir. Önce istihdamın belirlenmesi ve hasılayı düşünebiliriz
daha sonra fiyat seviyesi ayrıca ele alınabilir.
4. ENFLASYON
Enflasyon,
fiyat seviyesindeki artış oranıdır. GSYİH’nin değişmediği bir ekonomide, fiyat
seviyesi para arzıyla (5-6 eşitliğine bkz.) orantılıdır. Daha fazla para, basit
bir şekilde fiyat seviyesini yükseltir. Fed, istediği kadar enflasyon oranını,
para arzını her yıl o oranda artırarak belirleyebilir. Fiyat istikrarı için,
Fed, para arzını bir yıldan diğer yıla sabit tutmalıdır. %5 oranında enflasyon
için M’yi her yıl %5 oranında artırmalıdır.
Büyüyen bir
ekonomide enflasyon oranı, para artış oranından daha az olacaktır. Eğer Y,
zamanla büyüyorsa, fiyat seviyesinin bir yıldan diğer bir yıla göre düşmesini
engellemek için bir miktar para artışına ihtiyaç vardır.
Grafik 5-4, yedi ülkelik bir grubun enflasyon ve para artışı
ilişkisini göstermektedir.
(GRAFİK 5-4) Yedi Ülkede Para Artışı ve Enflasyon (1973-90):
Dikey eksen, 18 yıl
boyunca gerçekleşen ortalama yıllık para artış oranını göstermektedir. Genel
olarak, gözlemler, 45” lik doğru üzerinde yaklaşık %2’lik oranlar şeklinde
sıralanmıştır. Reel üretimdeki artış, yılık para artışının yaklaşık olarak
%2’sini emer. Geriye kalan kısım ise enflasyona yol açar.
Para
artışı, 18 yıllık bir periyotta hesaplanmaktadır. Böylece, uzun dönem analizi,
3-5 yıllık bir sürede durgunluklar veya atılımlar önemli olsa bile, uygulanır.
Eğer ilişki, her bir para artışı için %1’lik enflasyon kadar basit olsaydı, tüm
gözlemler, grafikte para artışını ve enflasyonu eşitleyen 45” lik doğru boyunca
sıralanacaktı. Çünkü üretim artışı; para artışı ve enflasyon arasındaki
ilişkiyi de etkilemekte tüm noktalar 45” lik doğrunun üstünde yer almaktadır.
Fakat para artışının ve enflasyonun bu uzunluktaki bir sürede birbiriyle yakın
ilişkili oldukları açıktır.
Amerika’da
ve diğer tüm ekonomilerde, para politikası ve enflasyon, tartışmalı konulardır.
Amerika, %10 ve daha yüksek oranlardaki enflasyon olgusu ile karşı karşıyadır.
Bazı ülkeler de binlerce oranlı fiyat artışlarından oluşan hiperenflasyonla
mücadele etmektedir. Merkez bankası, enflasyon üzerinde direkt kontrole sahip
olmasına rağmen, bu durum neden oluşur? Merkez bankasının bir ülkeyi
enflasyonsuz hâle getirmesinin iki sebebi vardır. Amerika’da, sebebi esasen,
uzun dönem büyüme modelinin, ekonomide yıldan yıla değişmeleri
tanımlayamamasıdır. Bunun yerine, ekonomi potansiyelden uzaklaşabilir. Parasal
daralma, resesyona sebep olabilecek bir güçtür. Resesyon, GSYİH’nin potansiyel
altında olduğu bir dönemdir. Resesyonu belirginleştirme korkusu,
sınırlandırılmış büyüme tam da uzun dönem büyüme modelinin belirttiği durum
olmasına rağmen, merkez bankasını enflasyonun giderilmesi için gerekli para
artışını kesmekten alıkoyar.
Daha az
etkin vergi sistemleriyle bazı küçük ülkelerde, enflasyon için ikinci sebep
önemlidir. Hükûmetin bir organı olarak merkez bankası, hükûmet, vergilerle veya
bonolarla elde ettiğinden çok harcama yaptığı için her yıl büyük meblağlarda
para ihraç eder. Çok iyi bir yol olmamasına rağmen, kasıtlı bir şekilde
oluşturulan yüksek oranlı enflasyon, hükûmetin finansman yollarından biridir.
Şiddetli kasıtlı enflasyon, sivil savaştan beri Amerika’nın iktisadî
politikasının bir parçası olmamıştır.
* Uygulamada Yeni
Araştırma
Net ihracat
(X), gelir tanımında göründüğü için GSYİH bileşiminin uzun dönem analizinin
uluslararası makroekonomik politika uygulamaları vardır. Mesela; kamu
harcamalarındaki bir azalış, net ihracatı artırır. (Ticaret açığını azaltır.)
Bu analiz; Paris’teki OECD, Washington’daki IMF ve sıklıkla G-7 Ülkeleri gibi
çok yönlü forumlarda meydana gelen, maliye politikaları ile ilgili birçok
uluslararası tartışmanın temelini oluşturur. Analiz, iki taraflı müzakerelerin
de temelini oluşturur.
Özel bir
uygulama, bu analiz türünün pratikte nasıl kullanıldığını çok güzel
göstermektedir. Uygulama, Amerika ile Japonya’nın “Yapısal Engel İnisiyatifi”
(SSI) olarak bilinen “Karşılıklı Koordinasyon Çabası”nın bir parçası olarak
ortaya çıkmıştır. SSI’nın hedeflerinden biri, hem Amerika’nın ticaret açığını
hem de Japonya’nın ticaret fazlasını azaltmaktır. Umulur ki böyle bir azaltma,
iki ülke arasındaki ticarî anlaşmazlığı gidersin ve korumacı baskıları
hafifletsin. SSI müzakereleri daima iki yollu bir caddeyi ifade eder.
Amerika’nın ve Japonya’nın her ikisi de poitika değişikliğine gideceklerdir.
Amerika
hükûmetinin ekonomik analizi, bu durumu başka faktörlerin etkilemeyeceğini
varsayarak, GSYİH’nin bir payı olarak Amerika’nın bütçe açığı azaldıkça,
GSYİH’nin bir payı olarak Amerika’nın ticaret açığının da azalacağını
vurgulamaktadır. Aynı analiz, Japonların, ülkelerindeki kamu alt yapı
yatırımlarına tahsis edilen GSYİH payını artırmaları durumunda, Japonya’nın
fazlalarının da düşeceğini önermektedir. Bunların ikisi de uzun dönem modeliyle
ele alınabilecek uzun dönem teklifleridir. Her iki teklif de grafik 5-2’deki basit
diyagramlarla ispat edilebilir. Bunu yapmayı denemelisiniz. Acaba faiz
oranlarına ve kur oranlarına ne olacaktır?
SSI’nın
tarafı olarak, Japonya, ülkesindeki kamu alt yapı yatırımlarını 10 yıllık bir
dönemde artırmayı kabul etti. Hükûmet, bu yatırımları, 90’lı yıllar boyunca 430
trilyon Yen’lik meblağda artırmayı kabul etti. Bu, 10 yılın sonunda, aksi halde
olacakla kıyaslandığında, GSYİH’deki yatırım payını yaklaşık %1 oranında
artıracaktı. Kendisine düşen kısmı itibariyle, Amerika da 1990 bütçe anlaşmasında,
bütçe açığında 5 yıl boyunca 500 milyar $’lık azalış önerdi.
Uluslararası
politika koordinasyonu, yabancılara tuhaf görünebilir. Üstün olan hükûmet
diğeri üzerinde ne kadar etkinliğe sahiptir? Mesela; bazıları SSI veya G-7
çalışmaları gibi koordinasyon çabalarının çok az etkiye sahip olduğunu iddia
eder. Hükûmetler, zaten sadece ne yapacakları ile ilgili olarak anlaşırlar.
Mesela; SSI başlamadan evvel bile birçok Japon daha fazla kamu alt yapı
yatırımlarının gerekli olduğunu konuşuyorlardı. Amerika’da da bütçe açığının
azaltılmasına yönelik bir şeyler yapılması ile ilgili bir konsensüs zaten
oluşmuştu. Böylece belki bunlar ve diğer hareketler, koordinasyon çabaları
olmadan da ortaya çıkmış olacaklardı. Bunu tam olarak bilmek çok zor.
Kesinlikle, tartışmalarda, Amerika’dan bir şeyler karşılığında Japonya’nın alt
yapı yatırımlarının azaltılması gibi imtiyazlar sağlanması fikri yer almıştır.
Bunların öneminin ölçülmesi zordur.
Japonya’nın ticarî fazlalığının
azaltılmasına yönelik başka çareler de var olduğunu dikkate alınız. GSYİH’nin
bir payı olarak tüketimin artırılması da SII ön görüşmelerinde tartışıldı.
Fakat Amerikan hükûmeti, özellikle dünyada tasarruf azlığının görüldüğü bir on
yılda, bir ülkede tasarruf etmemeyi özendirmenin iyi bir iktisadî politika
olmayacağını düşündü. Bundan dolayı, Amerika’nın teklifi, Japonya’da tasarruf
ve yatırım arasındaki açığın, tasarrufu azaltmaktan ziyade yatırımın
artırılmasıyla daha iyi bir şekilde düşürülebileceği idi.
ÖZET: KLASİK BÖLÜNME
Bu
bölümdeki maliye ve para politikası analizi, uzun dönem büyüme modelinin önemli
bir özelliğini ortaya koymaktadır. Uzun dönem büyüme modelindeki harcama
kompozisyonu ve faiz oranı gibi diğer reel değişkenler, kamu satım alımları
gibi diğer reel değişkenlere bakılarak tek başlarına analiz edilebilir. Para
arzı gibi nominal değişkenler; GSYİH seviyesini, GSYİH kompozisyonunu veya faiz
oranları seviyesini etkilemez. Grafik 5-2’deki diyagramlar, para politikasını
dikkate almadan üretim bileşimini ve faiz oranını belirlememize imkân
sağlamamaktadır. Diğer bir deyişle, reel ekonomiyi incelemek için, kendimizi
ekonomideki reel değişkenler konusunda uygun bir şekilde sınırlandırmamız
gerekir. Maliye politikasının durumunu biliyorsak, tüm ihtiyacımız olanın faiz
oranının belirlenmesini öğrenmek olduğunu biliriz. Para arzı ile ilgili bilgi,
bize faiz oranı hakkında hiçbir şey ifade etmeyecektir. Para arzı gibi parasal
değişkenler, sadece fiyat seviyesi gibi diğer nominal değişkenleri etkiler.
Tercüme Eden: Mehmet
Behzat Ekinci,
İstanbul, İktisat, Doktora.
¨ Para talep fonksiyonu için uygun faiz oranının nominal oran olduğuna
dikkat ediniz. Bono gibi elde nakit tutulması ile ilgili birçok alternatif,
nominal faiz oranında getiri sağlar. Analizimizi basitleştirmek için, para
talep fonksiyonuna, reel faiz oranını (R) yerleştiriyoruz. Enflasyon düşükse,
bu çok iyi bir tahmin olacaktır.
KAYNAK
Macro
Economics, 4th edition, Robert E. Hall, John B. Taylor, Norton International
Student Edition, the 5th section.