SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ ÇERÇEVESİNDE ÇEVRE BOYUTLU SÜRDÜRÜLEBİLİR
KALKINMA ANLAYIŞINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
İÇİNDEKİLER:
ÖZET
ABSTRACT
GİRİŞ
1. SEKTÖREL GELİŞME MODELİ
2. SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ
2.1. Sanayileşmenin Yönü Bakımından Sanayileşme Stratejileri
2.2. Kamu ve Özel Sektöre Öncelik Verme Bakımından
Sanayileşme Stratejileri
2.3. Üretim Süreçleri Bakımından Sanayileşme Stratejileri
2.4. Sanayideki Yoğunluk Bakımından Sanayileşme Stratejileri
3. SANAYİLEŞME STRATEJİLERİNDE DEĞİŞMELER
4. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ANLAYIŞINDA GELİŞMELER VE KONUYA
İLİŞKİN BAZI DEĞERLENDİRMELER
4.1. Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı; Tanım ve Çerçeve
4.2. Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı Kapsamındaki
Uygulamalara İlişkin Değerlendirmeler
4.2.1. İstihdam etkisi
4.2.2. Çevre etkisi
4.2.1. Dünyada Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı ve İlgili
Uygulamalar
4.2.2. Türkiye’de Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı ve İlgili
Uygulamalar
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
ÖZET
Sektörel
gelişim modeli çerçevesinde, ülke ekonomilerinde sanayileşme aşamasının önemli
bir payı vardır. Sanayide meydana gelen gelişme ile büyüme seviyesinin daha
yükseklere çıkarılması mümkün olmaktadır. Günümüzün gelişmiş ülkeleri
incelendiğinde, söz konusu gelişmişliklerinin temelinde sanayi sektöründe
kaydedilen ilerlemelerin mevcut olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sanayileşme,
ülkelerce ulaşılmak istenen bir hedef olmakla beraber bu süreçte kaçınılmaz
olarak bazı sorunlarla da karşılaşılmaktadır. Bunların en başında gelenlerinden
biri çevre ile ilgili olumsuzluklardır. Çevreye ilişkin olumsuzluğuna rağmen
sanayileşme sürecinden vazgeçilemese bile, ekonomik gelişmenin
sürdürülebilirliği için konu ile ilgili bazı tedbirlerin alınması gerektiği
açıktır. Ancak genel olarak, sanayileşmiş ülkelerin çevre sorununa köklü
çözümler getirme yerine bunu “kendileri dışına transfer etme” yolunu tercih
ettiği görülmektedir. Her ne kadar kimi ülkeler veya ülke grupları konunun
hassasiyetini fark edip bazı tedbirler alma yönünde çaba sarf ediyor olsa bile,
bunların soruna sağlıklı ve köklü bir çözüm getirmede yeterli olamadığı
belirtilebilir.
Yeryüzündeki
hayatı oluşturan ve destekleyen tabii sistemlerin geleceğini tehlikeye atmayan
ekonomik gelişmeler, “sürdürülebilir” olarak nitelenmektedir. Ancak meydana
gelen ekonomik gelişmelerin bu yönde olduğunu ifade etmek zordur. Halbuki hem
mevcut hem de gelecekteki nüfus (canlılar) dikkate alınarak, birtakım
tedbirlere başvurulması gerekmektedir.
Çalışmada,
sektörel gelişme modeli üzerinde durulmakta, sanayileşme stratejileri
incelenmekte ve bu süreçte ortaya çıkan sorunlara değinilmektedir. Bu
çerçevede, çevre boyutu itibariyle “sürdürülebilir kalkınma anlayışı” ele
alınmakta ve konu ile ilgili olarak dünyadan ve Türkiye’den bazı uygulamalara
yer verilmektedir.
ABSTRACT
Industrialization,
as a stage, has a significant share in economies in context of sectoral
development model. Through the industrial progress, it is possible to increase
the growth rate further. As a matter of fact, advance in the industrialization
has been the main factor for the progression of today’s industrialized
countries.
Industrialization
is an important target for the countries, however, there are some problems they
face in this process inevitably. Environmental problem is one of them. Although
it has some negative effects on environment, industrialization may not be
abandoned. But it is obvious that some necessary measures should be taken for a
sustainable development. It is observed, on the other hand, that most of
developed countries prefer “transferring the environmental problems out”
instead of removing them through drastic ways. Some countries or groups of
countries are in aware of the sensitivity of the problem and endeavour to find
some remedies for the matter, however, these attempts are not sufficient for
reaching a healthy and fundamental solution.
Economic
progress that does not endangers the future of natural systems which form and
support life on the earth is described as “sustainable development.” It is too
difficult to say that ongoing economic progress leads to a sustainable
development though. However, it is required inevitably to take necessary action
related to the matter for both current and future population (living creatures)
of the world.
In this
academic paper; sectoral development model is analysed, industrialization
strategies are studied, and some problems being faced through this process are
determined. In this context; “understanding of sustainable development” is
studied in terms of its environmental dimension, and some related practices
both from the world and Turkey are presented.
GİRİŞ
Genel
sektörel gelişme modeline göre ülkeler, önce tarım sektöründe yoğunlaşmakta,
burada gerçekleştirilen birikim sayesinde ikinci sektör olarak adlandırılan
sanayi sektörüne ağırlık vererek, birinci sektörün payındaki azalmaya karşılık
ikinci sektör payındaki artışla sanayileşme yolunda hızlı adımlarla ilerlemektedir.
Bu süreç, üçüncü sektörün yani hizmet (bilgi) sektörünün nispî payı artana
kadar devam etmektedir.
19.yüzyılın
ikinci yarısında buhar makinesinin sanayide kullanılmaya başlanmasıyla bir
devrim gerçekleştirildiği, herkesçe bilinmektedir. Söz konusu yıllar itibariyle
meydana gelen gelişmeler dikkate alındığında, sanayileşme açısından hayli
mesafe kat edildiği ve hatta klasik sanayileşme anlayışlarının dahi yerlerini
yeni anlayışlara terk ettiği açıkça görülmektedir.
Günümüzde,
sanayileşme sürecini yaşamış ülkeler ekonomik büyümenin bir dereceye kadar
gerçekleştirilebileceğinin farkına varmıştır. Gelinen noktada baş gösteren
sorunlar, her ne kadar ekonomik büyüme gerçekleştirilmeye devam edilse de
ekonomik kalkınmanın daha fazla sağlanamayacağının birer işaretidir. Şu anda,
gelişmiş ülkeler (GÜ); yakın gelecekte bu şekilde devam edilmesi durumunda
içine girilmesi açık bir şekilde görülen çıkmazla ilgili olarak almış oldukları
tehlike sinyallerinden hareketle gerekli tedbirleri, özellikle kendileri açısından
olmak üzere, bir an önce almakla meşguldür. Gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) ise
konunun önemini yeterince fark etmiş değildir. Bununla beraber, belli seviyede
de olsa bu ülkelerde de birtakım faaliyetlerin varlığından bahsedilebilir.
Böylece ülkeler, yeni kalkınma anlayışlarını uygulamaya geçirmeye
çalışmaktadırlar. Hedeflerine varmak için sordukları soru şudur: “Acaba mevcut
şartlarda nasıl hareket edersek kalkınmamızı sürdürebiliriz?”
Temelleri,
1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun hazırladığı “Ortak
Geleceğimiz” raporunda atılan Sürdürülebilir Kalkınma; “bugünkü nesillerin
ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini
tehlikeye atmaksınız karşılayabilen kalkınma” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu
yaklaşımla; “tabii kaynaklar verimli kullanılarak, atıklar azaltılarak ve
kaynakların tekrar kullanımı sağlanarak” gelecek nesillerin ihtiyaçlarına cevap
verilmesi ve çevrenin sürekli şekilde korunması mümkün hâle gelecektir.
Sürdürülebilir kalkınma sadece çevre korumanın ön plana çıktığı bir kalkınma
anlayışını ifade etmemekte, kalkınmaya ilişkin bütün ekonomik, malî, ticarî, ve
sınaî politikaların büyümeyi; ekonomik, sosyal ve çevre ile ilgili açılardan
sürdürülebilir kılmak amacıyla uyumlaştırıldığı bir süreç olmaktadır. (Nemli,
2005: 6-9)
Çok
boyutlu olmakla beraber, sürdürülebilir kalkınma anlayışının en çok önem
taşıyan yönünün çevre ile ilgili olduğu ifade edilebilir. Çünkü içinde
yaşadığımız ortam, sadece üretici birimler için değil aynı zamanda tüketiciler
için, yani insanlar için de gereklidir. Ayrıca hayvanlar ve bitkiler de aynı
ortama ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla üretim birimlerinin, tüketicilerin ve
diğer canlıların bir arada hayatını devam ettirebilmesi için sürdürülebilir bir
kalkınma ortamının oluşturulması gerekmektedir.
Bu
çalışma, çevre boyutu itibariyle sürdürülebilir kalkınma anlayışını ele
almaktadır. Burada, öncelikle genel sektörel gelişme modeli incelenmekte,
ardından sanayileşme stratejilerine ilişkin bilgiler verilmektedir. Daha sonra sanayileşmede
meydana gelen strateji değişikliklerine değinilmekte ve bu süreçte ortaya çıkan
sorunlara dikkat çekilmektedir. Bu çerçevede “sürdürülebilir kalkınma anlayışı”
ele alınmakta, dünyada ve Türkiye’de bu anlayışın yeri ile ilgili
değerlendirmelerde bulunularak bazı örnek uygulamalara yer verilmektedir.
1. SEKTÖREL GELİŞME
MODELİ
Sektörel değişim süreci, “Üç
Sektörlü Ekonomik Gelişme Hipotezi” ile açıklanmaya çalışılmıştır. Söz konusu
Hipotez, iktisadî kalkınma sürecinde iş gücünün çoğunluğunun önce tarımda,
sonra sanayi sektöründe ve en sonunda hizmet sektöründe istihdam edileceğini
ortaya koymaktadır. Bu Hipotez, “gelir arttıkça tüketimin nispî ağırlığının
ihtiyaçlar hiyerarşisindeki yiyecek, giyecek, barınma gibi temel ihtiyaçlardan
lüks ihtiyaçlara kayacağı” hipotezinin iş ve istihdam piyasasındaki ifadesi
olarak kabul edilmektedir. (Duruel, 1998: 45)
Ekonomik gelişme ile ilgilenen
İktisatçılar, toplumda sektörel bazda meydana gelen değişim sürecini bir
sürpriz olarak değerlendirmemektedir. Mesela, Colin Clark, uluslar
sanayileştikçe, istihdamın bir sektörden diğer bir sektöre kaymasının
kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Bir sektörde verimlilik arttıkça, o
sektörde bulunan iş gücü bir başka sektöre hareket eder. Bu gözlem,
“Clark-Fisher Hipotezi” olarak bilinmektedir ki iş gücünün faaliyet büyüklüğünü
dikkate alarak ekonomilerin sınıflandırılmasına imkân sağlar. (Fitzsimmons,
& Fitzsimmons, 1994: 5) Clark, yapmış olduğu incelemelerinde sektörlerle
ilgili sınıflandırmasını ortaya koyduktan sonra, toplumlarla ilgili değişim
sürecini şu şekilde ifade etmektedir: (Clark,
1957: 490)
“Toplumlar
zamanla, ekonomik açıdan daha da gelişir. Böylece tarım sektöründe istihdam
edilenler, sanayi sektöründekilere nazaran; daha sonra da sanayi sektöründe istihdam
edilenler, hizmet sektöründekilere nazaran azalma eğilimine girer...”
Ayrıntılı olarak ifade etmek
gerekirse, bu Hipotez; ekonomilerin gelişme açısından belli aşamalardan
geçeceğini ileri sürer. Düşük gelir seviyesinde iken, bir ekonomi belirgin bir
şekilde ziraî özelliktedir. Teknolojik gelişme ve buna bağlı olarak artan ziraî
verimlilik sayesinde gelir arttıkça, hem ziraî üretimde hem de ziraî emekte bir
fazlalık oluşacaktır ve bunlar, sanayiye hareket edecektir. Sanayide ilerleme
sağlandıkça ve bununla birlikte verimliliği artırıcı faktörlerdeki ve
makineleşmedeki gelişmeler ziraî üretimi artırdıkça, en geniş istihdam, sanayi
sektöründe olacaktır. Neticede, sanayi sektörü de tarım sektöründeki gelişim
sürecini yaşayacaktır. Teknolojik gelişme, yüksek verimliliği beraberinde
getirecektir ve bu kişi başına geliri daha da artıracaktır. Emek de hizmet
sektörüne doğru hareketlenecektir. (Karauçak Oğuz, 1987: 8)
Sektörel gelişmeye ilişkin hipotez,
model ve teorilerle ileri sürülen aşamalar, şu şekilde tablolaştırılmaktadır:
Tablo 1: Ekonomik
Faaliyet Aşamaları
BİRİNCİ AŞAMA (Tabii Madde İşleme) ·
Tarım ·
Madencilik ·
Balıkçılık ·
Ormancılık |
DÖRDÜNCÜ AŞAMA (Alış Veriş ve Ticaret) ·
Taşımacılık ·
Perakendecilik ·
İletişim ·
Finans ve Sigorta ·
Gayri menkul ·
Yönetim |
İKİNCİ AŞAMA (Mal Üretimi) ·
İmalât ·
İşleme |
BEŞİNCİ AŞAMA (İnsan Kapasitesini Arıtma
ve Genişletme) ·
Sağlık ·
Eğitim ·
Ar-Ge ·
Eğlence ·
Sanatlar |
ÜÇÜNCÜ AŞAMA (İç Hizmetler) ·
Lokantalar ve oteller ·
Berber ve güzellik salonları ·
Yıkama ve kuru temizleme ·
Bakım ve tamirat |
|
Kaynak: James A. Fitzsimmons, Mona J. Fitzsimmons, Service Management for Competitive
Advantage, Singapore, McGraw-Hill, 1994, p.5.
İlk aşama
tarımı, ikincisi sanayiyi temsil ederken, üçüncüsü ise geleneksel hizmet sektörünü
ifade etmektedir. Birçok iktisatçı, analizlerini sadece üç aşama ile
sınırlandırmıştır. Dördüncüsü ve beşincisi ise hizmet sektörünün daha ileri
aşamalarını temsil etmektedir. Nitekim, hizmet sektörü açısından günümüzde son
iki aşamanın yaşandığı belirtilebilir.
Genel
sektörel gelişme modelinin, ağırlıklı olarak GÜ’lerin yaşadığı bir süreç
olduğunu ifade etmek mümkündür. Buna karşılık GOÜ’lerde ise sağlıklı ve düzenli
bir geçiş sürecinin yaşanmadığı belirtilebilir. Nitekim, sanayileşmesini tamamlayan
GÜ’ler, birtakım üretim birimlerini GOÜ’lere kaydırmakta ancak bu süreç sorunlu
olmaktadır. Çünkü söz konusu üretim birimlerinin GOÜ’lere transferi o ülkelere
“sanayileşme” süreci açısından katkılar sağlamakla beraber, bazı sorunları da
transfer etmektedir. Bu konuya ilerleyen başlıklar altında ayrıntılı bir
şekilde değinilmektedir.
2. SANAYİLEŞME
STRATEJİLERİ
Sanayileşme,
her ülkenin gerçekleştirmeyi arzu ettiği bir süreçtir. Bu arzunun
gerçekleştirilmesiyle ülke ekonomisinde gelir seviyesi, yani üretim artar.
Sağlanan ekonomik büyüme, refah seviyesindeki artışı da beraberinde getirir.
Burada,
sanayileşme stratejileriyle ilgili olarak yapılan sınıflamalardan birkaçı ele
alınmakta ve bunlar günümüzdeki uygulamalarıyla aktarılmaya çalışılmaktadır: (Kuyucuklu,
1993: 440)
2.1. Sanayileşmenin
Yönü Bakımından Sanayileşme Stratejileri
a) İthal ikameci sanayileşme stratejisi:
Daha evvel
yurt dışından ithal edilen bir malın yurt içinde üretimini hedefleyen ve bu yolla
sanayileşmeye çalışılan bir stratejidir. Bu stratejide dengeli bir sanayileşme
modeli gerçekleştirilmeye çalışılır. Yani ekonomide belli sektörlere değil; tüm
sektörlere aynı önem verilerek sanayileşmeye çalışılır.
b) İhracata dönük sanayileşme stratejisi:
Birincisinin
tersine dengesiz bir sanayileşme modelinin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bu
stratejide tüm sektörler yerine ilerisi için ümit vaat eden sektörlerin teşviki
ve desteklenmesiyle sanayileşme hedeflenir. Amaç, ihracata yönelik üretimin gerçekleştirilmesiyle
ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı sağlamaktır.
Sanayileşmenin
başlangıcında birinci strateji izlenirken; sanayileşme süreciyle ikinci
strateji tercih edilmektedir.
2.2. Kamu ve Özel
Sektöre Öncelik Verme Bakımından Sanayileşme Stratejileri
Sanayileşmenin
başlangıcında, ülkelerde belli bir sermaye birikimi yoktur. Bu durumda devlet
öncülüğü üstlenerek sermaye birikimini sağlamaya çalışır. Başta, kamu kesiminin
payı özel kesimin payından fazla iken, bu durum tersine çevirilmeye çalışılır.
Nitekim günümüzde bu mekanizma rejim farklılığı dolayısıyla -bazı ülkeler
hariç- çoğu ülkede aynı yönde işlemektedir. Bu durum, özelleştirme akımına olan
rağbette açık bir şekilde görülebilmektedir.
2.3. Üretim Süreçleri
Bakımından Sanayileşme Stratejileri
a) Montaj sanayiine dayalı strateji:
Bir malın
tüm parçalarının veya bazı parçalarının yurt dışında üretilip birleştirme
işleminin yurt içinde yapılmasıyla izlenen sanayileşme stratejisidir.
b) Entegre sınaî üretim stratejisi:
Bir malın
ana parçalarından tali parçalarına kadar tümünün yurt içinde üretimini
hedefleyen sanayileşme stratejisidir.
GOÜ’ler,
genellikle montaj sanayii ile sanayileşme süreçlerini başlatmakta ve
sanayileşmiş ülke sıfatını kazandıklarında aynı süreci başka “sanayileşmeye
çalışan ülkeler”de gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
2.4. Sanayideki
Yoğunluk Bakımından Sanayileşme Stratejileri
Konuya
ilişkin açıklama, COMECON(Council for Mutual Economic Assistance: Karşılıklı
Ekonomik Yardım Konseyi)’un sınıflaması aktarılarak yapılmaktadır: (Kuyucuklu,
1993: 377)
a) Hafif sanayi:
Alt kolları şunlardır:
Tekstil, Besin, Ağaç işleme, Cam-Porselen ve Fayans,
Dericilik, Basın (Paligrafi) sanayileri vb.
b) Ağır sanayi:
Alt kolları şunlardır:
Enerji, Teshin (Isıtma), Maden, Metalürji, Kauçuk, İnşaat
makinası-teçhizatı, Selüloz kağıt sanayileri vb.
Sanayileşmeye
başlama açısından düşünüldüğünde ülkeler, bu süreci öncelikle hafif sanayi ile
başlatmakta daha sonra bu alandaki nispî azalmayla birlikte ağır sanayi ile
süreci devam ettirmektedir. Tabii ki bunu geliştirmede esas olan, üretim
açısından sahip olunan faktör donanımıdır.
Şu ana
kadar günümüzdeki uygulamalarıyla kısmen de olsa açıklanan sanayileşme
stratejileri yanında, bunlarla ilgili olmakla birlikte yeni bir anlayışın
sonucu olan bir strateji çıkmıştır ortaya, “Elektronik tabanlı sanayileşme
stratejisi…”
Elektronik
tabanlı sanayileşme, tamamiyle teknolojik ilerleme ile ortaya çıkan bir
stratejidir. Bu sanayileşme modelinin yukarıda da belirttiğimiz gibi klasik
sanayileşme stratejileri ile –alt dalları itibariyle- değişen ölçülerde ilgili
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu, yeni bir sektördür ve teknolojik ilerlemeyle
birlikte hızla gelişmektedir. Hatta şu da söylenebilir; teknolojinin de ta
kendisidir. Yıllık %7 ile 10 arasındaki büyüme oranlarını yakalayan ülkelerde
bu stratejinin çok önemli bir rolü olmuştur. Asya Kaplanları olarak
adlandırılan ve bir dönem dikkat çekici gelişmeler sergileyen Uzak Doğu
ülkeleri, bu sektörde en ileri seviyelere gelmişlerdir, hatta neredeyse lider
konumunda bulunmaktadırlar. Ayrıca Japonya da teknolojik gelişmede en önde yer
alan ülkelerdendir. Söz konusu ülkeler, bu stratejiyi hem yurt içinde hem de
yurt dışında üretim yaparak izlemiş, büyümelerini ve kalkınmalarını
sağlayabilmiştir. Dolayısıyla çok uzun bir geçmişe sahip olmayan elektronik
tabanlı sanayileşme modeli, yeni bir sanayileşme stratejisi olarak ortaya
çıkmaktadır.
Kimi
açılardan sanayileşme stratejilerinde değişikliği gerektirecek niteliğe sahip
bulunan yeni bir endüstri dalından bahsetmek de mümkündür. Günümüzde özellikle
GÜ’lerde olmak üzere giderek gelişen bir hizmet endüstrisi vardır. “Çevre ile
İlgili Endüstriler (Environmental Industries)” adı altında hızla büyümekte olan
bu faaliyetler, OECD tarafından şöyle tanımlanmaktadır: “Suya, havaya ve
toprağa olan zararı ve aynı zamanda katı atık, kirlilik ve eko-sistem
sorunlarını ölçen, engelleyen, sınırlandıran, azaltan veya gideren malları ve
hizmetleri üreten faaliyetler.” Bu sektör; katı atık yönetimi, hava kirliliği
ve su atığı konularını çevre ile ilgili hizmetlerle ve teçhizatla ele
almaktadır. Çevre ile ilgili hizmet endüstrisi, teçhizat veya kaynak
piyasalarından ayrı olarak toplam pazarın %50’sini oluşturmaktadır. Alt
sektörler itibariyle oranlar şöyledir: (“The Environmental Services Business…”,
2001: 6-7) Katı atık yönetimi
%22,6; su işleme hizmetleri %14,3; danışmanlık ve mühendislik hizmetleri %5,9;
iyileştirme ve sinaî hizmetler %3,3. Bu sektörün yıllık %7-10 oranında büyüdüğü
tahmin edilmektedir.
3. SANAYİLEŞME
STRATEJİLERİNDE DEĞİŞMELER
19.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan sanayileşme süreci, zamanın
emperyalist ülkelerince devam ettirilmiştir. Bu sürecin başlatılmasında ve
devam ettirilmesinde söz konusu ülkelerin etkili olmasının sebebi, sahip
oldukları kaynaklardır. Arada meydana gelen duraklama devrelerine ve savaşlara
rağmen bugün aynı ülkelerin bu süreci neredeyse tamamladıkları ve yeni
arayışlar içinde oldukları görülmektedir.
Genel
sektörel gelişme modeline uygun bir şekilde günümüzün sanayileşmiş ülkeleri
artık, sanayilerinin nispî ağırlığını da -daha evvel tarımda yaptıkları gibi-
azaltmakta, hizmet sektörüne daha çok önem vermektedir. Tabii ki sanayileşmek
isteyen ülkeler de tarımın nispî payını sanayi lehine azaltmakta ve sanayiye
daha fazla önem vermektedir. Bu demektir ki; söz konusu ülkeler de aynı
sorunlarla karşılaşacak ve bunlara çözüm bulmakla meşgul olacak; aynı şeyleri
kazanacak; aynı şeyleri kaybedecektir. Her kazancın alternatif bir maliyeti olduğundan,
bu sürecin maliyeti de karşılaşılacak olan sorunlardır ve en başta geleni de
çevre ile ilgili olanlardır. Dolayısıyla sanayileşme sürecini yaşamak isteyen
ülkeler de aynı sorunlarla karşılaşacaktır/karşılaşmaktadır. Sanayileşmiş
ülkeler genel olarak, bunun farkında olmakla birlikte söz konusu ülkelerin bu
süreci yaşamalarını engellemek amacıyla çok ciddi bir çaba sarf etmemektedir.
Çünkü kazançları söz konusudur. Bu süreci yaşamak isteyen ülkeler de
karşılaşacakları sorunları bilmekle beraber, mevcut şartlarda kaybettiklerinin
daha çok olduğunu düşünerek sanayileşme sürecini tecrübe etmek istemektedir.
Çünkü sonunda ekonomik büyüme gözükmektedir. Şunu söylemek mümkündür:
Sanayileşmekte olan ülkeler için “yeni bir sanayileşme stratejisi” yoktur. Onlar,
klasik stratejilerle -birtakım anlayış değişiklikleriyle birlikte- devam
edecektir. Bu yenilik daha çok, sanayileşmiş ülkeler için söz konusudur.
Burada,
sanayileşmiş ülkelerce izlenen yeni stratejilere değinilmektedir. Mekanizma,
“Çok uluslu (Multi national) ve Uluslararası (International)” şeklinde
tanımlanan şirketlerle işlemektedir.
Globalleşme
akımı çerçevesinde “ülkeler arasındaki sınırların ortadan kalkacağı, dünyanın
büyük bir köy hâline geleceği” şeklindeki ifadeleri çok sık kullanılmaktadır.
Sınırlar var olmakla birlikte kurulan ekonomik ilişkiler, neredeyse bunları
önemsiz hâle getirmiş durumdadır. Bu, özellikle sermaye hareketleri
düşünüldüğünde reddedilemeyecek bir gerçektir. İşte bu gelişmeler, yeni
sanayileşme stratejilerini gerektirmiştir. Aslında şöyle de denebilir:
Sanayileşme stratejileri, yeni ekonomik olguları beraberinde getirmiştir ve bu
da yeni stratejilere yol açmıştır.
Günümüzde
sanayileşmiş ülkeler, kimi alanlarda üretimlerini pek yurt içinde yapmamakta
bunun yerine ağırlıklı olarak yurt dışında yapmayı tercih etmektedir. Çok
uluslu ve Uluslararası şirketler, lisans anlaşmalarıyla veya direkt olarak
üretim yapmaktadır. Tabii bu arada yatırım yapılan ülke açısından “sanayileşme”
olarak değerlendirilen bu süreçte karşılaşılacak sorunlardan da kendilerini
korumuş olmaktadırlar. Yani sorunları da bir nevi ihraç etmiş olmaktadırlar. Bu
mekanizmanın işleyişi, taraf ülkeler açısından şu sonuçları doğurmaktadır:
a.
Yatırımcı
ülke kâr etmektedir. Maddî anlamda edilen kâr yanında sınaî üretim birimlerinin
sebep olduğu olumsuzluklar da transfer edilmiş olmaktadır. Çevre ile ilgili
olumsuzluklar bunların başında gelmektedir.
b.
Yatırım
yapılan ülke de gelir ve istihdam gibi birtakım getiriler etmekle beraber,
sanayileşme süreci ile bazı sorunları da ithal etmektedir. Bunlar arasında yine
çevre ile ilgili sorunlar ilk sırada belirtilebilir.
Çevre
açısından olumsuz etkileri olan sınaî birimler, konunun özünde yer almaktadır.
Kirliliğe sebep olan sınaî üretim birimlerinin GÜ’lerden GOÜ’lere transfer
edilmesine ilişkin iddialar her zaman gündemde olmuştur. Konuya ilişkin yapılan
bazı ampirik çalışmalar da vardır. Bu çalışmalarda, söz konusu transferin
sadece “kirlilik” olgusuna dayalı olarak yapıldığına dair net sonuçlar ortaya
konulmamaktadır. Bununla beraber, yapılan tespitler GÜ’lerden GOÜ’lere yapılan
üretim birimi transferlerinin sebeplerinin başında yine “kirlilik” olgusunun
yer aldığına dair ipuçları sağlamaktadır. Konuyla ilgili çalışmaların bir araya
getirildiği ve Dünya Bankası’nca basımı gerçekleştirilen bir eserde yer alan
bazı veriler şöyledir: (Low, 1992: 3-4)
·
Ülkelere
ilişkin zehirli atık verilerinin ele alındığı bir çalışmada, GOÜ’lerdeki
kirlilik yoğunluğunun 1970’lerde ve 1980’lerde hızla arttığını ortaya
koymaktadır.
·
Ticarî
akım verilerinin dikkate alındığı, 1965-1988 döneminde GOÜ’lere ne ölçüde
kirliliğe sebep olan sınaî üretim birimlerinin transfer edildiğini ölçmeyi
hedefleyen bir çalışma yapılmıştır. “Sebep olduğu kirliliğin giderilmesi ve
kontrolü için ne kadar harcama yapılıyorsa, o endüstri kirliliğe o kadar fazla
sebep olmaktadır.” varsayımından hareketle yapılan araştırmada, söz konusu
dönemde GOÜ’lere transfer edilen 42 endüstrinin varlığı tespit edilmiştir.
Ticarete ilişkin veriler, 1965-88 döneminde ağırlıklı olarak, eğilimlerde
meydana gelen değişmeler dolayısıyla, sanayileşmiş ülkelerde kirliliğe sebep
olan sınaî birimlerin toplam ticaretteki payının düştüğünü ortaya koymaktadır.
Aynı dönemde, birçok GOÜ’nün kirliliğe sebep olan sınaî birimlerinin
ihracattaki payı ise artmıştır.
·
Ticarî
paya ilişkin bu analiz, “açıklanmış mukayeseli üstünlükler (revealed
comparative advantages: RVA) endeksi” ile dayanaklı hâle getirilerek başka bir
çalışma hazırlanmıştır. Bu çalışmada 109 ülkenin kirliliğe sebep olan sınaî
üretim birimlerindeki RVA’sı hesaplanmıştır. RVA endeksi, belirli bir mamulün
bir ülke mamul ihracatındaki payının, o mamulün dünya mamul ticaretindeki
payından fazla olması hâlinde söz konusu ülkenin mukayeseli üstünlüğe sahip
olduğunu ortaya koyan bir ölçüdür. RVA endeksinin kirliliğe sebep olan sınaî
birimlere uygulandığı bu çalışmada, GOÜ’lerin nispî olarak üstünlüğe sahip
olduğu ortaya çıkmıştır. Çalışmaya göre, GOÜ’lerin kirliliğe sebep olan
endüstrilerdeki RVA’sı, GÜ’lerinkinden dört kat fazladır. Ayrıca, GOÜ’lerin
kirliliğe sebep olan endüstrilerdeki RVA’sı, kendisindeki diğer sanayilerin
ortalama RVA’sından da yüksektir.
·
Diğer
bir çalışmada, gerçekleştirilen üretim ve sebep olunan kirlilik seviyesi
ilişkisi ele alınmaktadır. Buna göre, GÜ’ler dünya üretiminin %75’ini
gerçekleştirirken sebep oldukları toplam karbon atığı oranı %61’dir. GÜ’lerin
kişi başına sermaye stoku seviyesi GOÜ’lerinkinden 14 kat fazla iken,
GÜ’lerdeki sermaye stokunun karbon atığı GOÜ’lerinkine kıyasla 1/3 oranında
daha düşüktür.
Bir firmanın
üretim birimlerini bir ülkeden diğerine transfer etmesi, yukarıda da
değinildiği gibi, sebebi net olarak ortaya konulabilen bir olgu değildir.
Bununla beraber; ucuz iş gücü, zayıf iş gücü birlikleri, güçlü olmayan sağlık
ve güvenlik düzenlemeleri, düşük seviyeli çevre düzenlemeleri ve standartları
gibi sebepler dolayısıyla söz konusu transferin gerçekleştirilebildiği
belirtilmektedir. Hatta bu durum için bazı ifadeler de kullanılmaktadır.
Nitekim, bir firmanın kendi ülkesindeki düzenlemelerden kaçarak zayıf
düzenlemelerin mevcut olduğu başka bir ülkeye gitmesi olgusu, “Arka Bahçeme Hoş
Geldin (WIMBY: Welcome In My Back Yard)” tabiriyle dile getirilmektedir. Buna
tepki olarak ise “Arka Bahçeme Giremezsin (NIMBY: Not In My Back Yard)” tabiri
kullanılmaktadır. (“The Environmental Services Business…, 2001: 8)
Sınaî
üretim birimlerinin transferi olgusunun farklı bir boyutuna dikkat çekmek de
mümkündür. GÜ’lerin, çevre kirliliğine sebep olan sınaî tesislerini GOÜ’lere
kaydırmaları; gidilen ülkelere belli açılardan katkı sağlayabilmektedir.
Nitekim, daha evvel de değinildiği gibi, istihdam bunlardan biridir. Fakat
buralara transfer edilen çevre kirliliği de beraberinde bazı sorunlara sebep
olmaktadır. Bu durum, uluslararası iktisattaki bir uygulamayı hatırlatmaktadır:
“Komşuyu Zarara Sokma Politikası”nı (Beggar thy neighbour)… Buna göre; bir ülke
işsizlik sorununa gümrük tarifeleri veya öteki ticarî engeller vasıtasıyla
çözüm bulmaya çalıştığı takdirde, söz konusu sorununu yurt dışına ihraç etmiş
olmaktadır. Çünkü bu ülke, gümrük tarifelerini yükselterek veya diğer dış
ticaret engelleyici uygulamalarda bulunarak ithalâtını kısıtlamaktadır. Bu
çerçevede toplam talep yabancı mallardan yerli mallara kaymakta, dolayısıyla
yurt içi üretim artmakta ve işsizlik azalmaktadır. Ancak, ithalât ilişkisinin
ortadan kalktığı ülkelerde ise tersi bir durum gerçekleşmektedir. Yani söz
konusu ülke(ler)nin üretimi azalmakta ve dolayısıyla işsizliği artmaktadır.
(Seyidoğlu, 2003:
526)
Sanayileşme sürecinde, GÜ’lerin sınaî tesislerini, GOÜ’lere
aktarmalarında; “Komşuyu Zarara Sokma Politikası”nın hayata geçmesi açısından
tersi bir durum söz konusu olmaktadır. Yani GOÜ’lerin istihdamını olumsuz
etkileme bir yana, işsizliğini azaltma gibi bir katkısı bile olmaktadır. Ancak
çevre açısından benzer etki gerçekleşmemektedir. Çünkü GÜ’lerin amacı zaten
kendi ülkelerindeki çevresel olumsuzlukları gidermektir. Böylece söz konusu
politikanın nitelik değişikliğine uğrayarak gerçekleştiğini ifade etmek
mümkündür.
4. SÜRDÜRÜLEBİLİR
KALKINMA ANLAYIŞINDA GELİŞMELER VE KONUYA İLİŞKİN BAZI DEĞERLENDİRMELER
4.1. Sürdürülebilir
Kalkınma Anlayışı; Tanım ve Çerçeve
Sanayi ve
bunun ekonomik, sosyal kalkınma ve çevre üzerine etkisi; “sürdürülebilir
kalkınma” kavramının 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu(Brundtland
Commission)’nca ortak kullanıma açılmasıyla, konu ile ilgili tartışmaların
merkezinde yer almaya başlamıştır. Günümüzde, politika yapıcıları arasında
“sürdürülebilir kalkınma”nın sağlanabilmesi için hükûmetin ve hükûmet dışı kurumların
ekonomik, sosyal ve çevre ile ilgili amaçları sanayi politikalarına ve
kararlarına daha fazla dahil etmeleri konusunda bir mutabakat oluşmuştur.
(UN/ESC/CSD, 1998a: 2)
Yüksek
seviyede rekabetin hakim olduğu global piyasalar ile ekonomik, sosyal ve
çevreyle ilgili amaçlar arasında uyum sağlanması gereği, hükûmetlerin;
birbiriyle bağlantılı ve üretim üzerinde büyük etkiye sahip olan şu üç politika
konusu üzerine yoğunlaşmasını zorunlu hâle getirmektedir:
·
Sürdürülebilir
kalkınma,
·
Yerli
ve yabancı yatırımlar için uygun ortam,
·
İnsan
kaynağındaki ve teknolojideki gelişmeler sayesinde toplumda yetenek seviyesinin
artırılması.
Sürdürülebilir
kalkınma; “bir yandan nesiller arası adaleti sağlarken ve yeryüzündeki toplam
tabii-beşerî ve insan yapısı sermayeyi korurken, aynı zamanda insanoğlunun
refah seviyesini artıran kalkınma” şeklinde tanımlanabilir. İmalât sektörü;
beşerî sermaye ve insan yapısı sermaye sayesinde tabii sermayenin başlıca
dönüştürücüsü olduğundan “sürdürülebilir imalât” da “sürdürülebilir kalkınma
stratejisi”nin özünde yer almak durumundadır. (UN/ESC/CSD, 1998b: 4)
Sürdürülebilir
sanayi politikası, kalkınmanın temelini oluşturmakta olup, birbiriyle etkileşim
içinde olan ekonomik, sosyal ve çevreyle ilgili şu amaçları içerir: (UN/ESC/CSD,
1998a: 2)
·
İstikrarlı
bir ekonomik ve sosyal ortamda, bölgesel ve uluslararası ticaretteki sürekli
liberalizasyonu içeren, uygun sınaî ve ticarî politikaların benimsenmesi
sayesinde açık ve rekabet edebilir bir ekonomik yapının teşvik edilmesi,
·
Hane
halkı gelirinde ve sosyal kalkınmada istikrarlı artışlar için özellikle uzun
vadeli olmak üzere verimli iş gücünün oluşturulması,
·
Yenilenebilen
ve yenilenemeyen kaynakların etkin kullanımıyla tabii çevrenin korunması.
Dünyada
şimdiki ve gelecekteki her insanın iyi bir şekilde yaşamaya hakkı olduğu
ilkesine dayanan “Sürdürülebilir Kalkınma” çevre boyutu itibariyle şöyle ifade
edilmektedir: (DÇKK, 1989: 465) Eğer bir kalkınma süreci, yeryüzündeki hayatı
oluşturan ve destekleyen tabii sistemlerin geleceğini tehlikeye atmıyorsa;
atmosfer, su, toprak ve canlılar için tehlike arz etmiyorsa sürdürülebilir bir
kalkınmadır.
Yapılan bir
araştırma, refah göstergelerinin eko-sisteme ilişkin göstergelerle yakın
bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. Refah seviyesini artırdığı ve
yoksulluğu azalttığı ifade edilen göstergeler şöyle sıralanmaktadır:
(UNEP-IISD, 2004: 12)
·
Yeterli
beslenebilme,
·
Hastalıklardan
korunabilme,
·
Isınma
ve gıda amaçlı (pişirme) enerjiye sahip olabilme,
·
Geleneksel
ilaçları kullanabilme,
·
Sel,
tropik fırtına ve toprak kayması gibi büyük tabii olaylarla mücadele edebilme,
·
Temiz
havaya sahip olabilme,
·
Yeterli
ve temiz içme suyuna sahip olabilme,
·
Temiz
ve güvenli bir ortamda yaşayabilme,
·
Geleneksel,
kültürel ve manevî amaçlı uygulamalar için eko-sistemde bulunan tabii nesneleri
kullanmaya devam edebilme,
·
Tabii
kaynakları dikkate alan ve devamlı gelir akışını sağlayabilen sürdürülebilir
nitelikte yönetim kararları alabilme.
Dikkat
edileceği üzere, bu göstergeler sürdürülebilir kalkınma anlayışı ile doğrudan
veya dolaylı ilişkilidir. Bu çerçevede; ilk beşinin dolaylı, son beşinin ise
doğrudan bağlantılı olduğu ifade edilebilir.
Uluslararası
kuruluşlar da, sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin birtakım göstergeler ortaya
koymaktadır. Bu tür göstergeler, sürdürülebilirlik konusunda ne kadar ilerleme
kaydedildiğini, hedeflere ne ölçüde ulaşıldığını ölçmede kullanılmaktadır.
Bunlar; çevre ile ilgili, ekonomik ve sosyal yönlerden sürdürülebilir
kalkınmayı sağlama yolunda karar alma sürecine yardımcı olan önemli araçlardır.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’nun ortaya koyduğu
“Sürdürülebilirlik Göstergeleri”nden çevre ile ilgili olanları tabloda yer
almaktadır.
Tablo 2: Çevre ile
İlgili Sürdürülebilirlik Göstergeleri
TEMA |
ALT TEMA |
GÖSTERGE |
ATMOSFER |
İklim değişikliği |
Sera gazı emisyonları |
Ozon tabakasının bozulması |
Ozona zarar veren maddelerin tüketimi |
|
Hava kalitesi |
Şehirlerde hava kirliliğinin yoğunlaşması |
|
TOPRAK |
Tarım |
Ekilebilir alanlar |
Gübre kullanımı |
||
Tarım kimyasallarının kullanımı |
||
Ormanlar |
Ormanlık arazi yüzdesi |
|
Ağaç kesme yoğunluğu |
||
Çölleşme |
Çölleşmeden etkilenen alanlar |
|
Şehirleşme |
Şehir yerleşim alanlarının genişliği |
|
OKYANUSLAR, DENİZLER VE KIYILAR |
Kıyı bölgeleri |
Kıyılarda alglerin* yoğunlaşma oranı |
Kıyı bölgelerinde yaşayan nüfusun oranı |
||
Balıkçılık |
Önemli türlerin yıllık avlanma oranı |
|
SU |
Su miktarı |
Yeraltı sularının yıllık kullanım oranı |
Su kalitesi |
Sudaki organik materyal düzeyi |
|
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK |
Eko-sistem |
Önemli eko-sistemlerin alanı |
Koruma altına alınan alanların oranı |
||
Türler |
Önemli türlerin varlığı |
(*) Genelde sularda yaşayan bitki benzeri canlılar.
Kaynak: Esra Nemli, “Sürdürülebilir Gelişme: Ekonomi ile
Çevre Arasındaki Denge”, Sunum,
İstanbul, Kalder-Çevre Uzmanlık Grubu, http://www.kalder.org.tr,
Erişim tarihi: 4 Nisan 2005, s.14.
Atmosfer,
Toprak, Okyanuslar, Denizler ve Kıyılar, Su ve Biyolojik Çeşitlilik gibi 6 ana
ve 13 alt tema altında yapılan sınıflandırmalarda, sürdürülebilir kalkınmanın
çevre boyutu itibariyle sağlanabilmesinde kullanılan göstergelere yer
verilmektedir. Ülkeler, bunları olumlu yönde dikkate aldığı ölçüde
“sürdürülebilir kalkınma anlayışına uygun hareket eden ülke” statüsüne
yaklaşmaktadır.
4.2. Sürdürülebilir
Kalkınma Anlayışı Kapsamındaki Uygulamalara İlişkin Değerlendirmeler
Sanayileşme
sürecinin ülkelere önemli bazı katkıları vardır. Ekonomik gelişmenin
sağlanmasında sanayileşmenin önemli rolünün olduğu bir gerçektir. Bununla
beraber, bazı sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Sanayileşme sürecinde
karşılaşılan sorunların bir kısmı şöyle sıralanabilir:
4.2.1. İstihdam etkisi
Bu,
hem olumlu hem de olumsuz olabilmektedir. Yeni iş alanlarının açılması
dolayısıyla işsizliğin belli ölçüde giderilebilmesi mümkün olmaktadır. Ancak
emek-yoğun üretim biçiminden sermaye-yoğun üretim biçimine geçiş, istihdam
açısından bazı olumsuzluklara da yol açabilmektedir.
4.2.2. Çevre etkisi
Üretimle
beraber katı, sıvı ve gaz şeklinde ortaya çıkan atıklar, eko-sistemi tahrip
etmekte ve hayatı yaşanamaz hâle getirmektedir.
Dikkat
edilecek olursa birincisi, belli bir süre için geçerliliği olan bir sorundur.
Fakat ikincisi, tedbir alınmadığı takdirde çok uzun bir periyotta da
geçerliliğini sürdürebilecek bir sorundur. Bugünün çevre sorunu, hem bugünü hem
de yarını etkileyici özelliğe sahiptir.
Temel
prensipleri arasında “insan hakları” konusunun en başta olduğu Yeni Dünya
Düzeni(New World Order)’nde, “eko-sistem üzerindeki baskılar” büyük bir önem
kazanmıştır. Bu alanda fertler, üretim birimleri ve resmî-sivil kuruluşlar;
tedbir alma, soruna teorik ve pratik çözüm bulma yönünde harekete sevk edilmeye
çalışılmaktadır. Günlük hayatta bunların birçok örnekleriyle karşılaşmak
mümkündür.
Fertler
ve kurumlar, üretim ve karar birimlerinin faaliyetlerini kimi zaman protesto
ederek; kimi zaman da destekleyerek bu anlayışa katkıda bulunurken; üretim ve
karar birimleri de aldıkları olumlu ve olumsuz tepkileri dikkate alarak
kendilerini bu anlayışa uygun bir şekilde harekete kanalize etmektedir.
Çevre
ile ilgili ortaya çıkan sorunların giderilmesi amacıyla kimi üretim birimleri,
söz konusu olumsuzluğun giderilmesi için gerekli teknolojik alt yapıyı
bünyelerine uygulamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda, işletmelerde ve sanayide
teknolojinin kullanılmasının çevreye etkisi üç aşamada ortaya çıkmaktadır:
(UN/ESC/CSD, 1998c: 4)
·
Kirliliğin
ve atığın azaltılmasını amaçlayan uygulama teknolojileri,
·
Atıkların
üretim sürecine dahil edilmesi,
·
Üretim
sonunda, kirliliğin ve atığın oluşması sayesinde temiz üretim ve eko-etkinlik.
Üretim
faaliyetine bağlı olarak çevre ile ilgili meydana gelen olumsuzluklar,
özellikle üretici birimlerin de kalkınmanın sürdürülebilir olmaktan çıkmaya
başladığını fark etmelerine imkân sağlamaktadır. Bu da beraberinde “Kurumsal
Sosyal Sorumluluk (CSR: Corporate Social Responsibility)” kavramını
getirmiştir. Avrupa Komisyonu’nun CSR tanımı şöyledir: (Luetkenhorst, 2004: 9)
“Firmaların, faaliyette bulunurken toplum ve çevre ile ilgili sorunları kendi
operasyonlarında ve hissedarlarıyla etkileşimlerinde dikkate almalarıdır.”
Tabii bu, hukukî bir mecburiyetten ziyade kendi istekleriyle olmalı ve çevreye
hassasiyet konusunda hep daha fazla çaba sarf etmelidirler. Bu da yeni
sorumluluklar ve bunlara yönelik yeni hareket tarzları demektir.
Üretim
birimlerinin çevreye ilişkin performansını iyileştirmeyi hedefleyen yenilikçi
ve maliyet etkili yollar, yeni çevre yönetim araçlarının geliştirilmesine yol
açmaktadır. Bu kapsamda gerçekleştirilen çevre yönetim sistemi (EMS:
Environment Management System), firmalara bazı araçlar sunarak konuya ilişkin
olumsuzluklarını gidermelerine imkân sağlamaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
(UN/ESC/CSD, 1998c: 4-5)
·
Üretim
süreçlerinin, ürünlerinin ve işlemlerinin çevre üzerindeki etkisinin
değerlendirilmesi [Örneğin Çevre Etki Değerlendirmesi (EIA: Environmental
Impact Assesment) ve temiz üretim değerlendirmesi…],
·
Çevre
ile ilgili yönlerini yönetmek (eko-dizayn ve eko-etiketleme gibi araçlar ile),
·
Hissedarlarıyla
iletişime geçmek (Çevreye ilişkin raporlamalarla veya tedarik zinciri yönetimi
ile),
·
Elde
ettikleri gelişimi ortaya koymak ve rakiplerle karşılaştırmak [Karşılaştırma
(benchmarking) ve çevre performans göstergeleri ile].
·
Takip
eden başlıklarda, gerek dünyada gerek Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma ile
ilgili kaygılar taşındığını göstermek amacıyla kurumsal ve bireysel bazda
gerçekleştirilen birtakım uygulamalara da yer verilmektedir.
4.2.1. Dünyada
Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı ve İlgili Uygulamalar
Sanayileşmiş
ülkeler, üretim sonucu meydana gelen çevre sorunlarının kalkınmayı sürdürülemez
hâle getireceğini fark edince gerekli tedbirleri, özellikle kendileri
açısından, almak üzere bu konuya eğilmeye başlamıştır. Genel olarak söz konusu
ülkeler çevre ile ilgili sorunlarını, yukarıda da belirtildiği gibi, sınaî
üretim birimlerini GOÜ’lere kaydırarak giderme yolunu tercih etmektedir. Bu
arada, kimileri ise bunu küresel bir sorun olarak değerlendirmekte ve gerekli
tedbirlerin alınması yönünde uluslararası çabalar sarf etmektedir.
Birleşmiş Milletler
Topluluğu, çevreye ilişkin önemli çalışmalar gerçekleştiren uluslararası
kurumların başında gelmektedir. Kurum bünyesinde çevreye ilişkin birtakım ana
ve alt birimlerin oluşumuna gidilmiştir. Bu çerçevede, kısa-orta ve uzun vadeli
çevre politikaları belirlenmekte ve uygulamaya geçirilmektedir. Nitekim,
Topluluğun Eylül 2000’de belirlediği “Bin Yılın Kalkınma Hedefleri (The
Millennium Development Goals) arasında “Çevrenin Sürdürülebilirliğinin
Sağlanması” da yer almaktadır. Söz konusu hedeflerin AB tarafından da aynen
kabul edildiği belirtilmektedir. (EU, 2004a: 16)
Uluslararası
kurumsal çatıların önem verdiği konulardan biri “Ulusal Sürdürülebilir Kalkınma
Stratejileri(NSDS: National Sustainable Development Strategies)”dir. 1992
yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişme
Konferansı(UNCED: United Nations Conference on Environment and Development)’nda
kabul edilen “Gündem
·
Birleşmiş
Milletler Genel Toplantısı’nın 1997 yılındaki özel oturumunda 2002 hedef yıl
olarak belirlenmiş ve ulusal sürdürülebilir gelişme stratejilerine ilişkin
yaklaşım ve amaç “Sosyal, ekonomik ve çevreye ile ilgili politikalar arasında
uyum sağlamak amacıyla ulusal kapasiteyi ilişkilendirmek ve artırmak için önem
taşıyan mekanizmaların harekete geçirilmesi” şeklinde teyit edilmiştir.
·
“Bin
Yılın Kalkınma Hedefleri”, çevreyle ilgili sürdürülebilirliğe ilişkin şu tek
amacı içermektedir: “Sürdürülebilir gelişme prensiplerini bir ülkenin
politikaları ve programları ile bütünleştirmek ve çevre kaynaklarının kaybını
ortadan kaldırmak.” Böylece, ulusal sürdürülebilir gelişme stratejilerinin
oluşturulmasına ve uygulanmasına yönelik faaliyetler bu amaca ulaşmada katkıda
bulunacaktır.
·
Dünya
Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi (WSSD: World Summit for Sustainable
Development), en son 2002 Ağustos’unda gerçekleştirilmiş ve Zirve’de uygulama
planına ilişkin olarak şiddetle şu istekte bulunulmuştur: “Ülkeler, ulusal
sürdürülebilir gelişme stratejilerinin oluşturulması ve detaylandırılması
konusunda hızlı adımlar atmalı ve bunları uygulamaya da 2005 yılına kadar da
başlamalıdır.” 2005 yılına kadar kaydedilen ilerlemelere ilişkin bilgiler ve
belgeler ilgili mercilere aktarılmıştır. Bununla beraber, ülkeler konu ile
ilgili çalışmalarına devam etmektedir.
Birleşmiş
Milletler bünyesinde, Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü (DESA: Department of
Economic and Social Affairs), Sürdürülebilir Gelişme Birimi (DSD: Division for
Sustainable Development) tarafından “Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejileri
Raporlama Araştırması” gerçekleştirilmektedir. 2002 Ağustos’unda
gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi’nde alınan karar gereği
yıllık olarak gerçekleştirilen bu araştırmalarla, ülkelerin sürdürülebilir
gelişme anlayışına yönelik durumlarını ortaya çıkarma amacı güdülmektedir. Elde
edilen verilerle global yol haritası çıkarılmaktadır. Araştırmada yer alan bazı
sorular şöyledir: (UN/ESC/DSD, 2004a)
·
Ülkeniz,
onaylanmış bir “Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi”ni veya benzerini
uygulamakta mıdır?
·
Ülkenizin,
hükûmetçe onaylanmış fakat henüz uygulamaya geçirilmemiş bir “Ulusal
Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi” veya benzeri var mıdır?
·
Ülkeniz,
“Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi”ni olmasa bile “Yoksulluğu Azaltma
Stratejisi”ni geliştirmiş midir?
·
Eğer
ülkenizin, hem “Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi” hem de “Yoksulluğu
Azaltma Stratejisi” varsa ikincisi birincisiyle ilişkili midir?
Birleşmiş
Milletler-Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü-Sürdürülebilir Gelişme Birimi, elde
edilen verilerle oluşturduğu global harita ile ülkelerin durumuna ilişkin bilgi
vermektedir. Beş kategoride yapılan değerlendirmelere göre, “1.kategori”
ülkenin “Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi”ne ilişkin verisinin
olmadığını/konuya ilişkin tedbir alınmadığını ifade ederken; “5.kategori”
“Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi”nin uygulanmakta olduğunu ortaya
koymaktadır. 2003 yılı global haritasına göre, Türkiye üçüncü kategoride yer
almaktadır. “3.kategori” “Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi”nin
geliştirilme sürecinde olduğu anlamına gelmektedir. Asya ve Güney Amerika
ülkelerinin büyük kısmı ülkemizle aynı kategoride bulunmaktadır. Avrupa’nın
büyük kısmı ve Kanada ise beşinci kategoride yer alırken, ABD ikinci kategoride
yer almaktadır. (UN/ESC/DSD, 2004b)
Global
çevre sorunlarının hafifletilmesi amacıyla gerçekleştirilen çok sayıda
uluslararası ve bölgesel anlaşma vardır. Bunlardan bir kısmı şöyle
sıralanabilir: (UN/ESC/CSD, 1998a: 11)
·
Ozon
Tabakasına Zarar Veren Maddelere İlişkin Montreal Protokolü,
·
Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması,
·
Biyolojik
Çeşitlilik Anlaşması,
·
Basel
Zararlı Atıkların Sınırlar Ötesi Dolaşımını Kontrole İlişkin Anlaşma,
·
Avrupa
Ekonomik Komisyonu Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirliliği Anlaşması,
·
Hükûmetler
Arası Ormancılık Tavsiye Forumu.
Uluslararası
ticaretle yakından ilgilenen DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü: WTO: World Trade
Organization), direkt olarak çevre ile ilgili bir anlaşmaya sahip olmamakla
beraber, bünyesinde konuya ilişkin birtakım oluşumlara gitmektedir. 1994
Uruguay Turu sonrasında DTÖ Ticaret ve Çevre Komitesi (WTO Committee on Trade
and Environment) kurulmuştur. Komite, ulusal çevre tedbirlerinin ticarete ilişkin
uygulamaları üzerinde çalışmalarını yürütmektedir. Bu kapsamda şu konular ele
alınmaktadır: (Domeisen, de Sousa, 2001: 19)
a.
Ticaret
ve DTÖ hükümleri üzerinde önemli etkileri olan çevreyle ilgili tedbirler:
·
Çevre
ile ilgili düzenlemelerde süreç ve üretim metotlarının kullanımı,
·
Paketleme
şartları,
·
Çevreye
uygunluk etiketlemeleri,
·
Çevre
ile ilgili amaçlar için konulan tüketim vergileri ve diğer vergiler.
b.
Çevre
ile ilgili çok taraflı anlaşmalardaki ticaret hükümleri,
c.
Ticarî
liberalizasyonun çevre ile ilgili faydaları.
Uluslararası
Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü (IISD: International Institute for
Sustainable Development), sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin çalışmalarda
bulunan diğer bir kuruluştur. Enstitü, iletişim kanallarını kullanarak,
ilişkide bulunduğu kurumlarla gerçekleştirdiği projelerdan elde ettiği
bilgilerle uluslararası müzakereler hakkında raporlar hazırlamakta, böylece
GOÜ’lerin kapasitesini artırmayı ve kuzey-güney arasında daha iyi bir diyalog
ortamının oluşmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. Bu kurumun politika
tavsiyelerinde bulunduğu konular şöyle sıralanmaktadır: (IISD, 2004: 1)
·
Uluslararası
ticaret ve yatırım,
·
İktisat
politikası,
·
İklim
değişikliği,
·
Tarım
sektörüne ilişkin ölçümler ve göstergeler,
·
Tabii
kaynak yönetimi.
Kanada
orijinli IISD, vizyonunu “herkesin daha sürdürülebilir şekilde yaşayabilmesi”,
misyonunu ise “yeniliği desteklemek ve toplumların sürdürülebilir şekilde
yaşayabilmesi” olarak belirtmektedir. Enstitü; Kanada hükûmeti, çeşitli yerel
kurumlar, Birleşmiş Milletler ve özel sektör tarafından sağladığı finansal
desteklerle faaliyetlerini gerçekleştirmektedir.
Çevre ile
ilgili sürdürülebilirliğe ilişkin ilerlemeleri ölçmeyi hedefleyen birtakım
araçlar da oluşturulmaktadır. Bunlardan biri Çevre ile İlgili Sürdürülebilirlik
Endeksi(Environmental Sustainability Index-ESI)’dir. Bu endeks, 142 ülke için
geliştirilmiş olup, Dünya Ekonomik Forumu’nun “Geleceğin Küresel Liderleri
Çevre Çalışma Grubu”, Columbia Üniversitesi Yerbilimi Bilgi Merkezi ve Yale
Üniversitesi Çevre Hukuku ve Politikası Merkezi’nin ortak çalışmaları ile
hazırlanmaktadır. Endeks kapsamında ele alınan konular şunlardır: (Nemli, 2005:
17-18)
·
Çevre
sistemleri,
·
Çevre
sorunları,
·
İnsanların
çevre ile ilgili risklerden korunması,
·
Çevre
ile ilgili risklere karşı toplumsal ve kurumsal mücadele kapasitesi,
·
Küresel
ortak problemlerde ülkenin söz sahipliği.
Ülkeler,
GÜ’ler başta olmak üzere, çevre boyutlu sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına
yönelik çeşitli adımlar atmaktadır. Aşağıda, buna ilişkin bazı örnek
uygulamalara yer verilmektedir.
* GÜ’lerde, sanayileşme ile meydana gelen çevreye ilişkin
olumsuzlukların giderilmesine yönelik çalışmalar: (UN/ESC/CSD, 1998a: 10)
·
OECD
ülkelerinde çimento sektörünün sebep olduğu çevre sorunlarının giderilmesine
yönelik tedbirlere başvurulmaktadır. Çimento üretimi, enerji tüketen ve
atmosfere zarar veren bir yapıdadır. Uygulanan programlar sayesinde, başka
sektörlerin atıkları kullanılarak alternatif enerji kaynakları bulunmakta ve
teknolojik gelişmelerle de atmosfere zarar veren atıkların da azaltılması
mümkün hâle gelmektedir.
·
Kanada’daki
kağıt ve kağıt hamuru üreticileri, üretim sırasında açığa çıkan zehirli gazı ve
su kirliliğini giderme amacıyla bir programı uygulamaya geçirmişlerdir.
Özel-kamu iş birliğiyle gerçekleştirilen program sayesinde, 1998 itibariyle
1988 yılına göre söz konusu olumsuzlukların %44 oranında azaltılması mümkün
olmuştur.
* AB’nin çevreye verdiği önemi ifade eden bir uygulaması: (EU, 2004b)
Avrupa
Birliği Yayım Ofisi (European Union Publications Office), Birlik’e ilişkin
meydana gelen gelişmelerden haberdar olunması ve daha sağlıklı bir yapıya
ulaşılabilmesi maksadıyla zaman zaman birtakım yayım faaliyetlerinde
bulunmaktadır. Bu kapsamda hazırlanan eserler birçok dilde basılmakta ve
dağıtılmaktadır. Söz konusu yayınlar zaten kağıttan olduğundan, geri dönüşüme
uygundur. Dahası, yayınların dağıtımında kullanılan ambalajlarda da bu hususa
önem verilmektedir. Nitekim ambalajlarda yer alan ve “Geri dönüşümü mümkün
polietilen – Çevreye zararsız” anlamına gelen şu ibareler, Birlik’in konuya
ilişkin hassasiyetini ifade etmektedir.
“Recyclable Polyethylene – Environmentally harmless”
“Polietileno reciclable – Respeta el medio ambiente”
“Wiederverwendbares Polyathylen – Umweltvertaglich”
“Recycleerbaar polyethyleen – Onschadelijk voor het milieu”
4.2.2. Türkiye’de
Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışı ve İlgili Uygulamalar
Sürdürülebilir
kalkınma, Türkiye’de de önem verilen bir konu niteliğindedir. Bu çerçevede,
gerek fertler ve gerekse kurumlar bazında birtakım faaliyetler
gerçekleştirilmektedir. Fertler bazında bakıldığında nüfusun tamamının ve
kurumsal bazda dikkate alındığında kamu-özel nitelikli kuruluşların “sürdürülebilir
kalkınma” anlayışını tam anlamıyla kavradığını ifade etmek zordur. Bununla
beraber, sahip olunan iradenin varlığından ve gerçekleştirilen birtakım
uygulamalardan hareketle, konunun giderek daha fazla dikkate alınmakta olduğu
ifade edilebilir.
Türkiye’de
gerçekleştirilen kurumsal nitelikli örneklerden biri “Sürdürülebilir Gelişme
İçin Çevre Platformu(SGÇP)”dur. 14 Ocak 2003’te kurulmuş olan Platform’un ana
amacı, çevre ile uyumlu sürdürülebilir bir gelişmenin gerçekleşmesine katkıda
bulunmaktır. Ülkemizde, çevre, insan sağlığı, hava, su, toprak ve tabii
kaynakların korunması; çevre konusundaki toplumsal duyarlılığın ve sorumluluk
anlayışının geliştirilmesi; ülkemizin çevre politikalarının oluşturulmasına ve
uygulanmasına katkıda bulunulması; iyi uygulama örneklerinin ortaya
çıkarılmasına yönelik çalışmalarda bulunan Platformun kurucu üyeleri şunlardır:
(Nemli, 2005: 27)
·
Çevre
Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO),
·
Deniz Temiz Derneği (TURMEPA),
·
İstanbul Sanayi Odası (İSO),
·
Türkiye
Kalite Derneği (KALDER),
·
Türkiye
Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA),
·
Türkiye
Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD),
·
Türkiye
Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD)
Burada,
Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma ile ilgili kaygılar taşındığını göstermek
amacıyla –özel isimlere yer vermeksizin– fertlerin ve kurumların faaliyetlerine
ilişkin birtakım örnek uygulamalar verilmektedir. Bunlarla, aynı zamanda konuya
ilişkin yapılabileceklere dair bazı ipuçları sağlanması da hedeflenmektedir:
* Bir firmanın reklam yazısı: (“Bir Reklam”, 1997: 39)
“Gelecek 50
yılda ne yapacağımızdan daha önemli tek şey olabilir; Ne yapmayacağımız...
‘X’,
Türkiye’nin en büyük tekstil şirketlerinden biri. Bugüne kadar yaptığımız
birçok şeyle gurur duyuyoruz. Ama daha da önemlisi, yapmadıklarımız... Arıtma
tesislerimiz sayesinde üretim sırasında doğaya kesinlikle zarar vermiyoruz.
Hiçbir kumaşımız insan sağlığına zarar veren kimyasallar barındırmıyor. İşi ne
olursa olsun, hiçbir ‘X’ çalışanı “herkes için sürekli eğitim” hakkından yoksun
kalmıyor. ISO 9001 belgesini taşıyan ‘X’ üretimi, en üstün kaliteden asla taviz
vermiyor. Bu, geçen elli yılın başarı öyküsü. Şimdi önümüzde çok daha önemli
bir konu var; Gelecek elli yılda neler yapmayacağımız...”
* Bir Şirketler Grubu’nun çevreye yönelik girişimine ilişkin
haber: (“Sanayide Örnek Girişim: Akçevre”, 2000: 11)
“Yerküremizdeki
ortak değerlerin paylaşımında sanayinin, çevrenin korunmasına olan katkısını
pekiştirme anlayışı ile ‘V’ Şirketler Grubu’nun Yalova’da kurulu tesislerinin
üst düzey yöneticileri, 1994 yılında Yalova’daki tesislerde “çevreye yönelik
faaliyetleri iyileştirmeyi” koordine etmek amacıyla “Akçevre”yi kurdular.
Akçevre, adı geçen kuruluşların çevre mühendisleri, üretim sorumluları, teknik
emniyet ve insan sağlığı sorumlularından oluşan geniş bir kurul.
Akçevre
kurulu, öncelikle ‘V’ Şirketler Grubu tesislerinde çevre bilincinin
yaygınlaştırılmasını ve pekiştirilmesini, yakın çevresindeki toplumda çevre
bilincinin oluşmasını ve güçlendirilmesini hedefliyor…”
* Bir firmanın çevre sorununa ilişkin dava bildirimindeki
gecikmesi dolayısıyla aldığı uyarı haberi: (“SPK’dan
Uyarı”, 2001: 3)
“SPK,
‘Y’nin uyarılmasına karar verdi. Yapılan açıklamada, şirketin üretim
tesislerinde atıklarıyla koruma altındaki deniz kaplumbağalarının ölümüne sebep
olduğu ve bu hususun dava konusu edildiği iddiaları hakkında yazılı ve görsel
basında yer alan haberlere ilişkin bilgilerin, belgelerin ve yazışmaların
incelenmesi neticesinde, söz konusu davanın 11 Haziran 2001’de açıldığı, ancak
şirketin konu hakkında ilk olarak 25 Haziran’da gecikmeli olarak SPK’ya özel
durum açıklamasında bulunduğu, bu nedenle de uyarılmasına karar verildiği
duyuruldu.”
* Bir firmanın girişimiyle kurumlar arası iş birliği
sayesinde öğrencilere yönelik bir çevre bilinçlendirme projesi: (Güzelay, 2005:
23)
Z firması;
Anadolu Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Çevre ve Orman Bakanlığı iş
birliğiyle yürüttüğü “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” projesiyle ilk öğretim
öğrencilerine çevre konusunda bilinçlenme eğitimi vermektedir. İstanbul’da,
Ankara’da ve Diyarbakır’da 250 bin öğrenciye ulaşılması hedeflenen projede
amaç, “kirliliğin kaynağında giderilmesi için fazla tüketimin azaltılması,
yeniden kullanmanın sağlanması, yeniden değerlendirmenin gerçekleştirilmesi,
yeniden değerlendirilemeyen ve kalıcı atık üreten ürünlerin kullanılmaması”
konularında bilinçlendirmenin gerçekleştirilmesidir. Öğrencilerden bu amaçları
içeren bir sözleşmeye imza atmaları ve sözleşmeye sadık kalmaları isteniyor.
* Geri dönüşüm konusunda Türkiye’nin yerine ilişkin haber: (Tuğlular, 2002: 4)
“Avrupa
Birliği, geri kazanım konusunda ülkelere önemli hedefler veriyor… Avrupa
Birliği, ambalaj ve geri kazanım direktifinin ülkemize uyarlanması, tüm ambalaj
gıda ve tüketim malları sektörünü direkt olarak ilgilendiriyor.
Türkiye’de
toplam 2,5 milyon ton civarında geri kazanılabilir atık üretildiği ve bu
atıkların yaklaşık yüzde 30’unun toplanarak değerlendirildiği biliniyor. Bu açıdan
bakıldığında, Türkiye’nin geri kazanım ve geri dönüşüm konusunda iyi durumda
olduğu ifade edilebilir. Bu konuda Türkiye; Belçika, İtalya ve Almanya’dan
sonra 4. sırada yer alıyor…”
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Sağladığı
ekonomik büyüme ve kalkınma dolayısıyla sanayileşme, tüm ülkelerin arzu ettiği
bir süreçtir. Bu sürecin gerçekleştirilmesi, sahip olunan faktör donanımına
göre şekil almaktadır.
Sanayi
devrimi ile birlikte meydana gelen hızlı gelişmeler, izlenen sanayileşme
stratejilerinde de değişmelere yol açmıştır. Böylece, stratejilerde nitelik
olarak değişmeler meydana gelmektedir.
Sanayileşme
sürecinde sağlanan gelişmelerle birlikte meselenin salt üretim açısından veya
elde edilen gelir açısından düşünülmemesi gerektiği, sorunlar ortaya çıkmaya başlayınca
anlaşılabilmiştir. Peki bu süreçle ortaya çıkan sorunlar nelerdir? En başta
ortaya çıkan, eko-sistemle ilgili sorunlardır ki zaten en hayatî nitelikte
olanı da budur. Eko-sistemi tehdit eden unsurlar, çok belirgin olarak ortaya
çıkmasa da yavaş yavaş bir çıkmaza doğru gidildiğine ilişkin tehlike
sinyallerini vermektedir. Bu sinyallerden hareketle bu alanda, çok yeterli
olmamakla beraber, birtakım çalışmalarda bulunulmaktadır.
Kalkınmanın
sürdürülebilir hâle getirilebilmesi için eko-sistem üzerindeki söz konusu
baskıların hafifletilmesi ve yok edilmesi, yapılması gereken acil işlerin
başında gelmektedir. Bu faaliyetler sadece bugün için değil; gelecek nesiller
için de gerçekleştirilmelidir. Bu konuda geride durmaksızın fertlerin, üretim
birimlerinin ve resmî-sivil tüm karar birimlerinin üzerine düşeni yapması
gerekmektedir. Bu kapsamda yapılabileceklere ilişkin olarak şunlar
belirtilebilir:
·
Sürdürülebilir
kalkınma anlayışının bir hayat tarzı olarak kabul edilmesi ve fert-firma-devlet
olmak üzere tüm birimlerin üzerine düşen tedbirleri alma konusunda bilinç
sahibi olması gerekmektedir.
·
Çevreye
ilişkin olumsuzlukların giderilmesini hedefleyen uluslararası anlaşmalara taraf
olunmalı ve bunların gerekleri yerine getirilmelidir.
·
Ülkeler,
ana ve alt temaları itibariyle uluslararası nitelikteki çevre ile ilgili
sürdürülebilirlik göstergelerine uygun hareket etmelidir.
·
Çevre
ile ilgili endüstrilere (Environmental Industries) ülkeler bazında önem
verilmeli ve söz konusu hizmetlerin gelişmesine yönelik ortam hazırlanmalıdır.
·
GÜ
otoriteleri, çevre kirliliğine sebep olan üretim birimlerinin GOÜ’lere
transferine engel getirmelidir.
·
GOÜ’ler
de çevreye zararlı üretim birimlerinin kendilerine transferiyle elde edecekleri
kısa vadeli getirileri uzun vadeli maliyetlere tercih etmemelidir. Yani
GOÜ’ler, söz konusu yatırımlara “Arka Bahçeme Hoş Geldin (Welcome In My Back
Yard)” deme yerine “Arka Bahçeme Giremezsin (Not In My Back Yard)” demeyi
bilmelidirler.
·
“Kurumsal
Sosyal Sorumluluk(Corporate Social Responsibility)”un gerekleri tüm ekonomik
birimlerce hayata geçirilmelidir.
·
Üretim
birimlerinin çevreye ilişkin olumsuzlukları, uygun teknoloji kullanımıyla veya
söz konusu üretim birimlerinin özel mekanlara aktarılmasıyla en düşük seviyeye
indirilmelidir.
·
Üretim
birimleri, çevreye ilişkin performanslarını “Çevre Yönetim Sistemi (EMS:
Environment Management System)” vb. yaklaşımlarla artırmaya çalışmalıdırlar.
·
Resmî-sivil
kuruluşlar, çevre konusunda toplumun bilinçlenmesini ve örgütlenmesini
sağlamalıdırlar.
·
Resmî-sivil
kuruluşlar, çevre konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyen üretim birimlerine
yönelik tepkilerini uygun biçimde dile getirebilmelidirler.
Günümüzün
üretim yapısı, sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Hayat olmadan üretim de olamayacağına göre, öncelikle yaşanabilir bir ortamın
oluşturulması sağlanmalıdır. Bu sadece üretim birimleri için değil, tüm
canlılar için gerçekleştirilmelidir. Herkes uygun bir ortamda yaşayabilme
hakkına sahiptir. Çünkü, dünya sadece geçmiştekilerin değildi; aynı zamanda
bizimdi. Şimdi ise sadece bizim değildir; aynı zamanda gelecektekilerindir...
* Dr. Mehmet Behzat Ekinci.
** Sosyal Siyaset Konferansları, İstanbul Üniversitesi, İktisat
Fakültesi Dergisi, İstanbul, Yayın No: 592, 50. Kitap (ISSN: 1304-0103), 2005,
s.977-1009.
KAYNAKLAR
Clark, Colin (1957): The Conditions of Economic Progress,
3rd ed., London, Macmillan&Co.Ltd.
DÇKK (Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu) (1989): Ortak
Geleceğimiz, Ankara, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını.
Domeisen,
Natalie, de Sousa, Prema (2001):
“Information Resources; Trade and the Environment”, International
Trade Forum, Geneva, International
Trade Centre UNCTAD/WTO, Issue: 2,
p.19.
Duruel, Mehmet
(1998): “Hizmetler Sektörünün Gelişimi
ve Çalışma Hayatına Etkileri”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
İstanbul Üniv., Sosyal Bilimler Enst., Sosyal Siyaset BD.
EU (European Union) (2004a): A World Player; The European Union’s External
Relations, Luxembourg.
EU (European Union) (2004b): Looking Beyond Tomorrow; Scientific
Research in the European Union, Luxembourg.
Fitzsimmons, James A., Fitzsimmons, Mona J. (1994): Service
Management for Competitive Advantage, Singapore, McGraw-Hill.
Güzelay,
Gaye (2005): “250 Bin Öğrenci Doğa ile
Barışacak”, Hürriyet-İK, 1 Mayıs,
s.23.
IISD
(International Institute for Sustainable Development) (2004): Sustaining
Excellence, Annual Report 2003/04, Manitoba-Canada, June.
Karauçak Oğuz, Şebnem
(1987): Uluslararası Alanda Hizmet
Sektörünün Gelişimi:Avrupa Topluluğu Örneği, İstanbul, İKV Yayını.
Kuyucuklu, Nazif (1993): Türkiye İktisadı, 3.baskı, İstanbul,
Filiz Kitabevi.
Low,
Patrick (1992): “International Trade
and the Environment: An Overview”, International
Trade and the Environment, Ed. By Patrick Low, Washington D.C., The World
Bank, pp.1-14.
Luetkenhorst,
Wilfried, (2004): Corporate Social Responsibility (CSR) and the Development Agenda;
Should SMEs Care?, Vienna-Austria, UNIDO (United Nations Industrial
Development Organization).
Nemli,
Esra (2005): “Sürdürülebilir Gelişme:
Ekonomi ile Çevre Arasındaki Denge”, Sunum,
İstanbul, Kalder-Çevre Uzmanlık Grubu, http://www.kalder.org.tr,
Erişim tarihi: 4 Nisan.
Seyidoğlu,
Halil (2003): Uluslararası İktisat-Teori, Politika ve
Uygulama, 15.baskı, İstanbul, Güzem Yayınları.
Tuğlular, Taşkın (2002): “Avrupa
Birliği, Geri Kazanımda Ülkelere Önemli Hedefler Veriyor”, Dünya-Çevko Eki, 23 Ocak, s.4.
UN/ESC/CSD
(United Nations-Economic and Social Council-Commission on Sustainable
Development) (1998a): “Industry and
Sustainable Development (E/CN.17/1998/4/Add.1)”, Report of the Secretary General, http://daccess-ods.un.org/TMP/961962.4.html,
Erişim tarihi: 15 Nisan 2005.
UN/ESC/CSD
(1998b): “Industry and Economic
Development (E/CN.17/1998/4/Add.1)”, Report
of the Secretary General, http://daccess-ods.un.org/TMP/1667283.html,
Erişim tarihi: 16 Nisan 2005.
UN/ESC/CSD
(1998c): “Industry and Environmental
Protection (E/CN.17/1998/4/Add.3)”, Report
of the Secretary General, http://daccess-ods.un.org/TMP/1035164.html,
Erişim tarihi: 17 Nisan 2005.
UN/DESA/DSD
(United Nations-Department of Economic and Social Affairs-Division for
Sustainable Development) (2004a): “2004
Survey for Reporting on National Sustainable Development Strategies (NSDS)”, http://www.un.org/esa/sustdev/natlinfo/nsds/nsds.htm,
Erişim tarihi: 23 Nisan 2005.
UN/DESA/DSD
(2004b): “The Global Map on the Status
of National Sustainable Development Strategies (NSDS)-The map of 2003 (Updated
in July 2004)”, http://www.un.org/esa/sustdev/natlinfo/nsds/map2002.htm,
Erişim tarihi: 23 Nisan 2005.
UN/DESA/DSD
(2005): “National Sustainable
Development Strategies (NSDS)”, http://www.un.org/esa/sustdev/natlinfo/nsds/nsds.htm,
Erişim tarihi: 20 Nisan.
UNEP-IISD
(United Nations Environment Programme - International Institute for Sustainable
Development) (2004): Exploring the Links; The UN Environment
Programme 2004, Manitoba-Canada.
“Bir Reklam” (1997): Capital Dergisi, Ocak, s.39.
“Sanayide Örnek Girişim: Akçevre” (2000): Dünya-Yalova
Eki, 12 Eylül, s.11.
“SPK’dan Uyarı” (2001): Dünya-Borsa Eki, 28 Temmuz, s.3.
“The
Environmental Services Business; Big and Growing” (2001): International Trade Forum, Geneva, International Trade Centre UNCTAD/WTO, Issue: 2, pp.6-8.