İKTİSADÎ KALKINMA’DA
WASHINGTON KONSENSÜSÜNÜN ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN DURUMU
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ
1)
WASHINGTON KONSENSÜSÜ
2)
TÜRKİYE’NİN DURUMU
SONUÇ
GİRİŞ
İkinci dünya
savaşı sonucu dünya çapında büyük bir yıkım gerçekleşmiş ve bu yıkımın
yaralarının sarılması adına iktisadi kalkınma olgusu önem kazanmaya
başlamıştır. Savaş sonrası dünya çapındaki yeniden yapılanma sürecinde iktisadi
kalkınma olgusunun doğuşu ve gelişiminde Keynesyen iktisadın rolü ise büyüktür.
Çünkü Keynesyen iktisadın sayesinde dünya ekonomilerin gündemini, iktisadi
kalkınmanın hızlandırılması, işsizliğin önlenmesi ve enflasyonun kontrol altına
alınması gibi öncelikli konular meşgul etmiştir.[1]
İktisadi
kalkınma olgusunu açıklamadan önce iktisadi büyüme olgusuna bir açıklık
getirmemiz ve her iki olgununda aynı anlama gelmediğini vurgulamamızda fayda
vardır.
Putterman, iktisadi büyüme kavramını “işçi başına görece
daha az sermayenin kullanıldığı tarımsal ekonomik faaliyetlerden, işçi başına
daha fazla sermaye kullanıldığı sanayi ve diğer tarım-dışı ekonomik
faaliyetlere geçiş” olarak tanımlamaktadır.[2]
İktisadi kalkınma
olgusunu ise, hızlı büyümenin bir uzantısı olarak, “uluslararası iş bölümünde
daha yüksek bir konuma ulaşma ve yaşam kalitesinin yükselmesi” şeklinde
tanımlayabiliriz.
Günümüzde
iktisadi kalkınma nezdinde azgelişmiş ülkeler ifadesinin yerini iktisat
literatüründe ‘‘yükselen piyasalar’’ (emerging markets) ifadesi almıştır.
Böylece kalkınma olgusu (azgelişmişlik) bir hedef olmaktan da çıkartılmış yerini finansal
getiri olgusu almıştır.[3]
Özellikle
iktisadi kalkınma bağlamında dünya ekonomisi ekonomist John Williamson’ın
Washington Konsensüsü olarak adlandırdığı politikalara göre
şekillendirilmektedir.
Bu çalışmanın I.
Bölümünde Williamson’ın politikaları incelenerek, süreç içerisinde bu
politikalara yöneltilen eleştiriler ve politikaların sonuçları vurgulanacak, II.
Bölümünde ise kalkınma perspektifinde Türkiye’nin durumu analiz edilecektir.
1) WASHINGTON KONSENSÜSÜ
Dünya ekonomisi
uzun bir süredir ekonomist John Williamson’ın Washington Konsensüsü olarak
adlandırdığı politikalara göre şekillendirilmektedir. Ekonomist
John Williamson’un 1990’da yazdığı bir makalede on madde halinde özetlediği
istikrar içinde kalkınma reçetesi daha sonra “Washington konsensüsü” olarak
anılmaya başlandı.[4]
Williamson, çalışmasında Latin Amerika ülkelerine kalkınabilmeleri için on adet öneride bulunmuştur. Önerilen politika reçetelerinin iskeletini oluşturan konsensüsün ana unsurları ise şunlardı:
* Mali
disiplin.
* Kamu harcamalarının yüksek getiri sağlayan ve gelir
dağılımını düzeltici doğrultuda yapılması (sağlık, eğitim, altyapı).
* Vergi
reformu (düşük oranlı geniş vergi tabanı).
*
Faizlerin piyasada belirlenmesi.
*
Rekabetçi kur politikası.
* Serbest
ticaret rejimi.
*
Doğrudan yabancı sermayenin serbestleşmesi.
*
Özelleştirme.
*
Deregülasyon (giriş-çıkıştaki engellerin kaldırılması).
*
Mülkiyet haklarının güvence altına alınması.
Bu
unsurlara göz attığımızda özetle, Washington
Konsensüsü devletin küçültülerek piyasa güçlerine dayanan bir kalkınma
anlayışını öngördüğünü söyleyebiliriz.
Bu
reçetenin uzantısında “dürüst yönetim” ve “iyi yönetişim” gibi ilkeler de
1990’larda moda haline geldi. Özellikle “yükselen pazar” diye nitelenen
ülkelerin (azgelişmiş ülkeler) bu reçeteyi uygulayarak istikrarlı gelişmeyi
yakalayacakları ileri sürüldü. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası
kuruluşların desteği söz konusu olduğunda da destek isteyen ülkelerin
“Washington konsensüsü”nde yer alan ilkelere uymaları istendi.[5]
Başka bir deyişle; ABD merkezli uluslararası kuruluşların özellikle Latin Amerika ülkelerine verdiği ekonomi politikası önerilerini ifade eden esaslar bütünü 'Washington konsensüsü' olarak biliniyor. Terim, daha sonra bu esasları eleştirenler tarafından neo-liberal politikaları ve serbest piyasacılığı ifade eder hale geldi. 1990'ların sonundan itibaren Dünya Bankası ve IMF'de hâkim olan anlayıştaki değişimle birlikte Washington Konsensüsünden uzaklaşıldığı sinyalleri güç kazanmaya başladı.
Williamson, 1994’te yapmış olduğu çalışmada,
reformları verimli ve başarılı yapan etkenleri ise maddeler halinde şöyle
belirtmiştir:
Tablo 1: Reformlar ile İlgili Varsayımlar
1. Reform politikaları krizlere
karşılık vermek üzere doğmaktadırlar. |
2. Güçlü dış yardım, başarılı bir reform
için önemli bir koşuldur. |
3. Otoriter rejimler, reformların
uygulanması için en iyi rejimlerdir. |
4. Reform politikası, “sağ
görüşlü” bir programa dayanır. |
5. Reformcular, muhalefet cephesi
oluşmadan önce destek konusunda bir “balayı” dönemi yaşarlar. |
6. Reformları, eğer hükûmetler
yasal bir zemin ile desteklemezler ise devam etmeleri güçtür. |
7. Muhalefet cephesi zayıf ve
bölüntüleşmiş bir yapıya sahip ise, bu durum, bir hükûmet için mevcut olan desteği
telafi etmede önemli bir rol üstlenir. |
8. Toplumsal uzlaşma, reformların
yürütülmesi için güçlü bir etkendir. |
9. İleri görüşlü liderlik
anlayışı, reformlar için çok önemlidir. |
10. Uygun ekonomi yönetimi
takımlarının oluşturulması önemlidir. |
11. Başarılı reformlar, siyasi
sorumluluğu paylaşan ekonomistlere gereksinim duyarlar. |
12. Başarılı reformlar,
reformların hızlı bir şekilde yürütülmesi için ayrıntılı bir programa
gereksinim duyarlar. |
13. Reformcular, gerçek niyetlerini
halktan gizlemelidirler. |
14. Reformcular, medyayı çok iyi
kullanmalıdırlar. |
15. Eğer reformdan zarar görenler
telafi ediliyorsa, reformları uygulamak daha kolaydır. |
16. Reformların dayanıklılığı, kazananların
sayısının hızlı bir şekilde artırılmasıyla daha da güçlenir. |
Kaynak: Dani Rodrik,
“Understanding Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol: XXXIV, March 1996.
Bu politikalar, uzun bir süre birçok
örgüt ve entelektüel tarafından çeşitli şekillerde eleştirildi ve protesto
edildi. Fakat son yıllarda en dikkat çekici eleştiriler yukarıda saydığımız
kuruluşlarda uzun yıllar görev almış ve entelektüel köken olarak yukarıda
saydığımız politikaların ideolojik arka planını oluşturan neoklasik ekonomi
okuluna bağlı sayılabilecek isimlerden geldi. Kamuoyu tarafından yaygın biçimde
takip edilen ilk eleştiri ise Joseph Stiglitz’e aittir. Stiglitz, 2002 yılında
yayınladığı, fırtınalar koparan kitabında genelde Washington Konsensüsü’nü
özelde ise IMF politikalarını kıyasıya eleştirmişti.
Stiglitz, serbest
piyasaların Washington Konsensüsü'ne yansıdığı gibi, zenginliğin itici gücü
olmadığını, sürdürülebilir büyüme ve uzun dönemli verimlilik için izlenmesi
gereken en iyi yolun, devlet ve piyasa arasında doğru dengeyi sağlamak
olduğunu, hem şirketlerin hem de ekonomilerin güvenle ve diğerlerinin hakları
göz önüne alınarak belli bir oranda kontrol edilmesi gerektiğini savunmuştur. [6]
Stiglitz’in Irak işgali ile ilgili
yorumu daha sert olmuştur, “Bush’un kötü ve dayatmacı politikaları yüzünden,
hem ABD, hem de dünya hızla kaosa sürükleniyor“ diyor. Ayrıca Stiglitz,
“devletin ekonomide gözetim ve denetim müdahalelerini kaldıran Washington
konsensüsü çöktü” diyor. Stiglitz daha
ilerisi için daha keskin. Hindistan’da yapılan Dünya Sosyal Forumu’na da
katılan Stiglitz ‘değişen fazla bir şey yok, yeni kriz dalgası gelebilir’
şeklinde açıklama yapmıştır.[7]
Ünlü
yazar Naomi KLEİN ise politikaları Irak İşgali ile ilişkilendirerek şunları
ifade etmiştir. Onlar
ülkeyi, tam da sözde Washington Konsensüsü ile Uluslararası Para Fonu ve Dünya
Bankası’nın tarif ettiği gibi, petrol endüstrisi de dâhil olmak üzere tüm
devlet sanayisini özelleştirileceği şekilde yeniden inşa edilecek boş bir
devlet haline getirinceye kadar bombaladılar.[8]
Latin Amerika, Washington
Konsensüsünü (neo-liberal programı) tam anlamıyla uygulayan bölge oldu.
Sonucunda program sert bir şekilde yıkıma neden oldu. İktisadi büyüme hızında,
mikro ekonomik göstergelerde ve toplumsal düzende ani-sert bir düşüş ve kargaşa
meydana geldi. Oysaki neo-liberalizmi reddeden ve
gelişmiş ülkelerin kalkınma yöntemlerini uygulayan Doğu Asya’da ise büyüme ve
kalkınma gerçekleşmiştir. Fakat 1997’de ortaya çıkan Asya krizi ile
birlikte Washington Konsensüsünün yeniden gözden geçirilmesi gündeme gelmiştir.
Böylece yeniden devlet kavramı ön plana çıkmış, piyasaları tek başına serbest
bırakmanın aslında çok iyi bir fikir olmadığı, devletin belli noktalarda
müdahale etmesinin piyasaları daha sağlıklı bir noktaya getirdiği anlaşıldı.
Washington
Konsensüsü reformları Güney Kore ve Tayvan’da uygulanmış ve şu sonuçlar
alınmıştır:
Tablo 2: Washington Konsensüsü ve Doğu Asya
Washington
Konsensüsü’nün Unsurları |
Güney
Kore |
Tayvan |
1. Mali Disiplin |
Genellikle Evet |
Evet |
2. Kamu harcamalarındaki
önceliklerin sağlık, eğitim ve alt yapıya yönlendirilmesi |
Evet |
Evet |
3. Vergi tabanının genişletilmesi ve
aşırı vergi oranlarının düşürülmesini içeren vergi reformu |
Genellikle
Evet |
Evet |
4. Tekli ve Rekabetçi döviz
kurları |
Evet(Sınırlı bir süre dışında) |
Evet |
5. Mülkiyet haklarının korunması |
Başkan Park bu kuralı 1961 yılında,
lider iş adamlarını hapsederek ve mal varlıklarına el koyma tehdidinde
bulunarak başlatmıştır. |
Evet |
6. Deregülasyon |
Sınırlı |
Sınırlı |
7. Ticaret serbestisi |
1980’lere kadar sınırlı |
1980’lere kadar sınırlı |
8. Özelleştirme |
Hayır. 1950-60’lar boyunca hükûmet
birçok kamu girişimleri kurdu |
Hayır. 1950-60’lar boyunca hükûmet
birçok kamu girişimleri kurdu |
9. Doğrudan yabancı yatırımlarla
ilgili engellerin bertaraf edilmesi |
Doğrudan yatırım kesinlikle yasak |
Doğrudan yatırım Devlet kontrolüne
tabi. |
10. Mali serbestleştirme |
1980’lere kadar sınırlı |
1980’lere kadar sınırlı |
Kaynak: Dani Rodrik, “Understanding Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol: XXXIV, March 1996.
Yukarıda da görüldüğü gibi Güney
Kore ve Tayvan ülkeleri belirtilen reçetelerin bir kısmını izlemiş iken diğer
bir kısmını izlememişlerdir. Güney Kore bu 10 unsur arasından 5’ini ve Tayvan
6’sını tam olarak gerçekleştirmiştir. Her iki ülke de “dur-git” politikaları ve
yüksek enflasyon”dan kaçınarak “kamu gelirleri ve harcamaları”nı iyiden daha
özenli bir şekilde yönetmişlerdir. Ayrıca, Tayvan 1961 ve Güney Kore 1964
yılından beri tekli döviz kurlarını uygulamaya devam etmişlerdir. Liste’nin
diğer bölümleri daha az başarıyı temsil etmektedir. Tayvan doğrudan yabancı
yatırımları hoş karşılamış, ancak Güney Kore o kadar hoş karşılamamıştır. Kore
faiz oranlarını baskı altında tutmuş ve yoğun oranda kredi tayınlaması
gerçekleştirmiştir. Ancak, Tayvan bunları Kore kadar yapmamış olmakla birlikte,
kredi tayınlaması konusunda kamu girişimlerine öncelik tanımıştır. İki ülke de
1980’lere kadar ithalat rejimini serbestleştirme konusunda herhangi bir adım
atmamışlardır. Her iki ülke özel girişimlerin yatırım kararlarına yoğun olarak
müdahale etmişlerdir. Kamu girişimlerinin özelleştirilmesi bir yana, iki ülke
de 1960’lı yılların kritik dönemlerinde bu tür girişimlere olan desteklerini
artırmışlardır. Kısaca, ortodoks yöntemlere daha yakın politikalar izleyen
Güney Kore ve Tayvan geleneksel maliye politikalarını sürdürmüş ve rekabete
dayalı döviz kuru uygulamışlardır. Bu durum, bu ülkelere özellikle 1980’li
yıllardaki krizle dolu dönemlerde makro ekonomik istikrarsızlığın devam
ettirilmesinden kaçınmak için güç vermiştir. Oysa mikro ekonomik müdahalelerin
olduğu alanlarda bu ülkelerin yaşadıkları deneyim Ortodoks yöntemlerden oldukça
farklıdır.[9]
Çin
ise kendine özel politikalarla iktisadi büyüme ve kalkınmada önemli mesafeler
katetmiştir. Dünya
ekonomi tarihinde bugüne kadar hiçbir ülke Çin kadar süratle büyümemiş, çeyrek
yüzyıl içerisinde insanlarının yaşam standardını bu kadar yükseltememiştir.
Çin'in ekonomik başarısı büyük ölçüde istikrarlı hükûmetlere, yüksek tasarruf
ve yatırım oranlarına, dinamik (ve devlet destekli) ticaret, yatırım ve sanayi
politikalarına, sabırlı, stratejik planlamaya, aile bağlarına dayalı disiplinli
iş ahlakı anlayışına, enflasyonun ve kamu açıklarının kontrolüne ağırlık veren
makroekonomik politikalara dayanıyor. Devletin küçültülerek piyasa güçlerine
dayanan bir kalkınma anlayışını öngören ‘Washington Konsensüsü’nün
cenderesinden çıkmak isteyen birçok gelişme yolundaki ülkeye -alternatif
kalkınma modeli ile ilham kaynağı olmuştur. Komünizm baskısından sıyrılıp
küresel sistem ile bütünleşme sürecini
henüz tamamlayamadı ama şurası muhakkak ki Çin lambadan çıktı ve tekrar eskiye
dönülemeyeceği hususunda küresel alanda genel mutabakat bulunuyor. Önümüzdeki
dönemde hem Çin dünyaya, hem de dünya Çin'e uyum sağlamak zorunda.
Çin mucizesinin devamının ancak ve ancak büyümenin
kalitesini artırmakla mümkün olacağı genel kabul görüyor. Bu yöndeki mesajların
yöneldiği adres ise genellikle yatırımlarda aslan payına sahip olan kamu
yönetimi ve kamunun kontrolünde olan işletmelerdir. Yani ekonomide devletin ağırlığı
söz konusudur.[10]
Arjantin ve
Türkiye, uzun süre Washington Konsensüsü'nün en mükemmel örnekleri olarak kabul
edilmişlerdir.[11] Fakat bu ülkelerde de
yaşanan krizler bu düşünceyi olumsuz hale getirmiştir.
Bu sonuçlara rağmen Jhon Williamson yenilgiyi
kabul etmemektedir. Williamson, Haggard ile birlikte yazdığı sonuç bölümünde şu
açıklamayı yapmaktadır: “Reformların başarısını tam olarak açıklayan bir
deneysel genelleme bulunmamakta, her örnek en azından bir açıdan açıklayıcı
unsurlar içermektedir. Liste’de belirtilen 16 varsayımın hiçbiri reformların
başarısı için gerekli ya da yeterli değildir”. Ayrıca Williamson, Avustralya,
Portekiz ve Kolombiya’yı reformların krizler olmaksızın gerçekleştirildiği
birkaç örnek olarak göstermektedir.[12]
Washington Konsensüsü, özellikle ABD ve diğer gelişmiş ülkeler tarafından çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) manevra alanını olabildiğince genişleten, ulus devletin ekonomik ve politik egemenliğini zayıflatan ve bunları gerçekleştirirken tek küresel dünya ekonomisi hedefini güden bir anlayış gündeme getirme gayretindedir. 2000’li yıllarda bu modelin özellikle serbest rekabet, küresel birleşme ve makroekonomik istikrar üzerine yoğunlaşmaya başladığı görülmektedir. Büyük ölçüde yine ABD’nin önderliğinde yenilenen Washington Konsensüsü G 7 ülkeleri tarafından da benimsenerek, geleceğin yeni dünya düzeni olarak ortaya çıkarılmıştır. Bu konsensüsü oluşturan, birbiriyle tutarlı ve paralellik içerisinde gelişen bu üç unsurun tek bir dünya ekonomisi modeline doğru hizmet etmeye başladığı görülmektedir.[13]
2) TÜRKİYE’NİN DURUMU
Türkiye’nin iktisadi ve sosyal kalkınma hedefleri cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal’in "muasır medeniyetler seviyesine ulaşma" hedefi çerçevesinde şekillenmiştir. Günümüzde de "AB yaşam standartlarına uyum ve bölgenin lider ülkesi olma" hedefinde ilerliyoruz.
Türkiye,
mevcut doğal kaynakları, uygun iklim koşulları, ekonomik alt yapısı, yoğun emek
miktarı ve büyük iç pazarı ile iktisadi kalkınma açısından büyük bir
potansiyele sahiptir. Fakat siyasal istikrarsızlık, bilinçli seçmen miktarının
azlığı, yasal altyapının yetersizliği ve vergi oranlarındaki dengesizlik gibi
mevcut sorunlar iktisadi kalkınmanın önündeki önemli barikatlardır.
Özellikle
seçmenler ve siyasal partiler, klasik düşünce tarzlarından, ideolojik
koşullanmalarından, sağ-sol kutuplaşmasından uzaklaşarak pragmatik davranışlara
yönelmelidirler. Yani katılımcı, saydam ve hesap sorulabilir bir yönetişim
modelinin varlığına ihtiyaç vardır.
Son
yıllarda ülkemizde enflasyondan büyümeye, faiz dışı fazla hedeflerinden borç
yükünün dengelenmesine kadar pek çok makro ekonomik göstergede önemli
iyileşmeler var. Yabancı sermaye akışı ciddi bir şeklide hızlandı. Gerçi
şimdilik yeni istihdam imkânları oluşturan, ileri teknolojiyi ülkeye taşıyan
doğrudan yabancı sermaye yerine özelleştirme ya da şirket alımları yoluyla
piyasa payı kazanma peşindeki yatırımcı geliyor. Fakat uzun vadede çarpan
etkisiyle ekonomiye katkıda bulunacağı muhtemeldir.
SONUÇ
Washington konsensüsünün unsurları, kaynakların etkin dağılımını, ekonomide seffaflığı, öngörülebilirliği, dolayısıyla iyi yönetişimi güçlendirmesi açısından her ne kadar doğru tavsiye ve politikalar olsa da bunların uygulanabilirliği ülkeden ülkeye farklılıklar arz etmektedir. Çünkü ülkeler yapısal farklılıklar göstermektedir. Yani standart bir model her ülkeye uymamaktadır. Birçok gelisme sürecindeki ülkede sürdürülebilir kalkınma icin gerekli sanayilesmenin zemin taslarının oturmamış olması, yasamsal eğitim, sağlık ve arastırma-geliştirmenin eksikliği, çevre ve enerji güvenliğinin sağlamaması vb eksiklikler görülmektedir. Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerde böyle bir mevcut ortamda politikaların uygulanabilirliği ve başarının beklenmesi tam anlamıyla rasyonel değildir.
Günümüzde
ABD ekonomisi büyük ölçüde devlet sektörüne dayanmaktadır. Bilgisayarlar,
internet, havayolları trafiği, malların aktarması, konteyner gemileri,
eczacılık, idari yöntemler vs. hepsi devletin kontrolünde. Dünyaya
“iyi yönetişim” ilkesini önererek devletin küçülmesinin özel sektörün ön plana
çıkmasının gerekliliğini vurgulayan ABD kendisi bu önerilerini
uygulamamaktadır. Kendi ekonomisi darboğaza
girince “ekonomiyi canlandırma paketi” altında devlet destekli çalışmalarda
bulunmakta. Devleti ekonomiden çekme söylemiyle iktidara gelen Cumhuriyetçi
yönetim aleni bir şekilde devleti devreye sokarak ve özel sektöre özel
destekler sağlayarak ekonominin daralmasını önlemeye çalışmaktadır. Özellikle
11 Eylül sonrası Amerikan havayolu şirketlerine cömertçe devlet desteği sağlamaktan
da geri durmamıştır.
Kısaca, Washington
Konsensüsünün başarısızlığı sonucu devletin ekonomiden elini çekmesinin kaos
ortamına neden olduğu anlaşılmıştır böylece ülkeler yeni kalkınma modelleri
arayışına girmiştir.
Bilal Özdemir
Kafkas, İktisat, Yüksek Lisans Programı.
[1] Yrd. Doç. M. Ali DULUPÇU, “Sürdürülebilir Kalkınma
Politikasına Yönelik Gelişmeler”, DT
Dergi, Ocak 2001, s.2.
[2] Erinç YELDAN, “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin
Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis Dergisi, 2002. s.4.
[3] Erinç YELDAN, “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin
Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis Dergisi, 2002. s.1.
[4]Jhon WILLIAMSON, “What Should the World Bank Think about the
Washington Consensus?”, The World Bank Research Observer, Vol. 15, no. 2
August 2000. s.2.
[5]Osman ULAGAY, “IMF politikaları ve
Enron”, Milliyet, 11 Subat 2002.
s.1.
[6] Joseph E. STIGLITZ, 90’ların Yükselişi, CSA Yayın Ajansı, Mart 2004.
[7] Ali BİLGE, Yeni Bir Kriz Kapıda mı?, Nisan-2004, www.acikradyo.com
[8] Scott HARRİS ve Naomi KLEIN,
“Satın Almadan Önce Bombala”, Naomi Klein’la Roportaj, Between
the Lines, Temmuz 2003, s.1. www.zmag.org
[9] Dani RODRIK,
“Understanding Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol:
XXXIV, March 1996. s.10.
[10] Mehmet ÖĞÜTÇÜ, “Bir Dünya Devi Çin”, Radikal, 6 Şubat 2005, s.1.
[11] Gülnur MURATOĞLU, “Nasıl Bir Kriz?”, İşletme
ve Finans Dergisi, Aralık 2001, s.1.
[12] Dani RODRIK, “Understanding
Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol: XXXIV, March 1996. s.24.
[13] Yrd. Doç. Münevver SOYAK, Yeni Ekonomi Yansımaları,
Ekonomi&Finans, Temmuz 2003, s.2, www.bilgiyonetimi.org.
KAYNAKLAR
1) Yrd. Doç. M. Ali Dulupçu, “Sürdürülebilir
Kalkınma Politikasına Yönelik Gelişmeler”, DT
Dergi, Ocak 2001.
2) Erinç Yeldan, “Neoliberal
Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis Dergisi, 2002.
3) Jhon Williamson, “What
Should the World Bank Think about the Washington Consensus?”, The World
Bank Research Observer, Vol. 15, no. August 2000.
4) Osman Ulagay, “IMF
politikaları ve Enron”, Milliyet,
11 Subat 2002.
5) Joseph E. Stiglitz, 90’ların
Yükselişi, CSA Yayın Ajansı, Mart 2004
6) Ali Bilge, “Yeni
Bir Kriz Kapıda mı?”, Nisan 2004.
7) Scott Harris ve Naomi Klein, “Satın
Almadan Önce Bombala”, Naomi Klein’la Roportaj, Temmuz 2003.
8) Dani Rodrik, “Understanding
Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol: XXXIV, March 1996.
9) Mehmet Öğütçü, “Bir
Dünya Devi Çin”, Radikal, 6
Şubat 2005.
10) Gülnur Muratoğlu, “Nasıl
Bir Kriz?”, İşletme ve Finans
Dergisi, Aralık-2001.
11)
Yrd. Doç.
Münevver Soyak, “Yeni Ekonomi
Yansımaları”, Ekonomi&Finans,
Temmuz 2003, www.bilgiyonetimi.org