SÜRDÜRÜLEBİLİR
KALKINMANIN SAĞLANMASINDA ÇEVRE KORUMANIN VE EKONOMİK KALKINMANIN KARŞITLIĞI VE
BİRLİKTELİĞİ
İÇİNDEKİLER:
ABSTRACT
ÖZET
GİRİŞ
I.
LİTERATÜRDE YAPILAN KATKILAR
II.
GELİŞMENİN DİNAMİKLERİ
A-Sanayileşme
B-Enerji
C-Nüfus
D-Çevre
III.
YENİ PARADİGMA ; ÇEVRE KORUMA VE EKONOMİK KALKINMA
A-Ortak
Kaygılar
1)Üzerimizdeki
Tehdit ve Geleceğe Yansımaları
2)Tüketim
Toplumunun Yeni Anlayışı; Kullan-At Ekonomisi
B-Eylemlerde
Odaklaşmaya Doğru
IV.
GENEL DEĞERLENDİRME: BİRLİKTELİK VE KARŞITLIK
A-Politika,
Kalkınma ve Sürdürülebilirlik
B-Serbest
Piyasa Koşulları, Karşıtlık ya da Birliktelik
V.
SONUÇ
ABSTRACT
Main
issues of today are protecting the environment and being in harmony with it.
For this matter, environmental pollution is a common problem of all countries.
The goal of economics is to achieve sustainable development while meeting the
needs of today’s generation without compromising the needs of the future ones.
In order to meet our endless needs, we destruct the enviroment by wasteful
consumption, excessive production, and unconscious use of resources. For this
reason, we will emphasize on the relationship between the dynamics of
development –i.e., energy, population,
industrialization and environment, and sustainable development which is a
sensitive point in this study.
Key Words: Sustainable Development, Economic
Development, Dynamics of Development , Environment
ÖZET
Günümüzün
temel konusu, çevreyi koruma ve çevreyle uyumlu olmadır. Bundan dolayı,
çevresel kirlenme bütün ülkelerin ortak sorunudur. Böylece ekonomi biliminin
yegâne amacı, bugünkü kuşağın ihtiyaçlarını gelecek kuşakların ihtiyaçlarını
bozmadan karşılama olan sürdürülebilir kalkınmadır. Sonsuz ihtiyaçlarımızı
karşılamak için savurgan tüketim, aşırı üretim ve kaynakların bilinçsiz
kullanımıyla çevreyi tahrip ediyoruz. Bu nedenle, çalışmamızda hassas nokta
olan gelişmenin dinamikleri –enerji, nüfus, sanayileşme ve çevre- ile
sürdürülebilir kalkınma arasındaki ilişkiye değineceğiz.
Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir Kalkınma,
Ekonomik Kalkınma, Gelişmenin Dinamikleri, Çevre
GİRİŞ
19.yy.’ın
ortalarında başlayan sanayi devrimiyle dünyamız büyük gelişmelere sahne
olmuştur. Bu devrimin temelinde, buhar gücü, demir yolları ve demir-çelik gibi
ağır sanayi simgeleri gelişmenin yegane ölçütleri ve stratejileri olarak kabul
edilmişlerdi. Ağır sanayi stratejileri 20.yy.’ın ortalarında yerlerini yeni
ekonomi anlayışına bıraktı. Bilgi toplumu veya bilgi teknolojisi olarak
adlandırılan bu yeni ekonomi anlayışı, fiber-optik, çipler, atom enerjisi
kullanım teknolojisi ve bilgisayar gibi mikro elektronik teknolojiler üzerine
kurulmuştur.Ülkeler, ekonomik gelişmelerini sağlamaya çalışırken gelecek
nesilleri nasıl bir tehlike içine sürüklediklerinin bilincinde olmamışlar ve
ekolojik çevreyi tehdit eden yollarla ekonomik gelişmelerini inatla sürdürmeye
yönelmişlerdir. 1972’de gerçekleştirilen Stockholm Birleşmiş Milletler Çevre
Konferansı ile başlayan ve günümüzde de devam eden çevresel kirlenmenin
azaltılması ve sosyo-ekonomik kaynakların yok olmasının engellenerek ekonomik
gelişmenin bir düzen içinde sürdürülebilmesine yönelik farklı arayışlara
gitmişlerdir.
Bu
çalışmamızda “mahşerin dört atlısı” olarak nitelendirilen enerji, nüfus,
sanayileşme ve ekolojik çevre alanlarında nelerin yapılması ve/veya yapılmaması
gerektiği konuları ele alınacaktır. Ayrıca çevrenin korunması ve ekonomik
kalkınmanın birlikteliğinin gerçekleştirilmesinin sağlanabilirliği tartışılarak
birliktelik ve karşıtlık dikotomisine çözüm yolları aranacaktır.
I. LİTERATÜRDE YAPILAN KATKILAR
Sürdürülebilir
kalkınmanın sağlanabilmesi için çevre ve ekonomi arasındaki etkileşime yönelik
olarak literatürde çeşitli çalışmalar yer almaktadır. Yapılan bu çalışmalar
konuyu farklı noktalarda ele almışlardır.Çalışmamızda da bir kısmına yer
verdiğimiz bu katkıların bazılarını içerikleri itibariyle inceleyecek olursak;
Jones ve Manuelli (2000), büyüme ve çevre kirliliği konusunu içsel politika
seçimleri nesiller arası aktarımı vergilendirme ve tasarruflar yönüyle Gene
politika ve çevresel faktörler üzerine Karaman (1995), Dulupçu (2001). Ekonomik
eylemlerle çevre arasındaki dengeye yönelik olarak Baumol ve Oates (1998) açık
modelleme sunmuşlardır. Gene içsel politika seçimleri ile ilintili olarak
ülkeler arası ekonomik performans farklılıkları ve potansiyel kaynakların
heterojenliğinin etkilerini içeren çalışmalar Glomm ve Ravikumar (1992 ve
1995), Alesina ve Rodrik (1994), Persson ve Tabellini (1994) taraflarında
yapılan çalışmalarda görülmektedir. Çevrenin korunmasına yönelik olarak
öngörülen yeni muhasebe ve işlemlere ve yönetişime, yönelik olarak, Fisunoğlu
(1996), Doğan ve Ceran (1998), Baş (1992 ve 1996), Güvemli ve Gökdeniz (1996),
Özbirecikli (2000), Flening(1997), Piet (1997). Sürdürülebilir kalkınma,
sosyo-ekonomi bileşenleri arasındaki ilişkiyi irdeleme açısından katkılar
Fisunoğlu (1989 ve 1997), Keleş(1997), Özsabuncuoğlu (1995), Sürmeli (1997), Tuncer
(1997), Pala (1997), Kahraman (1994), Uslu (1989 ve1997) ve Alpar (1997).
Bunların yanında çevresel kaynakların kullanımına yönelik olarak Yücel (1999),
Akalın (1989)
II. GELİŞMENİN DİNAMİKLERİ
Günümüzde,
ileri teknoloji destekli sanayileşme çalışmaları ve bu amaca paralel artan
enerji kullanımı, genç ve dinamik nüfus yoğunluğu ile iktisadi açıdan zengin
bir çevre gelişmenin dolayısıyla globalleşen dünyada güç sahibi olma isteğinin
temel dinamikleridir. Ülkeler siyasal ve ekonomik stratejilerini işte bu
dinamikler çerçevesinde oluşturmaktadır. Düşünüldüğünde bizler, kaynakları gittikçe azalan bir dünyada yaşam
dansımızı, meçhul geleceğimizin kaygısı içinde sürdürmekteyiz. İşte bu
sebeplerden dolayı Alpar tarafından
“mahşerin dört atlısı” olarak nitelendirilen sanayileşme, enerji, nüfus
ve çevre olgularını inceleyeceğiz.
A-Sanayileşme
Coğrafî
keşiflerden günümüze kadar süren dönemin son iki yüz yılı bilimsel gelişmelerle
ileri teknoloji seviyesini yakalayan ülkeler, tarımın yerine sanayileşmeyi
kendilerine amaç olarak kabul etmişlerdir. Dünya ekonomisinde üst sıralarda yer
alma arzusu, ülkeleri, bu amaç doğrultusunda amansız bir küresel rekabet
ortamına itmiştir. Klasik ekonomi anlayışındaki büyüme felsefesinin temelinde,
tüketimi artırmak için girdileri artırarak üretimi en çoklamak yatmaktadır.
Analizimize
şu soruya yanıt aramakla başlayalım, “Sanayileşme bir fiili yıkıcılık mıdır?”.
Bu sorunun yanıtını, sanayileşmenin beraberinde getirdiği sorunları irdeleyerek
vermek gerekir. Dolayısıyla sorunun adresi, sanayileşmenin ekolojiye, insan
yaşamına nasıl etkilerde bulunduğunun irdelenmesidir.
Sanayileşmenin
ekolojiye etkisini şu noktalarda toplayabiliriz. Birincisi, küresel ısınmadır.
Küresel ısınma, sanayi kollarında yoğun olarak kullanılan kimyasal maddelerin
kullanım sonrasında oluşan gaz atıkların (karbondioksit, CO2; metan, CH4;
kloroflorohidrokarbonlar, CFC; azot oksitler NOx) atmosferde sera etkisi
yapmasının sonucudur. Kimyasal maddelerin, dünya ticaretinin yaklaşık %10’unu
olduğu ve geçen 10.000 yıl içindeki atmosfer sıcaklık değişmeleri 1-2 derece
aralığında iken son yüzyıl içerisindeki artışın 0.7 derece olması konuyu
özetlemektedir (Uslu:1997, s.47-64).
İkincisi
asit yağmurlarıdır. Sera etkisinin yanı sıra, zehirli gaz atıkların, zamanla
atmosferde birikmesi ve bu birikimin doğanın sindirme limitinin de üzerinde
olmasından dolayı meteo hareketleri ile zehirli gazla asit yağmurları halinde,
yeryüzüne sıvı zehir olarak düşmektedir. Özellikle verimli tarım alanları ve
doğal hayat dengesi büyük zarar görmektedir.
Üçüncüsü,
toksit kimyasal maddelerin, radyoaktif maddelerin ve radyoaktif malzemenin
kontrolsüz şekilde kullanılmasından doğan kazalardır (Uslu:1989, s.73).
Sonuçları önceden belirlenemeyen ancak tahmin edilebilen bu kazalar, özellikle
gelecek nesiller ve ekolojik çevre açısından oldukça tehlikelidir. Eski
Sovyetler Birliği’nde meydana gelen Çernobil nükleer kazası sonucu ortaya çıkan
radyoaktif sızıntı, 1999 Ocak ayında Türkiye’de sağlık alanında kullanılan
radyoaktif kobalt maddesinin yanlışlıkla muhafazasından çıkartılması gibi çoğu
da bilinçsizlikten kaynaklanan kazalar, yeni canlı nesillerin genetik
yapılarında etkilerini orta ve uzun periyotlarda göstermiş ve de göstermeye
devam edecektir. Sanayileşme, tarım sektöründe kullanılan metotların gelişimi
üzerinde de etkili olmuştur.
Dördüncüsü
de 20.yy.’ın ikinci yarısında ortaya çıkan ve kaynağı, yüksek verimli hububat
ve suni gübre olan Yeşil Devrim’dir., bu yeni gelişme, ürünlerin, hastalıklara
ve zararlı böceklere karşı korunmasını, verimin artmasını sağlamasına rağmen,
her tekno-ekonomik atılım gibi ödenmesi gereken ağır bir faturayı beraberinde
getirmiştir. Tarımsal üretim sisteminin iyileşmesi ve geliştirilmesi için
gerçekleştirilen alt yapı yatırımları, kullanılan kimyasal gübre ve mücadele
ilaçları ile yüksek verimli tohumluk ve sulama için sağlanan devlet
sübvansiyonları maliyetlerin ağırlaşmasına neden olmuştur. Sanayileşmenin
sonuçlarından biri olan Yeşil Devrim’in
neden olduğu çevre sorunu, günümüz yaşam şartlarını etkilediği gibi gelecek
nesillere bırakılan kötü bir miras olmuştur. Hindistan ve Brezilya’da tarım
alanları kazanmak için ormanların her geçen gün süratle yok edilmesi, üretimi
ve kaliteyi artırmak için kullanılan kültür tohumlarına yönelik aşırı sulama
sonucu toprağın tuz oranını yükselmesi ve çoraklaşması, kullanılan kimyasal
gübre ve mücadele ilaçlarının ekolojik dengeyi alt üst etmesi gibi artık bizim
ve nesillerimizin çözüm araması gereken teknolojik gelişmeye bağlı güçlükleri
ortaya çıkarmıştır (Şahinöz:1990, s.238).
Ayrıca
sanayileşmenin insan yaşamına etkisi kendini şehirleşmede de göstermektedir.
Bilindiği gibi sanayileşme yoğun olarak yaşandığı yerleşim merkezleri aşırı göç
alımı suretiyle aşırı derecede büyümüşlerdir. Bu da beraberinde oldukça
kozmopolit ve düzensiz şehirleşme yanında birbirinden çok farklı toplumsal
sorunlara yol açmıştır.
B-Enerji
Enerji,
üretim yapısının hareket gücü olmasına rağmen, çevrenin yok edilmesi sürecini
başlatan değilse de hızlandıran en önemli unsurdur. Enerji, her an insan
faaliyetlerinde birbirinden farklı miktar ve yöntemlerce tüketilirken,
dünyamızı tahrip edip ekolojik dengede onarılmaz yaralar açmaktadır. Enerji
tüketim talebini sektör bazında sanayi, tarım ve hizmetler sektörlerinde ortaya
çıkmaktadır. Farklı miktarlardaki tüketimi çevreye verdiği zararı da aynı
ölçüde çeşitlendirmekte bu da sürdürülebilir kalkınma oluşumunu negatif
etkilemektedir (Pala:1997, s.137). Görüldüğü gibi enerji önemli bir stratejik
çevresel faktör konumundadır (Türkman:1996, s.38). Dünya genelinde 1950-70
arasındaki enerji kullanımı yıllık
ortalama %5 artış gösterirken, sonraları yavaşlamıştır. GÜ bu enerjinin
%60’ından fazlasını tüketmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde metal ve
madenlere olan talep, enerji kullanımı ile beraber artış göstermektedir. Fakat
yapılan tespitlerde kısa dönemde ne enerji ne de materyal kullanımında bir
daralma beklenmemektedir (Fisunoğlu:1997, s.16).
Tablo
1:Çeşitli Gelir Grubundaki Ülkelerin Enerji Üretimi, 1980 ve 1997.
|
Ticarî Enerji Üretimi (BTEP) (a) |
Dünya Toplam Enerji Üretimindeki Payı |
||||
Ülke Grupları |
1980 |
1997 |
1980-1997 Değişimi |
1980 |
1997 |
1980-1997 Değişimi (b) |
Düşük Gelir Grubu |
1296366 |
2267533 |
4,41 |
18,82 |
23,67 |
4,85 |
Orta Gelir Grubu |
2804139 |
3607537 |
1,69 |
40,70 |
37,66 |
-3,05 |
Düşük ve Orta Gelir Grubu |
4100505 |
5875070 |
2,55 |
59,52 |
61,33 |
1,81 |
Yüksek Gelir Grubu |
2788845 |
3704792 |
1,93 |
40,48 |
38,67 |
-1,81 |
Avrupa EMU |
365725 |
434996 |
1,11 |
5,31 |
4,54 |
-0,77 |
a. BTEP = Bin ton eşdeğer petrol.
b. Net İthalat, Toplam İthalat ile Toplam
İhracat arasındaki farktır.
Kaynak:World Bank; 2000 World Development
Indicators, Table 3.7, (http://www.worldbank.org)
Tablo
1’de sunulan veriler Bin ton eşdeğer petrol (BTEP) olarak ticarî enerji
üretiminde 1997 itibarıyla ilk sırada 3.704.792 BTEP ile Yüksek Gelir Grubu
(YGG) ülkeleri yer alırken, 3.607.537 BTEP ile Orta Gelir Grubu (OGG) ülkeler
ikinci sıradadır. Fakat 1980-1997 yılları arasında ticarî enerji üretimi
alanında Düşük Gelir Grubuna (DGG) dahil olan ülkeler %4,41’lik değişimle ilk
sıradadır. YGG dahil ülkeler %1,93’lük oranla ikinci sırada yer alırken OGG
ülkeler de %1,69 değişim oranıyla son sırada yer almaktadır.
Tablo
2:Çeşitli Gelir Grubundaki Ülkelerin Enerji Tüketimi, 1980, 1997.
|
Ticarî Enerji Tüketimi |
Kişi Başına Ticarî Enerji Tüketimi |
||||||
Ülke Grupları |
(BTEP) |
Ort. Yıllık
Büyüme (%) |
KEP (a) |
Ort. Yıllık
Büyüme (%) |
Göreceli Oranlar |
|||
|
|
|
|
|
|
|||
|
1980 |
1997 |
1980-97 |
1980 |
1997 |
1980-97 |
1980 |
1997 |
Düşük Gelir Grubu |
1148189 |
2116021 |
3,9 |
480 |
646 |
2 |
1 |
1 |
Orta Gelir Grubu |
2001642 |
2601928 |
4,7 |
1854 |
1830 |
1,8 |
3,86 |
2,83 |
Düşük ve Orta Gelir Grubu |
3149831 |
4717949 |
4,3 |
907 |
1005 |
2 |
1,89 |
1,56 |
Yüksek Gelir Grubu |
3773001 |
4713241 |
1,7 |
4794 |
5369 |
1 |
9,99 |
8,31 |
a. KEP = kilogram eşdeğer petrol.
Kaynak:World Bank; 2000 World Development
Indicators, Table 3.7, (http://www.worldbank.org)
Tablo
2’de sunulan veriler ışığında, BTEP olarak ticarî enerji üretiminde 1997
itibarıyla ilk sırada 4.713.241 BTEP ile YGG
ülkeleri yer alırken, 2.601.928 BTEP ile Orta Gelir Grubu (OGG) ülkeler
ikinci sıradadır. Fakat 1980-1997 yılları arasında ülke gruplarının ticarî
enerji tüketiminin ortalama yıllık yüzde değişimi incelendiğinde OGG ülkeler,
%4,7’lik oranla ilk sırada yer alırken DGG ülkeler de %3,9’luk oranla ikinci
sıradadır. YGG ülkeler ise gelişmiş sanayi ekonomisine sahip olmalarına rağmen
%1,7 değişim oranıyla en düşük seviyededirler. Diğer yandan kişi başına enerji
tüketimi ortalama yıllık yüzde büyümesinde ise DGG’deki ülkeler %2,0’lık oranla
ilk sırada yer alırlarken YGG’ye dahil ülkeler ise %1,0 büyüme oranıyla en son
sırada yer almaktadır.
Sanayileşmenin
ortaya çıkardığı toplam madde kullanımı içinde belirleyici öneme sahip çimento,
kağıt ve çelik üretiminde kullanılan
yüksek enerji yoğunluğu ve üretim sırasındaki kimyasal tepkimelerin sonucu
olarak ortaya çıkan karbon yayımı (dünya karbon yayımlarının %2,5’ ini
oluşturmaktadır), hem havayı hem de suyu ciddi şekilde kirletmektedir
(Durning:1998, s.78). Görüldüğü gibi enerji elde etmede kullanılan klasik
olarak nitelendirebileceğimiz ve ekolojik dengeye oldukça yüksek ve geri
dönülemez maliyetler ortaya çıkaran yöntemlerin yerlerine bu etkileri azaltan
yeni modern yöntem arayışları içine girilmelidir. Günümüzde kullanılan yeni
yöntemlerden biri de “Kojenerasyon Sistemi”dir. Özellikle sanayi sektöründe
enerji verimliliğini sağlamak, maliyeti azaltmak, güvenilir ucuz enerji temin
etmek amacıyla kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Kojenerasyon Sistemi, tek
sistemden eşzamanlı olarak elektrik ve güç ile kullanılabilir ısı üretilmesini
sağlayan yöntemdir. Gaz tribünlü sistemler ile termik santrallarda elektrik,
kazanlarda ısı üretimi yapılarak ve çevreyi kirletip yenilenemeyen (primer) enerjinin yaklaşık
%55-60’ını atık haline getiren konvansiyonel enerji üretim sistemlerinden
farklı olarak Kojenerasyon Sistemi, elektrik üretiminde ortaya çıkan ısı
eşanjörler yardımı ile çeşitli ısı ihtiyaçları için değerlendiriliyor. Böylece
elektrik ve ısının eşzamanlı üretimi ile %80-90 verim elde ediliyor. Bu da
primer enerjinin atılan kısmını minimize ediliyor (Dünya Gzt:1999). Günümüz,
enerji kaynakları iki gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birisi yenilenemeyen
enerji kaynakları olan kömür, petrol, doğal gaz ve nükleer enerji diğeri de yenilenebilen enerji kaynakları olan odun,
bitki artıkları, hayvansal atıklar, jeo-termal, güneş, rüzgar, ve hidrolik
enerji kaynaklarıdır. Yenilenemeyen enerji kaynaklarının büyük ölçüde
kullanılıyor olması, çevre sorunlarını ciddi boyutlarda artmasına neden
olmuştur. Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarının çevresel tehditlerinin
düşük olması, dünyanın bu kaynakların kullanımına yönelmesi her bakımdan
avantajlı bulunmaktadır (Akalın:1989, s.172). Bilim adamları yenilenemeyen
kaynakların tükenebileceği düşüncesiyle yeni kaynak arayışlarına girmişlerdir.
Bu çalışmalardan birisi de Bitumluşist denen ve ileride petrol ve kömür gibi
enerji kaynaklarının ikamesi olabilecek yeni bir yenilenemeyen kaynak üzerinde
yapılmaktadır. 1972 petrol krizi ile petrol fiyatlarında yaşanan artış ve
enerji darboğazı bu maddeye olan ilgiyi artırmıştır.
C-Nüfus
Şüphesiz
nüfus, kalkınma ve ekosistem arasında çok sıkı bir etkileşim vardır. Dünyada
nüfus artışı olanca hızıyla sürmektedir. Sosyo-ekonomik refah artışı, yaşam
şartlarının yükselmesini sağladığından dünya genelinde ölüm oranları
azalmaktadır. Bu durum oluşmasında antibiyotiklerin kullanılması, aşı
uygulamaları ve daha birçok tıbbi yeni yöntemlerin kullanılması etkili
olmuştur. Bunlardan dolayı, 1990’larda 6 milyar dolayında olan dünya nüfusu,
yılda ortalama 100 milyonluk bir artışla 22.yy. ortalarında yaklaşık 22.5
milyarı bulması beklenmektedir (Keleş:1997, s.79). Dünya nüfusunun artışının
%95 kadarı gelişmekte olan ülkelerde yer alacağı gelecekte, nüfusla ilgili
sorunların yoğunlaşacağı bölgeleri belirlemede bize fikir vermektedir. Artan
nüfus, ister kırsal bölgelerde isterse
kentlerde olsun, mal ve hizmet talebini artırıcı yönde gelişme
kaydetmektedir (Keleş:1997, s.79). Şüphesiz bundan ekoloji, bir çok yönden
zarar görecektir. Özellikle, şehirlerde nüfusun artması, hava, su kirlenmesi
ile trafik ve gürültü gibi diğer çevresel tehditleri de artıracaktır
(Özsabuncuoğlu:1995, s.22). Çünkü daha fazla istem, daha fazla arz yapmayı
etkileyecektir. Böylece daha fazla üretim de beraberinde çevreyi tehdit edici
atıkların içeriğinin de artmasını getirecektir. Üretim sonrasında da doğaya
bırakılan maddelerde “geri dönüşüm yapılarına göre” çevre kirliliğine neden
olacaklardır. Bu şekilde çevre kirliliğiyle, nüfus artış hızı arasında eşanlı
ilintili olacaktır. Nüfusun çevreye etkilerini teorik bazda açıklamada bazı
modeller geliştirilmiştir. Söz konusu modeller arasında “IPAT” olarak bilinen
model, diğerlerine kıyasla daha yaygındır. IPAT modeli, kaba çizgilerle de olsa
üç önemli değişkenin (nüfus büyüklüğü P; refah düzeyi A; teknolojik çevre
zararı fonksiyonu T), çevreyi hangi ölçüde etkileyeceğine (I) açıklık
getirilmektedir. I = PxAxT şeklinde
gösterilmektedir. Bu model kullanılarak bazı ülkeler arası karşılaştırma ve
değerlendirmeler de yapılabilmektedir (Tuncer:1997, s.19). Fakat nüfus ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişki tam olarak ampirik uygulamalara yansıtılamamaktadır. Çünkü, ekonomik
büyümeyi sadece nüfus değil haricinde pek çok faktörler etkilemektedir. Ayrıca
bu modelde teknoloji seviyesi hangi ölçülerde olursa olsun, nüfusun artması
mutlak olarak çevreye zarar vermektedir (Alpar:1997, s.38). Nüfus ve çevre
arasındaki ilişki tek yönlü bir etkileşim değil, çift yönlü bir etkileşimden
oluşmaktadır. Nüfusun büyüklüğü, artış hızı ve dağılımı, çevre üzerinde yoğun
etki yaparken, çevredeki değişmeler de nüfus ve ona bağlı değişkenler üzerinde
etkili olmaktadır. Geniş kapsamlı birkaç örnek vermek gerekirse, insan
faaliyetleri hava koşullarını ve mevsimleri etkilemektedir. Sanayi, ulaştırma
ve ısınmada kullanılan fosil yakıtlar havaya yüksek oranda karbondioksit
verdiklerinden ve bu gaz atmosferde birikerek ozon tabakasına zarar vermekte ve
sera etkisi yapmaktadır. Bilindiği gibi bu durumda küresel ısınmaya, zararlı güneş
ışınlarının dünyayı direkt etkilemesine ve de asit yağmurlarına yol açarak
insan yaşamını etkileyerek sağlık alanlarında olumsuzluklara neden olmaktadır
(Tuncer:1997, s.21.22.23).
D-Çevre
Çevre,
sadece yaşamımızı sürdürdüğümüz geniş bir alan değil milyonlarca canlının
yaşadığı dev ekosistemdir. Yaşamımızı idame ettirmek için gerekli olan hem
biyolojik hem de fiziki ihtiyaçlarımızı karşıladığımız iktisadi çevre aynı
zamanda geçmişten geleceğe aktarılması gereken tarihsel ve kültürel değerler
bütünü içermektedir. Fakat, insanoğlunun ihtiyaçlarını karşılama konusundaki
üstün gayretleri sonucu(!) her yıl yaklaşık, 100-150 bin arasında canlı türünün
nesilleri tükenmekte ve her geçen gün ekolojik sistemdeki hassas dengeler
bozulmaktadır. İktisadi çevre, ekonomiye çeşitli servisler veren bir kaynaktır.
Diğer kaynaklarda olduğu gibi, bu kaynağı ne kadar iyi idare edersek ve bu
kaynağın yok olmasını önlersek, bize daha uzun vadeli servis verir. Çevre,
ekonomiye hammadde sağlar. Bu hammadde, üretim sürecinden geçerek tüketim
malları haline dönüşür. Daha sonra bu hammaddeler ve üretiminde kullanılan
enerji çevreye atık olarak geri döner (Alpar:1997, s.35.38). Kıt kaynaklardan
oluşan iktisadi çevreyi kullanılırken, gelecek nesillerin istem ve
ihtiyaçlarını da düşünerek hareket edilmeli, ihtiyaçtan fazlası kullanılmayıp
kaynaklar sistemli bir devirler zinciri halinde gelecek nesillere
aktarılmalıdır. Kültürel ve tarihi çevre de en az iktisadi çevre kadar
önemlidir. Tarihsel değerler de yenilenemeyen kaynaklar arasındadır. Çünkü
asırlar ötesinden günümüze ulaşan değerler, maddî ve manevî birer mirastır,
tahrip olunursa yenisinin yapılması mümkün değildir. Birer çevre faciası olan
betonarmeden binaların yükseldiği günümüzde yarınlara nelerin miras
bırakacağımızı düşündüğümüzde zihnimizde karamsar tablo oluşmaktadır. Her geçen
gün yok olan tarihsel ve kültürel çevremizin, hem bizim hem de gelecek nesiller
için, bir hava bir su kadar gerekli olduğunun bilincinde olmamız gerekmektedir.
Turizm kaynakları sadece güneş ve denizden ibaret değildir. Arkeolojik, tarihi,
kültürel varlıkların zenginliği ve çeşitliliği gibi diğer alt faktörlerde
turizmin kaynakları arasındadır. İskân alanlarının plansız dağılımı, sanayinin
kontrolsüz gelişimi turistik kaynakların büyük ölçüde zarar görmesine neden
olduğu herkesçe bilinmektedir (Kahraman:1994, s.28). Görüldüğü gibi tarihi ve
kültürel çevrede, ülke ekonomisi açısından önemli kilometre taşlarından
birisidir.
III. YENİ PARADİGMA ; ÇEVRE KORUMA VE
EKONOMİK KALKINMA
Paradigma,
belli bir dönemde toplumsal hayatın belirli bir alanında geçerli olan
görüşlerin, düşünce tarzlarının, bakış açılarının ve varsayımlarının toplamı
olarak tanımlanıyor (Türkoğlu:1999, s.20). Vermiş olduğumuz bu tanımdan
hareketle, 21. yy. yeni paradigması, ekonomik kalkınmanın çevrenin korunmasıyla
birlikte sağlanması gerektiğidir. İşte burada Brundtland Raporu ile 1987
yılında ilk defa “Sürdürülebilir Kalkınma” (Sustainable Development) kavramı bu
amacın tanımı olarak yapılmıştır. Raporda kavramın tanımlanması şu şekilde
yapılmaktadır: “Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama yetenek ve
olanaklarını kısıtlamaksızın bugünkü ihtiyaçların karşılanması”
(Fisunoğlu:1996, s.118). Bu kavram, “çoğunlukla ekonomik anlamda
algılanmaktadır. Ekolojiyi bu bakış içinde bir aksesuar niteliğindedir. Bu
bakış açısı sürdürülebilir kalkınmayı, sürdürülebilir büyüme olarak
algılamamıza neden olmaktadır. Oysa amaç, sürdürülebilir kalkınmanın
sağlanmasıdır. Bunun sağlanması ise, ekolojiyi genel ekonomik çerçeve içinde
bir bileşen olarak görmek yerine, konuya tam ters yönden yaklaşarak, ekonomiyi
ekolojik çerçeveler içine yerleştirmekle mümkün olacaktır” (Uslu:1997, s.43).
Bu yeni paradigma ile, klasik ekonomi tanımında verilen üretim ve tüketim
sirkülasyonundan ibaretmiş gibi görülen ekonomi anlayışı yerini, üretimin
kısıtlı bir ekosistem içinde oluştuğunu kabul eden ve çevre korumanın öneminin
de vurgulandığı yeni bir anlayışa bırakmıştır.
Çalışmamızın
bundan sonraki bölümlerinde, çevre korumanın neden gerekli olduğunu gösteren
ortak kaygılarımız olan, tehdit altındaki gelecek ve israf ekonomisi
konularını, bunlar için yapılması gereken hukuksal çalışmaları ve nihayetinde
kalkınma felsefesini yeni bir kavram olan sürdürülebilir kalkınma ile
açıklamaya çalışacağız.
A-Ortak
Kaygılar
Ekonomik
gelişmenin ekolojik çevreye verdiği zararların her geçen gün daha da
büyümektedir. İnsanoğlun bencilliği, hem ekolojik hayatı hem de kendi
geleceğini kaçınılmaz sona doğru sürüklemektedir. Bu bağlamda, uluslararası
çalışmalarla ekolojiye verilen zararların boyutlarının belirlenmesi ve gerekli
önlemlerin alınması gibi kaygılar 20.yy. ikinci yarısında ortaya çıkmıştır.
Ülkeler arasında küreselleşme hareketlerinin süratle ivme kazandığı dünyamızda
pozitif ve negatif etkileşimler mesafe gözetmeksizin ortaya çıkmaktadır.
Negatif etkileşim olarak bahsettiğimiz olgu, birisinin yaptığı olaydan
diğerinin etkilenmesidir. Yani GÜ’lerin sanayi atıklarının doğada yayılarak
ülke ve ulus farkı gözetmeden bütün insanlığı ve tabii yaşamı tehdit etmesidir.
Bir anlamda çevre kirliliği ve tahribatı da aynı hızda küreselleşmiştir.
Örneğin asit yağmurlarının Amazon ormanlarını etkilemesi ya da zehirli
atıkların sınırlar ötesine taşınması gibi. Bu noktada çevre tehditleri ulusal
değil bütün dünyayı ilgilendiren ortak sorunlar haline gelmesidir.
1)Üzerimizdeki Tehdit ve Geleceğe Yansımaları
Artık
neredeyse, gelişmişlik çevreye ve insanlığa verilen zararın büyüklüğüyle de
ölçülebilecek bir fonksiyon haline geldi. Çünkü GOÜ’lerdeki ve GÜ’lerdeki
sanayileşme sürecileri bizleri ve gelecek nesilleri tehdit kıskacına almıştır.
Bu tehditler üç türlü ortaya çıkmaktadır. Birincisi, günümüz nesline yönelik
direkt tehditler, ikincisi gelecek nesillere genetik olarak aktarılan
tehditlerdir. Bu iki grup arasında sıkı bir bağ mevcuttur. Çünkü ilk grup
tehdit gerçekleşmeden ikincisi ortaya çıkmadığı ifade edilebilir. Üçüncüsü de,
insan yaşam alanlarına yönelik tehditlerdir.
Birinci
grup tehditler iki yolla gerçekleşebilmektedir. Birincisi, üretim süreci içinde
ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıkların, ikincisi de, tüketim ve tüketim
sonrası tesir yolu ile gerçekleşmektedir. Birinci yol tesirde sanayi
atıklarının toprak, su ve havaya karışması sonucu insan sağlığının tehdit
altına alınması söz konusudur. Bu yol ile özellikle kanser riski günümüzün
ciddi tehditlerinden birisidir. Üretim sürecinde kullanılan, ayrıca bazı mamul
mallarda da bulunan kadmiyum, arsenik, berilyum, nikel ve krom gibi elementler
kanserojen madde içermektedirler. Örneğin, kadmiyumun, şarjlı piller, kalem piller,
ve cep telefonlarında, arsenik, boyalarda, nikel ve krom, paslanmazlık
özelliklerinden dolayı metal eşya kaplamalarında yarı hammadde olarak
kullanılmaktadır. Bunun yanında elementlerin hepsi bir fosil yakıt olan kömürde
küçük miktarlar halinde bulunur. Dolayısıyla kömür yandığında açığa çıkarlar;
eninde sonunda toprağa ulaşır ve küçük miktarlar halinde gıda maddelerinin
içine girerler. Bitki kökleri aracılığı ile biyolojik ortama girerler.
Bilindiği gibi, termik santrallerde elektrik üretimleri, ev ve işyeri
ısıtmaları kömürün yakılmasıyla sağlanmaktadır. Bir büyük santralden bir yılda
açığa çıkan miktara bağlı olarak, yılda ortalama 50 ölüm olur. Bu ölümler,
toprağın üst katmanlarının erozyonla yok olacağı varsayımında 100.000 yıla
yayılmıştır (Cohen:1996, s.148).
İkinci
grup tehditler birinci grup tehditlerin insan biyogenetik zincirini
bozmaktadır. Bu durum gelecek nesillere fiziksel ve zihinsel engeller olarak
yansımaktadır. Özellikler radyoaktif madde kullanımları ve bunların bir şekilde
kontrol edilememesi bu deformasyonu şiddetlendirmektedir.
Üçüncü
grup tehditler ise ziraatta kullanılan suni gübre ve ilaçlar ile kültür
tohumları kullanılan alanlarda yapılan aşırı sulama toprağın erozyonuna,
tuzlanmasına ve verimsizleşmesine neden olmakla beraber ekolojik sistemdeki
vahşi hayatın hassas dengesini bozmaktadır. Bu sorunlar aynı zamanda kırsal
yaşam üzerinde negatif dışsallıklara neden olmaktadır. Arazilerin
verimsizleşerek kullanım oranların düşmesi büyük kentlere göçün hızlanmasına
neden olmuştur. Göçlerin giderek çoğalması her geçen gün çözümü zorlaşan hatta
bazen çözümsüzleşen sosyal sorunların artmasına neden olmuştur (Sürmeli:1997,
s.45). Bilinçsiz kentleşme ve yeni tarım alanları açma faaliyetleri yeşil
zenginliğin yavaş yavaş yok olmasına neden olmaktadır. Yer altı sularının
bilinçsiz tüketimi istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır ki bunun en güzel
örneklerinden birisi Niğde İli Sazlıca Kasabası’nda yaşanmaktadır. Yeraltı
suyunun, sonsuz kaynağa sahip olduğu düşüncesinden hareket edercesine, sondaj
kuyularından gereğinden fazla çekilip tarımda kullanılması, yörenin yer yer
çökmesine neden olmaktadır (Yücel:1999, s.19).
2)Tüketim Toplumunun Yeni Anlayışı; Kullan-At
Ekonomisi
Tüketim
toplumu üç sınıftan oluşmaktadır; tüketiciler, orta gelirliler ve yoksullar.
Kişi başına düşen doğal kaynak tüketimi, kirlilik yayma ve doğal ortamları
bozma dereceleriyle mükemmel şekilde tanımlanan gruplar pratikte iki ölçüt ile
birbirlerinden ayrılırlar; ortalama yıllık gelir ve yaşam tarzı. Yoksullar,
dünyada yaklaşık 1.1 milyar kişi ve kişi
başına 700ABD$’ dan az kazanan topluluktur. Dünya ekonomi piramidinin en
altında bulunan bu grup çoğunlukla kırsal kesimde yaşamakta ve geçimlerini
yaşadıkları yerlerdeki arazilerden ve ormanlardan topladıkları şeylerden sağlarken
savurganlık yapmaya güçleri yetmemektedir. Orta gelirliler, yaklaşık 3.3 milyar
kişi ve kişi başına 700-750ABD$ kazanmaktadırlar. Yoksullar gibi orta gelirli
sınıfta, maddeleri kullanmada tutumludur. Maddeleri yeniden kullanmak ve geri
dönüştürmek konusundaki özenleri, ekonomilerini çevre ile dengelemeyi
hedefleyen tüm gruplar için ideal oluştururlar. Tüketici sınıfı ya da
zenginler, dünya tüketim toplumunun 1.1 milyar üyesidirler ve kişi başına
750ABD$’ dan fazla gelire sahiplerdir (During:1998, s11-12.). Bu grubun tüketim
davranış kalıbına israf dersek hiçte yanlış olamaz. Kullan-at ekonomisi,
üretilen malların hem kullanım ömürlerini aza indirgemek hem de düşük üretim
maliyeti elde etmek için dayanıklılığının azaltıldığı, insanları süreğen
tüketim çılgınlığına iten lüks bir ekonomik faaliyet şeklidir. Nihai tüketim
mallarının, satışa sunulup kullanılması ve atılması arasındaki periyot oldukça
kısa olması, bu yaşam sitilinin karakteristik bir özelliğidir. Ayrıca üretilen
mamûlün tamiri neredeyse mümkün olmamakta ve atılmaktadır. Örneğin, plastik
promosyon kalemleri, plastik aksamlı fotoğraf makineleri, plastik oyuncaklar
vb. Bu tarzın belirgin özelliklerinden biriside
ambalaj sektörüdür. Ambalaj, ürünü sattıran bir amaç haline geldi. Hemen
hemen her ürün ambalajlanmakta – mukavva, kağıt ve plastik ambalaj türleriyle-
ve çoğu geri dönüşümsüz bu ambalajlar atılmaktadır. Bunlar, hem çevreye zarar
vermekte, hem de ekonomik sıkıntı doğurmaktadır. Tarzın bir başka özelliği de
moda denen çılgınlıktır. Moda, ruhunda ürünün kullanım süresi oldukça kısadır
ve yoğun olarak konfeksiyon, ayakkabı ve aksesuar sektörlerinde ortaya çıkar.
Moda pazarına kaynak sağlamak için yapılan üretimde zararlılara karşı
kullanılan ilaçlarının üretiminde olduğu gibi, kimyevi maddeler ve aşırı su
kullanımı hayvancılık sektörüne yan etki yapmıştır. Bu ürünleri boyamada
kullanılan kimyasal maddeler de olayı daha vahim boyutlara taşımıştır
(During:1998, s80-89). Dünyanın ihtiyacı olan şey ekonomik gelişmenin getirdiği
bu problemlere çözüm bulmaktır. İsraftan kaçınarak yeniden kullanıma ve geri
dönüşüm gibi tüketim tarzına teşvik
edici tedbirler alınmalı ve bu savurganlığa son verilmelidir.
B-Eylemlerde
Odaklaşmaya Doğru
Sosyal
ve ekonomik istikrarı, klasik büyüme yaklaşımlarında ve eski çevre koruma
tutumlarında aramak dengesizliği artıracaktır. Çevresel güvenlik değişiklikte
aranmalıdır. Değişiklik ise, sanayi, hukuk, ekonomi, uluslararası işbirliği,
sosyal ve kültür gibi topluma şekil veren alanlarda olmalıdır.“Çevre koruma ve
sürdürülebilir kalkınma, bütün hükümet kuruluşlarının, uluslararası
kuruluşların ve belli başlı özel sektör kuruluşlarının ayrılmaz birer parçası
olmalıdır. Bu kuruluşlar politikalarının, programlarının ve bütçelerinin hem
kısa hem de uzun vadede, ekonomik ve ekolojik açıdan sürdürülebilir
faaliyetleri teşvik edip desteklemesinden sorumlu ve bu konuda hesap vermekle
yükümlü duruma getirilmelidir. Geleneksel amaçlarını, kendi ulusal toplumlarını
olduğu kadar hepimizin paylaştığı küçük gezegenimizin çevresel tabanını sürekli
iyileştirerek güçlendirecek şekilde yerine getirilmelidir.” (DÇKK:1991, s.32).
Uluslararası gönüllü kuruluşların yanı sıra, bölgesel kuruluşlar da hükümetler
ve yerel yönetimlerce desteklenerek yaptıkları eylemlere resmi kimlik
kazandırmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma çalışmalarında, karmaşık ve politik
olarak sıkıntı verici yöntemlere başvurmak otorite için sıkıntı verici hatta
istenmeyen durumdur. Bu nedenle, çevre koruma faaliyetleri öncelikle hukuksal
zemine oturtularak ekonomik ve sosyal alanda kanunlarla desteklenmelidir.
Politika üzerindeki en önemli etken kamu oyudur. Politik otoritenin etkinliği
ya da politika uygulamasındaki kararlılığı kamu oyunun isteğiyle
bütünleştiğinde optimal patika seçimi sağlanmış olacaktır. GÜ’lerce, geri kalmış
ve gelişmekte olan ülkelere yapılan gıda ve para yardımları yerine bu ülkelerin
kendi kendilerine yeterliliklerinin sağlanması için, gerekli bilgi ve
teknolojik yardımlar yapılarak,
gelişmeleri çevre korumayla beraber uzun vadeli politikalara yansıtılmalıdır.
Sosyal alanlarda kurumsal değişiklikler yapılarak, toplumlar da çevre koruma
bilincinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
IV. GENEL DEĞERLENDİRME: BİRLİKTELİK VE
KARŞITLIK
A-Politika,
Kalkınma ve Sürdürülebilirlik
Yazımızın
birinci ve ikinci bölümlerinde genel olarak ekonomik büyüme ve kalkınma
çalışmalarının yaşadığımız dünyaya yaptığı ve geleceğe etkilerinin nasıl
olacağını tartıştık. Acaba çevre koruma ile ekonomik kalkınma bir uyum
içerisinde yürütülebilir mi? İşte bu sorunun yanıtı kalkınma stratejisinin
çevre ile uyumlu kalkınma politikalarıyla desteklenmesinde aranmalıdır. Bu
uyumun sağlanabilmesi için uygulanması gereken politikaların şu konuları
içermesi beklenir: (Fisunoğlu:1997, s.18-19)
·
Büyümenin canlandırılması ve
kalitesinin değiştirilmesi,
·
Temel ihtiyaçların karşılanması,
sürdürülebilir bir nüfus düzeyinin garanti altına alınması,
·
Teknolojinin yeniden yönlendirilmesi
ve riski yönetmek, karar vermede çevre ve ekonomiyi birleştirmek,
·
Kalkınmanın daha katılımcı yapılması,
uluslararası ekonomik, ilişkilerin yeniden düzenlenmesi,
·
Toplumların eğitilerek
bilinçlendirilmesi.
Bu
kriterlerin yanında sürdürülebilir çevre-koruma politikası oluşturabilmek
içinde şu amir koşulların sağlanması gerekmektedir: (Dulupçu: 2001, a.g.w.s.)
·
Ekonomik kısıtlarında göz önüne
alınarak yapılacak gerçekçi politika seçimiyle finansal sürdürülebilirliğin
sağlanması,
·
Bürokratik kısıtlar ve siyasal
iradenin yapısına uygun yönetsel sürdürülebilirliğin genişletilmesi,
·
Siyasal otorite ile kamu oyunun
çevre-koruma eylemlerine yönelik bilincinin arttırılarak birlikteliğin
sağlanması,
·
Çevresel politikalar ile ekonomik ve
sosyal politikalar arası uyumun sağlanması,
·
Sürdürülebilirlikte uygulanan
politikaların performans ölçümünün yapılması, uygulaması ve sonuçlarının
değerlendirilmesi konusunda uygun gösterge seçiminin tespiti.
Tablo
3:Politika Matrisi
Çevre Sorunları |
|
Politika Araçları |
|
|
Kaynak Yönetimi |
Piyasaları Kullanmak |
Yeni Piyasalar Oluşturmak |
Çevresel Düzenlemeler |
Toplumun Dahil Edilmesi |
Sübvansiyonları Azaltmak |
Mülkiyet Hakları & Desentralizasyon |
Standartlar |
Toplumun Katılımı |
|
Kirlilik Kontrolü |
Çevre Vergileri |
Ticarî izinler ve haklar |
Yasaklar |
Enformasyon |
Kullanıcı Bedelleri |
Uluslararası Bedel Sistemleri |
İzinler ve Kotalar |
|
|
|
Depozit Sistemi |
Hedeflenmiş Teşvikler |
|
|
Kaynak:World Bank, (http://www.worldbank.org.tr)
Politika
matrisi Dünya Bankası ve üye ülkelerin çeşitli uygulamalarından elde
edilmiştir. Matris, politika organizasyonunun yapılabilmesi için politika
araçlarını 4 temel kategoride sınıflandırılmıştır. Söz konusu temel araçlar ise
spesifik alt araçlardan oluşmaktadır. Bu araçlar sayesinde belirlenen amaç
doğrultusunda politikaları tasarlamak için gerekli altyapı sağlanmakta, böylece
politika yapıcılarına arzuladıkları aracı seçme olanağı tanınmaktadır. Ekonomik
alanda uygulanabilecek politika yöntemleri olarak;
·
Teşvik reformu ile piyasada fiyat
bozulmasını engellemek ve gerçekçi fiyat oluşumunu desteklemek,
·
Sosyal maliyetleri yansıtacak şekilde
vergilerle fiyatları yükseltmek,
·
Kirletme izinlerinin (permitlerinin)
ya da kalkınma haklarının bulunduğu yeni piyasalar oluşturmak,
·
Çevre-korumaya yönelik yatırımları
vergi indirimiyle özendirici hale getirmek,
·
Doğal kaynak kullanım miktarlarını
kontrol altına alarak kotalar uygulamak.
Anılan
bu politikaların önermesini, karar almasını, yönetişimini ve uygulanmasını
sağlayacak olan odak birimler ki bunlar sosyal planlamacılar, tüketici
örgütleri, siyasi otorite, üretim birimleri, sendikalar ve akademya arasındaki
koordinasyon ve eşanlılık, politika başarısı için amir koşuldur. Politikaların
uygulanması ve sonuçlarına yönelik olarak yapılacak dönütler sistemin
iyileşmesine, yeni politika oluşumlarına ve reaksiyon sürecinin kısalmasına
yardımcı olacaktır. bu şekilde işleyen süreç, politika tercih ve idealleri ile
ekonomi ve çevre arasındaki uyum tutarsızlığını optimal biçimde ortadan
kaldırmış olacaktır.
B-Serbest
Piyasa Koşulları, Karşıtlık ya da Birliktelik
Yukarıda
sözü edilen yöntemler çevre sorunlarının çözümünün piyasa mekanizması
içerisinde geliştirilmesine yöneliktir. Sürdürülebilir kalkınma politikasına
kazandırılmak istenen bu yeni boyut, devlet müdahalesinin geçici çözümler
üretmesine, uygulama zorluk ve karmaşıklığına karşı verilen bir tepki
niteliğindedir. Ama en önemlisi sadece iktisat biliminde değil, başta siyaset
ve felsefe olmak üzere bir disiplinde, devletin temel işlevleri dışında farklı
alanlarda bulunmasının baskı grupları ve siyasetçi arasında arzu edilmeyen
ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açacağına dair inancın güçlenmesi ve çevresel
sorunların uzun perspektifli çözümleri zorunlu kılması, sürdürülebilirlikte
piyasaya dayalı yöntemlerin müdahaleci yöntemlere göre öncelik kazanmasına
neden olmaktadır (Dulupçu:2001, a.g.w.s.). Ekonomik büyüme ve kalkınma amacı,
gelişmekte olan ülkeler açısından yoksulluğun ortadan kaldırılabilmesi ve
çevre-koruma ilişkilerinin olumlu bir şekilde kurulabilmesi için uluslararası
işbirliğini önemli hale getirmektedir. Dünya Bankası Raporunda (Fisunoğlu:1989,
s.48):
“Gelişmekte olan ülkeler ile ilgili yaklaşım
şu şekildedir; GOÜ’ler, GÜ’lerin çevre politikalarına ve temiz teknolojilere
gereksinim duyarlar. GOÜ’lerde etkin çevresel politikalardan kaynaklanan
yararlar, zengin ülkelerine olumlu etkilemektedirler. GOÜ’lerin karşısındaki
potansiyel sorunlar (özellikle global ısınma, ozon tabakasındaki incelme gibi),
zengin ülkelerdeki tüketim olanaklarından kaynaklanmaktadır. Yoksulluğun
azaltılması ve nüfus artış hızını
düşürücü politikalar çevresel amaçla desteklenmelidir. GOÜ’lerdeki gelir artış
hızı, GÜ’lerin ekonomi politikalarına ticaretin ve sermaye piyasasının
geliştirilmesine bağlıdır.”
Doğal
kaynak yönetimleri ve çevre yönetimi sağlanmalıdır. Doğal kaynak yönetimi’ni
içeren konular; mülkiyet hakları (toprak senetleri ve su hakları gibi),
ticarete konu olabilir kaynak payları (su kapasite payları gibi), hakların
kullanımı (ortak toprak hakları gibi), gelişme hakları (kırsal iyileştirmeler,
yeşil bölgeler gibi), kaynak fiyatlandırması, ürün fiyatlandırması, vergi
ayrıcalıkları, harçlar, yeniden ağaçlandırma, kaynak vergilendirmesi gibi
hususlardır. Çevre yönetimi’nde ise, ticarete konu olabilir kirlilik hakları,
dere, çay emisyon yükleri, ürün yükleri, kirlilik vergileri, girdi vergileri,
hammadde fiyatlaması, farklılaştırıcı vergiler, yerel teşvikler, uygulama
teşvikleri gündeme getirilir. Piyasa mekanizmasının çözmede yetersiz kaldığı
çevreye yönelik sorunları giderme, bu gibi araçlarla çevrenin taşıma kapasitesi
ve iktisadi faaliyetlerin düzenlenmesinin birbirine koşut olarak sağlanması
gerekmektedir (Fisunoğlu:1997, s.6).
Ekonomi
ve çevre birlikteliğinin sağlanması noktasında en önemli yeniliklerden birisi
de GSMH bileşenlerinin yenilenmesi olmalıdır. Bilindiği gibi, GSMH’nin
hesaplanmasında, sadece fiziki sermayede meydana gelen aşınma ve eskimeler,
amortisman olarak yer almasının yanında doğal kaynakların miktarı ve bu
miktarda meydana gelen değişmeler de bu hesaba dahil edilmelidir. Yeni bir
petrol rezervi tespit edilip üretime başlanırsa, GSMH hesaplarında sadece
yıllık üretim miktarının değeri görülecektir. Halbuki mevcut kaynak
tüketilmekte ve yenilenemeyecek olan bu tüketim GSMH’ye yansıtılmamaktadır
(Fisunoğlu:1996, s.121-122). “Yeşil Ulusal Gelir Muhasebesi” adı altında
çevresel değerlerin ulusal gelir hesaplarına dahil edilmelidir. Ulusal gelir
hesaplarındaki tasarrufun doğal çevredeki tahribatını hesaba katan ya da çevre
amortismanını ulusal tasarrufa dahil eden yeni bir tasarruf kavramıyla
değiştirilmesi yönündeki eğilimler güçlenmiştir. Böylelikle doğal kaynaklardaki
azalmanın ve çevre kirlilik maliyetinin düşülmesiyle elde edilecek ulusal
tasarruf, makro ekonomi yönetiminin içeriğini doğrudan etkilemekte ve
değiştirmektedir. Bu olumlu sayılabilecek yönelim, yöntem açısından birçok
farklılık ve sorunlar içermesine rağmen ulusal gelir hesaplarının içeriğinde
meydana getirdiği değişiklik ile sürdürülebilir kalkınma politikalarının
formülizasyonunu kolaylaştırmakta, dahası söylemin hayata geçirilmesini
sağlamaktadır. Diğer bir deyişle, çevre sorunlarının ulusal gelir hesaplarına
yansıtılması, sürdürülebilir kalkınmanın “ayaklarının yere basması” açısından
önemlidir. Bu kavramsal yenilik kuramsal içeriği de ister istemez bir meydan
okuma ile karşı karşıya bırakarak zenginleşmesine zemin hazırlamaktadır.
Örneğin çarpan, tasarruf-tüketim-yatırım meyilleri, denge gelir düzeyi,
istihdam ve benzeri ulusal gelir unsurları yeniden gözden geçirilerek,
sürdürülebilirlikle uyumlu hale getirilebilecektir. Bu sayede politika
yapıcıları sürdürülebilir kalkınma politikalarını en azından küresel ulusal
gelir norm ve standartlarına uymak için olsa bile hayata geçirebileceklerdir (Dulupçu:2001,
a.g.w.s.).
Piyasa
ekonomisinde üretimin temel girdilerinden olan doğal kaynakların çoğu için
düşük fiyatlandırma söz konusudur. Aslında bunun nedeni çevre koruma göz önüne
alınmadan yapılan politikalardan kaynaklanmaktadır. Bunun en önemlilerinden
birisi uygulanan sübvansiyonlardır. Bu mekanizmayla, doğal kaynak kullanımının
maliyeti düştüğünden, tüketimi aşırı boyutlarda olmaktadır. Bu bağlamda oluşan
piyasa fiyatı, yok edilen çevre maliyetini içermemektedir. Halbuki piyasanın
çevre yönetiminde kullanılması, yönetim ve uygulama açısından daha kolay
olmasının yanı sıra hükümetler ve hazine üzerinde malî baskıyı göreceli olarak
azaltmaktadır. Çünkü, çevre sorunlarına yol açan mal ve üretim faktörlerindeki
kamusal malî desteğin azalması ve çevre vergileri ile kirleticilerin
(kullanıcıların) bedel ödemesi malî yükü hafifletir. Bu konu ile ilgili olarak
yapılan bir çalışmada (Gandhi.ve diğerleri:1997, s.23) gelişmekte olan ve geçiş
ekonomilerinde çevreye zarar veren teşviklerin yıllık 240 milyon dolar olduğu
hesaplanmıştır. Dolayısıyla teşvik veya sübvansiyonların azaltılması çevre
üzerindeki olumsuz etkileri azaltacağı gibi (örneğin suni gübre ve enerji
kullanımına verilen sübvansiyonlar) malî bir tasarrufa da yol açacaktır. Ancak
sübvansiyonun olmadığı bir piyasada fiyatlar üretim maliyetlerini tam olarak
yansıtmasına rağmen, çevreye verilen zarar giderilemeyecektir. Bu durumda
kaynakların kullanımından ortaya çıkan dışsallıkların çevre vergileri ile
giderilmesine gidilebilir (Dulupçu:2001, a.g.w.s.).
Çevre
korunma ile ekonominin birlikte sağlanabileceğini gösteren ilginç bir konu da
katı atıkların değerlendirilmesi ve geri kazanma projeleridir. Bu konuda özel
sektör ve kamu sektörleri arasında işbirliği olmalıdır (Karaman:1995, s.292).
Ülkemizde bazı belediye ile özel sektör işbirliği bu alandaki yeniliklere öncülük etmişlerdir.
Bursa’da Aksa fabrikası belediyeye ait çöp alanını kiralamış ve çöpten metan
gazı elde ederek enerji ihtiyacını karşılamıştır. Sanayi atıkları da benzer
şekilde tekrar üretime kazandırılmaktadır. Kayseri’deki Milkay Firması da
tekstil üretiminden elde edilen ve telef olarak bilinen atıklardan keçe
üreterek yeniden kazanıma güzel bir örnek olmuştur.
V. SONUÇ
Bu
noktaya kadar sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında çevre korumanın ve
ekonomik kalkınmanın birlikteliği ve karşıtlığı üzerine literatüre yapılan
katkıların genel bir değerlendirmesini sunduk. Bu değerlendirmeler ışığında,
arzu edilen sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik aktivitelerin bir arada nasıl
yürütülebileceği üzerine sonuç olarak bazı çıkarımlar ve önermeler ortaya
koyacağız. Bunları maddeler halinde vurgulayacak olursak;
1. Çevre bilincinin verilebileceği yeni bir
eğitim sistemi oluşturulmalıdır:
Bilindiği
üzere ekonomik kalkınma ile büyüme arasında yapısal farklılıklar vardır. Bu
farklılıklardan birisi de kalkınmanın belirleyicilerinden olan sosyal yapının
düzeyidir. Sosyal yapının güçlenmesinde en önemli unsur eğitimdir. Toplum, hem
üreten hem de tüketen bireylerden oluşmaktadır. Bir üretici ya da tüketici
olarak birey aldığı eğitim kalitesince çevreye karşı duyarlıdır. Bu nedenle,
çevre bilincinin, eğitim kanalıyla ilköğretimden itibaren her aşamada bireylere
verilmesi gerekir. İşte bu noktada, özellikle ülkemizin de içinde bulunduğu
GOÜ’lerde ve AGÜ’lerde, mutlak suretle çevre bilincinin verilebileceği eğitim
sisteminin oluşturulması gerekir.
2. Çevresel kaynaklara asgari zarar
verilebilecek yeni üretim ve tüketim sonrası teknolojiler geliştirilmeli ve
kullanımları yaygınlaştırılmalıdır:
Bilimin
ilerlemesiyle beraber, teknolojik gelişmeler de hız kazanmıştır. Bu sayede,
çevre korumaya dönük, yeni üretim teknolojileri geliştirilmesine ve
kullanılmasına yönelim sağlanabilecektir. Özellikle atıkların geri
kazanılmasını sağlayan, tüketim sonrası teknolojilerle, yeni piyasaların
oluşması sağlanabilir. İlk maddede sunulan eğitim sisteminin
gerçekleştirilmesiyle eşanlı olarak bireyler kendiliğinden, üretim ve tüketim
kalıplarını değiştirecekler ve bu teknolojilerle üretilen ürünlere ve bunların
tüketimlerine doğru tercihlerini yönlendireceklerdir.
3. Devlet hem destekçi hem de yönlendirici
olarak kontrolör görev üstlenmelidir:
Çevre
eğitimiyle eşanlı olarak insana yatırım yapan devlet diğer alanlarda da çevre
bilincini resmi politika olarak benimsemelidir. Bu çerçeve içinde devlet,
projeler ve politikalar oluşturulmasında öncül olmalıdır. Yani politika karar
mekanizmasında daha önce belirtmiş olduğumuz unsurlar arasında koordinasyon
sağlamalı ve uygulamanın sağlıklı işlemesinde de kontrolör görev üstlenmelidir.
Özellikle piyasa ekonomisi içinde, hem üretim hem de tüketim açısından ikinci
maddede sunulan gelişmelere yönelik olarak uygulamada, birinci maddenin de
sağlanmış olmasıyla, tavsiye edici ve destekleyici rol üstlenmelidir. devletin
politika karar mekanizması içinde yer alması ve uygulama birimleri arasında
güçlü koordinasyon sağlama rolü oluşturulmalıdır. Aslında bu ilke piyasa
mekanizmasının işleyişine bir müdahale değil, aksine devletin, arzu edilen
düzenleyici birim olarak yerinin piyasa koşullarında yer almasından başka bir
şey değildir.
4. Uluslararası alanda ülkelerin ortak
hareket etmeleri gerekir:
Aslında
bu noktada biraz eleştiri yapmak gerekmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın
sağlanmasına yönelik olarak Stockholm’de, Rio’da ve Kyoto’da ülke temsilcileri
konferanslar yapmışlardır. Elbette bu birliktelikler amaca ulaşmada önemli
adımlardır. Fakat, şu bir gerçektir ki, her toplantı ve konferans sonunda
alınan kararlar ve ortak eylem planları tam anlamıyla işlevsel hale
dönüştürülememiştir. Ne yazık ki küresel vurdumduymazlık burada da kendini
göstermiştir. Uluslar arası platformda ortaya konan kararlar, tavsiye edici
nitelikte olmamalı, bilakis ortak olarak caydırıcı, yaptırım gücü yüksek ve
evrensel hale dönüşecek özelliklerde olmalıdır.
5. AGÜ’lerin ve GOÜ’lerin sürdürülebilir
kalkınmalarını temin için hem malî hem de politik destekler sağlanmalıdır:
Her
ne kadar malî içerikte olsa bile, Son Asya Krizi’nde görüldüğü gibi dünyamız
küreselleşmenin getirdiği kırılgan bir yapıya sahiptir. Bu nedenle çevresel
zararlar sınır tanımaksızın bütün canlıları etkilemektedir. Bazen bu etki
öylesine büyük olmaktadır ki artık doğa bu zararları absorbe etme kabiliyetini
neredeyse kaybetmiştir. Brezilya yağmur ormanlarına yönelik tahripler, sera
etkisiyle küresel ısınmanın artması ve buna bağlı olarak hastalıkların
çeşitlenmesi, kutuplardaki buzların erimesi, nükleer deneme ve üretimler sonucu
radyoaktif yayınımın artması vb gelişmeler bu savımızı desteklemektedir. Bu
noktada AGÜ’lere ve GOÜ’lere yönelik desteklerle bu ülke merkezli çevresel
tehdit ve zararlar asgariye indirilmelidir.
6. Üretim ve dağıtım sorununa yönelik yeni
politika ve ekonomik sistem arayışlarına gidilmelidir:
Şu
bir gerçektir ki, dünya üretim ve bölüşüm piramidine uçurum artmıştır. Küresel
çevre sorunları, üçüncü dünyada, salgınlar, açlık ve kıtlık sorunlarını
beraberinde şiddetlendirmiştir. Doğal üretim faktörlerinin fütursuzca israfı bu
sorunların oluşmasındaki temel faktörlerden birisidir. Bilindiği gibi
sanayileşmiş ülkeler, bu kaynakları AGÜ’lerden ve GOÜ’lerden edindikleri halde
hem maddî hem de çevresel karşılıklarını vermemektedirler. Doğal olarak bu
dağıtım sorununu da artırmaktadır. Zaten malî kaynağa şiddetle ihtiyaç duyan bu
ülkeler, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında gerekli finansmanı
oluşturamamaktadırlar. Bu da makalenin konusu olan sorunun çözümünü imkansız
hale getirmektedir. Bu nedenle AGÜ’lere ve GOÜ’lere yönelik olarak, dördüncü
maddenin de içeriği olan, malî destek sanayileşmiş ülkelerce sağlanarak,
çevresel sorunlarda küresel dengenin oluşması gerçekleştirilmelidir.
7. Ulusal ve uluslararası kurumlaşma
sağlanmalıdır:
Özellikle
3., 4. ve 5. maddelerde yapılan önermelerin aktiviteye dönüştürülebilmesi için
uluslararası kurum oluşturulmalıdır. Nasıl ki ekonomik alanda IMF ve Dünya Bankası, politik alanda Birleşmiş
Milletler, askeri alanda NATO varsa sürdürülebilir kalkınma alanında
uluslararası kurum olmalıdır. Bunun görevi ve niteliği de sürdürülebilir
kalkınmanın sağlanması için finansman ihtiyacını karşılama, ülkeler arasında
koordinasyon sağlama, gerekli hukuksal ve sosyal düzenlemeler ve politikalar yapma, uygulama gibi hem
ekonomik hem de sosyal alanda etkin, yaptırım gücü yüksek, tarafsız niteliklerde olmalıdır. Buna eşanlı
olarak ülkeler içinde de benzer kurumsal varlıklar – bakanlık, özerk
müsteşarlık ya da böyle uluslararası bir kurumun temsilciliği gibi-
oluşturulmalıdır.
8. Piyasa mekanizması koşulları ve tüketim
eğilimi değişmelidir:
Piyasa
mekanizması koşullarının iç dinamiklerinden en önemlileri düşük maliyet, azami
kar güdüsü ve bunlara bağlı olarak üretimi artırma isteğidir. İşte bu reaksiyon
fonksiyonları, çevre koruma ve ekonomik büyümenin eş anlı kombinasyonunu
güçleştirmektedir. Bu güçlüğü aşmak için öncelikler geniş katılımlı politika önerme,
karar ve uygulamaları gerekir. Bu çerçevede özellikle tüketicinin
bilinçlendirilmesi yani onların zevk ve tercih kaymalarının çevre koruma ile
entegre olmuş tüketim anlayışına yönelmesi gerekir. Elbette uluslararası
ekonomik ilişkilerde de benzer oluşumlar yaygınlaştırılmalıdır. Çünkü belli bir
ülke için bu amirlerin sağlanması bir anlam ifade etmeyecektir. Ayrıca
uluslararası sosyo-ekonomik ilişkilerde sürdürülebilir kalkınma kaygısı azami
ölçüde gözetilmelidir. Bu bağlamda, oluşturulacak kanun ya da benzer yasal
yaptırımlar ve parasal teşviklerle siyasi otoriteler, çevre dostu üretim
sistemi, örgüt ve teknolojilerinin piyasa koşullarında yaygınlığını sağlaması
gerekir. Bunun sağlanmasına yönelik olarak, yeni üretim teknolojileri için
AR-GE faaliyetlerine katkıda bulunma, yeni piyasa oluşumları için gerekli
enformasyon ve alt yapı çalışmalarını sağlamak, vergilendirmede sosyo-ekolojik
anlayışı ön plana çıkarmak, çevre muhasebesini aktif hale getirme gibi politika
ve uygulamaları gerekmektedir.
Hem
bilinçli tüketici toplulukları hem de sürdürülebilir kalkınmayı politika
edinmiş devletlerin piyasa sisteminde güçlenmesi üretici kesimini çevre uyumlu
teknolojiler kullanmaya yöneltecektir. Günümüz ekonomilerindeki piyasa yapısı
genelde oligopol yapıdadır. Bu çerçevede firmaların üretim maliyetlerinde
özellikle reklamların payı yüksektir. Bu alana ayrılan bütçelerin kısılmasıyla
firmalar, zararlı atıkların dönüştürülmesi, diğer atıkların yeniden üretime
dahil edilmesi ya da farklı piyasaların oluşturulması gibi yeni anlayışlara ek
kaynaklar sağlanabilirdi. İşte yukarda anılan süreçler bu konuda da firmaların
bilinçlendirilmesini ya da teşvik edilmesini sağlayacaktır.
Günümüzde,
çevreye verdiğimiz zararlar fiziksel olarak büyük sorun olduğu herkesçe kabul edilmektedir.
Buzdağının büyüklüğü sadece su üstünde kalan kısmıyla sınırlama düşüncesi artık
zihinlerden silinmiştir. Fiziki ve biyolojik ihtiyaçlarımızı gidermek ve yüksek
refaha erişmek için gerekli üretim girdilerimizi karşıladığımız iktisadi ve
ekolojik çevremiz, artık doğal dengesini yitirmek üzeredir. Hem kendimizi hem
de gelecek kuşaklarımızı yok olma pençesinden kurtarmak, ancak, benliğimizdeki
tatminsizliği dizginlemeyle olacaktır. GÜ’lerde gözlenen aşırı üretim ve
savurganlıkların anti-bölge çevre tehdidi yönlerinin kontrol altına
alınmalıdır. AGÜ açısından da GÜ’lerde uygulanıp olumlu sonuçlar alınmış olan,
yukarda bahsettiğimiz politikaların uygulanması ve buna yardımcı koşullarında
oluşturulması, uygulanan kalkınma politikalarıyla mutabakatın sağlanması
gerekmektedir. Böylece, çevre koruma ve ekonomik gelişme bahsettiğimiz amir
şartların çerçevesinde elbette sağlanabilir. Dünyaya özen göstermek, ondan
aldığımız şeylere, gelecek nesillere ve onların dünyasına özen gösterme ideali
bu bağlamda insanlığın yeni paradigması olmalıdır.
*Fatih Yücel,
Çukurova, İktisat, Doktora.
**Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı:11, 2004.
KAYNAKLAR
* Alesina, A. and Rodrik D. (1994);
“Distributive Politics and Economic Growth,” Quarterly Journal of Economics, 109, May, pp.465–90.
* Akalın, Melih. (1989); “Enerji, Yeni
Kaynaklar ve Sürdürülebilirlik”, T.Ç.S.V., Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu,
Kasım.
* Alpar, İstiklâl (1997); “Türkiye’de Nüfus
ve Çevre Politikaları”, Nüfus, Çevre ve Kalkınma Konferansı, T.Ç.V Yayını,
Kasım.
* Baş, Melih. (1992); “Çevre Muhasebesi”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi,
Ağustos-Eylül-Ekim.
* Baumol, W.J. and Oates W.E. (1988); The Theory of Environmental Policy, 2nd
edition. Cambridge, Cambridge University Press.
* Brown R.Lester, ve diğerleri (1998);
“Gezegenimizi Kurtarmak: Küresel Ekonominin Çevresel Olarak
Sürdürülebilirliği”, (Çev. Sinem Gül) TÜBİTAK-TEMA,
Haziran.
* Cohen, Bernard L.. (1996); “Çok Geç
Olmadan”, (Çev. Miyase Göktepeli), TÜBİTAK Yayınları,VI.Baskı, Aralık.
* Demirer, Mehmet Akif. (1997);
“Sürdürülebilir Kalkınma Uygulamasına Bir Bakış”, Sürdürülebilir Kalkınmanın
Uygulaması, T.Ç.V. Yayınları, Aralık.
* Doğan, Zeki ve Ceran, Yunus. (1998); “Çevre
Muhasebesi Konusunda Yapılan Çalışmalara Genel Bir Bakış”, Çukurova Üniv., SBE Dergisi, ,C.5, S.5, s.45-56.
* Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu. (1991);
“Ortak Geleceğimiz”, T.Ç.S.V., Ekim.
* Dulupçu Murat A. (2001); “Sürdürülebilir
Kalkınma Politikasına Yönelik Gelişmeler”, Dış
Ticaret Dergisi, S.20, Ocak.
* During, Alan. (1998); “Ne Kadar Yeterli?;
Tüketim Toplumu ve Dünyanın Geleceği”, TÜBİTAK-TEMA,
Haziran.
* Dünya Gazetesi. (1998); 5,9,11,18,19,25,30
Kasım,1,2,8,12,17,21,22,23,25 Aralık.
* Fisunoğlu, H.Mahir. (1996); “Sustainable
Development and a Need For New National Accounting System”, NAT0&CCMS, Pilot Study, N.212,
July.
* Fisunoğlu, H.Mahir. (1989); “Sürdürülebilir
Kalkınma ve Ekonomi”, Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, T.Ç.S.V.Yayını,
S.K.K, Kasım.
* Fisunoğlu, H.Mahir. (1997); “Tarımsal
Üretim, Nüfus ve Çevre”, Nüfus, Çevre ve Kalkınma Konferansı, T.Ç.V., Kasım.
* Flening, Birgit. (2000); “Çevresel
Sorunlarda ve Sürdürülebilir Kalkınmada Muhasebecinin Rolü I.”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, (Çev.
Mehmet Özbirecikli), MUFAD, S.7, Temmuz, s.41-43.
* Gandhi, V. ve diğerleri. (1997); “A
Comprehensive Approach to Domestic Resource Mobilization for Sustainable
Development”, Fourth Expert Group Meeting on Financial Issues of Agenda 21,
January 6-8, Santiago, Chile, United Nations, Department for Policy
Coordination and Sustainable Development, New York,.
* Glomm, G. ve B. Ravikumar. (1992); “Public
Versus Private Investment in Human Capital: Endogenous Growth and Income
Inequality” Journal of Political Economy,
100, August, pp.818–34.
* Glomm, G. ve B. Ravikumar B. (1995);
“Endogenous Public Policy and Multiple Equilibria”, European Journal of Political Economy , December, pp.653–62.
* Güvemli, Oktay ve Gökdeniz, Ümit. (1996);
“Çevre Muhasebesindeki Gelişmeler”, Muhasebe Öğretim Üyeleri Bilim ve Dayanışma
Vakfı, Ekim.
* Jones, Larry E ve Manuelli, Rodolfo E.
(2000); “Endogenous Policy Choice: The Case of Pollution and Growth”, Federal
Reserve Bank of Minneapolis Research Department Staff Report, 276, August.
* Kahraman, Nüzhet. (1994); “Sürdürülebilir
Kalkınma ve Turizm”, Hacettepe Üniv., İİBF
Dergisi, C.12.
* Karaman, T. Zerrin. (1995); “Political
Alientation Caused By Environmental Problems”, Dokuz Eylül Üniv., İİBF Dergisi, C.10, S.2.
* Keleş, Ruşen. (1997); “Nüfus, Çevre ve
Kentleşme”, Nüfus, Çevre ve Kalkınma Konferansı, T.Ç.V., Kasım.
* Özbirecikli, Mehmet. (2000a); “Çevre
Muhasebesi Kavramı ve Yönetsel Kararlara Katkıları”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD, S.7, Temmuz, s.15-21.
* Özsabuncuoğlu, H. İsmail. (1995);
“Türkiye’de Kırsal Kalkınma ve Kentleşme Olgusu”, Dokuz Eylül Üniv., İ.İ.B.F. Dergisi, S.1.
* Pala, Cenk. (1997); “Sanayileşme, Enerji ,
Nüfus ve Çevre İlişkileri”, Nüfus, Çevre ve Kalkınma Konferansı, T.Ç.V., Kasım.
* Persson, T. and G. Tabellini. (1994); “Is
Inequality Harmful for Growth?” American
Economic Review, 84, June, pp.600–21.
* Piet, Johan. (2000); “Çevresel Sorunlarda
ve Sürdürülebilir Kalkınmada Muhasebecinin Rolü II.” Muhasebe ve Finansman Dergisi, (Çev. Mehmet Özbirecikli), MUFAD,
S.7, Temmuz, s.44-45.
* Sürmeli, M. Aşkın. (1997); “Dünyada
Sürdürülebiir Tarım ve Türkiye”, Sürdürülebilir Kalkınmanın Uygulanması,
T.Ç.V.Yayınları, Aralık.
* Şahinöz, Ahmet. (1990); “Yeşil Devrim ve
Açlık Sorunu”, Hacettepe Üniv., İİBF
Dergisi, S.1.
* Tuncer, Baran. (1997); “Çevre, Nüfus ve
Ekonomik Gelişme”, Nüfus, Çevre ve Kalkınma Konferansı T.Ç.V., Kasım.
* Türkoğlu, Faruk. (1999); “Yeni Paradigma”, Capital, S.2, Şubat.
* Türkman, Aysen. (1996); “The Necessity of
Strategic Environmental Assessment in Turkey”, NATO&CCMS, Pilot Study, N.212, July.
* Uslu, Orhan. (1997); “Ekonomik ve Ekolojik
Uygulamalarda Sürdürülebilir kalkınmanın Yeri”, Sürdürülebilir Kalkınmanın
Uygulaması, T.Ç.V., Aralık.
* Uslu, Orhan. (1989); “Sanayileşme ve
Kentleşmenin Getirdiği Çevre Sorunları, Sürekli ve Dengeli Kalkınma Kavramı
Açısından Bir Tartışma”, T.Ç.S.V. Yayınları, Kasım.
* Yücel, Yasemin. (1999); “Sazlıca (Niğde) ve
çevresindeki Çöküntü Alanlarının Hidrojeoloji ve Su Kimyası Açısından
İncelenmesi”, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Niğde Üniv., F.B.E., Eylül.
* World Bank. (2000); 2000 World Development Indicators, http://www.worldbank.org
*
World Bank. (1997); http://www.worldbank.org