AVRUPA
BİRLİĞİ ÜYELİĞİ SÜRECİNDE TÜRKİYE İŞLETMELERİ; SORUNLAR VE FIRSATLAR
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ
1. TANIM; Bİ - KOBİ AYIRIMI
2. KOBİ’LERİN TEMEL SORUNLARI
2.1. İşletmelerin Organizasyonel Sorunları
2.1.1. İç Organizasyonel Sorunlar
2.1.2. Dış Organizasyonel Sorunlar
2.2. Hukukî Sorunlar
2.3. İşletmelerin Finansal Sorunları
2.3.1. İç Kaynaklı Finansal Sorunlar
2.3.2. Dış Kaynaklı Finansal Sorunlar
2.4. İşletmelerin Ticarî Sorunları
2.4.1. Yurt İçi Ticarî Sorunlar
2.4.2. Yurt Dışı Ticarî Sorunlar
2.5. Teknolojik Sorunlar
2.6. Alt Yapıya İlişkin Sorunlar
3. AB SÜRECİNDE İŞLETMELERİN BAŞLICA SORUNLARI
3.1. Kaliteli İmalât
3.2. Standartlara Uygun Yapı
3.3. Kurumsallaşma
3.4. Sanal-Fizikî İletişim
3.5. Yabancılarla Ortak Yatırım
3.6. Ticarî Tahkim Meselesi
3.7. Kurumsal Temsil ve Katılım
4. UYGULAMADA BAZI KOBİ SORUNLARI; VAKA
ANALİZLERİ
4.1. CE İşaretleme Sisteminin İşletmelerdeki
Yeri
4.2. Stratejik Yol Haritasına İlgi
4.3. Finansal Kuruluş Fonlarındaki Teminat
Sorunu
4.4. Dış Ticarette Vizyon Eksikliği
4.5. Organizasyonlara Bakış Açısı
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
GİRİŞ
Türkiye
KOBİ’leri, esasında, çok uzun bir geçmişe sahiptir. Ekonomik anlamda tarihî süreç
incelendiğinde, coğrafyamızda “Ahîlik” olgusuna rastlanmaktadır. KOBİ’lerimizin
kökenini bu teşkilatın kuruluş yıllarına kadar dayandırmak mümkündür. XIII. yüzyılın ilk yarısı itibariyle
coğrafyamızda teşekkül eden ve kişilerin sanat-meslek sahalarında yetişmelerini
ve ahlâki açıdan gelişmelerini sağlayan bir kuruluş olarak Ahîlik, günümüz
KOBİ’lerini içine alan bir üst kuruluşun ilk nüvesi özelliğini taşımaktadır. Bu
teşkilat içinde yer alan her işletmenin de birer KOBİ niteliğinde olduğu farz
edilebilir.
KOBİ’lerimizin
mazisi, görüldüğü üzere, 750 yıl kadar öncesine uzanmaktadır. Durum böyle iken,
bu uzunluktaki geçmişe rağmen halen sağlam yapıda ve istikrarlı bir hayata
sahip işletmelerimizin çok fazla olmayışı dikkat çekicidir. Normal şartlarda, uzun
bir geçmiş, geleceğe emin adımlarla ilerlenmesi için önemli bir avantajdır.
Fakat belli ki işletmelerimiz bu avantajı iyi kullanamamaktadır. Çünkü
KOBİ’lerimiz, halihazırda birçok sorunuyla boğuşan ve sağlıklı bir gelişim
sergilemeyen ekonomik unsurlar olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Bu çalışma,
Türkiye işletmelerini konu edinmektedir. Bu çerçevede, KOBİ’lerimizin AB üyelik
sürecindeki durumları, karşı karşıya bulundukları sorunlar ve fırsatlar
açısından ele alınmaktadır. Her bir sorun, giderildiği takdirde, aynı zamanda
bir fırsata dönüştüğünden, bu yönde çaba sarf etme gereği ortaya çıkmaktadır.
Türkiye ekonomisinde faaliyette bulunan işletmelerin tamamına yakınını KOBİ’ler
oluşturmaktadır. Bu sebeple, ekonomimize ilişkin yapılacak değerlendirmelerde bu
unsurların göz ardı edilmemesi gerekmektedir. AB üyelik sürecinde de stratejik
öneme sahip olacaklarından, bu işletmelerin sorunlarının minimum seviyeye
indirilmesinin gereği ortaya çıkmaktadır. Çalışma kapsamında, belli ölçüde
bunlara ilişkin ip uçlarına da yer verilmektedir.
Çalışma
dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde; büyük işletme ve KOBİ arasında ayırım
yapmak maksadıyla birtakım bilgiler sunulmaktadır. Burada KOBİ tanımına ilişkin
değerlendirmelerde bulunulmaktadır. İkinci bölümde; KOBİ’lerin temel sorunları
ele alınmaktadır. Bu kapsamda; organizasyonel,
hukukî, finansal, ticarî, teknolojik ve alt yapıya ilişkin sorunları ayrıntılı
bir şekilde incelenmektedir. Üçüncü bölümde; AB sürecinde KOBİ’lerimizin
karşılaştığı başlıca sorunlar ele alınmaktadır. Burada, genel sorunlara
ilaveten, ön plana çıkan bazı özel nitelikli sorunların aktarılması
hedeflenmektedir. Son bölümde ise KOBİ’lerin günlük hayattaki sorunlarından bir
kısmı “vaka analizleri” başlığı altında verilmektedir. Bunlarla, işletmelerin
birtakım olgular ve olaylar karşısındaki tutumları, somut bir şekilde
resmedilmeye çalışılmaktadır.
1. TANIM;
Bİ - KOBİ AYIRIMI
Türkiye
ekonomisi, belirgin bir şekilde Küçük ve Orta Ölçekli İşletme (KOBİ)
temellidir. İşletmelerin tamamına yakını KOBİ’lerden oluşmaktadır. Büyük
işletme (Bİ) sayısı ise çok sınırlıdır. Dolayısıyla, “Türkiye Ekonomisi” tabiri
yerine “KOBİ Ekonomisi” demek de mümkündür.
OECD’nin
“Türkiye’de KOBİ’ler; Sorunlar ve Politikalar” adlı raporuna göre; Türkiye’de
2004 başı itibariyle toplam işletme sayısı ve bunların temel karakteristikleri
şöyledir:[1]
·
TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu) tarafından
temsil edilen işletme sayısı 2.760.000’dir. Bunlar küçük teşebbüsler olup, ekonomideki
dalgalanmalardan çabuk etkilenmektedirler.
·
TOBB (Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Borsaları
Birliği) tarafından temsil edilen işletme sayısı 1.200.000’dir. Bu işletmeler
arasında sınaî nitelikte olanlar desteklerden faydalanırken, toptan ve
perakende ticaret işletmeleri birçok program tarafından kapsanmamaktadır.
Toplam
işletmeler içinde sayı olarak çok fazla olmamakla beraber, çalışan sayısı ve
sağladıkları katma değer açısından önemli payları sebebiyle, sınaî işletmelerin
ayrı bir yeri vardır. Nitekim; belirtildiği üzere, sağlanan maddî ve gayri
maddî kaynakların önemli bir kısmı bu sektördeki işletmelere yöneliktir. TÜİK
(DİE) istatistiklerine göre, 2001 yılı başı itibariyle sanayi sektöründe
faaliyette bulunan işletmelerin sayısı 211.046’dır. Tablo 1’de[2]
bunlara ilişkin ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.
Tablo 1:
Sanayi Sektöründeki İşletme Sayısı
İŞLETME ÖLÇEĞİ |
İŞLETME SAYISI |
ÇALIŞAN SAYISI |
KATMA DEĞER (Milyon $) |
|||
1992 |
2001 |
1992 |
2001 |
1992 |
2001 |
|
MİKRO
(1-9) |
186.900 |
199.737 |
523.117 |
500.738 |
2.874 |
1.632 |
KÜÇÜK
(10-49) |
7.970 |
7.260 |
175.646 |
183.694 |
2.506 |
1.947 |
ORTA
(50-249) |
2.434 |
3.127 |
225.650 |
343.023 |
6.678 |
6.187 |
BÜYÜK
(250 +) |
795 |
912 |
553.626 |
570.083 |
26.952 |
18.988 |
TOPLAM |
198.097 |
211.046 |
1.478.039 |
1.597.538 |
39.011 |
28.754 |
Kaynak: TÜİK (DİE), İstatistikler, http://www.die.gov.tr/sanayi_sayimi.htm,
Erişim: 01.03.2006.
Sanayi
sektöründeki işletmelerin ağırlıklı kısmı mikro ölçeklidir. Buna karşılık
çalışan sayısı dikkate alındığında, büyük işletmelerin payı daha fazladır.
Sağlanan katma değer açısından da büyük işletmelerin belirgin bir üstünlüğü
vardır.
“KOBİ
Ekonomisi” şeklinde de nitelenebilen Türkiye ekonomisinde, işletme sayısına
paralel olarak, ülkemizde çok sayıda KOBİ tanımı vardır. Bu kadar tanımın
mevcudiyeti, birtakım karmaşıklıklara sebep olabilmektedir. Nitekim; başta,
işletmelerin kendilerini tanımaları olmak üzere, muhatap olacakları kamu ve
kamu niteliğini haiz tüzel kuruluşları tespit etmede ve maddî-gayri maddî
desteklerden faydalanma noktasında söz konusu tanım karmaşasının olumsuz
etkilerini hissetmek mümkündür. Bu sebeple, tanımlamada yeknesaklığa ihtiyaç
bulunmaktadır.
KOBİ’lerin
tanımlanmasına ilişkin meydana gelen son gelişmeler, tek ve çerçeveli bir
tanıma doğru önemli ölçüde yol alındığını göstermektedir. Nitekim AB’de,
KOBİ’ler için tek tanım oluşturma yoluna gidilmiştir. Hedef, işletmelere
standart bir kimlik kazandırmak ve kendilerine sağlanacak imkânlardan uygun bir
biçimde faydalanmalarını temin etmektir. AB’nin 1 Ocak 2005 itibariyle
yürürlüğe girmek üzere KOBİ’ler için tanımlamada esas aldığı ölçüler, Tablo
2’de[3]
yer almaktadır.
Tablo 2:
AB’nin KOBİ Tanımları (1 Ocak 2005)
İŞLETME ÖLÇEĞİ |
ÇALIŞAN SAYISI |
CİRO |
BİLANÇO DEĞERİ (AKTİF
BÜYÜKLÜĞÜ) |
MİKRO |
1-9 |
2 milyon €’dan az |
2 milyon €’dan az |
KÜÇÜK |
10-49 |
10 milyon €’dan az |
10 milyon €’dan az |
ORTA |
50-249 |
50 milyon €’dan az |
43 milyon €’dan az |
* Başka bir işletmenin, söz konusu KOBİ’nin
%25’inden fazla hissesine sahip olmaması gerekmektedir.
Kaynak: Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, “Komisyon
Türkiye’de 90 Milyon Euro’yu Aşkın Bir Bütçeyle KOBİ’lerle İlgili Projelere
Katkı Sağlıyor”, Güncel Haber, Kasım
2004, No:3, s.11.
Tablodan
da görüldüğü üzere AB, maksimum 50 milyon €’luk ciroya, 47 milyon €’luk aktif büyüklüğe
ve 250 kişilik istihdama sahip işletmeleri KOBİ statüsünde (ayrı ayrı mikro,
küçük ve orta kategorilerinde olmak üzere) kabul etmektedir. Fakat burada
Türkiye açısından ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu tanım esas alındığı
takdirde, bizdeki işletmelerin tamamına yakını KOBİ statüsüne girmektedir.
Halbuki mesela İSO(İstanbul Sanayi Odası)’nun ilan ettiği I. ve II. 500 sanayi
kuruluşları sıralamasında yer alan işletmeler, büyük işletme olarak kabul
edilmektedir. AB tanımı dikkate alındığında, II. 500 sanayi kuruluşlarının
tamamı, I. 500 sanayi kuruluşlarının ise son 60’ı KOBİ statüsüne girecektir.
Dolayısıyla toplam büyük sınaî işletme sayımız 440’a düşecektir. Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı, kimi kuruluşlarca dile getirilen bu olumsuz durum sebebiyle
harekete geçmiş ve KOBİ’lere uygulanacak 50 milyon €’luk üst limiti 10 milyon
€’ya çekmek üzere yeni bir tasarı hazırlamıştır. AB ile mutabakata varılması
hâlinde, sektör ayırımı yapılmaksızın çalışan sayısı yine maksimum 250 olmak
üzere, Türkiye KOBİ’leri için ciroda ve aktif büyüklükte dikkate alınacak üst
limitin 10 milyon € olarak sabitleneceği ifade edilmektedir. Tabii
belirtilmelidir ki bu hâlde de II. 500 sınaî kuruluşlarının son 400’ü KOBİ
statüsünde olacaktır.[4]
Buradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye ekonomisi net olarak bir “KOBİ
ekonomisi”dir.
Türkiye
ekonomisinde KOBİ’lere ilişkin 2000 yılı istatistikleri, OECD KOBİ raporuna
göre Tablo 3’te yer almaktadır:
Tablo 3:
KOBİ’lerin Türkiye Ekonomisindeki Yeri (2000)
Toplam İşletmelere Oranı |
%99,8 |
İstihdamdaki Payı |
%76,7 |
Sermaye Yatırımındaki Payı |
%38,0 |
Katma Değerdeki Payı |
%26,5 |
İhracat Payı |
%10,0 |
Banka Kredilerindeki Payı |
%5,0 |
Kaynak: OECD, Small and Medium Sized Enterprises in Turkey; Issues and Policies, Paris,
2004, http://www.oecd.org/dataoecd/5/11/31932173.pdf,
Erişim: 03.03.2006, p.27.
Ekonomimizin
“belkemiği” niteliğindeki KOBİ’ler, istihdamda çok önemli bir paya sahiptirler.
Katma değerdeki payları toplamın dörtte biri civarında olup, ihracattaki
payları %10’dur. Bununla beraber, sahip oldukları esnek yapı dolayısıyla söz
konusu düşük payları daha yüksek seviyeye çıkarma kabiliyetine sahiptirler.
Nitekim, son dönemlerde ülkemizde ihracat hacminde meydana gelen dikkat çekici
artışlarda bu işletmelerin önemli ölçüde katkısı olmaktadır. Sahip oldukları
potansiyel uygun şartlarda açığa çıkarılabilirse, katkı payları daha yüksek
seviyelerde gerçekleşecektir.
2.
KOBİ’LERİN TEMEL SORUNLARI
Türkiye
KOBİ’leri, çok sayıda sorunla iç içedir. Bu sorunlar, sahip oldukları gerçek
potansiyeli ortaya çıkarmaları önünde de birer engel niteliğindedir. Temelde
sıralamak gerekirse, KOBİ’ler; organizasyonel, hukukî, malî, ticarî, teknolojik
ve alt yapıya ilişkin olmak üzere ciddi birtakım sorunlara sahiptir.[5]
Burada, sırasıyla söz konusu sorunlara değinilmektedir. Sıralanan sorunların
mevcut olmadığı müstesna işletmeler var olabilir. Fakat genel olarak
incelendiğinde, işletmelerin çoğunun bu olumsuzluklarla karşı karşıya olduğu,
bir gerçektir.
2.1.
İşletmelerin Organizasyonel Sorunları
İşletmelerin,
endojen ve egzojen nitelikli organizasyonel sorunları mevcuttur. Yani bu
sorunların bir kısmı bizzat kendi yapılarıyla, bir kısmı ise dışarıdaki
organizasyonlara ilişkin yaklaşımlarıyla ilgilidir.
2.1.1. İç
Organizasyonel Sorunlar
Günümüz
dünyasında, işletmelerin faaliyet hacmini artırabilmesi ve bunu istikrarlı bir
şekilde sürdürebilmesi için, kendi içinde iyi kurulmuş bir organizasyonel
yapıya sahip olmaları gerekmektedir. Böylece tüm fonksiyonlar nizamî bir
şekilde icra edilebilecek, aksama olması hâlinde ise uygun bir şekilde müdahale
edilerek sorunun çözümüne gidilebilecektir.
Türkiye
KOBİ’leri, kendi organizasyonel yapılarını uygun bir zeminde kuramadığı için
kimi zamanlarda içinden çıkılamaz durumlar söz konusu olabilmektedir.
Dolayısıyla kurumsallık, işletmelerimizin önemli eksikliklerinden biridir.
Yönetim,
malî işler, muhasebe, satın alma, pazarlama-satış ve ticaret (iç-dış) gibi
temel işletme faaliyetlerinin her birinin yerine getirilmesi, ayrı ayrı özen
gerektirir. Bu sebeple, her faaliyete ilişkin farklı bir departmana ve uzman
personele ihtiyaç bulunmaktadır. Uzmanlaşma, faaliyetlerin daha sağlıklı
biçimde gerçekleştirilmesine imkân sağlar.
KOBİ’lerin
çoğu, kurumsal yapıya sahip olma yönünde çaba sarf etmemektedir. Böylece,
işlerin ilgili uzmanlarca daha sağlıklı yapılması yerine, “herkesin her işi
yaptığı” bir yapı ortaya çıkmaktadır. Bu durum da personel verimliliğini
olumsuz şekilde etkilemekte, sağlıklı büyümeyi engellemektedir.
2.1.2. Dış
Organizasyonel Sorunlar
Bir
işletmenin, mevcut imkânlarıyla tek başına başarıya ulaşması uzun zaman
alabilir. Fakat eksik kalınan noktalarda başka kişilerden ve kurumlardan destek
alınması, bu süreyi kısaltacaktır. Dolayısıyla, sosyal hayatta kişiler arasında
olduğu gibi, ekonomik hayatta da işletmeler arasında birtakım birlikteliklere,
örgütlenmelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Bir
araya gelerek, ortak faaliyette bulunma kararını veren işletmeler,
karşılaştıkları sorunlarını bağlı bulundukları organizasyonlardaki diğer üye
işletmelerle daha kolay bir şekilde giderebilme imkânına sahip olabilmektedir.
Dahası, sorunlarının boyutuyla paralel olarak, ortak hareket yoluyla gerekirse
resmî-sivil kurumlar ve kuruluşlar nezdinde kamuoyu da oluşturarak
karşılaştıkları engelleri giderebilme fırsatına da kavuşabilmektedirler.
Türkiye’de
işletmelerin bir kısmının örgütlenmenin faydasının farkına vararak bu yönde
hareket ettikleri görülmektedir. Söz konusu örgütlenme biçimleri ve ilgili bazı
örnekler şöyle sıralanabilir:
·
Birlikler (TOBB, …)
·
Konfederasyonlar (TESK, …)
·
Vakıflar (TOSYÖV, MEKSA, …)
·
Dernekler (SİAD, GİAD, …)
Türkiye
KOBİ’leri, bu çatı örgütler bünyesinde oluşturdukları farklı oluşumlar
dahilinde bir araya gelmekte ve bunların sağladığı nimetlerden istifade
edebilmektedir. Ancak, işletmeler içinde örgütlenme yolunu tercih edenlerin
sayısı, toplam içerisinde az bir payı teşkil etmektedir. Dahası, henüz
örgütlenmenin faydalarından haberdar olmayan veya olsa da faydasına inanmayan
çok sayıda işletme de vardır. Örgütlenmenin iş hayatında önemli avantajlar
sağladığına dair ciddi bir bilinçlendirme politikasına ihtiyaç olduğu
aşikârdır.
2.2. Hukukî
Sorunlar
Türkiye’de,
KOBİ’lere ilişkin çok sayıda mevzuat olup, karmaşık bir nitelikte oldukları
belirtilebilir. KOBİ’lere yönelik ana bir kanun da mevcut değildir. Bu
işletmeleri ilgilendiren mevzuatın bir kısmı şöyle sıralanabilir:[6]
KOBİ Teşvik Tebliği, Yatırım Teşvik Tebliği, Teknopark
Yönetmeliği, İhracatta Devlet Yardımları Tebliği, KOSGEB İstihdam Desteği
Tebliği ve Yönergesi, KOSGEB Makine-Teçhizat Desteği Tebliği ve Yönergesi,
KOSGEB KSS Alt Yapı ve Üst Yapı Proje Desteği Tebliği ve Yönergesi, KOBİ
Teknolojik AR-GE Desteği Tebliği ve Yönergesi, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi
İşletmelerine Bilgisayar Yazılım Kullanım Desteği Yönetmeliği, Küçük ve Orta
Ölçekli İmalât Sanayi İşletmelerine Bilgisayar Yazılım Kullanım Desteği
Yönergesi, Teknopark Yönetmeliği, Teknoloji Geliştirme Destekleri Yönetmeliği,
KOSGEB İhracat Amaçlı Pazar Araştırma Desteği Tebliği ve Yönergesi, KOBİ Yurt
Dışı İş Birliği Gezi (IPAG) Program Destekleri Tebliği ve Yönergesi, KOSGEB
Yurt Dışı Fuar Destekleri Tebliği ve Yönergesi, KOSGEB Yurt İçi Fuar Destekleri
Tebliği ve Yönergesi, Dış Ticarette Standardizasyon Mevzuatı.
Birçok
ülkede KOBİ’lerle ilgili bir ana kanun bulunmakta ve bu, diğer ilgili kanunlar
için bir çerçeve görevini üstlenmektedir. Yani ana kanuna dayalı olarak
KOBİ’lere götürülen değişik hizmetler, birçok alt kanunla düzenlenmiştir.
Mesela; Japonya’da “Küçük İşletmeler Ana Kanunu” mevcut olup buna dayalı 28 alt
kanun daha yürürlükte bulunmaktadır. Bu ülkede, mesela, finans hizmetleri ile
ilgili 14; örgütlenme konusuyla ilgili 10 adet kanun, düzenlemeler
getirmektedir. Türkiye’de KOBİ’ler için bu yaklaşımda kanunlar olmayıp,
mevcutlar da işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Dolayısıyla bu
işletmelerin birçok hizmetten faydalanması mümkün olmamaktadır:[7]
KOBİ’lerle
ilgili olarak belirtilebilecek hukukî sorunlardan bir kısmı da “İhale
Mevzuatı”na ilişkindir:[8]
·
KOBİ’ler
ihalelere büyük işletmelerle eşit şartlarda girememektedir. Bu konuda ileri sürülen
gerekçe, “malî ve teknik yetersizlik”tir.
·
İhalelerde
talep edilen teminatlar da KOBİ’ler için başlı başına bir engel niteliğindedir.
Mevcut malî yapılarıyla her bir KOBİ’nin söz konusu teminatları sağlaması
imkânı yoktur. Dolayısıyla bu sorun, teminat olarak kabul edilebilecek belgeler
arasına “Esnaf ve Kefalet Kuruluşları”nın vereceği belgeler de ilave edilerek
halledilebilir. Hatta sadece bu amaçla esnaf, sanatkâr ve KOBİ’lere teminat
verebilecek finansal kuruluşların teşekkülü de düşünülebilir.
2.3.
İşletmelerin Finansal Sorunları
İşletmelerin
karşılaştıkları finansal sorunlar, sadece kendilerinden kaynaklanmamakta, fakat
kimi sorunlar kendileri dışından ortaya çıkmaktadır. İç kaynaklı sorunların
çözümü kendi inisiyatifleri dahilinde iken, dış kaynaklı sorunların çözümüne
direkt olarak etkileri bulunmamaktadır. Bunların çözümünde, ilgili otoritelerin
müdahalesi devreye girmelidir. Burada, her iki soruna ilişkin
değerlendirmelerde bulunulmaktadır.
2.3.1. İç
Kaynaklı Finansal Sorunlar
İşletmelerin
çoğunun kurumsallıktan uzak oluşları dolayısıyla sadece finansal işlerinin
yürütüldüğü bir birimleri mevcut değildir. Buna karşılık “idarî işler, finansal
işler ve muhasebe” birimleri var olup, ilgili tüm işler aynı departmanda yerine
getirilmektedir. Bu da işlerin birbirine karışmasına ve verimliliğin düşmesine
yol açmaktadır.
İşletmelerde,
finansal işlerin özel olarak yürütüldüğü bir birime ve ilgili uzman personele
ihtiyaç bulunmaktadır. Böylece işletmenin ilgili işleri daha sağlıklı ve
düzenli bir şekilde gerçekleştirilebilecektir. Ayrıca, gerekli finansal
kaynakların en uygun şekilde temini de mümkün hâle gelecektir.
İşletmelerin
finansal alanda karşılaştıkları sorunların bir diğeri de bizzat yönetimden
kaynaklanmaktadır. Özellikle aile işletmelerinde karşılaşılan bu sorun; firma
sahiplerinin iyi birer imalâtçı iken, iyi birer pazarlamacı-satışçı ve
finansmancı olmayışlarından kaynaklanmaktadır. Esasında, yönetimin personele iş
ve yetki devrine giderek uzmanlaşmaya yönelik ortam sağlaması gerektiği hâlde
her faaliyete müdahale etmesi, işlerin içinden çıkılmaz bir mecraya
sürüklenmesine sebep olmaktadır.
Diğer
bir sorun da sermayeye ilişkindir. İşletmeler, yatırım öncesinde ve sonrasında
belli bir sermaye ayırmamaları hâlinde, ileriki safhalarda ciddi finansal
sıkıntılarla karşılaşabilmektedir. Normalde sağlıklı ve sorunsuz bir faaliyet
için hem başlangıç sermayesine, hem de çalışma sermayesine ihtiyaç vardır.
Ancak, genelde işletmeler bu ölçüde sermayeye sahip olamayabilmektedir. Bunun
için de telafi edici alternatif finansal kaynaklara müracaat etmeleri
gerekmektedir. Bu da yine gerekli araştırmayı yapabilecek ayrı bir finansal
işler birimine sahip olan işletmeler için mümkün olmaktadır.
2.3.2. Dış
Kaynaklı Finansal Sorunlar
Türkiye
KOBİ’lerinin finansal kuruluş fonlarından faydalanma oranları %5 civarındadır.
Gelişmiş ülkelerde bunun 3-6 katı yüksek oranlar söz konusudur. Dolayısıyla en
başta bu açıdan bir olumsuzluk söz konusudur. Bu oranın daha yükseklere
çıkarılması, işletmelerin uzun vadeli ve düşük maliyetli fonlara ulaşmasını
mümkün kılacaktır.
KOBİ’lerin
finansal yapılarının zayıflığına paralel olarak, finansal kuruluşlardan maddî
kaynak temin etmeleri zorlaşmaktadır. Finansal kuruluşlar, söz konusu
zayıflıklarını ileri sürerek, işletmelere fon sağlama konusunda çekimser bir
tavır sergilemektedirler. Zaten sağladıkları fonlarla büyümelerini
kolaylaştıracak olan işletmelerin bu kaynaklara erişememeleri, tam bir kısır
döngüye sebep olmaktadır.
Enflasyon
da işletmelerin uygun şartlarda fon teminini engellemektedir. Fiyat
artışlarının olduğu bir ortamda, fon maliyetleri de yükselmektedir. Bu da
işletmelerin fon talebini kısan bir faktör olup, yatırımların azaltılmasına
veya ertelenmesine yol açmaktadır.
İşletmelerin
fon temininde karşılaştıkları başlıca sorunlardan biri de teminata ilişkindir.
Finansal kuruluşlar, sağladıkları fon karşılığında birebir veya daha da üstünde
teminat talebinde bulunmaktadırlar ki bu durum, fonun talebini başlangıç
safhasında engelleyen bir faktör olmaktadır.
Para
piyasasında durum böyle iken, acaba sermaye piyasası ne hâldedir? İşletmelerin
sermaye piyasasında da sorunları mevcuttur. Normalde, alternatif bir fon
kaynağı olarak önemli avantajları olmakla beraber, gerektirdiği bazı maddî-manevî
sorumluluklar, sermaye piyasasının işletmelerce tercihini engellemektedir.
Sermaye
piyasasına giriş için bazı formalite masraflarına katlanmak gerekmektedir.
Giriş sonrasında, işletme bilgileri kamuoyu ile paylaşılmalı, bu çerçevede
şeffaf olunmalıdır. Ayrıca, şartlar yerindeyse yönetim hakkı nispî de olsa
firma sahiplerinden ortaklara devredilebilmelidir. Bu sorumluluklar,
işletmelerin sermaye piyasasına karşı isteksizliklerinin temelinde yatan
faktörler arasındadır.
2.4.
İşletmelerin Ticarî Sorunları
Malın
ve hizmetin üretimine kadarki ve üretildikten sonraki süreçte, işletmeleri
darboğaza sürükleyen ticarî bazı olumsuzluklar vardır. Burada söz konusu
sorunlar, yurt içi ticarette ve yurt dışı ticarette olmak üzere iki kısımda ele
alınmaktadır.
2.4.1.
Yurt İçi Ticarî Sorunlar
Girdi
maliyetlerindeki artış, üretim maliyetlerini de artırmakta ve bunun fiyatlara
yansıtılması gerekmektedir. Durum böyle olunca, nispeten yüksek fiyatlarla
piyasada rekabet edebilmek zorlaşmaktadır.
İşletmelerde,
girdi maliyetlerinin minimize edilmesi yönünde çaba sarf eden, ihtiyaç duyulan
ham maddeyi ve yardımcı malzemeyi uygun şartlarda araştırıp temin eden bir
birime ihtiyaç vardır. Bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilebileceği bir satın
alma birimi, her KOBİ’de mevcut değildir. Dolayısıyla alımlar yüksek maliyetle
yapılmakta, bu da üretim maliyetlerini ve dolayısıyla işletmenin
rekabetçiliğini olumsuz yönde etkilemektedir.
Üretilen
bir malın-hizmetin tüketicilere tanıtılması ve ulaştırılması için uygun bir pazarlama-satış-dağıtım
ağının kurulması gerekmektedir. İşletmelerin çoğunda bu tür bir organizasyon
mevcut değildir.
Pazarlama
ve satış; farklı fonksiyonlar olmakla beraber, çoğu işletmede her ikisi
birbiriyle karıştırılmaktadır. Karıştırılma sorunu bir yana, her iki faaliyetin
gerçekleştirildiği ayrı birimler de mevcut değildir. Dolayısıyla uygun bir
pazarlama ve satış birimine ve ekibine sahip olmayan işletmeler, iş hacimlerini
de artıramama sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır.
Ürünlerin
geniş bir tüketici kitlesine ulaştırılamaması da ayrı bir sorundur. İşletmeler,
yeterli bir dağıtım ağına sahip olamadıklarından, ürünlerini ülkenin her yerine
ulaştıramamakta ve neticede satışlarını artıramamakta, büyüyememektedirler.
2.4.2.
Yurt Dışı Ticarî Sorunlar
Yurt
dışı ticarî sorunlar, kaynakların yurt dışından temini (ithalâtta) ve dış
talebin karşılanması (ihracatta) olmak üzere iki kısımda ele alınabilir.
İşletmelerin
belli bir kısmı, aynen yurt içi piyasadan kaynak temininde olduğu gibi, ihtiyaç
duydukları ham maddeyi-yardımcı malzemeyi yurt dışından temin etme noktasında
gerekli araştırmayı ve operasyonu yapacak bir birime ve ekibe sahip değildir.
Dolayısıyla düşük maliyetlerle yapılabilecek bir temin, yüksek maliyetlerle
gerçekleşebilmektedir.
Yabancı
dil bilgisi, işletmeler için önemli bir eksikliktir. İşletmelerde yabancı dil
bilen bir personelin istihdamı nispeten de olsa maliyetli olduğundan, böyle bir
masrafa katlanılmamakta ve dolayısıyla dış ticarî bağlantılarda lazım olan
sanal-fizikî iletişim sağlanamamaktadır. Bu, uygun şartlarda yurt dışı
pazarlamanın yapılamadığı manasına da gelmektedir. Böylece işletmeler, gerekli
atılımı gerçekleştirememektedirler.
Özelde
ihracat konusunda da dikkat çekici birtakım olumsuzluklar mevcuttur. En başta
mamul kalitesinde ve standardizasyonunda sorunlar mevcuttur. Kaliteli ve
standartlara uygun üretilmeyen bir malın-hizmetin yurt dışına sorunsuz bir
şekilde gönderilebilmesi çok zordur. Belki bu tür mamuller yurt içi piyasaya
bir şekilde verilebilmektedir, fakat dış alıcılar bu yönde pek tolerans
göstermeyebilmektedir.
Üretim
girdilerinin yüksek maliyetle temini sebebiyle bunların fiyatlara yansıtılması
mecburiyeti, dış piyasalardaki rekabette en önemli dezavantajlar arasında yer almaktadır.
Uluslararası alandaki en zor konulardan biri de uygun fiyatın tespitidir. Söz
konusu girdi maliyetlerinin yüksekliği, işletmelerin henüz ticarete başlamadan
rekabet avantajını ortadan kaldırmaktadır.
Yurt
dışı pazarlama da özel bir uzmanlık gerektirmektedir. Yabancı müşterilerin
bulunması, ayrı bir emeği ve maddî kaynağı gerektirmektedir. İşletmelerin çoğu
konuyla ilgili personeli istihdam edememekte ve gerekli kaynağı
ayıramamaktadır. Dolayısıyla tanıtım ayağı eksik kalan bir ihracat faaliyeti,
ancak belli sınırlar içinde gerçekleştirilebilmektedir.
2.5.
Teknolojik Sorunlar
Üretimde
kullanılan “her türlü makine-teçhizat, bilgi ve teknik” anlamında ele
alındığında, Türkiye KOBİ’leri, teknolojik sorunlara yaklaşım açısından üç
kategoride ele alınabilir:
1.
Teknolojinin gerekliliğinin bilincinde olmayanlar,
2.
Teknolojinin gerekliliğini bilincinde olanlar fakat
kullanamayanlar,
3.
Teknolojinin gerekliliğini bilincinde olanlar ve bundan
faydalananlar.
Kimi
işletmeler, teknolojinin kendilerine sağlayacağı nimetlerin farkında
olmadığından bu konuya ilgisiz kalmakta ve gerekli teşebbüste
bulunmamaktadırlar. Bu işletmeler için teknolojik gelişmelerin takibi
gereksizdir. Dahası, finansal kaynağın tahsisi israftır. Vizyon eksikliği olan
işletmeler bu kategori içinde yer almaktadırlar.
İşletmelerin
bir kısmı, teknolojinin gerekliliğinin bilincinde olup, bunu takip etme
konusunda pozitiftirler. Ancak, yeterli finansal kaynakları olmadığından, arzu
ettikleri teknolojik donanımdan faydalanamamaktadırlar. Toplam işletmelerin
önemli bir kısmı bu kategoride yer almaktadır. Esasında bu işletmeler,
alternatif finansal kaynaklara erişme amaçlı arayışlara girebilirler. Çünkü
birçok kurum ve kuruluş tarafından sağlanan kaynaklar mevcuttur. Ancak, söz
konusu işletmelerin zaten bunu araştıracak personeli yoktur. Bu da ayrı bir
sorundur.
Bazı
işletmeler ise teknolojinin gerekliliğinin farkında oldukları gibi, bunu bizzat
takip etmektedirler. Bunlar, toplamın küçük bir kısmını teşkil etmekte olup,
belli ölçüde finansal kaynağa sahip olan orta ölçekli işletmelerdir. Söz konusu
işletmeler, teknolojiyi takip etmelerine paralel olarak, mallarda ve
hizmetlerde meydana gelen farklı tüketici taleplerine kolay bir şekilde adapte
olabilmektedirler.
2.6. Alt
Yapıya İlişkin Sorunlar
Ülkemizde,
KOBİ’lerin önemli bir kısmı yerleşim merkezleri içinde faaliyette
bulunmaktadır. Bunun yerine, sanayi sitelerinde veya benzeri özel bölgelerde
faaliyette bulunmalarının kendilerine sağlayacağı çok sayıda avantaj vardır.
işletmelerin söz konusu
mekanlarda yer almamaları, bunun yerine yerleşim merkezlerinde ve uygun olmayan
şartlarda faaliyette bulunmaları birçok dezavantajı beraberinde getirmektedir.
İşletmelerin
sitelerde veya özel alanlarda faaliyette bulunmalarının kendilerine başta alt
yapı olmak üzere, enerji, sağlık, güvenlik vb. konularda önemli katkıları
olmaktadır. Bununla beraber, söz konusu mekanlarda karşılaşılan önemli sorunlar
da mevcuttur:[9]
·
Sanayi
sitelerindeki iş yerlerinin bir bölümü, yatırım amacıyla esnaf, sanatkâr ve
sanayici olmayan kişilerce alınmakta ve aynı şahıslarca gerçek ihtiyaç
sahiplerine daha farklı şartlarda kiraya verilebilmektedir.
·
Kiraların
anormal derecede yükselmesi, KOBİ’lerin zor durumda kalmasına yol açmaktadır.
Kiranın toplam giderler içinde önemli bir yer tuttuğu dikkate alındığında,
sorunun boyutu daha kolay anlaşılabilmektedir.
·
Sitelerdeki
bazı iş yerleri gerçek üretim için kullanılma yerine depo olarak
kullanılmaktadır. Böylece kaynakların amaç dışı tahsisi söz konusu olmaktadır.
Halbuki ihtiyaç sahibi bir işletme, söz konusu mekanı daha verimli bir şekilde
kullanabilecektir.
·
Laboratuarlar,
kalite-kontrol merkezleri, genel kolaylık atölyeleri gibi tesisler yeterli
değildir. Bu durum, işletmelerin bu hizmetleri dışarıdan daha yüksek
maliyetlerle almasına sebep olmaktadır.
·
Söz
konusu mekanlarda farklı iş kollarında faaliyet gösteren firmaların
mevcudiyeti, ileri-geri bağlantıların sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini
engellemekte; neticede “dışsal tasarruflar” gereği gibi oluşturulamamaktadır.
Günümüzde
kimi sitelerde itfaiye vb. alt yapı yatırımları mevcut olmakla beraber,
çoğunluğunda yoktur. Dolayısıyla, mesela, yangın olması hâlinde, iş yerine
dışarıdan itfaiye hizmetlerinin gelmesine kadarki sürede önemli ölçüde kaynak
kaybı olmaktadır.
Elektrik
enerjisi alt yapı yatırımlarında da eksiklikler mevcuttur. Sitelerde zaman
zaman elektrik kesintisi yaşanmaktadır. Bu da imalâtta önemli kayıpların
oluşmasına sebep olmaktadır. Yeterli iletim hatlarının olmayışı veya
mevcutlarda meydana gelen deformasyonlar, söz konusu kesintilerin temel
sebepleridir. Ayrıca, kaçak elektrik kullanımı da diğer bir faktördür. Elektrik
enerjisi alt yapı yatırımlarındaki eksikliklerin, yetkililerce giderilmesi ve
telafi edici yatırımların yapılması kaçınılmazdır. Buna karşılık, işletmelerin
de jeneratör vb. alternatif enerji kaynaklarını bizzat bünyelerinde
bulundurmaları gerekmektedir.
Siteler ve
özel imalât alanlarıyla ilgili olarak belirtilebilecek bir diğer mesele de işçi
sağlığı ve iş güvenliği konusundadır. İşletmelerin, AB standartlarına uygun
sayılabilecek işçi sağlığı, iş güvenliği kurallarına uymalarını sağlayacak,
insan gücü ve örgütlenme sorunları, öncelikle bu sitelerde kurulacak
“sağlık-güvenlik” birimleri aracılığıyla çözümlenmelidir. Bu birimlerin oluşturulmasında
şöyle bir yol takip edilebilir:[10]
·
Bu
sitelerde sabit ve gezici (sağlık karavanı) olmak üzere iki kanaldan oluşan
koruyucu ve tedavi edici bir sağlık örgütü oluşturulmalıdır.
·
Sanayi
sitelerindeki Çıraklık Eğitim Merkezi (ÇEM) ile bağlantı kurulmalı ve bir “okul
sağlık birimi” oluşturulmalıdır. Bu şekilde, iş yerlerinde çalışan işçilere
işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında eğitim programları düzenlenmelidir.
3. AB
SÜRECİNDE İŞLETMELERİN BAŞLICA SORUNLARI
Türkiye
KOBİ’leri, birçok sorunla iç içe olmakla beraber, bu sorunların AB sürecinde
giderilmesi veya minimize edilmesi kaçınılmazdır. Zaten bu yapı ile devam
edilmesi söz konusu olamaz. Aksi hâlde; rekabetçiliğini yitirmiş, dış dünya ile
sağlam bağlantısı olmayan ve kısa ömürlü bir KOBİ yapısına sahip oluruz ki bu,
ekonomimiz için arzu edilir bir durum değildir.
Şu
ana kadar, KOBİ’lerimizin temel sorunlarına yönelik incelemelerde
bulunulmuştur. Burada ise bazı özel nitelikli sorunlarına değinilmektedir.
Bunlar, AB sürecinde ön plana çıkan ve giderilmeleri öncelikli öneme sahip olan
sorunlar olarak değerlendirilebilir. Bu kapsamda; imalât kalitesi, standartlara
uygun bir işletme yapısı, kurumsal kimlik, sanal-fizikî iletişim, yabancı
işletmelerle ortak yatırım, tahkim, kurumsal temsil ve katılım konularında
oluşan veya oluşması muhtemel sorunlara ve bunlara yönelik bazı tekliflere yer
verilmektedir.
3.1.
Kaliteli İmalât
1989
yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile
dünya yeni bir yapıya doğru yol almıştır. Bu süreçte ekonomik anlamda da birçok
ülke açısından önemli dönüşümler yaşanmıştır. Başta SSCB’den kopan ülkeler
olmak üzere, Doğu Bloku ülkelerinde de belirgin bir ekonomik liberalizasyon
süreci başlamıştır. Bu kapsamda, Türkiye açısından önemli birtakım fırsatlar
ortaya çıkmıştır. Söz konusu dönemde Türkiye, coğrafî yakınlığı ve bölge
ülkeleri arasındaki nispî gelişmişliği dolayısıyla, bu ülke vatandaşlarının
rağbet ettiği ülkelerin başında yer almıştır.
Çevre
ülkelerden ticarî amaçlı gelen çok sayıda insan, ülkemizden önemli ölçüde
mal-hizmet talebinde bulunmuştur. Bir dönem, “bavul ticareti” olarak
adlandırılan ve birtakım vergi istisnaları olan ve formaliteleri azaltılmış dış
ticaret işlemleri, yoğun bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Özellikle İstanbul’un
“Laleli” semti, bu amaçla kullanılan mekanların başında yer almış ve buradan
yüksek meblağlarda ticarî alış verişler yapılmıştır.
Bavul
ticaretinde yüksek hacimlere ulaşıldığı dönemler de olmuştur. Mesela, 1996 yılı
hacmi 8,8 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. Fakat bir süre sonra bu
hacmin önemli ölçüde azaldığı bir döneme girilmiştir. Mesela, 2000 yılı bavul
ticareti hacmi 2,9 milyar dolar, 2005 yılı hacmi ise 3,5 milyar dolar civarında
gerçekleşmiştir.[11] Bunun birtakım farklı
sebepleri olmakla beraber, en önemlisi “kalite” sorunu olup, ürünlerin
imalâtında bu faktör göz ardı edildiğinden, söz konusu ticarî ilişkiler
belirgin bir biçimde azalmıştır. Kaliteli imalât olmayınca, dış ticaret de
istikrarlı bir şekilde yapılamamaktadır.
İşletmelerin
AB sürecinde dikkat etmesi gereken en önemli konulardan biri, kaliteli üretimin
“olmazsa olmaz” bir şart olduğudur. İşletmeler, AB ülkelerine mal-hizmet
tedarik etmek istiyorsa, belli kalitede üretim yapmak durumundadır. Aksi hâlde
Avrupa piyasalarına girmek mümkün olmamaktadır. Bu konuda, geçmiş tecrübelerden
ders alınması ve aynı hatalara düşülmemesi gerekmektedir.
Kaliteli
imalâtın sağlanması için işletme bazında bazı tedbirlerin de alınması
gerekmektedir. Üretim sürecinde hataların olması normaldir. Önemli olan,
işletme içi birtakım mekanizmaların harekete geçirilerek bunların önceden fark
edilebilmesi ve ilgili tedbirlerin alınmasıdır. Bu çerçevede, gerek imalât
sürecinde ve gerekse imalât ertesinde kalite kontrolleri uygun biçimde
gerçekleştirilmelidir. Bu amaçla kalite kontrol birimine ve ilgili personelin
istihdamına ihtiyaç vardır.
3.2.
Standartlara Uygun Yapı
Ekonomik
anlamda standart, iktisadî faaliyetlerin belli bir düzen içinde gerçekleştirilmesini
sağlayan kurallar bütünü manasına gelmektedir. İşletmeler açısından ele
alındığında, tüm faaliyetlerin belli bir sıralama dahilinde ve tertip
içerisinde, sağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlayan kurallar anlaşılmaktadır.
Standardizasyon, genelde ekonomi,
özelde ise üretici ve tüketiciler açısından şu faydaları sağlamaktadır:[12]
a)
Ekonomiye
Faydaları:
·
Kaliteyi
teşvik eder, kalite seviyesi düşük üretimle meydana gelecek emek, zaman ve ham
madde israfını ortadan kaldırır.
·
Sanayiyi
belirli hedeflere yöneltir. Üretimde kalitenin gelişmesine yardımcı olur.
·
Ekonomide
arzın ve talebin dengelenmesinde etkili olur.
·
Yanlış
anlamaları ve anlaşmazlıkları ortadan kaldırır.
·
İhracatta
ve ithalâtta üstünlük sağlar.
·
Yan
sanayi dallarının kurulmasına ve gelişmesine katkı sağlar.
·
Rekabeti
geliştirir.
·
Kötü
malı piyasadan siler.
b)
Üreticiye
Faydaları:
·
Üretimin
belirli plânlara ve programlara göre yapılmasına imkân sağlar.
·
Uygun
kaliteye ulaşılmasını ve seri imalâta geçilmesini mümkün hâle getirir.
·
Kayıpları
ve artıkları asgarîye indirir.
·
Verimliliği
ve hasılayı artırır.
·
Depolamayı
ve taşımayı kolaylaştırır, stokların azalmasını sağlar.
·
Maliyeti
düşürür.
c)
Tüketiciye
Faydaları:
·
Can
ve mal emniyetini sağlar.
·
Mukayese
ve tercih kolaylığı sağlar.
·
Fiyat
ve kalite yönünden aldanmaları önler.
·
Ucuzluğa
yol açar.
·
Ruh
sağlığını korur. Stresi önler.
·
Tüketicinin
bilinçlenmesinde etkili rol oynar.
Başarılı
bir işetme yapısına sahip olabilmek için; tasarım aşamasından başlayarak
üretim, pazarlama-satış ve sonrası hizmetlere kadarki tüm safhaların toplu
şekilde ele alınmasına ve sürekli gelişmenin hedeflendiği bir standartlar
sisteminin uygulanmasına ihtiyaç vardır. Bunun içerisinde; çevreye ilişkin
hassasiyet, işletme içi ve dışı sağlık ve emniyet de yer almakta olup, şu ana
ve alt standartlardan oluşmaktadır:[13]
·
TS-EN-ISO
9000 Kalite Standartları:
İşletmelerde etkili bir yönetim
sisteminin kurulmasını ve sürdürülmesini sağlama amaçlı olup, şu dört temel
standarttan oluşmaktadır: TS EN ISO 9000, TS EN ISO 9001, TS EN ISO 9004, TS EN
ISO 19011.
·
TS
EN ISO 14000 Çevre Yönetim Standartları:
İşletmelerin çevre ile
etkileşimlerini kontrol altında tutabilmelerini ve çevreye ilişkin
faaliyetlerini sürekli iyileştirebilmelerini sağlama amaçlı olup, şu altı temel
standarttan oluşmaktadır: TS EN ISO 14001, TS EN ISO 14004, TS EN ISO 19011, TS
EN ISO 14020, TS EN ISO 14031, TS EN ISO 14040.
·
TS
18001 (OHSAS) İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Standartları:
İşletmelerin daha iyi rekabet
koşullarına ulaşabilmesi için çalışanların iş sağlığı ve güvenliği konusunda
planlı ve sistemli çalışmalar yürütmelerine yönelik olup, şu iki temel
standarttan oluşmaktadır: OHSAS 18001, OHSAS 18002
·
TS
13001 HACCP (Hazard Analysis and Critical Control Points: Tehlike Analizi ve
Kritik Kontrol Noktaları) Standardı:
İşletmelerde hijyenik üretim
yapılmasını ve üretilip satılan ürünlerin güvenli olmasını sağlama amaçlıdır.
Bu çerçevede, gıda ürününün güvenliği için tüm üretim süreçleri daha sistematik
bir şekilde ele alınmakta ve karşılaşılan sorunlar önlenmeye çalışılmaktadır.
·
TS
ISO/IEC 17799 Bilgi Teknolojisi ve Güvenliği Yönetim Standardı:
İşletmeler için stratejik nitelik
taşıyan bilgilerin güvenliğini sağlama amaçlıdır. Bu çerçevede, bilgi
güvenliği; politikalar, uygulamalar, yöntemler, örgütsel yapılar ve yazılım
fonksiyonları gibi birtakım denetimlerin yapılmasıyla sağlanmaktadır. Bu
kapsamda, şu iki standart yer almaktadır: BS 17799, TS EN ISO 190011.
AB
sürecinde KOBİ’lerimiz, bu konuya gereken hassasiyeti göstermek durumundadır.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları mallarda ve hizmetlerde standartlara
riayet edilip edilmediğine dikkat etmektedirler. Bu, sadece malın kaliteli
imalâtıyla ilgili değildir, fakat aynı zamanda ekonomik gelişmenin
sürdürülebilirliğine aykırı olup olmadığıyla da bağlantılıdır. Bu sebeple,
işletmelerimizin gerekli standart sistemlerini bünyelerinde hayata geçirmeleri,
başta AB olmak üzere dünya piyasalarına girmelerini kolaylaştıracaktır.
3.3.
Kurumsallaşma
İşletmeler,
rastgele politikalarla ve sistemsiz bir şekilde yürümekte zorlanmaktadır.
Günümüz şartlarında, her türlü fonksiyonlar açısından, sistematik bir yapıya
sahip olan işletmeler, daha başarılı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bunda,
kurumsallık olgusunun önemli katkısı vardır. AB sürecinde, işletmelerin kurumsal
yapıya kavuşmaları adeta bir mecburiyet hâlini almaktadır. Nitekim,
standartlara uygun bir yapı, kurumsallığın sağlanmasını da içinde
barındırmaktadır.
Kurumsallık,
her şeyin katı ve değişmez kurallara bağlanması ve çalışanların birer makine
gibi hareket etmesi manasına gelmemektedir. Dahası, organizasyonel açıdan
bürokrasinin oluşması ve bu tür faaliyetlerin yoğunlaşması demek de değildir.
Fakat her işin, konunun uzmanlarınca yerine getirilmesi ve görev/yetki tanımı
çerçevesinde düzenli faaliyetler icra edilmesi anlaşılmalıdır. Şu özellikler,
kurumsallık olgusunun işletmelerdeki uygulaması olarak değerlendirilebilir:
·
İşletmelerde, her fonksiyonun icra edildiği ayrı birimler mevcut
olmalıdır. Bu kapsamda, yönetim, muhasebe, finans, pazarlama-satış, dış ticaret
vb. birimlerin kurulması gerekmektedir.
·
Her birimin görev ve yetki tanımı olmalıdır. Fakat bunlar, katı ve
değişmez nitelikte değil, esnek özellikte olmalıdır.
·
Yönetim, çalışanlara karşı tutumunda ölçülü ve mesafeli olmalıdır.
Baskıcı veya aşırı toleranslı bir yönetim yerine, ikisinin sentezinin
sergilendiği bir yönetim anlayışı daha başarılı sonuçlar verecektir.
·
Personelin; hastalık, doğum, ölüm, istifa vb. sorunları
dolayısıyla işten uzak kalması hâlinde telafi edici birtakım mekanizmaların oluşturulması
gerekir. Bu kapsamda, personelin bir kısmının veya tamamının, belirli
periyotlar itibariyle işletme içi rotasyona tâbi tutulmasında fayda vardır.
Böylece söz konusu olumsuzlukların belirmesi hâlinde işletmenin bir “B planı”
olacak ve işleyişte aksamalar yaşanmayacaktır.
·
Çalışanların her türlü haklarına riayet edilmeli ve bunlara
gereken saygı gösterilmelidir. Bu, barış ortamını sağlayacak ve işçi-işveren
memnuniyetini yüksek seviyeye çıkaracaktır.
·
Çalışanların çalışma hayatına ve sosyal hayata ilişkin ihtiyaç
duydukları konularda eğitim programlarına tâbi tutulmalarında fayda vardır. Bu,
verimliliği artırıcı bir faktör olacaktır.
Türkiye
KOBİ’lerinin önemli bir kesimi, aile işletmesi niteliğindedir. Aile
işletmelerinde ise kurumsallığın sağlanması, diğer işletmelere göre biraz daha
zor olmaktadır. Aile şirketlerinin kurumsallaşabilmesi için yerine getirilmesi
gereken şartlardan bir kısmı şöyle sıralanabilir:[14]
·
Şirketteki
aile fertleri de, aileden olmayan diğer çalışanlar kadar çalışmalıdır.
·
Üretim,
pazarlama, finans, araştırma, insan kaynakları yönetiminde bilgi ve beceri
gerekir. Aile üyelerinde yeterli yetenek ve bilgi birikimi olmayabilir. Buna
rağmen yönetimde bulunmaları şirketi başarısızlığa götürebilir. Bu sebeple,
bazı kilit noktalarda aileden olmayan profesyonellerin istihdam edilmesinde
fayda vardır.
·
Aile
şirketlerinde bazen bir kişi şirketi göğüsleyerek bir yerlere taşıyabilir ancak
bu, kişinin ömrüyle sınırlı kalır. Eğer kurumsal bir yapı oluşturulmamışsa bu
kişinin ayrılışı durumunda şirket zor duruma düşebilir. 1920 yılında DuPont
şirketinin bulduğu bir yönteme göre; aileden olmayan profesyonel kişiler, tepe
yönetimi dışındaki kritik noktalara atanarak kâra-zarara ortak olmalarını
sağlayan bir yapı oluşturulmuştur. Bu şekilde bir uygulama ile, profesyoneller
şirkete bağlanmış ve kurumsallaşma süreci hızlandırılmıştır.
·
Şirketin
tepe noktasında aileden olmayan bir kişi bulunabilir. Bu genelde finansman ya
da imalât sorumlusu olabilir. Bu iki departmanda da teknik beceri ve eğitim çok
önemli olduğundan, söz konusu özelliklere sahip bir yönetici, şirketi daha
ileri noktalara taşıyabilir.
·
Aile
şirketlerinde sorunlar çok kötü hâle gelmeden, yönetim, ya aileden ya da
profesyonellerden birine emanet edilmelidir. Aile şirketlerinde bu tür sorunlar
genelde olaylar soğuyunca çözülür. Böylece şirketin tepe yönetiminde, aile
üyelerinin çatışması engellenmiş olur ve işletme yara almaz.
3.4.
Sanal-Fizikî İletişim
İletişim
kanallarının çok gelişmediği dönemlerde, işletmeler arasında irtibatın sağlanması
ve iş birliklerinin tesisi belirgin bir maliyete sebep olmaktaydı. Fakat
günümüzde geniş iletişim imkânları mevcut olup, bunun düşük maliyetlerle
gerçekleştirilmesi mümkündür. Söz konusu iletişim kanalları, KOBİ’ler
tarafından da yoğun bir şekilde kullanılmalıdır. Uluslararası ticarî iş
birliklerinin sağlam bir temele dayalı olarak gerçekleştirilmesi, iyi bir
iletişimle mümkündür.
İşletmelerin
ticarî anlamda iletişimi, temelde iki yolla yapılmaktadır, sanal iletişim ve
fizikî iletişim. Günümüzde, işletmeler arasında iş birliğinin sağlanması
maksadıyla her iki kanal da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Fizikî
iletişim, firma yetkililerinin karşı firma yetkilileri ile belirlenen bir yerde
bir araya gelerek müzakerelerde bulunması manasına gelmektedir. Bu, sanal
iletişime kıyasla nispeten maliyetli bir yol olmakla beraber, ulaşım ve
konaklama maliyetlerinin yüksek olduğu geçmiş dönemlere nazaran, günümüzde daha
düşük faturalarla gerçekleştirilebilmektedir. Fakat bu tür iletişimin maliyet
dezavantajına rağmen birtakım avantajları da vardır:
·
Fizikî beraberlik, iyi niyeti ve iş birliğine verilen önemi ifade
etmektedir.
·
Tarafların birbirini tanıması ve “güven” olgusunun sağlanması daha
kolay olmaktadır.
·
İş birliğinin boyutunun net olarak tespiti mümkün olmaktadır.
·
Olumlu-olumsuz kararlar daha süratle verilebilmektedir.
·
Hedeflenen iş birliği fikirlerinin ötesine geçilebilmesi ve farklı
alanlarda birlikteliklerin sağlanması da mümkün hâle gelmektedir.
Sanal
iletişim; genel çerçevesi itibariyle, tarafların telefon, fax ve e-posta
vasıtasıyla yaptıkları iletişimi ifade etmektedir. Bu iletişim metodunda
“güven” olgusu en önde gelen meseledir. Taraflar, fizikî anlamda bir araya
gelmeden iş birliği çabası içerisine girmektedirler ki burada risk faktörü her
zaman daha fazladır. Tanışma ve güvenin tesisi safhasındaki riske ilaveten,
mal/hizmet-para alış verişinde de benzer risk devam etmektedir. Bununla
beraber, sanal iletişimin bazı avantajları da mevcuttur:
·
Fizikî iletişime kıyasla çok daha düşük maliyetlerle
yapılabilmektedir.
·
İşletmeler arası iş birliği, bir şekilde fiziken tarafların bir
araya gelmesini gerektirmektedir. Sanal iletişim süreci, bunun için iyi bir
hazırlık devresi niteliğindedir.
·
Kısa zamanda çok fazla işletme ile irtibata geçmek mümkün
olmaktadır.
·
Özellikle internet kanalı ile dünyanın en ücra köşesindeki bir
işletme ile irtibata geçebilmek mümkün hâle gelmektedir.
·
İletişimin iş saatleri dışında yapılabilmesi imkânı da
doğmaktadır.
Türkiye
KOBİ’leri, hem sanal hem de fizikî iletişim kanallarını kullanmayı maksimum
seviyeye çıkarmak durumundadır. İç piyasaya çalışmanın yeterince tatminkâr
olmadığı günümüz şartlarında, dış dünyaya bir şekilde açılmak gerekmektedir. Bu
süreçte, başta düşük maliyeti dolayısıyla sanal olmak üzere fizikî iletişim
kanalları da kullanılarak iş birliklerinin kurulmasına ihtiyaç vardır. Sanal
iletişimin sağlanması için gerekli teknolojik donanım ve yazılım temin
edilmelidir. Söz konusu yazılımın ve donanımın maliyeti göz önünde
bulundurularak işletmeye alınması hususunda çekimserlik olmamalıdır. Uzun
vadeli getirileri düşünülerek, ilk tesis harcamasından kaçınılmamalıdır. Bunun
için birtakım finansal destek programları mevcut olup, bunlardan istifade
yoluna da gidilebilir.[15]
KOBİ’ler,
iletişimin “olmazsa olmaz” niteliğindeki şartı olan dil problemini de çözmek
durumundadır. Bu çerçevede, firma sahiplerinin yeterli bilgi birikimine sahip
olmaları gerektiği gibi, ayrı bir profesyonelin istihdamına da ihtiyaç vardır.
Böylece iletişim daha sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilecektir.
3.5.
Yabancılarla Ortak Yatırım
Her
KOBİ, kuruluşu sonrasında faaliyet hacmini giderek yükseltmek ve büyük bir
işletme hâline gelmek ister. İşletmelerin belli bir kapasitesi vardır. Bu,
sahip oldukları faktör donanımı ve imal ettikleri malın-hizmetin piyasası ile
doğrudan ilgilidir. Normal şartlarda, işletme fonksiyonları çerçevesinde
düşünüldüğünde, bir KOBİ’nin her açıdan başarılı olması beklenemez.
Sorunlarının ve eksikliklerinin olması kaçınılmazdır. Fakat bu, çözümsüz de
değildir. Sorunların giderilmesi maksadıyla, işletmenin kendi kaynaklarından
faydalanılması ve iç dinamiklerinin harekete geçirilmesi denenebilir. Yine de
çözüme ulaşılamıyorsa, en uygun yollardan biri, eksik olunan konularda iyi olan
bir işletme ile birleşmek veya ortaklık kurmaktır.
Türkiye
KOBİ’lerinin AB’ye üyelik sürecinde ve katılımı sonrasında gündemlerinin ana
maddelerinden biri ortak yatırımdır. Bu çerçevede Türkiye KOBİ’leri, eksik
oldukları hususları tespit ederek uyuşabileceklerini düşündükleri AB KOBİ’leri
ile ortaklıklar yapmaya veya birtakım iş birlikleri sağlamaya çalışmaktadır.
Ortak yatırım, şu amaçlarla gerçekleştirilmektedir:
·
AB pazarlarına daha rahat girebilmek ve sağlam bir pozisyon elde
edebilmek.
·
Bir AB işletmesiyle sağlanacak iş birliği veya ortaklıkla, iç
piyasadaki rakiplere karşı üstünlük elde edebilmek.
·
Teknolojiye daha kolay ve uygun şartlarda ulaşabilmek.
·
AB ülkeleri vasıtasıyla dünya pazarlarına da açılabilmek.
Yerli
KOBİ’lerin AB’li KOBİ’lerle iş birliği yapabileceği farklı imkânlar da
mevcuttur. Çerçeve programları bunlar arasında yer almaktadır. Bu kapsamda,
yerli ve yabancı KOBİ’ler bir arada ortak projelere imza atabilmektedir.
Çerçeve programları, Avrupa
Birliği’nin ilmî araştırmaları ve teknolojik gelişimi finanse etme amacını
gütmektedir. Bu programlar 1984’ten beri uygulanmakta olup, beşer yıllık
periyotlar halinde hazırlanarak, ilk yılları bir önceki ve son yılları bir
sonraki çerçeve programı ile aynı zamanda uygulanmaktadır. Altıncı çerçeve
programı, 2002-2006 yıllarını kapsamaktadır. Diğer çerçeve programlarından
farklı olarak yedi yıllık bir süre için planlanan Yedinci Çerçeve Programı ise
1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girmektedir. İşletmeler, bu programlarla,
belirlenen temalar çerçevesinde ortak projeler yürütme imkânına sahip
olabilmektedir. Her iki programın ana temaları şu şekildedir:
a) Altıncı Çerçeve Programı’nın Temaları:[16]
·
Hayat Bilimleri, Genom Bilim ve Sağlık için Biyoteknoloji
·
Nano Teknoloji ve Nano Bilimler, Bilgi Tabanlı Çok Fonksiyonlu
Malzemeler, Yeni Üretim Süreçleri ve Araçları
·
Havacılık ve Uzay
·
Gıda Kalitesi ve Güvenliği
·
Sürdürülebilir Kalkınma, Küresel Değişim ve Ekosistemler
·
Bilgi Temelli Toplumda Yurttaşlık ve Yönetim
b) Yedinci Çerçeve Programı’nın Temaları:[17]
·
Sağlık
·
Gıda,
Ziraat ve Biyoteknoloji
·
Bilgi
ve İletişim
·
Nano
Bilimler ve Nano Teknolojiler, Malzemeler ve Yeni Üretim Teknolojileri
·
Enerji
·
Çevre
ve İklim Değişikliği
·
Ulaşım
ve Havacılık
·
Sosyo-Ekonomik
ve Beşerî İlimler
·
Uzay
ve Güvenlik Araştırması
KOBİ’lerimiz,
bu alanlarda AB’li KOBİ’lerle gerçekleştirecekleri projelerden birçok getiriler
elde edeceklerdir. En başta program kapsamında hazırlayacakları projeler,
kendileri açısından önemli üretim bilgileri içerecektir. Bunlardan ayrıca
ticarî getiriler elde etmek de mümkün olabilecektir. Böylece işletmeler,
finansal kaynağa kavuşmuş olacaklardır. Ayrıca, bu vesile ile söz konusu
işletme/işletmeler ile iş birliklerini daha ileri seviyelere taşıma fırsatını
da elde etmiş olacaklardır.
3.6.
Ticarî Tahkim Meselesi
Ticarî
hayattaki iş birlikleri veya ortaklıklar her zaman arzu edilen şekilde devam
etmeyebilir. Başlangıçta veya ileriki safhalarda birtakım anlaşmazlıklar baş
gösterebilir. Durum böyle olunca, sorun giderilmeye çalışılır veya iş
birlikleri/ortaklıklar sona erdirilir. Fakat önemli olan, taraflardan birine
haksızlık yapılmadan sorunun çözümüne gidilebilmesi veya birlikteliğin sona
erdirilebilmesidir. Bunun için ortak kabul gören birtakım uygulamalara ihtiyaç
vardır. Tahkim, bunlardan biridir.
Tahkim, geniş
manada, tarafların
mevcut veya
potansiyel bir anlaşmazlığı, aralarındaki
sözleşmeye göre, hakem olarak tabir
edilen özel şahısların kararına götürdükleri,
devlet
yargısı
dışında, özel bir uygulamadır. Hakemler anlaşmazlığın tarafları veya bunların temsilcileri
tarafından seçilebilir. Taraflar,
ayrıca, hakemlerin tahkime uygulayacağı usulü kendi aralarında
tespit de edebilir. Hakem kararları net
olup, tarafları bağlayıcı
niteliği
haizdir. Karar,
tarafların hakemlere sunduğu iddialar ve deliller ışığında alınır. Geçerli bir kararın tanınması ve yürütülebilmesi için, bazı
durumlarda, mahkeme kararına da
ihtiyaç duyulabilmektedir.[18]
Örgütlenme biçimlerine göre tahkim iki kategoride ele alınmaktadır:
[19]
a)
Ad
Hoc (Geçici) Tahkim:
Tarafların bizzat tespit ettikleri
veya atıfta bulundukları belirli kurallara bağlı olarak hakemlerin kontrolünde
gerçekleşen tahkimdir. Sadece belirli bir uyuşmazlık için ve tarafların ihtiyacına
göre müracaat ettikleri bir uygulamadır. Bunun sözleşme ile tespiti
gerekmektedir. Mesela, taraflar UNCITRAL(BM Ticaret Hukuk Komisyonu)’in 1976
tarihli ve 31/98 sayılı genel kurul kararıyla belirlediği tahkim kurallarına
atıfta bulunarak, uyuşmazlıklarının hallinde bunlara tâbi olmak isteyebilirler.
b)
Kurumsal
Tahkim:
Kuralların bizzat kabul edilen
kurumlarca tespit edildiği ve tarafların müdahale imkânına sahip olmadığı
tahkim uygulamasıdır. Taraflar hususları ayrı ayrı müzakere etmemekte, fakat müracaat
edilen kurumun kuralları bağlayıcı nitelik taşımaktadır. Mesela TOBB Tahkim
Divanı ve İTO Tahkim Mahkemesi, ICC(MTO: Milletlerarası Ticaret Odası)’nin
tahkim kuralları esas alınarak kurulmuş ve uluslararası uyuşmazlıklarda
müracaat edilen merciler konumundadırlar. LCA (Londra Uluslararası Tahkim
Komitesi) ve SCC Institute (Stockholm Ticaret Odası Tahkim Enstitüsü) ise
uluslararası tahkim kuruluşlarına verilebilecek örneklerdendir.
AB üyelik
sürecinde işletmelerimiz, AB’li işletmelerle birtakım iş birliklerine gitmekte
ve ortaklıklarda bulunmaktadır. Kaçınılmaz olarak birtakım uyuşmazlıklar da
olmaktadır. İşletmelerimiz bunun farkında olarak, sözleşmelerinde gerekli
tahkim uygulaması atıflarında bulunmalıdırlar. Hangi tahkim kategorisini tercih
edeceklerine karar verirken ihtiyatlı hareket etmelidirler.
Tahkim
uygulaması belirli bir uzmanlığı ve maliyeti de gerektirmektedir. Davalara
katılım sürecinde gerekli savunmayı yapacak donanımda kişilerin istihdamı da
gerekmektedir. Ayrıca, müracaat ve dava sürecinde oluşacak masraflar da göz
ardı edilmemelidir. Tahkime ilişkin tespitlerde ve tercihlerde bulunulurken bu
hususlar mutlaka dikkate alınmalıdır.
3.7.
Kurumsal Temsil ve Katılım
Sosyal ve
siyasî hayatta örgütlenmenin gerekliliği bilinen bir gerçektir. Bunun ekonomik
alanda da gerekli olduğu ifade edilmelidir. Nitekim, bir araya gelen ekonomik
birimler, güç birliği sağlamakta ve ihtiyaç duydukları konularda hak arayışına
gidebilmektedirler. Bu çerçevede, münferit olarak elde edilmesi neredeyse imkânsız
olan birçok başarı, organizasyonel hareketlerle kolaylıkla elde
edilebilmektedir.
Ülkemizde
işletmeler, belirli seviyede de olsa ekonomik anlamda bazı birliktelikler
sağlamışlardır, sağlamaktadırlar. Söz konusu kurumsal çatılar altında bir araya
gelen işletmeler, hem sorunlarını paylaşabilmekte, hem birtakım iş birliklerine
gidebilmekte, hem de ihtiyaç duydukları hususlarda gerekirse kamuoyu da
oluşturarak çözüm arayışlarına girebilmektedirler.
Halihazırda,
işletmelerimiz ağırlıklı olarak yurt içi organizasyonlara katılmakta ve
buralarda faaliyette bulunmaktadırlar. AB üyelik sürecinde, ilgi alanı sadece
Türkiye olmayacağından, başta Avrupalı olmak üzere uluslararası
organizasyonlara da katılım ihtiyacı doğacak ve bazı imkânlardan istifade için belirli
yerlerde temsil kabiliyeti elde edilmesi gerekecektir. İşletmelerimiz bunun
bilincinde olmalı ve kendilerini buna hazırlamalıdırlar.
KOBİ’lerle
ilgili olarak doğrudan faaliyetlerde bulunan ve bir şekilde irtibat
sağlanabilecek ve faydalanılabilecek bazı uluslararası organizasyonlar
şöyledir:
·
UEAPME:
European Association of Craft, Small and Medium-sized Enterprises, http://www.ueapme.com
·
WASME:
The World Association for Small and Medium Enterprises, http://www.wasmeinfo.org
·
ACTETSME:
APEC Center for Technology Exchange and Training for Small and Medium
Enterprises, http://www.actetsme.org
·
GIN.SME:
Global Information Network for Small and Medium Enterprises, http://www.gin.sme.ne.jp
·
INSME:
International Network for Small and Medium Enterprises, http://www.insme.org
İşletmelerimiz,
bu ve benzeri organizasyonlarla irtibata geçmelidirler. Eğer mümkünse bunlara
doğrudan dahil olmaya çalışmalı veya dolaylı olarak söz konusu kuruluşların
sağladığı hizmetlerden faydalanma yönünde çaba sarf etmelidirler.
Uluslararası
organizasyonlara katılımdan bahsetmeden evvel dikkat çekilmesi gereken bir
mesele vardır. Yurt içi örgütlenmenin yoğunluğuna bakıldığında, toplam
işletmelerin çok düşük bir kısmının bahsi geçen niteliklerde üyeliklerinin
olduğu görülmektedir. İşletmelerimizin büyük bir kısmının bu tür organizasyonların
sağladığı avantajların farkında bile olmadığı gibi bir sonuç ortaya
çıkmaktadır. Halbuki ortak hareketin ne faydalar sağladığı, malum olan bir
gerçektir.
AB üyelik
sürecinde, kurumsal temsil ve katılım için ciddi bir bilinçlendirme çalışmasına
ihtiyaç vardır. Tabii, öncelikle bunun yurt içi örgütlenmeler açsısından
yapılması gerekmektedir. Yurt içi örgütlenmelerde yer almadan ve temsil
kabiliyeti elde edilmeden uluslararası alanda bunun gerçekleştirilmesinin zor
olduğu, olsa bile çok sağlıklı olmayacağı ifade edilebilir. Dolayısıyla
öncelikle içeride geniş katılımlı bir örgütlenme ağına ihtiyaç vardır.
Müteakiben, özellikle AB’li olmak üzere uluslararası nitelikteki kurumlara
eklemlenmeye çalışılmalıdır.
4.
UYGULAMADA BAZI KOBİ SORUNLARI; VAKA ANALİZLERİ
Türkiye
KOBİ’lerinin gerek kendilerinden, gerekse kendileri dışından kaynaklanan birçok
sorunu, çalışmanın bu kısmına kadar ele alınmıştır. Bu başlık altında ise, söz
konusu sorunlardan bir kısmının günlük hayattaki yansımalarına yer verilmektedir.
Burada;
CE işareti, KOSGEB’in stratejik yol haritası, fon karşılığı teminat, dış
ticaret ve örgütlenme konularına ilişkin pratik hayattan örnekler
verilmektedir. Söz konusu vakaların tamamı gerçektir. Benzer olaylar,
halihazırda işletmelerin ekserisinde yaşanmaktadır.
4.1. CE
İşaretleme Sisteminin İşletmelerdeki Yeri
A
işletmesi, muhtelif makina-teçhizat imal etmektedir. Bu mallarını 5 ülkeye
ihraç da etmektedir. Bu işletme, mallarını AB ülkelerinden herhangi birine
satması hâlinde üzerinde CE etiketi bulundurmak zorundadır. İşletme, henüz AB
ülkelerine herhangi bir ihracat gerçekleştirmemiştir, bununla beraber, malların
satışına ilişkin birtakım pazarlama faaliyetleri sürdürmektedir.
A
işletmesinin yurt dışı pazarlama sorumlusu (YPS) ile operasyon sorumlusu (OS)
arasında CE işaretleme sistemi üzerine geçen diyalog şu şekildedir:
YPS :Salih Bey, X malını AB ülkelerine
satabilmemiz için CE işaretlemesine ilişkin çalışma yapmak durumundayız.
OS :Akın
Bey, CE için ne kadar maliyete katlanmamız gerektiğini biliyor musun?
YPS :Belli bir maliyeti gerektirdiğini
biliyorum ama eğer AB ülkelerini dış ticaret portföyümüze dahil etmek
istiyorsak bunu almamız lazım.
OS :Boşver,
AB ülkelerine satmayız olur biter.
YPS :Salih bey, 25 tane AB ülkesi var. Hepsine
mallarımızı satmamız mümkün olmayabilir, fakat bir kısmına gerçekleştirebiliriz
bunu. AB’yi nasıl göz ardı edebiliriz?
OS :CE
işaretleme sisteminin maliyetine katlanmaya değmez. Bize diğer ülkeler yeter.
Vakanın
Analizi:
CE işaretleme sisteminin maliyeti göz önünde
bulundurularak alımı yönünde teşebbüste bulunulmaması, işletmenin söz konusu
makinaya-teçhizata ilişkin AB piyasalarına girme imkânını kaybetmesi manasına
gelmektedir. Bu, işletmenin büyük bir yanılgı içerisinde olduğunun
göstergesidir. Halbuki CE’nin maliyeti yerine, uzun vadede sağlayacağı
getirilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu vesileyle AB’ye ihraç
edilebilen makina-teçhizat, yurt dışı pazarlamada da kullanılabilecek önemli
bir referans niteliğindedir. Pazarlama sürecinde, bu makinanın-teçhizatın AB
ülkelerine de satıldığına ilişkin bilgi verilmesi, dünyanın başka piyasalarına
girilmesinde de kolaylaştırıcı bir faktör olacaktır.
4.2.
Stratejik Yol Haritasına İlgi
KOSGEB,
Türkiye çapında yapmış olduğu tarama ile işletmeleri A, B, C, D kategorilerine
ayırmaktadır. Söz konusu tarama sürecinden geçerek tasnif edilmiş olan
işletmeler, SYH (Stratejik Yol Haritası) hazırlama hakkına sahip olmakta ve bu
kapsamda birtakım maddî-gayri maddî desteklerden istifade imkânına
kavuşmaktadır.
SYH’nin
hazırlanması, belirli bir bilgi birikimini ve ciddi bir çabayı
gerektirmektedir. İçeriğinin zenginliği, çok özenli davranılmasını
gerektirmektedir. Bölümler arasındaki ileri-geri bağlantıların uygun bir şekilde
sağlanması ve genel itibariyle iyi bir mantık örgüsünün olması gerekmektedir.
Ancak bu şartlarda hazırlanmış olan bir SYH kabul görmekte ve işletmenin
ihtiyaç duyduğu destekler KOSGEB tarafından sağlanmaktadır.
SYH,
sadece maddî-gayri maddî desteklerin sağlanması amacıyla hazırlanması talep
edilen bir doküman değildir. Buradaki maksatlardan biri ve belki de en
önemlisi, işletmenin kendini, faaliyetlerini ve planlarını sistematize edebilme
kabiliyetine kavuşur hâle gelmesini sağlamaktır. Bu çerçevede; işletmenin
kendini tanıması, ihtiyaçlarını tespit edebilmesi ve belli bir periyotta (SYH
kapsamında üç yıl) nelere ulaşabileceğine dair öngörülerde bulunabilir seviyeye
gelmesi hedeflenmektedir.
B
işletmesinin genel müdürü (GM) ile uzman bir personeli (UP) arasında SYH
konusunda geçen diyalog şöyledir:
UP :Varol Bey, KOSGEB desteklerinden
faydalanabilmek için SYH hazırlamamız gerekmekte.
GM :Mehmet
Bey, SYH bize ne sağlayacak?
UP :KOSGEB’in sağladığı birtakım maddî-gayri
maddî desteklerden faydalanma imkânımız olacak. Ayrıca SYH hazırlamış bir
işletme olmak, önemli bir referanstır.
GM :Referansı boşver, sen “para”dan haber
ver. SYH’yi hazırlarsak, bize “para” verecekler mi “para”?
UP :Para derken tam olarak ne meblağdan
bahsettiğinizi bilmiyorum ama, fon sağladıkları belirli programlar var. Fakat
bu destekler doğrudan nakdî olmuyor. Belli bir projeye bağlı olarak ve “hak
ediş” usulüne göre veriyorlar.
GM :Sıcak
para vermiyorlarsa SYH ile vakit harcamanın ne anlamı var?
UP :Varol Bey, bir projemiz varsa onu belli
ölçüde fonlayabiliyorlar, onun dışında eğitim-danışmanlık vb. çok sayıda
program destekleri de var.
GM :Bize nakit para lazım. Eğitime,
danışmanlığa ihtiyacımız yok. Onların hepsi fuzuli şeyler. Eğer direkt nakit
vermiyorlarsa uğraşmaya değmez.
Vakanın
Analizi:
Bu işletme, kendisine doğrudan finansal kaynağın
temin edildiği programlara daha sıcak bakmakta, kaynağın “hak ediş” usulü
sağlandığı programları ise göz ardı etmektedir. Bu çerçevede, mesela, SYH
kapsamında KOSGEB tarafından sağlanan kaynaklar, işletmenin ilgisini çok
çekmemektedir. Bu, SYH’nin mantığını ve hedefini anlayamadıklarını ifade
etmektedir. Esasında, KOSGEB, SYH kapsamında çok sayıda finansal destek
sağlamaktadır. Mesela, uygun bir proje olması hâlinde, yüksek meblağlarda makina-teçhizat
kredisi de vermektedir. Fakat zorlu ve ciddi bir çalışmayı gerektirdiğinden,
işletmelerin çoğu SYH hazırlama sürecine girmekten dahi kaçınmaktadır. Mesela,
örnekte görüldüğü üzere işletme, direkt olarak finansal kaynak verilmediği için
SYH hazırlığına harcanan zamanı kayıp olarak görmektedir. Ayrıca; sağlanan
eğitim, danışmanlık, fuar vb. destekler ise kendilerine çok cazip
gelmemektedir.
4.3.
Finansal Kuruluş Fonlarındaki Teminat Sorunu
İşletmelerin,
makina-teçhizat, ham madde-yardımcı malzeme almak için ihtiyaç duydukları
finansal kaynağı temin etmede çeşitli alternatifleri vardır:
a)
Öz kaynaklarla finanse etmek: Birçok işletmenin öz kaynakları bu
tür ihtiyaçları karşılayabilecek seviyede değildir.
b)
Yabancı kaynaklarla finanse etmek: Öz kaynakları olmayan
işletmeler, ki bu toplam işletmelerin önemli bir kısmını ifade etmektedir, dış
kaynaklardan istifade yolunu tercih etmektedir. Bu kapsamda müracaat edilen
mercilerin başında finansal kuruluşlar gelmektedir.
Finansal
kuruluşlar, işletmelerin fon taleplerini karşılarken, birtakım ağır şartlar
ileri sürmektedirler. Sağlanan fonların faiz-kâr payına ilaveten vergi-harç
maliyeti bir yana, ekstra taleplerde de bulunulmaktadır. Mesela, gayrî menkul
ipoteği gibi. Bu çerçevede, kullandırılan fonun %100’ü veya daha fazlası kadar
teminat ipoteği talebinde bulunulabilmektedir.
C
finansal kuruluşunun temsilcisi (FKT) ile D işletmesinin finansman sorumlusu
(FS) arasında fona ilişkin teminat hususunda geçen diyalog şöyledir:
FS :Okan bey, biz Y makinasını almak
istiyoruz. Fakat bunun karşılayacak öz kaynağımız mevcut değil.
FKT :Olur
Perihan hanım, size fon sağlayalım. Ne kadar kaynağa ihtiyacınız var?
FS :Bu
makine için 150.000 YTL lazım.
FKT :Bunu
sağlayabiliriz, fakat bunun için bazı şartlarımız var.
FS :Ne
tür şartlar mesela?
FKT :En başta, 150.000 YTL karşılığı gayri
menkul ipoteği gerekiyor. Tapularınıza rehin koyacağız, geri ödemenizi
yaptıktan sonra ipoteklerinizi çözeceğiz.
FS :Ne diyorsunuz siz Okan Bey? Bizim bu
meblağda varlığımız olsaydı zaten size gelmez, direkt olarak kendimiz finanse
ederdik.
FKT :Üzgünüm,
şartlar böyle. Bunlar üzerinde müzakere şansımız yok.
Vakanın
Analizi:
Bu işletmenin fon temin maksadıyla finansal
kuruluşa müracaatındaki temel sebeplerden biri, ihtiyaç duyduğu kaynağa bizzat
sahip olmamasıdır. Buna karşılık, zaten sahip olmadığı bir varlığın teminat
olarak talep edilmesi, arzu ettiği fonlara ulaşmasını engellemektedir.
Neticede, hedeflediği yatırımları yapamayan ve arzu ettiği atılımı gerçekleştiremeyen
bir işletme konumuna düşülecektir. Dahası, mutlaka fon temin etmek istenmesi
hâlinde, yasal olmayan kuruluşlara da müracaat edilmek durumunda
kalınabilecektir ki bu, işletme açısından ayrı sorunları beraberinde
getirecektir.
4.4. Dış
Ticarette Vizyon Eksikliği
İşletmelerin
önemli bir kısmı, dış ticaretin sağladığı direkt ve endirekt faydaların
yeterince farkına varabilmiş değildir. Bu sebeple, dış ticaret faaliyetlerine
gereken önemi vermemektedirler. Dış ticarî faaliyetlerde bulunan işletmelerin
bir kısmı ise kimi noktalarda gereken özeni göstermeyebilmektedir. Dolayısıyla
bu faaliyetleri istikrarlı bir şekilde sürdürememektedirler. Neticede
kazandıkları piyasaları da kısa sürede kaybetmektedirler.
İşletmeler,
mesela, ihracat gerçekleştirdikleri müşterilerine son derece özenli davranmalı
ve onları kaybetmemek için gereken tüm çabayı sarf etmelidirler. Bunun için, en
başta sürekli ve düzenli bir iletişime ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrıca, sipariş
safhasından malın sevkiyatına ve müşteriye ulaşmasına kadarki süreçte iyi bir
takibat yapılmalıdır. Aksi hâlde binbir güçlükle tesis edilen iyi ilişkiler,
kısa bir sürede tersine dönebilmektedir.
E
işletmesinin dış ticaret sorumlusu (DTS) ile imalât sorumlusu (İS) arasında
ürün kalitesine ve sevkiyatına ilişkin oluşan diyalog şöyledir:
İS :Kenan
Bey, bu hafta kaç ihracat işlemi gerçekleştirmemiz lazım?
DTS :İki
ülkeye ihracatımız olacak Erol Bey.
İS :Birini
gerçekleştiremeyeceğiz.
DTS :Neden
Erol Bey?
İS :Ham
madde eksiğimiz var. İmalât yetişmeyecek.
DTS :İyi
de bunu karşıya nasıl izah ederiz? Haftalar öncesinden söz verdik.
İS :Yetişmedi, yüklemeyi yapamıyoruz diye
haber ver. Ama şimdi değil, önümüzdeki hafta haber verirsin.
DTS :Nasıl
olur? Zaten kendisi yarından itibaren malını sormaya başlar.
İS :Yapacak
bir şey yok. Beklesin biraz daha.
DTS :Çok
zor durumda kalacağız. Müşteriyi kaybedebiliriz.
İS :Mümkün
değil, bizden kopmaz. O bize mecbur.
DTS :Sanmıyorum Erol Bey. Bu arada bir konu daha
var. Biliyorsunuz müşterinin geçen sefer kaliteye ilişkin bazı şikayetleri
vardı. Bu sefer çok dikkatli olalım. Yoksa gerçekten kaybedeceğiz müşteriyi.
İS :İnanma sen ona. Blöf yapıyor, maksadı
iskonto yaptırabilmek. Mal kalitesinde bir sorunumuz yoktu.
Vakanın
Analizi:
İhracat faaliyetindeki en hassas konulardan
biri, verilen söze sadakattir. Malın-hizmetin müşteriye zamanında teslimi çok
büyük bir önem kazanmaktadır. Bu vakada görüldüğü üzere işletme, ürününü
zamanında teslim edemeyecektir ve bu durum karşı firmaya büyük bir maliyet
yükleyebilecektir. Çünkü onun da bu ürüne ilişkin birtakım planları-programları
vardır ve bunu zamanında alamaması, onu da kendi müşterileri karşısında zor
durumda bırakabilecektir. Olumsuzluklar birbirini zincirleme takip edecek ve
belki ilişkiler kopma noktasına gelecektir. Kalite meselesi ise ayrı bir önem
taşımaktadır. Karşı müşterinin ürün kalitesine ilişkin şikayetleri mutlaka
dikkate alınmalı ve gerekli iyileştirmelere gidilmelidir. İşletmenin, bu
şikayetleri “blöf” veya benzeri şekillerde nitelendirerek lazım gelen tedbirleri
almaması, söz konusu müşterisini kaybetmesiyle sonuçlanabilecektir.
4.5.
Organizasyonlara Bakış Açısı
İşletmelerimiz,
organizasyonlara katılım ve buralarda faaliyette bulunma konusunda genelde
çekimser bir tavır sergilemektedirler. Bu, esasında örgütlenmenin kendilerine
sağlayacağı avantajların farkında olmayışlarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bu
tür faaliyetlere vakit ayırmayı gereksiz gören işletmeler de az değildir.
Organizasyonlara
katılım ve sağlanan imkânlardan faydalanma, belirli bir maliyeti gerektirmektedir.
Bu sebeple, üyelik aidatı talep edilmektedir. Fakat işletmelerin bir kısmı bunu
da ek bir maliyet olarak görmekte ve üyeliğe sıcak bakmamaktadır. Halbuki
üyeliğin maliyeti ile üye olmama dolayısıyla fırsat maliyeti kıyaslanmalı ve
buna göre karar verilmelidir.
F
işletmesinin yöneticisi (İY) ile sorumlu müdürü (SM) arasında bir meslekî
kuruluşun bir faaliyeti ve üyelik aidatı üzerine geçen diyalog şöyledir:
SM :Hüseyin Bey, Z kuruluşunda bu hafta
sonunda “kurumsal yönetim” konulu bir eğitim semineri olacakmış, sizi davet
ediyorlar.
İY :Personelden
birini gönderelim.
SM :Özellikle
yöneticilerin katılımını istiyorlar.
İY :Sedat
Bey, vaktimi ayıramam. Başka işlerim var. Gönderelim birini.
SM :Bu
arada, üyelik aidatı faturası da göndermişler.
İY :Bize
ne fayda sağlıyorlar ki aidat istiyorlar?
SM :Ödeme
yapmayalım mı?
İY :Boşver
yapma. Masraf yapmanın alemi yok.
SM :O
zaman üyeliğimize son verirler.
İY :Veriyorlarsa
versinler. Zaten bize bir getirisi yok. Üye olmanın da bir anlamı yok.
Vakanın Analizi:
Söz konusu işletmenin organizasyonlara bakışı,
büyük ölçüde olumsuz niteliktedir. Nitekim, üyesi bulunduğu kuruluşun eğitim
semineri davetine yönetici seviyesinde iştirak edilmesi gerektiği hâlde,
personelden birinin gönderilmeye çalışılması, verilen önemin derecesini
göstermektedir. Yönetici, vaktinin olmadığını bahane ederek eğitim seminerine
katılmaktan kaçınmaktadır. Bu, genel olarak işletmelerde eğitime verilen değeri
de ifade etmesi açısından anlamlıdır. Diğer bir sorun da üyelik aidatının ödemesine
ilişkindir. Örnekte de görüldüğü üzere, yönetici “Bize ne fayda sağlıyorlar ki
aidat istiyorlar?” sorusunu sorarak, organizasyonların sağladığı avantajların
da farkında olmadığını ortaya koymaktadır. Dahası, söz konusu aidatların
düzenli ödenmesi hâlinde, üyelere yönelik daha çok sayıda faaliyette
bulunulabileceğini de göz ardı etmektedir.
DEĞERLENDİRME
VE SONUÇ
Türkiye
KOBİ’lerinin mazisi, Ahîlik teşkilatına kadar dayandırılabilir ki bu da sekiz
asıra yakın bir süreye karşılık gelmektedir. Esasında, bu uzunlukta bir geçmişi
olan kuruluşların çok sağlıklı ve istikrarlı bir bünyeye sahip olması
beklenirdi, fakat gerçek hayat incelendiğinde durumun böyle olmadığı ortaya
çıkmaktadır. Bugün itibariyle köklü işletme sayımız çok sınırlı olup, geriye kalan
kısım çok ciddi sorunlarla hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır.
Türkiye, 3 Ekim 2005 tarihi
itibariyle AB’ye üyelik konusunda önemli bir dönemeci geçerek üyelik
müzakerelerine başlamış bulunmaktadır. Uzun ve yoğun bir süreç olacağı kesin,
fakat bunun uzunluğunun ve yoğunluğunun; Türkiye’nin ekonomi başta olmak üzere,
siyasî, hukukî, sosyal, kültürel vb. alanlarda sergileyeceği performansla
paralellik arz edeceği de unutulmaması gereken bir gerçektir. AB üyeliği,
hayatın her yönüne ilişkin bir dönüşüm sürecini ifade etmektedir. Her alanda
olduğu gibi, ekonomide de önemli avantajlar ve dezavantajlarla karşı karşıya
kalınmaktadır. Bu kapsamda, işletmeleri de birçok sorun ve fırsat
beklemektedir. Önemli olan, sorunları en az zararla çözüme kavuşturabilmek ve
fırsatlardan da en uygun biçimde faydalanabilmektir.
KOBİ’lerimiz,
en başta temel nitelikli bazı sorunlara sahiptir. Bunlar klasik nitelikte olup,
yıllardır mevcudiyetini sürdüren ve adeta yapısal hâle gelmiş sorunlardır. Söz
konusu sorunlardan bir kısmı şöyle sıralanabilir:
·
Uzmanlaşmanın
hâkim olduğu organizasyonel yapıları mevcut değildir.
·
Kurumsal
anlamda örgütlenmelere karşı mesafeli durmaktadırlar.
·
Çok
sayıda hukukî mevzuat var olup, bunlar kendileri açısından çok anlaşılır bir
nitelikte değildir.
·
Finansal
işlere yönelik özel birimleri mevcut değildir ve uygun şartlarda fon arayışına
gidememektedirler.
·
Dış
finansal kaynak teminlerinde, engel niteliğinde çok sayıda kurumsal şartlar
mevcuttur.
·
Uygun
pazarlama-satış-dağıtım ağları yoktur.
·
Dış
ticarî faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde gereken özeni göstermemektedirler.
·
Teknolojinin
takibinde, temininde ve tatbikinde eksiklikleri söz konusudur.
·
Eğitim,
sağlık, güvenlik ve enerji gibi alt yapı yatırımlarında yeterli seviyede
değildirler.
İşletmelerin
genel nitelikli sorunlarının bir kısmı bizzat kendilerinden kaynaklanmakta
iken, diğer kısmı da kendileri dışından ortaya çıkmaktadır. İç kaynaklı
sorunların çözümü doğrudan işletmelerin kendi inisiyatifi dahilindedir. Dış
kaynaklı sorunların çözümünde ise etkili-yetkili otoritelerin gerekli
müdahalesine ihtiyaç vardır.
İşletmelerin,
genel nitelikli sorunlarına ilaveten, özellikle AB’ye üyelik sürecinde
karşılaştıkları veya karşılaşmaları kuvvetle muhtemel diğer bazı sorunlar da
vardır ki bir kısmı şöyledir:
·
AB
piyasalarının talep ettiği kalitede ürün imalâtının gerçekleştirilmemesi veya
kaliteye yeterince önem verilmemesi.
·
Uluslararası
standartların işletme bünyesine uygulanmaması veya eksik uygulanması.
·
Kurumsal
yapıya kavuşma noktasında belli bir direnç sergilenmesi ve ilgili yapıya
ulaşılmasına ilişkin çaba gösterilmemesi.
·
Sanal-fizikî
iletişimdeki eksiklikler ve bu kanallardan yeterince faydalanılmaması.
·
AB
ülkeleri işletmeleriyle ortak yatırım yapmadaki isteksizlik ve buna ilişkin
eksiklikler.
·
AB
ülkeleri işletmeleriyle sağlanacak iş birliklerinde ortaya çıkan nizaların
çözümüne ilişkin devreye girecek tahkim uygulamasındaki sorunlar.
·
İşletmeleri
temsil eden ve bunlara yönelik faaliyetlerde bulunan AB ölçeğinde veya
uluslararası boyutta kurumsal çatılara iştirakteki çekimserlik ve buna ilişkin
eksiklikler.
AB’ye
üyelik sürecinde, işletmelerin tamamında bu sorunların baş göstermesi
beklenmemektedir. Nitekim, bir kısım işletmeler gerekli adımları atarak,
kendilerini sürece uygun harekete sevk etmektedir. Ancak, işletmelerin önemli
bir kısmının bu süreçte ciddi sıkıntılarla karşılaştığı/karşılaşacağı
belirtilebilir.
KOBİ’lerimizin
belli bir kısmının günlük hayatta sık sık karşılaşılan bazı özel nitelikli
sorunları da mevcuttur. Söz konusu olumsuzluklar, işletmelerin sorunlara olan
yaklaşımını ve bunlara ilişkin çözüm konusundaki isteksizliğini ifade etmesi
açısından da çok manidârdır:
·
İşletmeler,
AB üyesi ülke piyasalarına ürünlerini satmak için gerekli şartları yerine
getirme hususunda hassas değildir. CE işaretleme sistemini gereksiz buluşları,
buna verilebilecek bir örnektir.
·
Bazı
kuruluşlarca sağlanan maddî-gayri maddî desteklere erişilmesi için gerekli
adımları atmada isteksizdirler. KOSGEB’in stratejik yol haritası (SYH)
kapsamında sağladığı destekler, örnek olarak verilebilir.
·
Finansal
kuruluşların fon sağlama konusunda işletmelerin gücünü aşan bazı şartları
bulunmaktadır. Kredi tahsisi için için teminat olarak talep edilen gayri menkul
ipoteği vb. bunlar arasında zikredilebilir.
·
İşletmeler,
dış ticaret faaliyetlerini gerçekleştirmede gereken hassasiyeti
göstermeyebilmektedir. İhraç edilecek bir ürünün söz verilen sürede sevk
edilmemesi bu sorunlardan biridir.
·
Üye
olunan organizasyonların faaliyetlerine iştirak edilmediği gibi, gerekli
finansal destek de sağlanmamaktadır. Organizasyonların düzenlediği eğitim vb.
programlara katılım, genelde düşük seviyelerde olmakta ve üyelik aidatının
ödenmesinde kasıtlı aksamalar olmaktadır.
Türkiye
KOBİ’lerinin özellikle fark etmesi gereken husus, AB üyeliğiyle hem avantajlı
hem de dezavantajlı bir devrenin başladığıdır. Dolayısıyla, gidişata müdahale
edilemeyeceğine göre, yani üyelikten geri dönüş olmadığından, işletmelerin
bizzat kendilerini sürece en iyi şekilde adapte etmeleri gerekmektedir. Bu
çerçevede, yeni bir dünya ile alışılagelmiş şartlar dışında irtibata
geçileceği, dolayısıyla, ciddi bir dönüşümün gerekliliği anlaşılmalıdır. Buna
paralel olarak, işletmelerin kendilerinden kaynaklanan sorunlarını ortadan
kaldırması veya asgarî seviyeye indirmesi gerekmektedir.
AB
sürecinde şunun da dikkate alınması gerekmektedir: Birlik’in şimdilik sadece
Avrupa kıtasıyla sınırlı olduğu bir gerçektir, fakat bunun sonsuza kadar böyle
kalacağı düşünülmemelidir. Nitekim, zaten AB’nin amacı da sadece kendi
sınırları içinde kalmak değil, tam tersine bu birlikteliği daha geniş
coğrafyalara yayabilmektir. Bu sebeple, işletmelerimizin vizyonunu genişletmesi
ve tüm dünya ile ekonomik bağlantıya geçtiğini fark etmesi gerekmektedir. Bu
anlamda, AB işletmeleri ile irtibatlı olmak, dış piyasalar açısından da iyi bir
referans ve imkân niteliğindedir. İşletmelerin, bunların sağladığı
avantajlardan gereği gibi faydalanması gerekmektedir.
* Dr. Mehmet Behzat Ekinci,
** Alfa Aktüel Yayıncılık, “AB Üyeliği Sürecinde Türkiye İşletmeleri,:
Sorunlar ve Fırsatlar”, Avrupa Yolunda
Türkiye – Müzakere Sürecinin Ekonomi Politiği, Editör: Mehmet Dikkaya,
Bursa, 2006, s.187-223.
[1] OECD, Small and Medium Sized Enterprises in Turkey; Issues and Policies,
Paris, 2004, http://www.oecd.org/dataoecd/5/11/31932173.pdf,
Erişim: 03.03.2006, s.27.
[2] TÜİK (DİE), “İstatistikler”, http://www.die.gov.tr/sanayi_sayimi.htm,
Erişim: 01.03.2006.
[3] Avrupa Komisyonu Türkiye
Temsilciliği, “Komisyon Türkiye’de 90 Milyon Euro’yu Aşkın Bir Bütçeyle
KOBİ’lerle İlgili Projelere Katkı Sağlıyor”, Güncel Haber, Kasım 2004, No:3, s.11.
[4] MESİAD, “KOBİ Tanımı Değişiyor”, Mesiad-Merter, Ocak-Şubat 2005, s.71.
[5] KOBİ sorunlarına ilişkin ayrıntılı
bilgi için bkz.:
a) Müftüoğlu, Tamer, Türkiye’de
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler; Sorunlar-Öneriler, Ankara, EGS Bank
Yayınları, No:1, 1997.
b) Ekinci, Mehmet Behzat, Türkiye’de KOBİ’lerin Kurumsal Gelişimi ve Finansal Sorunları,
İstanbul, ASKON, 2003.
[6] KOSGEB, “Türkiye’de KOBİ Mevzuatı”, http://www.turkisadamlari.kosgeb.gov.tr/kobi.htm, Erişim: 05.03.2006.
[7] Atilla Bağrıaçık, Dışa Açılmada Sürecinde Küçük ve Orta Boy Firmalar (Dünyada ve
Türkiye’de), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1989, s.146-147.
[8] Kemal Erol, “Türk İhale Mevzuatına KOBİ’ler
Açısından Eleştirel Bir Bakış”, Küçük
İşletme, AESOB Yayını, Temmuz 1996, Yıl:2, Sayı:7, s.36-42.
[9] Bağrıaçık, a.g.e.,
s.138-139.
[10] Gürhan Fişek, “Küçük Sanayi Sitelerinde İşçi
Sağlığı, İş Güvenliği Düş mü? Boş Bir Hayal mi?”, Küçük İşletme, AESOB Yayını, Temmuz 1996, Yıl:2, Sayı:7, s.53.
[11] TCMB, “Ödemeler Dengesi İstatistikleri”, http://tcmbf40.tcmb.gov.tr/cbt.html,
Erişim: 13.03.2006.
[12] TSE, “Standardizasyonun Sağladığı Faydalar”, http://www.tse.org.tr, Erişim: 05.03.2006.
[13] Standart Belgelendirme BM Trada
Turkey, “Yönetim Sistemleri”, http://www.sbg.com.tr,
Erişim: 05.03.2006.
[14] Necdet Sağlam, “Aile Şirketleri
Neden Kurumsallaşmaya Sıcak Bakmalı?”, http://www.kobifinans.com.tr,
Erişim: 06.03.2006.
[15] KOSGEB, “İşletmelere Sağlanan Destekler”, http://www.kosgeb.gov.tr/destekler,
Erişim: 07.03.2006.
[16] EU, “Sixth Framework Programme”, http://www.cordis.lu/fp6/home.html,
Erişim: 07.03.2006.
[17] EU, “Seventh Framework Programme”, http://www.cordis.lu/fp7/home.html,
Erişim: 07.03.2006.
[18] Uğur Emek, Uluslararası Ticarette Tahkim Prosedürü, DPT, 1999, s.16, http://ekutup.dpt.gov.tr/hukuk/emeku/tahkim.pdf,
Erişim: 08.03.2006.
[19] Yeliz Ünal, Ticarî Uyuşmazlıkların Çözümünde Uluslararası Tahkim, İGEME, 2005,
s.4-5, http://www.igeme.org.tr/tur/pratik/tahkim.pdf,
Erişim: 08.03.2006.